Eskiler böyle bir imkandan mahrumdular. Hava tahmini yapmıyorlar; ancak asırların tecrübesiyle oluşan bir geleneksel takvim bilgisine göre hareket ediyorlardı. Ne zaman ne kadar yağış olacağını, ne vakit dineceğini; buna göre ekimin ve hasadın hangi dönemlerde yapılması gerektiğini, hayvanların bakımı yaylımı vs. işlemler hep bu takvime göre yapılıyordu.
Geleneksel takvimin deneme yanılma yoluyla keşfedilip sistemleştirildiği anlaşılıyor. Bakıyorlar, bir sene falanca vakitte aşırı kar yağışı var. Ertesi yıl aynı vakitte yine aynı kar yağışını görünce o günleri işaretliyorlar. Sonraki senelerde de aynı şiddetli hava gözlemlenince o dönem tamamen belirleniyor; havanın durumuna göre o belirli dönemde yapılması veya yapılmaması gereken işlemler kural haline getiriliyor. Dönemlerin adına cemre, zemheri, doksan, gündönümü, mihrican vb. isimler veriliyor ve böylece bir yıllık bir takvim meydana geliyor. Tabi bu bir kaç senede değil, en az bir kaç yüzyılda oluşabilecek bir süreç...
Eğret özelinde de, yine bu geleneksel takvim içinde, kendine göre yerel bir takvim oluşturulmuş. Bu civarda gözlemlenen bazı hava durumları sebebiyle özel kavramlar geliştirilmiş. Mesela 1946 yılı Mart ayının sonunda Canalinin Mehmet Can vefat etmiş, sert hava şartlarından dolayı mezar kazılamadığından cenaze üç gün defnedilememiş. Bu olaydan dolayı Mart ayının son haftasına 'Canali gışı' adını vermişler ve her yıl o dönemde şiddetli soğuk beklemişler.
Tam zamanını tespit edemedim, Garaburun Seydi Ahmet Mola'nın başına gelen bir olay var. Kelsalek Salih Azbay Dayısı ile ortak keçi veya koyun etmişler bir dönem. Zamansız kırkmış hayvanları, ansızın tipiye yakalanmış. Ağıla gelene kadar üşüyen hayvan tamamen kırılmış. O döneme de hala 'Garaburun gışı' diyorlar.
İdirizlerin Mustafa İdi'ye 'Hamsinci' lakabı takılması benzer bir olaya dayanıyormuş. Çok soğuk geçen doksan ve atmış günlük iki bölümden oluşan 150 günlük mevsime kış deniliyor. Bunun ilk bölümüne 'Doksan', ikinci bölümüne ise 150 anlamına gelen 'Hamsin' adı verilmiş. Bilenler hamsin çıkmadan kırkıma başlamazlarmış. Mustafa İdi bu kuralı dikkate almayıp koyunları hamsin döneminde kırkınca olan olmuş, hayvan kırılmış. Adamın adı bu yüzden 'Hamsinci'ye çıkmış...
Bütün bunlar tecrübeyle oluşan takvimin ne kadar isabetli olduğunu ortaya koyuyor. Takvimdeki uyarıyı dikkate alanlar kazanmış, uymayanlar malını kırdırmış.
Asırlık tecrübelerle oluşan geleneksel takvim, bir yıllık döngüyle ilgili bilgiyi aktarıyor insanlara. Peki daha kısa süreli meteorolojik bilgiyi nasıl elde ediyorlardı? Mesela yarın hava nasıl olacak bilgisi? Bu hava tahmini de kendi tecrübeleri ve büyüklerinden tevarüs eden bilgiyle yapıyorlarmış.
Yeni duyduğum bir kavramı da burada zikretmeliyim. Esnanın Veli Seyrek, ekim dönemini kaçırmış veya ihmalkarlık etmiş, ekinini ekememiş. Bulduğu ilk fırsatta ekmiş, ama ekme vakti filan değil... Çıkmaz o ekin diye dalga geçmişler bununla... Ama nasıl olduysa o mevkideki bütün ekinler avara iken sadece onun tarlasında öyle bir mahsül olmuş... Bilmeyenler sormuşlar, sen bunu hangi tavda ektin diye... O da demiş ki 'Veli tavında ektim.' O günden sonra zamansız ekilen ekinin vaktini anlatmak için 'Velitavı' sözü yerleşmiş.
Berber Ahmet Kabadayı Emmimin son ziyaretinde bıraktığı notlar arasında, hava tahminini nasıl yaptıklarının bilgisi vardı. Emmimin notlar şöyle:
- 'Bırak çifti oğlum, koyver pulluğu, paydos edelim' demiş. Buna bir anlam veremeyen oğlu;
- 'Buba bu gadarcık yer galmış, şimdi bırakılır mı. Bir daha kim bilir ne zaman gelcez, o zamana gadar guşlar saçdığımız tohumu toplar.' diyerek itiraz edecek olur. Baba ise kararlıdır;
- 'Toplasa toplasın, sen öküzleri çöz.'
- 'Le Buba, bak heva ne güzel, bi daha gelmeye değmez.'
- 'Oğlum, az daha eğlenirsek şu dereden sel gelcek, arabeyi geçiremeyiz.'
- 'Le Buba, ne yağmırı ne seli. Hevaya bak günnük güneşlilk!'
- 'Oğlum gafanı galdır da hevaya bak. Guşlar hep bi tarafa uçuyor, neden acaba bilir misin? Garşı dağa dolu yağıyor da ondan. Çünkü guş doludan gaçar, yağmırdan gaçmaz; bunu aklından çıkarma.'
Ben bu olayı, bizzat yaşayan Muratlarlı Harp malulu Çaylıoğlu İsmail Emmimden dinledim, sözlerini şöyle bitirmişti: 'Hayvanları goyvedim, dediği dereden bi sel geliyo... Az daha dursaz selden geçemicemişiz. Yağmır yok emme, garşı dağdeki dolunun seli basdı dereyi...'
Dedem Müezzinin Ömer Kabadayı derdi; Çatalüyük Gobakguyusundan, Gavasguyu, Söğütcük, Omarcık Çeşmesi, Yörük Çeşmesi ve Çayırlara kadar bu dere boyuna gasım çetireninde buğday ekmeyin. Çetireng zamanı (29 Ekim-18 Kasım arası) ekerseniz sapı güzel olur; ama dene olmaz. Çünkü o dönem ekilen mahsül tam çiçek açacağı zaman ya gırağı ya duman olur, çiçeği döker; heç şaşmaz. Onun için dene olmaz, samanı bol olur...
Bir de zemherinin içinde çift çıkarsa, tohuma isterse buza saç; heç şaşmaz. Yalnız zemheride iyi olur diye evladına duyurma, çünkü zemheride pek nadir çift olur. Onun için ekilecek tohumunu seneye goma; dona, gırağıya, dumana vurdurma sakın. Vaktini ve havanı iyi ayarla.
Keçi gırkılıp gıra çıktığı zaman gafasını hevaya galdırıp çok solumaya başlıyor, guyruğunu dikip ağıla doğru yürüdü mü zapt edemezsin. Çünkü şiddetli dolu gelmektedir, hayvanı en yakın ağıla yetiştirmek gerekir. Cıbıl keçi dolu veya cıvgına yakalanırsa dayanamaz, üşür ve ölür. Çoban bu durumu fark ederse üşüyen hayvanı fışgıya gömer. Fışgıda 15-20 dakika durur, fazla durursa bu sefer de sıcaktan yanıp ölür.
Koyun kar yağacağı gece, ağıla gelirken içeri girmez. Ne kadar tok olursa olsun, yayılabildiği kadar yayılmak ister. Hayvan ertesi gün kar yağacağından yayılamayacağını hissettiği için şimdi fırsatını bulmuşken yayılma derdindedir.
Tekeli Delinori, Nurettin Taşkın Dededen bir kaç kere işittim: 'Hıdrellez günü sabah gün doğarken kalbur büyüklüğünde bulut görürseniz, o sene yaz yağmuru bol, mahsul güzel olur. Hatta sabahleyin kalkıp bakın, bir iki damla yağmur veya çiğ damlası gürülürse yazın bol yağmur, kışın da çok kar olur.' derdi.
Berber Emmimin notlarının ilgili kısmı bu kadar. Başka bir zamanda kendisinden duyduğum bir şey aklıma geldi, onunla bitirelim...
- 'İyi oynayın, iki gün sonra bu karı bulamazsınız.' Tabi çocuklar şaşkın, sebebini sorunca deyivermiş:
- 'Ahalar Dağı inlemeye başladı, iki gün sonra gabayel gelir, kardan eser kalmaz..' Dediği gibi de olmuş... İki gün sonra bir gabayel/lodos, sabahına bakmışlar karın izi bile yok...
Ahalar Dağı dediği Sandıklı taraflarında bir dağ. Oradaki çam ağaçlarından kaynaklı sesi nasıl işittiği bir yana, sonrasında Anıtkaya'ya gabayel geleceği tahmininde bulunması da acayip. Demek ki ya bu bilgiyi eskilerden birinden aldı, ya da bir çok kereler tecrübe ettikten sonra kanaat getirdi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder