Tıraka: Arapselimlerden Araparif oğlu Abdurrahman
Zenger. 1923 Yılında doğdu. Bir dönem köy muhtarlığını ceberutça yaptığı
söyleniyor. Bu sebepten olsa gerek sonraki seçimlerde başarılı olamamış. 2002
Yılında vefat etti.
tırampa: Değiş tokuş, mübadele.
tıreş: traş
tırıl: Kendisiyle doğru
dürüst sohbet edilemeyen, ufak bir şeyde hemen kızan kişi.
Tırılhasan: Galgancıların Seydi Ahmet oğlu Hasan Tırık;
1912-1981.
tırıldak: 1.Kenarları kertilmiş
cetvel büyüklüğündeki bir tahtanın ucuna ip geçirerek hızla sallanması, bu
hareketle tırıltılı bir ses çıkarması nedeniyle bu ad verilmiş oyuncak. 2.Boş
ip makarasının ikiye bölünmesiyle halkalı kısma geçirilen basit bir ağaç milden
tutup çevirerek döndürülen bir çeşit basit topaç.
tırıllanmek:
Sinirlenip darılmak.
tırıltı: Motorlu araç sesi.
tırıs: Atın binicisini
zıplatarak yürümesi
tırkaz: Eski kapılarda ilkel kilit
düzeneği, sürgü.
tırkazlamek:
Kapıyı içerden sürgülemek, kilitlemek.
tısılamek:
Zor nefes almak.
tısırık: Hapşırık, hapşırınca
ağız ve burundan çıkan şeyler.
tısırmek: Aksırmak, hapşırmak.
tîdirmek: 1.İşemek, 2.Bir kap
içindeki sıvıyı şiddetli sızdırmak.
tiğteber: Meteliksiz, züğürt
(tiğ ü teber şah-ı merdan)
Timitiri: Kinislerin Mehmet oğlu
Arif Soya. 1911 Yılında doğdu, Kumpirhasanın küçüğüdür. İşgal döneminde kendi
oğlu Dimitri’ye benzeterek böyle çağırınca bu onun lakabına dönüşmüş. 2003
Yılında vefat etti.
tingildek:
Yerinde duramayan, dengesini sağlayamayan.
tingildemek:
Kımıldamak, oynamak, sallanmak.
tingil tokmak gılmek: Takla atmak
tiñ tiñ: (s)Tırıs koşan at.
tîrâki: tiryaki
tirit: Kaz suyuyla ıslatılmış
şepit.
tisilemek:
Yağmur ince ince yağmak, çiselemek.
tisil tisil:
(z)Hafif yağmur yağışı (çisil çisil)
titirek: Heyecan veya korkudan
devamlı titreyen.
titiremek:
1.Titremek, 2.(mec)Çok korkmak.
tivtmek: Yapışık yapağı
kıllarını elle eyırmak, ditmek.
tôga: Taze tarhana (toyga)
toğom: Tohum, döl
toğoma garmek:
Kartlaşmak.
tôh!: Yazıklar olsun
anlamında ünlem.
toka: 1.Demir
kaynatılarak/dövülerek veya ağaç bükülerek/oyularak yapılan halka. 2.Ahırın
büyükbaş hayvan kapasitesi, 3.Urganın sap arabasını daha sıkı bağlamasını
sağlayan ağaç veya demir halka düzeneği.
Tokanori: Topaloğlu Çaycı Hasan oğlu Nuri Toka. 1900
Yılında doğdu. Soyadıyla adını bütünleştirip kah Noritoka dediler, kah
Tokanori. 1964 Yılında vefat etti.
tokdur: Doktor, hekim
tokeç: Ağaç tokmak (tokaç)
tok eviñ aç kedisi: Herşeyleri varken açgözlülük eden çoçuk.
tok garnına:
Karnı tok iken.
toklubaşı:
Yemeği yapılan, hamur işlerinde kullanılan, sert ve tüylü yapraklı yabani bir
ot.
tokmak: 1.İp makarası,
2.Haşhaş kapçığı ezmek için kullanılan ağaç çekiç.
tokya: Bir çeşit terlik
tomafil: Araba, otomobil.
Toman: Gırhasanoğlu Ahmet. 1869 Yılında doğdu, 1929
yılında vefat etti. Tomanınibram (İbrahim Köz)ün babasıdır.
tomatis: domates
tombak: Kısa boylu, hafif
kilolu kimse.
Tombak: Mandaahmetin oğlu Saadettin Öztürk.
tomburcuk:
tomurcuk
tomburlak:
yuvarlak
Tongulnine: Hamzaoğlu Hasan eşi Havva Yiğit. Ayanoğlu Ömer
kızıdır, 1877 Yılında doğdu. Dipten Patlakların halası olur. Galiba
yürüyüşünden dolayı böyle adlandırılmış. Oğlu Bokluahmet ve kızı Kezban
çocukları Tongullar diye adlandırılacaktır. 1949 Yılında vefat etti.
topan: Köşe yastığı, küçük
minder, kırlent.
topeç/topeş:
Yumruk büyüklüğünde sertleşmiş toprak parçası.
topleşmek:
Toplanmak, bir araya gelmek.
toprağı çekmek:
Memlekete dönüşün ardından hemen ölmek.
Topraklık:
Eskiden badana için toprak çıkarılan bölgenin adı.
Topsâsı: Arpalık’ta futbol
sahasının bulunduğu mevki adı.
torba dakmek:
1.İşe mola verince koşum hayvanlarının başına, içi yem veya saman dolu torbayı
takarak dinlenirken yemlenmesini sağlamak. 2.(mec)Dinlenmek.
tortor: motosiklet
tosbağı: kaplumbağa
tosuldamek:
Ses çıkararak zor nefes almak.
tosul tosul:
Nefes darlığı çeken kişinin soluk alıp vermesi.
tosun gibi:
Sağlıklı, gürbüz kimse.
toy: Kazdan büyük, İri bir
kuş.
toz: Kulak arkası.
tozak: Mayıs ayında yağmurdan
hemen sonra çıkan, mantara benzer, içi toz dolu, beyaz yumru.
tozmek: Toz halinde savrulmak,
tozu savrulmak, toz gibi savrulmak.
tozutmek: 1.Hızlı gittiği için
toz kaldırmak, ortalığı toza boğmak; 2.Kaçmak, kaytarmak, koşarak gözden
kaybolmak.
Töbder: 1970’li Yıllarda Havaların odaya verilen isim.
Hala öyle anılmaktadır.
tök: Aşık kemiğinin tümsek
yanı
tökezimek:
Sürçmek, yürürken ayak bir şeye takılıp düşer gibi olmak, tökezlemek.
Tökürdek: Alçakların Hacıeminin eşi Kezban As. Ayanoğlu
Garahmedin kızıdır, 1925 yılında doğdu, 1992’de vefat etti.
tuluk: Koyun, kuzudan özel
bir yöntemle çıkarılmış, içine peynir, pekmez, kavurma gibi yiyecekler konan
deri. Tulum.
tuluk çıkarmek:
Hayvanın derisini yırtmadan yüzmek.
tuluk gibi:
Şişman, şişkin.
tuman: şalvar
tun: Fırın taşının tam
ortasındaki delik.
tunnamek: Pişirilen şeyi, ısının
en yüksek yerine, fırın taşındaki deliğe yakın bölgesine sürerek tam pişmesini
sağlamak. (tunlamak)
tura: Madeni paraların
resimli yüzü (tuğra)
Turabi: Külcülerin Sarı Salih oğlu Hüseyin Külte. 1868
Yılında doğdu, bir lakabı da ‘Pepe’ imiş. Salih, Capbak, Külcü ve Doruğun
babalarıdır; 1936 yılında vefat etti.
Tureş: Kölgecinin analığı Ayşe Seviş. 1864 Yılında doğdu.
Tureçoğlu Mustafa kızıdır. Ayanoğlu Halil’e vardı, kocası askrde vefat edince
Ayanoğlu Devrişahmete vardı. Oğlu ve kocası birlikte vefat edince bu kez
Ayanoğlu Hüseyin’e vardı. O sırada teyzesinin kızından dul kalan Hacı Hüseyin’in
iki öksüzünden biri Kölgeciömerdir. Öksüz yeğenine çok emek ve şefkat
gösterince o da kendisine anası gibi hürmet etmiş. O kadar ki Kölgecilerin bir
lakabı da Tureşler olacak. Soyadı kanunundan önce son kocasından da çocuksuz
olarak dul kaldığı için babası tarafının soyadıyla kaydedilen Tureş Hanım 1946
yılında vefat etti.
turpan: tırpan
tutuğeç/dutuğeç: Kızgın tepsi veya tencereyi tutup taşımada kullanılan, ince bir
bez bağla bibirine bağlı el büyüklüğünde birkaç kat iki bezden yapılan gereç.
(tutgaç)
Tüfekciguyusu: Sereñli bir kuyu, Tüfekçi kimdir bilinmiyor.
tülenmek: 1.Hayvan yavrusunun
yeni tüyleri çıkmak, 2.Kumaşın pürüzsüzlüğünü kaybetmesi, 3.(mec)Zenginleşmek.
tülü: Aşırı tüylü, kıllı.
Tülühala: Omarcıklar/Emetilerin Mehmet’in ilk eşi Emine.
Apdıramanların Hüseyin kızı, Güdükmehmetin kardeşidir; 1896-1930.
Tülümurat: Hacıların Sağırmehmedin büyük oğlu Tekmurat Murat
Azbay’ın bir lakabı da budur, 1923-2004.
tümbülmek: Yüksekten atlamak, yuvarlanmak; tüngülmek.
tümelmek: Bir şeyin örtünün
altından belli olması, şişmek.
tümeltmek:
Yığmak, yığarak yükseltmek.
tümmek: Aşağı atlamak.
tüngülmek:
Yüksekçe bir yerden aşağı atlamak.
tüpürmek: tükürmek
türkü yakmek:
Önemli bir olayı türküye konu ederek bestelemek.
türüm türüm tütmek: Çevreye güzel koklular salmak, güzel kokmak.
tüssü: tütsü
tüssü vemek:
Çok kötü kokmak.
tütmek: Duman çıkmak, duman
çıkarmak.
tütütmek: İyi yakamamaktan
dolayı çok duman çıkartmak.
tüydürmek:
Çekiç, keser gibi şeyleri dengeli vuramamaktan dolayı alttaki nesneyi
fırlatmak.
tüy gibi: Çok hafif.
tüylemek: Zıplamak, sıçramak.
tüyü bozuk:
Saçları, kaşları, kirpikleri açık sarı renkte olan erkek.
tüyünü dökmek: Hayvan hastalık veya başka sebepten tüyünü yenilemek.
uca: Kümes hayvanlarının
bacağı, but.
ucu gaşmek:
1.Uçkur veya don lastiğinin ucu kaçıp belde durmamak, 2.(mec)Bir işin
yapılması, problemin çözülmesi güçleşmek.
ucun ucun:
(z) Yavaş yavaş, azar azar.
ucu ucuna:
(z) Ancak, yetişecek kadar.
uçmek: Mercimek, nohut, burçak
vb. tarlada çok fazla kuruyup yolunamayacak hale gelmek.
uçuklamek:
Korku veya üzüntüten dudak kenarlarında yara oluşmak.
uçun/uçu: için
uçuru: Dolayı, ötürü, için
gibi sebep bildiren edat. (Öküz öldüğünden uçuru işle yarım galdı.)
ufaklamek:
Küçük parçalara ayırmak, ufalamak.
ufaklı: İçinde küçük taneler
bulunan.
ufaksu: Çiş, idrar, küçük
abdest.
ufaksu dökmek:
Küçük abdestini yapmak, işemek.
ufalmek: Yavaş yavaş küçülmek.
uğra: Hamur işi yaparken
hamurun oklava, el veya başka bir yere yapışmaması için ele sürülüp yere
sepilenen un.
uğragabı: Uğra konulan kap.
uğralamek:
Hamurun üzerine veya hamur açılan yere un sepilemek.
uğulmak/uğunmak: 1.Küçük çocuk ağlama sırasında nefessiz ve sessiz kalmak, 2.Ağrı
ve acıdan dolayı kıvranmak.
ulaf: yulaf
ulalama: Uzatma, ekleme, ulama.
uluk: tembel
Uluyol: Bir mevki adı
umaca olmek:
1.Umduğunu bulamamak, hayal kırıklığına uğramak; 2.Umduğu yiyeceği bulamamaktan
vücutta şişme şeklinde görülen rahatsızlık.
unevi: Un ve diğer yiyecek
erzakların konulduğu oda.
unevlası: Un, yağ, şekerden
yapılan helva.
unneşmek: Uzanmak, ulaşmak,
yetişmek.
unneşdirmek:
Uzatmak, ulaştırmak, götürmek.
un ufak etmek:
Çok küçük parçalara ayırmak.
urba: Elbise, giysi
urgan çekmek:
Sap, odun gibi havaleli yüklerle arabayı yükledikten sonra, son iş olarak
urganla bağlamak.
Urganlı: Küpelilerin İbrahim’in ortanca oğlu Mustafa
Öncül. 1909 Yılında doğdu; Güccükmehmedin küçüğü, Tekenin abisidir. Ayrıca
Evizo, Mehmet Emin ve Garagaşın babaları oluyor. Kayışın yetmediği yerde
hayvanı arabaya urganla koştuğu günden sonra böyle lakaplanmış. 1974 Yılında
vefat etti.
urgan tokası: Arabadaki
yüke urgan çekerken sıkı bağlayabilmek için kullanılan, sert ağaç oyularak veya
bükülerek yapılan halka.
Urkiye: Rukiye
Urum: Rum
Urus: Rus
usangın: Bıkmış, yılmış,
usanmış.
usdeye gitmek:
Zanaat öğrenmek için bir ustanın yanına sürekli gitmek.
usdurası belinde: Belalı.
usulcecik:
(z)Yavaşça, sessizce.
usutmek: Sakinleşmek, yatışmak,
durulmak, şımarmayı kesmek.
uşgur: Şalvarı belden
bağlamaya yarayan, ipten özel olarak örülen kemer bağı. (uçkur)
uşgurluk: Şalvar belinde uçkur
geçirmeye yarayan bölüm.
utanıbarlanmaz:
Utanması sıkılması olmayan (utanıp arlanmaz)
uyanmek: 1.Aklı başına gelmek,
işin aslını anlamak; 2.Meyveler tomurcuklanmaya başlamak, 3.Kümes hayvanları
yumurtlama vakti gelmek.
uydurmek: Benzetmek.
uydurukcu:
Yalan söylemeyi alışkanlık edinen.
uyku dünek:
Uyuma ve dinlenme fırsatı.
uyku dünek yok:
Hiç dinlenme, uyuma fırsatı yok.
uyku semesi:
Uyku sersemliğini üzerinden atamamış.
uyluk: Kalçadan dize kadar
olan bacak kısmı.
uymek: Çatmak, sataşmak.
(Uyma şuña, zaten delirmiş.)
uyuntu: Uyuşuk, salakça,
tembel, kendi başına hareket edemeyip başkasına uyan, asalak.
uyuşak: İş yapmayan, miskin,
tembel, uyuşuk.
Uyuşakdede: Hafızın çeşme yanındaki türbe.
uzanmek: Uyumaksızın yatmak,
uyuklamak, kestirmek
Uzun: Yılıkların Süleyman oğlu Mehmet Öztürk.
Uzundere: Bir mevki adı
Uzunismihan: Kedivelilerin İbrahim eşi İsmihan Ildız.
Hacımahmutların Gocasan kızı, 1928-1995.
uzunyol: Hac ibadeti.
Üçevler: Taşlıtarla sonu ile Akkaya’nın ucundaki asfalt
kenarındaki mevki. Güdükizzet’in Emin, İsmet ve Nuri Sağlam kardeşler,
tarlalarına birer ev yapıp taşındıktan sonra bölgeye bu ad verildi. Beklentinin
aksine başka yapılaşma olmayan mevkide hala sadece üç ev var. Tam karşısına
Sanayi taşınmış olsa da orası yine Üçevler diye anılıyor.
üç Gulfü bi Elem: Üç İhlas bir Fatihadan oluşan kısa, pratik
dua paketi.
Üçgözköprü:
Bir mevki adı. Eski asfalt üzerindeki üç gözlü köprüden adını almış.
üfülemek: üflemek
üfülük:
ıslık
üğünmek/üyünmek: Tahılın ambar veya çuvaldan yol bulduğu bir delikten akması.
üleşmek: Bölüşmek, paylaşmak.
üleşik: Paylaşılmış, üleşilmiş.
ülker: Mayıs-Haziran
döneminde Güneş ülker burcuna girdiğinde mahsul için tehlikeli bir dönem.
ülker vurması:
Ülker denen bahar-yaz geçiş soğuğunun özellikle nohutları çarpması.
Ümmünüñseydi: Selimoğlu Ahmet’in küçük oğlu Seydi Ahmet
Selman. 1913 Yılında doğdu, Gocagulizin küçük kardeşidir. Annesi Olucaklı Ümmü
Hanıma izafe edilerek böyle lakaplandı. Olcaklı Ahmet Aydın ile de
karınkardeştir. Uzun süre bakkallık ve bir dönem mahalle muhtarlığı yaptı. 1991
Yılında vefat etti.
ümürtlek: Boğaz, gırtlak.
ümzük: İbrik, çaydanlık gibi
kaplarda suyun akıtıldığı dar ve ince boru kısım.
ünnemek: Çağırmak (ünlemek)
ünnetmek: İlan ettirmek.
ününü goyvemek:
Bağıra bağıra ağlamak.
üremek: 1. Çoğalmak, 2.İş
ilerlemek.
üretmek: Katkı yaparak
çoğaltmak (hamur mayasını üretmek, çayı üretmek vb.)
ürüyen: Çok üren köpek.
ürya: Düş, rüya
üryañda mı gördüñ: Sabah çok erken bir şey yapanlara söylenir.
üsbaş: (i)Elbise, giyecek
(üst baş)
üsde: Mal değişiminde, malı
değerli olanın aldığı para (üste)
üsde çıkmek:
Suçlu olduğu halde kendini suçlayanları suçlayarak kendini aklamak.
üsdüme mi çıkceñ: Teklifsizce yanına yaklaşan kişiye söylenir.
üsdüne garı getimek: Karısı varken bir kadını kuma almak.
üsdüne geçirmek: Bir taşınmazın tapusunu kendi adına kaydettirmek.
üsdüne olmek:
Hamile kadın aybaşı olmak.
üsdü olmek:
Kadın aybaşı olmak.
üsdünnük: O sırada çevrede çok
yaygın olan nezle hastalığı (üstünlük)
Üseyin: Hüseyin
Üseyinhoca: 1.Çiloğlanın Hüseyin Ayas. 1916 Yılında doğdu,
İresilhocanın abisidir. Çeşitli köylerde imamlık yaptı; 1984’te vefat etti.
2.Mardakların Ahmet oğlu Hüseyin Saki. Uzun yıllar Gocacami imamlığı yaptı,
oradan emekli oldu.
üst: Elbise, giysi. (Üsdümü
geyip çıkcen.)
üstlük: Kabaca üste alınan
giyecek.
ütdürmek: Hile ile veya kumarda
elindeki malı kaybetmek.
ütmek: Şans oyunlarında
rakibini yenip elindekini almak.
ütmeli: Sonunda galip gelenin,
yenilenden bir şeyler (ceviz,aşık, bilye vs.) alacağı üzerine anlaşılan oyun.
ütülemek: Yolunmuş kazı, tavuğu;
koyun kafa ve ayaklarını ateşe tutarak ince tüylerini yakmak suretiyle
temizlemek.
ütülmek: Kumarda kaybetmek.
üvez: Küçük sinek.
Üyüğaltı: Bir mevki adı (Üyük
altı)
Üyük: 1.Yığma tepe, Tümülüs;
2.Köyün kuzeybatısında, şehitliğin bulunduğu tepe (höyük) 3.Beşkarışhüyük köyü.
Üyükyolu: Beşkarışhüyük yolu
üzerinde bulunan bir mevki adı.
üyütmek: 1.Öğütmek,
2.(mec)Tatlı tatlı yalan söylemek.
üzerlik: 1.Nazarlık, 2.Nazara karşı
çocukların üzerine veya duvara asılan hoş kokulu ot.
üzük: Eskiyip incelip kopma
delinme durumuna gelmiş kumaş, bez.
üzülmek: 1.Yırtılmak, bez veya
elbisenin yırtılması. 2.Kopmak, ipin kopması veya kopacak duruma gelmesi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder