şablagulak: Dikkat çekici kadar büyük kulaklılar böyle
nitelendirilir.
şaddak: Bulunduğu duruma uygun
davranmayan, hafif, şımarık.
şaddaklanmek:
Hiç gereği yokken ciddiyetten ayrılmak.
Şamlı: Dağda bir çeşme ve
mevki adı. Rivayete göre çeşmeyi Şamlı biri yapmış.
şak etmek:
1.İkiye bölmek, 2.Tomruğu uzunlamasına dilimlere ayırmak.
şakırdamek:
Yağmur hızlı ve sesli yağmak.
şakşak: (i) Otuzüçlü tespih.
şal: Renkli dokumadan bele
sarılan kuşak.
Şalsıznine: Yörüktahirin son hanımı Fadime Akyol.
Karacahmetli Hüseyin kızıdır, 1900’de doğdu. Anası tarafıyla Tekelilerden
olduğu söyleniyor. Önce Hebbeler/Mihrioğluların Kötüosmana varmış, Ahmet Eşit’in
anasıdır. Onun ölümünden sonra Yörüktahire, o da ölünce Cingenmurata varmış.
Vardığı kocası öldüğü için Şanssız Nine demişler, sonradan lakabı böyle
kalıplaşmış. 1977 Yılında vefat etti.
şamata etmek:
Ağız dalaşı, laf kavgası etmek.
şamata şakırtı:
Rahatsız edici sesler, patırtı kütürtü.
Şampaya: Çolağömerin Halilçavuş oğlu İdris Salman. 1926
Yılında doğdu. Cambazlık yapardı, bu yüzden çevre köylerde belli bir forsu
vardı. Lakabını askerliği sırasında kazanmış. 2002 Yılında vefat etti.
şap: Yalnız sulu çimento
ile yapılan ince sıva.
şapbaz: çalışkan, işbilen
(şahbaz)
Şapgöbek: Danamehmedin küçük oğlu Ali Osman Duran. Erken
dönemde İzmir’e taşındı ve 1984’te orada vefat etti.
şapıldak: Görgüsüzce ve
şımarıkça hareketler yapan kimse.
şapşak: Ağaçtan oyma tas,
bardak.
Şarapcı: Keçininali oğlu İbrahim Seçen. 1939 Yılında
doğdu. Eskişehir’de şarap fabrikasında çalıştığı için böyle lakaplandı. Bir çok
Anıtkayalı’nın orada işe başlayıp sigortalı olmasına öncülük etti. 2008’de
vefat etti.
şargada: Kötülük düşüncesi
fazla, yaramaz çocuk (şergede)
şarpı: Başörtüsü (eşarp)
şarradak: Birdenbire (sıvının
yüksekten akışı için)
şar şor: (s-z) Gayrı ciddi
kişiler ve sulu hareketler için söylenir.
şart olsuñ:
Kuvvetli yemin sözü.
şaşañlamek: 1.Etrafına şaşkın şaşkın
bakınmak. 2. Yaşlılık ve ihtiyarlık sebebiyle olayları anlamlandıramamak.
Şaval: Şevval ayı.
Şavalgadir: Demirdelenlerin Yahya oğlu Kadir Özdemir. 1931
Şevvalinde doğmui. Kadir gecesinde doğanlara verilen ismi ona da verince Şevval
Kadir’i anlamında böyle lakaplamışlar. 2007 Yılında vefat etti.
şavıl: Denge, duvar örerken
dikkat edilen statik denge (şakül)
şavılı gaymek:
1.Statik dengeyi kaybetmek, yıkılacak gibi durmak; 2.(mec)İnsan vücudu eğri
durmak.
şavk: 1.Işık, 2.Işık
kaynağı, lamba, kandil, mum vs.
şâyâ çıkmek:
Söylenti, kötü şöhreti yayılmak (şayia)
Şayip: Şuayp
şayit: şahit
şaylı: şımarık
şebek: Maskara, çok çirkin.
Şebekahmet: Çorbecilerin Hacıalinin oğlu Ahmet Dadak. 1903
Yılında doğdu, neden böyle lakaplandığı bilinmiyor; 1960 yılında vefat etti.
Şeddennine: Arapselimlerin Mehmet eşi Şerife Zenger. 1896
Yılında doğdu, Çorcalı Topalalinin üvey kızı olup anası Omarcıklardandır. Son
zamanlarında Cumartesi günleri kağıt topladığı dikkatimizi çekerdi. Düdükçünün
anası olan Şeddennine 1977’de vefat etti.
Şeher/Şêr:
Şehir, Afyon.
Şeherlioğlu: Şeherlioğluların Eğret geçmişi eski; ama
akılda kalan son kişi Mehmet Kırdar, 1917 yılında doğdu, 2003’te öldü.
şekerlenmek:
Pekmez, reçel, bal gibi şeylerin şekeri kristalleşmek.
şemilek: Ayak bileği veya
parmaklardaki eklemler (şemlek)
Şenahmet: Selimoğlu Hasan’ın Ahmet Ege. 1873 Yılında
doğdu, Paşagızının Egekemal ile Egehasanın babası olur; 1950’de vefat etti.
şenelmek: Mutlu, cıvıl cıvıl bir
duruma gelmek.
Şennik: Her 28 Ağustos günü
yapılan resmi kurtuluş törenleri. (şenlik)
şepit: İnce açılıp kurutulan
yufka
şepit etmek:
Yufka açmak.
şepit ıslatmek:
Sıcak kaz suyu ile şepitleri ıslatıp tirit yemeği yapmak.
şer: Yaramaz
Şerban: Capbakların Mustafa eşi Şehriban Külte.
Gavalcıların Hüseyiz kızıdır, 1938-2015.
Şerfe: Şerife
Şerif: Şerife
şeriñe
nenni: Seninle uğraşılmaz, başa çıkılmaz
anlamında; daha çok Cinibizdede (Osman Patlar) kullanırmış.
şêriye: şehriye
şeytan: Uyanık, akıllı, saf olmayan.
Şeytanahmet: Hacapdıramanların İbrahim oğlu Ahmet Keleş. 1922
Yılında doğdu, Cıldırın kardeşidir. Afyon’da çalıştı, oraya yerleşti; 1995’te
vefat etti.
şeytan aldatmek: Uykuda ihtilam olmak. (eş) Arabayı devirmek.
Şeytanhasan: Canalilerin Ahmet oğlu Hasan Can, 1918-1997.
şeytanıñ bol olsuñ: Kumarda, şansın bol olsun anlamında.
şeytan uçurtması: Kasnaksız, sırf kağıttan yapılan uçurtma.
şıdı
şıdı bakmek: Belli ederek dik dik bakmak.
şıkırdak: 1.Sallayınca ses
çıkaran bebek oyuncağı, 2.(mec) Hareketli, yerinde duramayan ve sürekli
konuşan, hayat dolu kimse.
Şıkırdak: Çolömerin Osman eşi Azime Salman.
Hacapdıramanların Abdurrahman kızıdır, 1909 yılında doğdu. Selimhoca,
Seyrekbasan, Cingenömer ve Veysel Salman’ın analarıdır. 1989 Yılında vefat etti.
Küçük oğlu Veysel Salman halen anasına izafeten ‘Şıkırdak’ diye anılmaktadır.
şıldır şıldır:
(z) Bakış için kullanılır
Şımır: Bilallerin Apil oğlu Ahmet Kaynar. 1948
Yılında doğdu. Kerbela vakasındaki Şimir adlı kişiye telmihen böyle
lakaplanmış. 2023’te vefat etti.
şına: Ağaçtan yapılmış araba
tekerinin dış yüzeyini çevreleyen demir halka.
şıñşıñ: Küçükbaş hayvanlara takılan bir çan türü.
şıvgın: Fırtınayla yağan sert
yağmur.
şifer: Sürücü, şoför
Şiferhalibram: Omarcıkların Gabasakal oğlu Halil İbrahim
Sağlam. 1929 Yılında doğdu. Uzun yıllar Anıtkaya-Afyon arasındaki yolcu
taşımacılığının efsane ismidir, lakabını böyle kazandı. 2000 Yılında vefat
etti.
şikât: şikayet
şimbil: Küçük ve kurnaz.
Şimbilemin: Hacıyusufların Abdullah oğlu Emin Öztürk,
Etemin küçüğüdür; 1937-2015.
şimşir: Sert ve parlak şey.
şinci/şindi/şincik: Şu anda (şimdi)
şindiye: Şimdiye kadar.
şindiyedek:
Bugüne kadar.
şipirdek: Naylon veya mantar
terlik.
şiplemek: Bir bilgiyi, öğrenmesi
istenilmeyen birine çok çabuk bildirmek.
şipşip: 1.Köfte, 2.Çabuk çabuk
şirden: Zayıf ve ayrık
bacaklı.
şirnimek: Yaramazlık yapmak,
şımarmak, sataşmak.
şiş: Yağ kazanında pişi
çevirmeye yarayan ucu sivri demir.
şişe: Baklavada dilim, tane.
şişek: İki yaşındaki koyun
veya toklu.
şişginnik:
Midede oluşan gaz (şişkinlik)
şişini indirmek: Havasını çıkararak kabarıklığını gidermek.
şişinmek: Böbürlenmek,
kibirlenmek.
şişmek: Hiçbir iş görmemek, boş boş yatıp tembellik
etmek. (Sabatdan âşama gadâ şişiyoñuz!)
şiv: 1.Eğri, düzgün
olmayan; 2.Hafif meyilli.
şiv gitmek:
1.Dikişte eğri dikmek, 2.(mec)Doğru yolda gitmeyen, sapkın; 3.Parasal yönden
ipin ucunu kaçırmak.
şivşit: 1.Hafif eğrilik,
çarpıklık, çapraz, 2.Az meyilli arazi.
şivşitmek:
Dikişi eğriltmek.
şo: şu
şô: Yakındaki şeyleri
işaret eden “şu” sıfatının, uzaktakileri işaret ettiğinde aldığı biçim.
şora: Şurası, şura
şorlâ: şuralar
şööne: şöyle
şöönece/şöönecene: Şöylece, şu şekilde.
Şubatıñ sıpası Martıñ arpası: Şubatta döllenen sıpa ile Martta ekilen arpanın kalitesi.
şugudâ/şugudâcık: Şu kadar, azıcık
şuña!: Olacak şey mi, şuna
bak anlamında şaşma ve eleştiri ünlemi.
şurye: şuraya
tabır: tabur
tabırcı: Hastanede tedavisi
biten hasta (taburcu)
tabla: 1. 20-30
santim yüksekliğinde yer sofrası, 2. Çevresi hafif yükseltilerek sebze fidesi
dikmek için ayrılmış 3-5 metrelik alan.
tablağı: Yer sofrası, tabla.
tafatır: Aşırı, çok fazla.
taharna: tarhana
taharna garmek:
Yoğurt göce ve naneyi karıştırarak tarhana hazırlamak.
taka: 1.Eski, kırık dökük;
2.Küçükbaş hayvanlara takılan bir çan türü.
Takanori: Delinorinin Gulaksız oğlu Nuri Argunşah. 1938
Yılında doğdu. Otobüsle yolcu taşıma, kamyonculuk derken kariyerini
kahvecilikle tamamladı. Şoförlükte hep külüstür arabalarla iş gördüğü için
böyle lakaplanmış. 2015 Yılında vefat etti.
takavit: Emekli (tekaüd)
taket: Güç, kuvvet, takat.
takga: Şapka, başlık (takke)
Takguş: Hacımahmıtların Sakızcının oğlu Veli Öztürk.
1909 Yılında doğdu. Oğlu Mehmet Ali kanalıyla onun lakabını Kelhoca takmış,
manası bilinmiyor. 1970 Yılında vefat etti.
takıdık küpüdük: Özellikle gece vakti çevredekileri rahatsız
etme pahasına gürültülü iş yapmayı anlatır.
takılamek:
Karıştırmak, kurcalamak.
takıleşdirmek:
Kurcalamak, takılamak.
takırdak: Küçükbaş hayvanlara takılan bir çan türü.
takır takır gurumek: 1.Bir şey güneşte çok durmaktan fazla kurumak, 2.Sıkıntı ve
kederden çok fazla zayıflamak.
takleci: Uçarken takla atan
güvercin.
taktak: (i) Yerel üretim su
motorlu, römorklu araba, patpat.
talaz: Havada birden ortaya
çıkan ve tozu dumana katan şiddetli rüzgar.
talis: Kendir ipinden
dokunmuş kaba ve iri çuval.
talkın: Ölü gömüldükten sonra
imamın mezar başında yaptığı dua (telkin).
talvar: 1.Üstü çalı çırpı ile
kapatılmış bahçe kulübesi, 2.Sıcak şiddetlenince gölgeye çekilip işe ara verme.
talvara gitmek:
Mola vermek
tandır: Izgarasız teneke soba.
tangal: Mısır
patlatmaya yarayan, tenekeden yapılmış uzun saplı araç.
tangırdamek: Çocuklar gürültülü oynamak. (Yete gâli,
tangırdamañ!)
tanımek: 1.Denemek, ölçmek;
2.Göz seçmek, görmek (Gözüm bu harfleri tanımıyo)
Tanınmış: Gocamatların Kazım oğlu Ramazan Tektaş. İzmir’de
oturur.
tanış: Tanıdık, bildik.
tañ tañ: (z) Şiddetli öksürüğü
anlatmak için söylenir.
tañyeri ağarmek: Şafak sökmek, ortalık ağarmaya başlamak.
tapırtı: Ayak sesi, gürültü.
tapıt: tabut
tapsak: Tadı iyi olmayan.
tapsı: Tadı bozuk, lezzetsiz.
tapsımek: Tadı bozulmak,
bayatlamak.
târa: Küçük ince dalları
kesmeye yarayan kesici alet.
tarla paklamek:
Biçilmiş ekini annat tırmıkla yığın yaparak tarlayı ekinden temizlemek.
tarla takga:
(i) Bağ-bahçe gibi araziler için kullanılır
tasara/tasarıya: (z) İnce hesap yapmaksızın, kabaca, tahmini
olarak.
tat: 1.İnatçı kimse,
2.Türkçe konuşamayan, yabancı.
tatarca: Bir sindirim rahatsızlığı, yakıleşme.
tatavıya: Rastgele, bilip
bilmeden, öylesine (tatavaya)
tatda: 1.Tahta, 2.Samanda
ölçü birimi (Bu yıl 30 tatda saman guydum.)
Tatdalı: Velciklerin Mustafa oğlu Mehmet Ün. 1922
Yılında doğdu. Herkes yükünü geri ile taşırken O saman tahtasına geçtiği için böyle
lakap takmışlar. 1975 Yılında vefat etti.
tatdalıköy:
Öbür dünya, ahiret, mezarlık.
tatdalıköyü boylamek: Ölmek.
tatda tapırtısına gitmek: İşin özünü anlamadan konuya girmek.
tatdeye galkmek: Öğrenci öğretmenin talimatıyla karatahta önüne gelmek.
Tatıresil: Buruşakmehmedin büyük oğlu Resil Omak. 1909
Yılında doğdu. Anaları ayrı olmak şartıyle Suguşu, Gecegondu, Cemal Omak ve
Kırtümmetin abisidir. Anası Tatamatlı olduğu için böyle lakaplandığı
söyleniyor. 1988’de vefat etti.
tatleşmek:
Ayak diremek, inatçılık etmek.
tav: 1.Kıvam, 2.Hayvanda
döllenme vakti.
tava gelmek:
Hayvan çiftleşmeye hazır olmak.
tavâtur: Söylenti, abartılı
söz, dedikodu.
Tavığıñ
uyanığı horuza civci gütdürü: Çocuklara
bakan erkeklere takılmak için söylenir.
tavıkgarası:
Görme zorluğu, katarakt (tavuk karası)
tavık gibi dünemek: Erkenden yatmak.
tavıkgötü:
Ayak tabanında çıkan köklü siyil, topukdikeni.
tavlanmek:
1.Besi hayvanının semirip kesime hazır hale gelmesi, 2.Toprağın ekime hazır
hale gelmesi.
tavlı: 1.Çiftleşmeye hazır
hayvan, 2.Ekime hazır toprak
tav tav:(z) ara ara
tâvütlü metdup:
Taahhütlü mektup
taygelmek:
İkinci evliliğini yapan kadın, kocasının evine giderken yanında ilk eşinden
çocuğunu da götürmek.
taylamek: Kısrak yavrulamak.
taytak: Tayın anasının peşini
bırakmaması gibi bir kimsenin peşine takılarak onun yanından ayrılmayan kimse.
taytay: Emeklemenin son
evresinde ayakta durmaya çalışan bebek.
tay tay durmek:
Yeni yürümeye başlayan çocuk ayakta durmak.
tedarikli bulunmek: Parasal olarak hazırlıklı olmak.
tefini
germek: Müşkül duruma düşürmek, acı
çektirmek.
teğek: Asmanın taze uzayan
dal ucu.
tekâze: Sitem, başa kakma
(takaza)
tekâzelenmek:
Sitem etmek, başa kakmak, sızlanmak.
tekbégir: Tek olarak koşulan at.
tekcal: Doğru durmayan,
yaramazlık peşinde olan, sürekli çevresine zarar veren çocuk (deccal)
tek durmek:
Yaramazlık etmemek, uslu durmak.
tek durmamek:
Kendisini tutamayıp yasaklı iş yapmak.
Teke: Küpelinin İbrahim oğlu Hüseyin Öncül. 1913
Yılında doğdu, Güccükmehmet ve Urganlının küçük kardeşidir. Neden böyle
lakaplandığı anlaşılamadı, 1991’de vefat etti.
Tekeliniñguyu: Atmezarı mevkiinde dolaplı kuyu. Hangi
Tekelinin yaptırdığı bilinmiyor. Harabeye dönmüş dolabının yanına artezyen
açılmış.
teker: Ucuna ağaçtan kesilmiş
bir teker takılarak el arabası iskeleti gibi iki kulplu hale getirilen çocuk
oyuncağı veya çocukların döndürerek oynadığı her türlü oyuncak.
teker çekdirmek: Araba tekerini, şınasını kestirip germek suretiyle
sağlamlaştırmak.
tekesakalı:
İnce uzun püsküllü yaprakları yenen bir kır otu.
Tekge: Hacı İbrahim
türbesinin bulunduğu yer ve oradaki meydan, Sığıreğleği.
Tekgeyeri: Bir mevki adı. Eskiden Hacı İbrahim Tekkesine
ait vakıf arazisi olduğu için öyle adlandırılmış.
Tekirgızı: Sülalenin lakabını değiştiren Himmetoğlu Osman
eşi Ayşe. 1880 Yılında doğdu; Selimlerin Halil kızı, anaları ayrı olmak üzere Çolağömerin
kardeşidir. Anası Tekirdağlı Daşçılardan olduğu için böyle lakaplanmış. 1925
Öncesinde vefat ettiği sanılıyor.
Tekmurat: Hacıların Sağırmehmedin büyük oğlu Murat
Azbay. 1923 Yılında doğdu, Mantarosmanın abisidir; 2004’te vefat etti.
tekne: Hamuru yoğurmak ve
bekletmek için ağaçtan yapılmış özel gereç.
tekne gazıntısı: 1.Ekmek yaparken teknenin sonunda kalan, bir ekmek olmayacak
kadar az ve kalitesiz hamur; 2.(mec) Ailenin son çocuğu.
tek tek geymek:
Çift giyilmesi gereken ayakkabı, çorap vs. farklı farklı giymek.
telaşe: Tasa, kaygı, sıkıntı,
iş güçç
telaşe mâmuru:
Boş yere kaygılanan, kuruntulu.
telebe: Öğrenci, talebe.
tel çekmek:
Telgraf çekmek.
telek: 1.Kanatlı hayvanların
uzun, kuyruk veya kanat tüyü; 2.Bir tür el süpürgesi olarak kullanılan kaz
kanadı. Yelek.
telelva: Pişmaniye (tel helva)
telesimek:
Açlıktan, susuzluktan, uykusuzluk ve bitkinlikten bayılacak duruma gelmek.
tel gazığı:
Bahçe çevresine tel çekmek için yere çakılan ucu sivri kazık.
tellal bağıtdırmek: Bir haberi tellal aracılığıyla duyurmak.
Tellaldayı: Alemdaroğlu Hüseyin Kızılyel. 1869 Yılında
doğdu; Gındinin emmisi, Kekliklerin Kelalinin dayısıdır. Köyün tellalı olduğu
için böyle lakaplanmış. Sonradan bu lakabı, evlat edindiği Ayvaza miras kaldı.
Tellaldayı 1944’te vefat etti.
tellal ünnetmek: İlan etmek
tellenmek:
keyiflenmek
Telli: Hacımahmutların Mustafa oğlu Halil. 1871
Yılında doğdu, Manavın kardeşidir; ayrıca Gocahasan ve Tellininmısdıfanın
babasıdır. Küçükken çok mızıladığı için böyle bir lakap takılmış. Ciham Harbi
yıllarında vefat etmiş.
temam: tamam
tembek etmek:
Tembihlemek.
tembel tenike:
Ders çalışmayı sevmeyen öğrenci.
temire/temireyi: Egzema hastalığı.
temize gitmek:
Temyiz mahkemesine başvurmak.
temsili: Mesela, örneğin.
temşit: Sahurda ezandan önce
söylenen ilahi, salavat, dua; temcid.
temşitlê verilmek: İmsak vaktini bildiren ilahi, salavat vs. okumak.
temtek: Bir tane, tek,
biricik.
Temtem: Hacıkocaoğlu Halil Oğlu Halil. 1795 Yılında
doğdu, Ayanoğlulardandır. Neden böyle lakaplandığı bilinmiyor; yalnız hiç oğlu
olmadığı, tespit edilebilen iki kızından biri Selimoğlu Ali’ye varıp oradan
torunu aracılığıyla da Hamzaların dedesi olduğu; ikinci kızının da Karacahmet’e
gelin olduğu biliniyor.
Temtemiñoda: Temtem Halil’in adıyla anılan bu oda, su
deposunun ardında olup bir ara Avcılar Kulübü idi.
têne: tenha
tênemek: Kalabalık dağılmak,
tenhalaşmak.
tênelmek: Tenhalaşmak,
seyrekleşmek.
teneşire gelesice: İlenç sözü.
tenike: 1.İnce saç, teneke;
2.Tahıl ölçü birimi.
Tenikeci: 1.Hacımahmutların İsmail oğlu İbrahim Ceylan;
1904-1979. 2.Yılıkların Sağırüseyin, Hüseyin Öztürk; 1929-1997.
tentine: Genç kızların
çeyizleri için yaptıkları dantel.
tepil tüpül:
(z) Yeni yürüyen çocuğun düşe kalka ilerlemesi.
tepsi: Fırında tepsiyle
pişirilen yiyeceklerin tümüne verilen ad.
tepsi etmek:
Fırında bükme börek türü şeyler pişirmek
terbiye: dizgin
têret: taharet
têretlenmek:
Tuvalette temizlenmek, taharetlenmek.
têretsiz: Maddi manevi kirli,
taharetsiz.
terevi: Teravih namazı.
terevi uğurlama: Son teravih namazı kılındıktan sonra ilahi,
kaside, salavat ve tekbirlerle onun için yapılan veda törenidir. Ramazanın ilk
gününden beri özel müezzinlik yapan kişilerce ağıta benzer bir kaside okunur. ‘Hakk’ın
birliğine tekbir alalım’ nakaratıyla biten her dörtlükten sonra cemaatin de
katılımıyla gürül gürül tekbirler alınır. Kendine has ezgiyle söylenen bu
kaside/ilahi esnasında cemaatten çoğunun yaşaran gözlerini sakladığı
hissedilir. Uğurlama töreni, cemaatle son defa kılınan vitir namazıyla
bitirilir.
terezi: 1.Terazi, 2.Uçurtmanın
dengesini sağlayan bağlantı ipleri.
terezilemek:
Dengeyi sağlamak.
tereziye vurmek: Karşılaştırmak, iyice tartarak düşünmek.
teri soğumak:
Dinlenmek, nefeslenmek.
Terlemezhoca: Terlemezoğlu Yusuf’un oğlu Ali Osman Terlemez.
1904 Yılında doğdu. İlme yöneldi, İstanbul ve Afyon Medreselerinde eğitim aldı.
Eğret’e dönüşü Kuran’ın garip kaldığı yıllara rastlar. Bu dönemde başladığı Kur’an
hizmetini ömrünün sonuna kadar sürdürdü, 1984’te vefat etti.
terletmek:
Bêgirgulağını (madımak) tuz ile ovarak hafif sulandırmak.
terlik: Namaz takkesi.
ter olsuñ/teryaman olsuñ: Oh olsun, beter olsun.
ters: 1.Gübre olarak
kullanılan hayvan dışkısı, 2.İnatçı ve dikine hareket eden, aksi.
ters atmek:
Boklukta biriken tersi taşımak
ters çekmek:
Hayvan gübresini alıp tarlaya götürmek.
tersi bokdur:
Bahsedilen kişi o işi yapabilir.
tersi devrilmek: Şaşkınlıktan veya hava şartları sebebiyle yer, yön ve zaman duygusunu yitirmek.
terslemek: Tarlaya gübre atmak.
tesbek: tespih
tesgire: Askerlik bitiş
belgesi, tezkere.
teskerlemek:
Eliyle vurur gibi hareket yapıp vurmamak.
téş: Büyük leğen.
téşir: Rezil, kepaze, çirkin.
Ayıp ve kusurlarının ortaya çıkmasından bile utanmayan, arsız. (teşhir)
téşir etmek:
Birinin ayıbını, topluluk içinde yüzüne vurmak.
tet!: Köpek kovma sözü
tetik: 1.Hafif, 2.Pratik,
çabuk, hızlı
tevekgeli:
Şans, öyle denk gelme.
tévter: defter
téyel: Geçici ve seyrek dikiş
téyelleme:
Geçici olarak seyrek seyrek dikme
tézçabık: (z) Çok çabuk, hemen.
tıkır almek:
Alay etmek, dalga geçmek.
tıkırcı: Alaycı, dalgacı.
tıktık: Küçükbaş hayvanlara takılan bir çan türü.
tınaz: Döğenle sürüldükten
sonra savrulma aşamasına gelmiş dene-saman karışık yığın.
tıpılamek:
Büyük yağmur damlaları kısa süreli şiddetli düşmek.
tıpırtı: Hafif gürültü.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder