Kendine özgü duruşlarıyla köyün bir ferdi olduğu halde, varlığını ancak muayyen zamanlarda hissettiğimiz bazı şeyler vardı. Onlardan biri olan top, bütün bir yıl susar susar, vakti geldiğinde ise duygu patlaması yaşıyor gibi ortalığı velveleye verir, böylece kendini herkese ispat ederdi.
Her oruç ayında iftar saati onunla ilan edilir, minare ışıkları onun sesiyle yakılır, ezan ondan sonra başlardı. Ramazan ayına mahsustu, ama köylü ona sadece top derdi; çünkü başka top bulunmadığından özel isimle 'Irmızan Topu' deme gereği duyulmazdı. Vakit yaklaştıkça ihtiyarlar;
- 'Topa ne va?' diyerek kaç dakika kaldığını sorar, çocuklar ise;
- 'Top patladı!' çığlıklarıyla vaktin girdiğini duyururdu. Oysa böyle bir müjdeye gerek yoktur, zira top kendi gür sesiyle Anıtkaya semasını gürültüye boğmuştur zaten. Olsun yine de çocuklar coşkusunu dile getirmeli...
İftar coşkusunu Pazaryerinde yaşamak, ilginçliklerle dolu bu ayı biz çocuklar için daha çekici hale getirirdi. Oruçlu bile olsak o anda orada bulunmak bir ayrıcalıktı. Top patlayınca cebimizdeki bisküvi, gofret, şu bu, her neyse iftariyelikle orucumuza açar, sonra koşa koşa eve gelip sofraya yetişirdik.
Patlama anını hiç göremezdik. Bükürlerin Alessan (Ali İhsan Ölçer) görevli topçuydu. Onbeş yirmi dakika kala elinde malzemeleriyle Pazaryeri merdivenlerinden çıkardı. Topu ateşlemeye hazır hale getirmek için demek ki bu kadar vakit lazım.
Bizi yakınlarından uzaklaştırmak için durmadan uyarılar yapardı, ama her seferinde onu dinlemeyip sırnaştığımız için gönülsüzce hazırlık safhasını izlememize izin verirdi. Yine de son işareti verdiğinde O ateşlemeden önce oradan uzaklaşıp siper aldığımızdan o anı hiç göremezdik.
Ateş hazırlığını bir tören icrası gibi yapardı. Barut namluya yerleştirildikten sonra terzilerden aldığı kumaş kırpıntılarını özenle 'deperdi.' Her akşam yanında getirdiği ucu kütümekli uzun demir çubuk bunun içindi. Bir parça paçavra atıp onu deper, bir parça daha, bir parça daha... Bu çapıt çangal dolgu malzemesidir, ama aynı zamanda mermidir, gülledir... Sonuçta hedef vurulmayacak, patlama sesli olsun gürültü çıksın yeter; hedef bu...
Hazırlık safhası bittiğinde işareti alır, kaçışırdık. Bundan sonrasında buralarda bulunmamıza izin yoktu. Kaçabildiğimiz kadar kaçar; Üseyinhocanın (Hüseyin Ayas) ev yakınlarında bekleşirdik. Görmüyorduk, ama herhalde Topçu da fitili ateşledikten sonra kendini bir yere atıyormuştur... Şiddetli patlama sesiyle kafamızı göğe çevirir, havada tüy gibi uçuşan çapıtların süzülüşünü izlerdik... Sonra rüyadan uyanan diğer çocuklar gibi, Pazaryerine çıkan bütün aralıklardan her birimiz evlerimize doğru koşardık... Bu çocukça şehrayin her akşam böylece tekrarlanırdı...
Sair zamanlarda eşeğe biner gibi üstüne çıktığımız bu emektar topun kaynağı TSK olmalıdır. Orada kullanım dışı kalınca bizimkiler başvurup almışlardır, diye tahmin ediliyor. Önceden Gocacami yanındaymış, belki caminin tamir zamanında oradan sökülüp Cumacamisi yanına taşınmış. Bizim bildiğimiz hep buradaki halidir..
Basit bir top düşünün; tekerleri, mekanizması sökülmüş. Ayaklarını betonla yere sabitlemişler, böylece namlu da yaklaşık 60 derecelik bir açıyla kuzeye bakacak biçimde sabitlenmiş oluyor. Eski musalla aralığında kabir duvarı kenarında öylece sakin sakin durur, patlayacağı günü sabırla beklerdi.
Alessandan önce Kelyusuf (Yusuf Yakışır) ve Çöpçü (Halil Efe) de top ateşleme ile görevlendirilmişler. Geri tepme sonucunda Çöpçünün elinden yaralandığı olmuş. Alessanın da bu sebepten bir süre eli sargılı dolaştığını hatırlar gibiyim...
12 Eylül 1980'den sonra genel silah yasağı gibi bir durum oldu. Takip eden ilk oruçlar olan 1981 Ramazanında ise top atışı yasaklandı. Hasılı 11 Ağustos 1980 Pazartesi akşamı Anıtkaya'da son kez top patladığını kimse bilemezdi...
Patlatılması yasaklanan top, kendi köşesinde uzun yıllar melul mahzun bekledi. Yerinden söküp götürüp Han'a attılar, cesedi uzun yıllar orada kaldı. 2000 Yılında bir hurdacı arabasına yükledikleri yalnız emektar top değil, bir dönem rüya gibi çocuk oruçlarının baş kahramanıydı...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder