03 Mart 2024

şabla - tıpırtı

 
şabla: Büyük yapraklı bir ot.

şablagulak: Dikkat çekici kadar büyük kulaklılar böyle nitelendirilir.

şaddak: Bulunduğu duruma uygun davranmayan, hafif, şımarık.

şaddaklanmek: Hiç gereği yokken ciddiyetten ayrılmak.

Şamlı: Dağda bir çeşme ve mevki adı. Rivayete göre çeşmeyi Şamlı biri yapmış.

şak etmek: 1.İkiye bölmek, 2.Tomruğu uzunlamasına dilimlere ayırmak.

şakırdamek: Yağmur hızlı ve sesli yağmak.

şakşak: (i) Otuzüçlü tespih.

şal: Renkli dokumadan bele sarılan kuşak.

Şalsıznine: Yörüktahirin son hanımı Fadime Akyol. Karacahmetli Hüseyin kızıdır, 1900’de doğdu. Anası tarafıyla Tekelilerden olduğu söyleniyor. Önce Hebbeler/Mihrioğluların Kötüosmana varmış, Ahmet Eşit’in anasıdır. Onun ölümünden sonra Yörüktahire, o da ölünce Cingenmurata varmış. Vardığı kocası öldüğü için Şanssız Nine demişler, sonradan lakabı böyle kalıplaşmış. 1977 Yılında vefat etti.

şamata etmek: Ağız dalaşı, laf kavgası etmek.

şamata şakırtı: Rahatsız edici sesler, patırtı kütürtü.

Şampaya: Çolağömerin Halilçavuş oğlu İdris Salman. 1926 Yılında doğdu. Cambazlık yapardı, bu yüzden çevre köylerde belli bir forsu vardı. Lakabını askerliği sırasında kazanmış. 2002 Yılında vefat etti.

şap: Yalnız sulu çimento ile yapılan ince sıva.

şapbaz: çalışkan, işbilen (şahbaz)

Şapgöbek: Danamehmedin küçük oğlu Ali Osman Duran. Erken dönemde İzmir’e taşındı ve 1984’te orada vefat etti.

şapıldak: Görgüsüzce ve şımarıkça hareketler yapan kimse.

şapşak: Ağaçtan oyma tas, bardak.

Şarapcı: Keçininali oğlu İbrahim Seçen. 1939 Yılında doğdu. Eskişehir’de şarap fabrikasında çalıştığı için böyle lakaplandı. Bir çok Anıtkayalı’nın orada işe başlayıp sigortalı olmasına öncülük etti. 2008’de vefat etti.

şargada: Kötülük düşüncesi fazla, yaramaz çocuk (şergede)

şarpı: Başörtüsü (eşarp)

şarradak: Birdenbire (sıvının yüksekten akışı için)

şar şor: (s-z) Gayrı ciddi kişiler ve sulu hareketler için söylenir.

şart olsuñ: Kuvvetli yemin sözü.

şaşañlamek: 1.Etrafına  şaşkın şaşkın bakınmak. 2. Yaşlılık ve ihtiyarlık sebebiyle olayları anlamlandıramamak.

Şaval: Şevval ayı.

Şavalgadir: Demirdelenlerin Yahya oğlu Kadir Özdemir. 1931 Şevvalinde doğmui. Kadir gecesinde doğanlara verilen ismi ona da verince Şevval Kadir’i anlamında böyle lakaplamışlar. 2007 Yılında vefat etti.

şavıl: Denge, duvar örerken dikkat edilen statik denge (şakül)

şavılı gaymek: 1.Statik dengeyi kaybetmek, yıkılacak gibi durmak; 2.(mec)İnsan vücudu eğri durmak.

şavk: 1.Işık, 2.Işık kaynağı, lamba, kandil, mum vs.

şâyâ çıkmek: Söylenti, kötü şöhreti yayılmak (şayia)

Şayip: Şuayp

şayit: şahit

şaylı: şımarık

şebek: Maskara, çok çirkin.

Şebekahmet: Çorbecilerin Hacıalinin oğlu Ahmet Dadak. 1903 Yılında doğdu, neden böyle lakaplandığı bilinmiyor; 1960 yılında vefat etti.

Şeddennine: Arapselimlerin Mehmet eşi Şerife Zenger. 1896 Yılında doğdu, Çorcalı Topalalinin üvey kızı olup anası Omarcıklardandır. Son zamanlarında Cumartesi günleri kağıt topladığı dikkatimizi çekerdi. Düdükçünün anası olan Şeddennine 1977’de vefat etti.

Şeher/Şêr: Şehir, Afyon.

Şeherlioğlu: Şeherlioğluların Eğret geçmişi eski; ama akılda kalan son kişi Mehmet Kırdar, 1917 yılında doğdu, 2003’te öldü.

şekerlenmek: Pekmez, reçel, bal gibi şeylerin şekeri kristalleşmek.

şemilek: Ayak bileği veya parmaklardaki eklemler (şemlek)

Şenahmet: Selimoğlu Hasan’ın Ahmet Ege. 1873 Yılında doğdu, Paşagızının Egekemal ile Egehasanın babası olur; 1950’de vefat etti.

şenelmek: Mutlu, cıvıl cıvıl bir duruma gelmek.

Şennik: Her 28 Ağustos günü yapılan resmi kurtuluş törenleri. (şenlik)

şepit: İnce açılıp kurutulan yufka

şepit etmek: Yufka açmak.

şepit ıslatmek: Sıcak kaz suyu ile şepitleri ıslatıp tirit yemeği yapmak.

şer: Yaramaz

Şerban: Capbakların Mustafa eşi Şehriban Külte. Gavalcıların Hüseyiz kızıdır, 1938-2015.

Şerfe: Şerife

Şerif: Şerife

şeriñe nenni: Seninle uğraşılmaz, başa çıkılmaz anlamında; daha çok Cinibizdede (Osman Patlar) kullanırmış.

şêriye: şehriye

şeytan: Uyanık, akıllı, saf olmayan.

Şeytanahmet: Hacapdıramanların İbrahim oğlu Ahmet Keleş. 1922 Yılında doğdu, Cıldırın kardeşidir. Afyon’da çalıştı, oraya yerleşti; 1995’te vefat etti.

şeytan aldatmek: Uykuda ihtilam olmak. (eş) Arabayı devirmek.

Şeytanhasan: Canalilerin Ahmet oğlu Hasan Can, 1918-1997.

şeytanıñ bol olsuñ: Kumarda, şansın bol olsun anlamında.

şeytan uçurtması: Kasnaksız, sırf kağıttan yapılan uçurtma.

şıdı şıdı bakmek: Belli ederek dik dik bakmak.

şıkırdak: 1.Sallayınca ses çıkaran bebek oyuncağı, 2.(mec) Hareketli, yerinde duramayan ve sürekli konuşan, hayat dolu kimse.

Şıkırdak: Çolömerin Osman eşi Azime Salman. Hacapdıramanların Abdurrahman kızıdır, 1909 yılında doğdu. Selimhoca, Seyrekbasan, Cingenömer ve Veysel Salman’ın analarıdır. 1989 Yılında vefat etti. Küçük oğlu Veysel Salman halen anasına izafeten ‘Şıkırdak’ diye anılmaktadır.

şıldır şıldır: (z) Bakış için kullanılır

Şımır: Bilallerin Apil oğlu Ahmet Kaynar. 1948 Yılında doğdu. Kerbela vakasındaki Şimir adlı kişiye telmihen böyle lakaplanmış. 2023’te vefat etti.

şına: Ağaçtan yapılmış araba tekerinin dış yüzeyini çevreleyen demir halka.

şıñşıñ: Küçükbaş hayvanlara takılan bir çan türü.

şıvgın: Fırtınayla yağan sert yağmur.

şifer: Sürücü, şoför

Şiferhalibram: Omarcıkların Gabasakal oğlu Halil İbrahim Sağlam. 1929 Yılında doğdu. Uzun yıllar Anıtkaya-Afyon arasındaki yolcu taşımacılığının efsane ismidir, lakabını böyle kazandı. 2000 Yılında vefat etti.

şikât: şikayet

şimbil: Küçük ve kurnaz.

Şimbilemin: Hacıyusufların Abdullah oğlu Emin Öztürk, Etemin küçüğüdür; 1937-2015.

şimşir: Sert ve parlak şey.

şinci/şindi/şincik: Şu anda (şimdi)

şindiye: Şimdiye kadar.

şindiyedek: Bugüne kadar.

şipirdek: Naylon veya mantar terlik.

şiplemek: Bir bilgiyi, öğrenmesi istenilmeyen birine çok çabuk bildirmek.

şipşip: 1.Köfte, 2.Çabuk çabuk

şirden: Zayıf ve ayrık bacaklı.

şirnimek: Yaramazlık yapmak, şımarmak, sataşmak.

şiş: Yağ kazanında pişi çevirmeye yarayan ucu sivri demir.

şişe: Baklavada dilim, tane.

şişek: İki yaşındaki koyun veya toklu.

şişginnik: Midede oluşan gaz (şişkinlik)

şişini indirmek: Havasını çıkararak kabarıklığını gidermek.

şişinmek: Böbürlenmek, kibirlenmek.

şişmek: Hiçbir iş görmemek, boş boş yatıp tembellik etmek. (Sabatdan âşama gadâ şişiyoñuz!)

şiv: 1.Eğri, düzgün olmayan; 2.Hafif meyilli.

şiv gitmek: 1.Dikişte eğri dikmek, 2.(mec)Doğru yolda gitmeyen, sapkın; 3.Parasal yönden ipin ucunu kaçırmak.

şivşit: 1.Hafif eğrilik, çarpıklık, çapraz, 2.Az meyilli arazi.

şivşitmek: Dikişi eğriltmek.

şo: şu

şô: Yakındaki şeyleri işaret eden “şu” sıfatının, uzaktakileri işaret ettiğinde aldığı biçim.

şora: Şurası, şura

şorlâ: şuralar

şööne: şöyle

şöönece/şöönecene: Şöylece, şu şekilde.

Şubatıñ sıpası Martıñ arpası: Şubatta döllenen sıpa ile Martta ekilen arpanın kalitesi.

şugudâ/şugudâcık: Şu kadar, azıcık

şuña!: Olacak şey mi, şuna bak anlamında şaşma ve eleştiri ünlemi.

şurye: şuraya 

tabır: tabur

tabırcı: Hastanede tedavisi biten hasta (taburcu)

tabla: 1.  20-30 santim yüksekliğinde yer sofrası, 2. Çevresi hafif yükseltilerek sebze fidesi dikmek için ayrılmış 3-5 metrelik alan.

tablağı: Yer sofrası, tabla.

tafatır: Aşırı, çok fazla.

taharna: tarhana

taharna garmek: Yoğurt göce ve naneyi karıştırarak tarhana hazırlamak.

taka: 1.Eski, kırık dökük; 2.Küçükbaş hayvanlara takılan bir çan türü.

Takanori: Delinorinin Gulaksız oğlu Nuri Argunşah. 1938 Yılında doğdu. Otobüsle yolcu taşıma, kamyonculuk derken kariyerini kahvecilikle tamamladı. Şoförlükte hep külüstür arabalarla iş gördüğü için böyle lakaplanmış. 2015 Yılında vefat etti.

takavit: Emekli (tekaüd)

taket: Güç, kuvvet, takat.

takga: Şapka, başlık (takke)

Takguş: Hacımahmıtların Sakızcının oğlu Veli Öztürk. 1909 Yılında doğdu. Oğlu Mehmet Ali kanalıyla onun lakabını Kelhoca takmış, manası bilinmiyor. 1970 Yılında vefat etti.

takıdık küpüdük: Özellikle gece vakti çevredekileri rahatsız etme pahasına gürültülü iş yapmayı anlatır.

takılamek: Karıştırmak, kurcalamak.

takıleşdirmek: Kurcalamak, takılamak.

takırdak: Küçükbaş hayvanlara takılan bir çan türü.

takır takır gurumek: 1.Bir şey güneşte çok durmaktan fazla kurumak, 2.Sıkıntı ve kederden çok fazla zayıflamak.

takleci: Uçarken takla atan güvercin.

taktak: (i) Yerel üretim su motorlu, römorklu araba, patpat.

talaz: Havada birden ortaya çıkan ve tozu dumana katan şiddetli rüzgar.

talis: Kendir ipinden dokunmuş kaba ve iri çuval.

talkın: Ölü gömüldükten sonra imamın mezar başında yaptığı dua (telkin).

talvar: 1.Üstü çalı çırpı ile kapatılmış bahçe kulübesi, 2.Sıcak şiddetlenince gölgeye çekilip işe ara verme.

talvara gitmek: Mola vermek

tandır: Izgarasız teneke soba.

tangal: Mısır patlatmaya yarayan, tenekeden yapılmış uzun saplı araç.

tangırdamek: Çocuklar gürültülü oynamak. (Yete gâli, tangırdamañ!)

tanımek: 1.Denemek, ölçmek; 2.Göz seçmek, görmek (Gözüm bu harfleri tanımıyo)

Tanınmış: Gocamatların Kazım oğlu Ramazan Tektaş. İzmir’de oturur.

tanış: Tanıdık, bildik.

tañ tañ: (z) Şiddetli öksürüğü anlatmak için söylenir.

tañyeri ağarmek: Şafak sökmek, ortalık ağarmaya başlamak.

tapırtı: Ayak sesi, gürültü.

tapıt: tabut

tapsak: Tadı iyi olmayan.

tapsı: Tadı bozuk, lezzetsiz.

tapsımek: Tadı bozulmak, bayatlamak.

târa: Küçük ince dalları kesmeye yarayan kesici alet.

tarla paklamek: Biçilmiş ekini annat tırmıkla yığın yaparak tarlayı ekinden temizlemek.

tarla takga: (i) Bağ-bahçe gibi araziler için kullanılır

tasara/tasarıya: (z) İnce hesap yapmaksızın, kabaca, tahmini olarak.

tat: 1.İnatçı kimse, 2.Türkçe konuşamayan, yabancı.

tatarca: Bir sindirim rahatsızlığı, yakıleşme.

tatavıya: Rastgele, bilip bilmeden, öylesine (tatavaya)

tatda: 1.Tahta, 2.Samanda ölçü birimi (Bu yıl 30 tatda saman guydum.)

Tatdalı: Velciklerin Mustafa oğlu Mehmet Ün. 1922 Yılında doğdu. Herkes yükünü geri ile taşırken O saman tahtasına geçtiği için böyle lakap takmışlar. 1975 Yılında vefat etti.

tatdalıköy: Öbür dünya, ahiret, mezarlık.

tatdalıköyü boylamek: Ölmek.

tatda tapırtısına gitmek: İşin özünü anlamadan konuya girmek.

tatdeye galkmek: Öğrenci öğretmenin talimatıyla karatahta önüne gelmek.

Tatıresil: Buruşakmehmedin büyük oğlu Resil Omak. 1909 Yılında doğdu. Anaları ayrı olmak şartıyle Suguşu, Gecegondu, Cemal Omak ve Kırtümmetin abisidir. Anası Tatamatlı olduğu için böyle lakaplandığı söyleniyor. 1988’de vefat etti.

tatleşmek: Ayak diremek, inatçılık etmek.

tav: 1.Kıvam, 2.Hayvanda döllenme vakti.

tava gelmek: Hayvan çiftleşmeye hazır olmak.

tavâtur: Söylenti, abartılı söz, dedikodu.

Tavığıñ uyanığı horuza civci gütdürü: Çocuklara bakan erkeklere takılmak için söylenir.

tavıkgarası: Görme zorluğu, katarakt (tavuk karası)

tavık gibi dünemek: Erkenden yatmak.

tavıkgötü: Ayak tabanında çıkan köklü siyil, topukdikeni.

tavlanmek: 1.Besi hayvanının semirip kesime hazır hale gelmesi, 2.Toprağın ekime hazır hale gelmesi.

tavlı: 1.Çiftleşmeye hazır hayvan, 2.Ekime hazır toprak

tav tav:(z) ara ara

tâvütlü metdup: Taahhütlü mektup

taygelmek: İkinci evliliğini yapan kadın, kocasının evine giderken yanında ilk eşinden çocuğunu da götürmek.

taylamek: Kısrak yavrulamak.

taytak: Tayın anasının peşini bırakmaması gibi bir kimsenin peşine takılarak onun yanından ayrılmayan kimse.

taytay: Emeklemenin son evresinde ayakta durmaya çalışan bebek.

tay tay durmek: Yeni yürümeye başlayan çocuk ayakta durmak.

tedarikli bulunmek: Parasal olarak hazırlıklı olmak.

tefini germek: Müşkül duruma düşürmek, acı çektirmek.

teğek: Asmanın taze uzayan dal ucu.

tekâze: Sitem, başa kakma (takaza)

tekâzelenmek: Sitem etmek, başa kakmak, sızlanmak.

tekbégir: Tek olarak koşulan at.

tekcal: Doğru durmayan, yaramazlık peşinde olan, sürekli çevresine zarar veren çocuk (deccal)

tek durmek: Yaramazlık etmemek, uslu durmak.

tek durmamek: Kendisini tutamayıp yasaklı iş yapmak.

Teke: Küpelinin İbrahim oğlu Hüseyin Öncül. 1913 Yılında doğdu, Güccükmehmet ve Urganlının küçük kardeşidir. Neden böyle lakaplandığı anlaşılamadı, 1991’de vefat etti.

Tekeliniñguyu: Atmezarı mevkiinde dolaplı kuyu. Hangi Tekelinin yaptırdığı bilinmiyor. Harabeye dönmüş dolabının yanına artezyen açılmış.

teker: Ucuna ağaçtan kesilmiş bir teker takılarak el arabası iskeleti gibi iki kulplu hale getirilen çocuk oyuncağı veya çocukların döndürerek oynadığı her türlü oyuncak.

teker çekdirmek:  Araba tekerini, şınasını kestirip germek suretiyle sağlamlaştırmak.

tekesakalı: İnce uzun püsküllü yaprakları yenen bir kır otu.

Tekge: Hacı İbrahim türbesinin bulunduğu yer ve oradaki meydan, Sığıreğleği.

Tekgeyeri: Bir mevki adı. Eskiden Hacı İbrahim Tekkesine ait vakıf arazisi olduğu için öyle adlandırılmış.

Tekirgızı: Sülalenin lakabını değiştiren Himmetoğlu Osman eşi Ayşe. 1880 Yılında doğdu; Selimlerin Halil kızı, anaları ayrı olmak üzere Çolağömerin kardeşidir. Anası Tekirdağlı Daşçılardan olduğu için böyle lakaplanmış. 1925 Öncesinde vefat ettiği sanılıyor.

Tekmurat: Hacıların Sağırmehmedin büyük oğlu Murat Azbay. 1923 Yılında doğdu, Mantarosmanın abisidir; 2004’te vefat etti.

tekne: Hamuru yoğurmak ve bekletmek için ağaçtan yapılmış özel gereç.

tekne gazıntısı: 1.Ekmek yaparken teknenin sonunda kalan, bir ekmek olmayacak kadar az ve kalitesiz hamur; 2.(mec) Ailenin son çocuğu.

tek tek geymek: Çift giyilmesi gereken ayakkabı, çorap vs. farklı farklı giymek.

telaşe: Tasa, kaygı, sıkıntı, iş güçç

telaşe mâmuru: Boş yere kaygılanan, kuruntulu.

telebe: Öğrenci, talebe.

tel çekmek: Telgraf çekmek.

telek: 1.Kanatlı hayvanların uzun, kuyruk veya kanat tüyü; 2.Bir tür el süpürgesi olarak kullanılan kaz kanadı. Yelek.

telelva: Pişmaniye (tel helva)

telesimek: Açlıktan, susuzluktan, uykusuzluk ve bitkinlikten bayılacak duruma gelmek.

tel gazığı: Bahçe çevresine tel çekmek için yere çakılan ucu sivri kazık.

tellal bağıtdırmek: Bir haberi tellal aracılığıyla duyurmak.

Tellaldayı: Alemdaroğlu Hüseyin Kızılyel. 1869 Yılında doğdu; Gındinin emmisi, Kekliklerin Kelalinin dayısıdır. Köyün tellalı olduğu için böyle lakaplanmış. Sonradan bu lakabı, evlat edindiği Ayvaza miras kaldı. Tellaldayı 1944’te vefat etti.

tellal ünnetmek: İlan etmek

tellenmek: keyiflenmek

Telli: Hacımahmutların Mustafa oğlu Halil. 1871 Yılında doğdu, Manavın kardeşidir; ayrıca Gocahasan ve Tellininmısdıfanın babasıdır. Küçükken çok mızıladığı için böyle bir lakap takılmış. Ciham Harbi yıllarında vefat etmiş.

temam: tamam

tembek etmek: Tembihlemek.

tembel tenike: Ders çalışmayı sevmeyen öğrenci.

temire/temireyi: Egzema hastalığı.

temize gitmek: Temyiz mahkemesine başvurmak.

temsili: Mesela, örneğin.

temşit: Sahurda ezandan önce söylenen ilahi, salavat, dua; temcid.

temşitlê verilmek: İmsak vaktini bildiren ilahi, salavat vs. okumak.

temtek: Bir tane, tek, biricik.

Temtem: Hacıkocaoğlu Halil Oğlu Halil. 1795 Yılında doğdu, Ayanoğlulardandır. Neden böyle lakaplandığı bilinmiyor; yalnız hiç oğlu olmadığı, tespit edilebilen iki kızından biri Selimoğlu Ali’ye varıp oradan torunu aracılığıyla da Hamzaların dedesi olduğu; ikinci kızının da Karacahmet’e gelin olduğu biliniyor.

Temtemiñoda: Temtem Halil’in adıyla anılan bu oda, su deposunun ardında olup bir ara Avcılar Kulübü idi.

têne: tenha

tênemek: Kalabalık dağılmak, tenhalaşmak.

tênelmek: Tenhalaşmak, seyrekleşmek.

teneşire gelesice: İlenç sözü.

tenike: 1.İnce saç, teneke; 2.Tahıl ölçü birimi.

Tenikeci: 1.Hacımahmutların İsmail oğlu İbrahim Ceylan; 1904-1979. 2.Yılıkların Sağırüseyin, Hüseyin Öztürk; 1929-1997.

tentine: Genç kızların çeyizleri için yaptıkları dantel.

tepil tüpül: (z) Yeni yürüyen çocuğun düşe kalka ilerlemesi.

tepsi: Fırında tepsiyle pişirilen yiyeceklerin tümüne verilen ad.

tepsi etmek: Fırında bükme börek türü şeyler pişirmek

terbiye: dizgin

têret: taharet

têretlenmek: Tuvalette temizlenmek, taharetlenmek.

têretsiz: Maddi manevi kirli, taharetsiz.

terevi: Teravih namazı.

terevi uğurlama: Son teravih namazı kılındıktan sonra ilahi, kaside, salavat ve tekbirlerle onun için yapılan veda törenidir. Ramazanın ilk gününden beri özel müezzinlik yapan kişilerce ağıta benzer bir kaside okunur. ‘Hakk’ın birliğine tekbir alalım’ nakaratıyla biten her dörtlükten sonra cemaatin de katılımıyla gürül gürül tekbirler alınır. Kendine has ezgiyle söylenen bu kaside/ilahi esnasında cemaatten çoğunun yaşaran gözlerini sakladığı hissedilir. Uğurlama töreni, cemaatle son defa kılınan vitir namazıyla bitirilir.

terezi: 1.Terazi, 2.Uçurtmanın dengesini sağlayan bağlantı ipleri.

terezilemek: Dengeyi sağlamak.

tereziye vurmek: Karşılaştırmak, iyice tartarak düşünmek.

teri soğumak: Dinlenmek, nefeslenmek.

Terlemezhoca: Terlemezoğlu Yusuf’un oğlu Ali Osman Terlemez. 1904 Yılında doğdu. İlme yöneldi, İstanbul ve Afyon Medreselerinde eğitim aldı. Eğret’e dönüşü Kuran’ın garip kaldığı yıllara rastlar. Bu dönemde başladığı Kur’an hizmetini ömrünün sonuna kadar sürdürdü, 1984’te vefat etti. 

terletmek: Bêgirgulağını (madımak) tuz ile ovarak hafif sulandırmak.

terlik: Namaz takkesi.

ter olsuñ/teryaman olsuñ: Oh olsun, beter olsun.

ters: 1.Gübre olarak kullanılan hayvan dışkısı, 2.İnatçı ve dikine hareket eden, aksi.

ters atmek: Boklukta biriken tersi taşımak

ters çekmek: Hayvan gübresini alıp tarlaya götürmek.

tersi bokdur: Bahsedilen kişi o işi yapabilir.

tersi devrilmek: Şaşkınlıktan veya hava şartları sebebiyle yer, yön ve zaman duygusunu yitirmek.

terslemek: Tarlaya gübre atmak.

tesbek: tespih

tesgire: Askerlik bitiş belgesi, tezkere.

teskerlemek: Eliyle vurur gibi hareket yapıp vurmamak.

téş: Büyük leğen.

téşir: Rezil, kepaze, çirkin. Ayıp ve kusurlarının ortaya çıkmasından bile utanmayan, arsız. (teşhir)

téşir etmek: Birinin ayıbını, topluluk içinde yüzüne vurmak.

tet!: Köpek kovma sözü

tetik: 1.Hafif, 2.Pratik, çabuk, hızlı

tevekgeli: Şans, öyle denk gelme.

tévter: defter

téyel: Geçici ve seyrek dikiş

téyelleme: Geçici olarak seyrek seyrek dikme

tézçabık: (z) Çok çabuk, hemen.

tıkır almek: Alay etmek, dalga geçmek.

tıkırcı: Alaycı, dalgacı.

tıktık: Küçükbaş hayvanlara takılan bir çan türü.

tınaz: Döğenle sürüldükten sonra savrulma aşamasına gelmiş dene-saman karışık yığın.

tıpılamek: Büyük yağmur damlaları kısa süreli şiddetli düşmek.

tıpırtı: Hafif gürültü.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder