Bu soru etrafında tarih boyunca çok tartışmalar dönmüş, hala da öyledir. Konuyu filozoflara bırakmak lazım, ama biz de işin içinde sayılırız. Çok sevdiğimiz bir giysiyi eskiyip rengi solsa bile atmaya kıyamayız. Falancanın hatırası diye maddi değeri olmayan bir şeyi gözümüzün önünden ayırmayız. Odundan yapılmış, avucuma göre olduğundan benimsediğim bir tespihim var; kaç kere kaybettim, buldum. Her kaybettiğimde üzülüp, bulduğumda çocuklar gibi sevinirim. Oysa değersiz bir şey. Böyle basit şeylerle bu kadar duygusal bağ nasıl oluşuyor acaba? Onların ruhu olup olmadığını bilemem, fakat yoksa da varmış gibi davrandığımız kesin.
Eğret'in eski hamamının kapısına dair görüşlerimi abartılı bulanlar var. Bizler onun, şimdi sona eren ikinci hayatıyla ilgili yanları biliyor ve onları hatırlattığı için böyle heyecanlanıyoruz. İlk hayatını, yani eski hamama takılı halini bilenler yaşıyor olsaydı, neler düşünürlerdi acaba? Bence onlar bizden daha çok heyecanlanırdı. O kapı en az yüz yaşındadır; geride kalan bir asırda neler yaşandığını düşünmek insanı heyecanlandırmaya yetmeli...
Benzer duyguları Berber Emmi de yaşamış. Aradı, konuştuk; kendisi de tanıyor o kapıyı. Hem onun üzerine, hem de ondan atlayıp Böbülerin gocagapı üzerine yoğunlaştık. Hikayesini anlattı, tarihine indi, kendileri için ne ifade ettiğinden bahsetti. Yakınlarda gördüğünde neler hissettiğini söyledi. Heyecanı ve duyguları sesinden belli oluyordu...
Söylemezoğlu Salih, Kırtişoğlu Apil'in emmisi oluyor. O kim derseniz; Gıbış, Gociban ve Dıkmanın babası Apil/Abdullah Özen... Tabi Apil, Salih Emmisini bilmiyor; çünkü o doğmadan vefat etmiş.
Söylemezler sülalesine halk arasında Kırtişler diyorlar, Salih'e ise Süllü... Bazen lakaplamada resmiyet samimiyet karışıyor da Söylemezoğlu Süllü dedikleri de oluyor. Şimdi Balinin Osman Çetin'in ev civarı Söylemezlerin eviymiş. Bilindiği gibi Gıbışın ev hala orada, ayrıca Kırtişin Leylek diye bilinen meşhur yuvanın en eski yeri de orasıdır.
Söylemezoğlu Salih'in iki kızı var, Neslihan ve Ayşe... Anaları Fatma Hanım 1889 Yılında vefat edince büyük Neslihan gelinlik çağda. Zaten hemen gelin ediyor, Böbüdedenin büyük oğlu Hasan Hüseyin'e veriyorlar... Küçük Ayşe ise bir kaç yıl sonra gelin olacak, İdirizlerin Osman'a varacak; namıdiğer Goca Osman'ın ilk eşi olacaktır. İki kızını da başgöz ettikten sonra, yirminci yüzyılı göremeden Sçylemezoğlu Süllü kendisi de vefat ediyor.
Ölüm hak, miras helal... Başka verese olmayınca babaları vefat eden kızlar aralarında malları üleşiyor, bir gocagapı Neslihan'a düşüyor. Bu arada Böbüdede de iki oğlunu ayırmış, büyük oğlu Hasan Hüseyin kayınpederinden kalan gacagapıyı getirip yeni yaptığı evine dikiyor. Söylemezoğlu Salih'in kapılar yeni yerinde...
Yeni yerinde bu kapı tam bir asra yakın kalacaktır. Neslihan Hanımla Veyisoğlu Hasan Hüseyin'in iki oğulları Salih ve Veli Çanakkale'de kalınca ocağı tütütmek kızlara düştü. Büyük ve küçük kızlar Hamzaların Süleyman ile Daldalların Sarıhasana gelin edilmişti. Ortanca Fatma'yı Müezzin Hüseyin oğlu Ömer ile everip onun içgüveyisi olarak eve yerleşmesini istediler. Bizim bildiğimiz Böbülerin Eğret macerası böyle başlamış oldu. Fatma Hanım ileride doğacak oğullarının ikisine Çanakkale şehidi iki abisinin adını verdi. Salih Kabadayı ile Veli Kabadayı'nın isimlerinin menşei böyle... Ayrıca Salih Kabadayı'nın Söylemezoğlu Salih'i hatırlattığını da belirtmek lazım... Berber Emmim o Salih Kabadayı'nın oğlu oluyor...
Kapıya dönecek olursak... Onun hikayesi de Böbülerinkine paralel gelişti. Yeni yeri çok mökemdi. Bir defa derin bir duvar keninin kuytusuna kondurulmuştu. Sert rüzgardan en az etkilenecek durumdaydı. Ayrıca üstündeki dambeşin saçağı bir kulaçtan fazla çıkıntılıydı, bir şapkanın siperini andırıyor, onu güneş ve yağmurdan koruyordu. Nereden baksan bir kapıya sığınak gibiydi orası...
Hepsi birer birer İzmir'e taşındıktan sonra Böbüler evi de sattılar. Yeni sahibi Kelhasanın Ali'nin Mevlüt, oraya bir ev yaptı. Bu arada kapıyı da alıp yan tarafa gündoğusuna yerleştirdi. Fakat bu yerleşim eskisi gibi sağlam değildi. Üstü açıktı, yanlarda dayanağı yoktu; gocagağının garip bir görüntüsü vardı. Kapının başına gelenlere birebir şahit olmadık, hatta bunu sonradan fark ettik.
Aslında eski yerindeyken de onun çok farkında sayılmazdık. Kapının önündeki kuytuda çok oynadık, belki kapıyı sobidaşı olarak bile kullanmışızdır; lakin çocuk aklı işte, onun ayrıntısına hiç dikkat etmedim. Bu yüzden bir kaç kapının arasında hangisi bil bakalım denilse bilemem...
Günde bir kaç kez kullanan için öyle değildir tabi. Berber Ahmet o evin bir çocuğu, delikanlısı ve en nihayet büyüğü olarak her ayrıntısıyla ayrı ayrı ünsiyet kurmuştur. Her köşesiyle ilgili kim bilir ne hatıraları vardır. Gocagapıyı herkesten daha iyi bilir, tanır... Gördüğünde hatıraları canlanır; kah dudağının ucunda hınzır bir gülümseme belirir, kah burnunun direği sızlar. Onun kapıya bakışı, bizimkine benzemez...
İki yıl evvel köydeki bir kaç gocagapının fotoğrafını almıştık. Onunkini çekmemişiz, demek ki kayda değer görmemişiz. Hatta onun Böbülerin gocagapı olduğunu bile bilmiyordum. Ta ki bugün emmim söyleyene kadar... Çekip gönderdiler, fotoğrafı bir saat kadar inceledim. Beygir arabasının dingilini takmış bir keresinde, zedelenen yerleri tahtayla yamamışmış; oraları bulmaya çalıştım. Her biri örste tek tek yapılmış koca kafalı çivileri saydım, bazılarının kafası kopmuş. Bu yeni korumasız yerinde solmuş, pörsümüş; eski canlılığından eser kalmamış. Beber Emmim 'Gurt gatırıñ gıymatını ne bilsiñ' dedi... Bununla beraber büsbütün karamsar olmaya gerek yok, küçük basit bir çatıyla hala kurtarılabilir...
Kabaca yaşını hesap ettik telefonda, en az iki asır önce yapıldığında hemfikir kaldık. Söylemezoğlu Süllü'nün kapıların -ki babası Söylemezoğlu Mehmet zamanında yapılmış olma ihtimali büyük- ustası kimdi acaba? Ağaç malzemeler nereden geldi? Çivileri kim yaptı? O zamanki Eğret demircileri kimlerdi?
Eşyanın ruhu var mı yok mu, bilemem; ama her şeyin mutlaka bir hikayesi var. Hikayesini bilmediğin şey senin değildir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder