01 Mart 2024

paça - samıra

 
paça: Ayak bileği

paçalı: Ayakları tüylü tavuk veya kuş.

Pafıldakmahmut: Gobakların Salih oğlu Mahmut Kaçmaz, 1936-2018.

paklamek: 1.Biçilen ekini annat ve tırmık yardımıyla destelemek; 2.Kesilen kümes hayvanını pişirmeye hazır hale getirmek; 3.Hayvanların tamamını öldürmek.

palas: Keçi kılından dokunmuş kaba örtü, haba, yaygı.

palas pandıras: (z) Paldır küldür, plansız, ölçüsüz, kabaca.

palavır: Abartma, palavra.

Palavur: Buydeycigadirin oğlu Mustafa Dadak.

palazımek/palazlanmek: 1.Kanatları çıkan kuş uçmaya çalışmak, 2.Çocuk gelişip yürümeye başlamak.

paldım: Atın hamudunun boynuna doğru kaymasını önlemek için kayıştan yapılmış bağ.

paldımsız: Dengesiz. Düşüncesizce hareket  eden.

palta: balta

paltalık: Kesmeye uygun ve kesmek için ayrılmış orman alanı.

pambık: pamuk

Pambıkdede: Berberoğlu Osman. 1869 Yılında doğdu, Eğret’te Kölgecinin halasını alıp yerleşti. İhtiyarlığındaki sakalının görünümü sebebiyle torunları böyle lakaplamış, sonrasında bu sülale adına dönüştü. 1930 Yılında vefat etti.

pambıklanmek: Yiyeceklerin üstü küflenerek beyazlaşmak.

pambırpap: Sulak yerlerde çıkan tohumları uçuşan bir ot, acımarul, kara hindiba.Tazeyken  yaprakları yeşil olarak yenir. Kartlaştıkça tohuma karar ve uzayan sapı dört aşamada pampırpap haline gelir. Tomurcık, çiçek, pambırpap ve kelle bu aşamaların adlarıdır. Sap henüz uzamamış güdük haldeyken tomurcuklanır. Kısa süren bu ilk evreden sonra tomurcuk sarı çiekler açar. Bu dönemde çiçeğin sarı tozları ayakkabı ve paçalara bulaşmakla meşhurdur. Sap koparıldığında acı bir süt akar, buna rağmen acı sap yenebilir. Hangi hastalığa deva olduğu bilinmese de sap ve çiçeğin tıbbı faydasına  inanılır. Çocuklar çiçeğin sapını yerken ‘pambır pap, gıvrıl yat’ diye tekerleme söylerken, üçe dörde yarılmış sapın kıvrıldığı görülür. Sonraki pambırpap evresi tohumlanmadır. Tüy biçimindeki tohumlardan oluşan kafa, çiçekten dönüşmüştür. Tüylü tohumlar hafif rüzgarda bile uçuşurlar, hatta püf deyince uçuştukları için çocuklar bunu eğlenceye çevirir. Otun böyle adlandırılmasına sebep bu halidir… Tohumlar tamamen uçuşunca son evreye girilir ki bu dönemde sapın ucunda çıplak tuhaf bir kafa kalmıştır, sonra sap da kurur.

pañga: banka

Pañgeci:Tekelilerin Mustafa oğlu Mustafa Temel. 1945 Yılında doğdu, Danagafanın küçüğüdür. Lakabının sebebi anlaşılamadı, İzmir’de 2009 yılında vefat etti.

pantol/pontul: pantolon

papara: Bayat ekmekleri sebze ve yumurtayla ıslatıp yenilebilir hale getirme yemeği. Ekmek aşı.

papırlanmek: Kümes hayvanları ve taze çocuklar birden gelişmek.

par: Bozulmaya başlayan yiyeceklerin üzerinde oluşan küf.

para çevirmek: Düğünde oynayanın başının çevresinde para döndürerek bahşiş vermek.

para etmek: Eldeki mal piyasada değerini bulmak.

para gapdırmek: Parasının başkasının eline geçmesine meydan vermek.

para getimek: Kazanç sağlamak.

parası çıkışmamek: Harcama için parası yetişmemek.

parasını çıkarmek: Harcanan parayı karşılayacak kadar kazanç sağlamak.

para yimek: Hesapsız harcama yapmak.

parafa: Kare şeklinde kesilmiş ev makarnası, erişte

parça kesek: (s-z) Bölük pörçük, parça parça.

parça piynak: Paramparça, lime lime

parda: tavan

pardı: Dambeşin ucu, saçak.

parlamek/parlanmek: küflenmek

parpıl: Sendeleyerek, düşecek gibi yürüyen.

paşaçayı: Küçükler için ılıştırılmış çay.

Paşagızı: Selimlerin Şenahmet eşi Satı Ege. Paşaoğlu Ahmet kızıdır, 1889 yılında doğdu. Önce Kürtosmanın Yusuf’a vardı, orada Saffet Soya’nın anası oldu. Kocası harpte kalınca Selimoğlu Ahmet’e vararak o sülalenin de Paşagızı olmasını sağladı. Egekemal ve Egehasan kardeşlerin anasıdır. 1952 Yılında vefat etti.

paşa sirkeni: Bir çeşit yabani ıspanak.

Paşatekkesi: Paşaların evde bir türbe. Kitabesi olmadığından ismi bilinmiyor. Muhterem bir paşaya ait olduğu söylenen türbe şimdi, Paşaların damadı olan Almanyalıyaşarın avlusundadir.

pat/pata: Oyunda beraberlik.

patavazsız: Düşünmeden konuşan, patavatsız.

pate: patetes

patetiz: patetes

patır: Peltek konuşan, kekeme.

Patır: Hakkıların Hakkı oğlu Ahmet Yırgal. 1908 Yılında doğdu, dilindeki ağırlık sebebiyle böyle lakaplandı. Sonra bu lakap ailesine ad oldu. 1978’de vefat etti.

Patırmahmut: Arapoğlu Hüseyin’in ortanca oğlu Mahmut Tok. 1895 Yılında doğdu, Korelinin babasıdır. Dilindeki pelteklik nedeniyle bu lakabı vermişler. 1968 Yılında vefat etti.

patik: Elde örülerek yapılan, koncu topuğa kadar çıkan yarım çorap.

patlañgeç: Henüz yenecek kadar olgunlaşmamış yeşil nohut. İçindeki deneler büyümediği için çakıldakların büyük bölümü boş/hava doldur. Hafif bir baskı karşısında o hava patlayarak dışarı çıktığından, nohudun bu safhası böyle adlandırılmış.

patpat: (i) Pancar motoru kullanılarak kırda bayırda kullanılabilecek şekilde Köyde üretilen korsan araç, taktak.

pavkırmek: Öfkeyle bağırıp çağırmak.

pay: 1.Köpek yiyeceği, 2.Kurban etinin dinen dağıtılması gereken kısmı. Genellikle bir parça kemik ve bir miktar etten oluşur. Payın içinde ille kaburga kemiği bulunması ve en az yedi kişiye verilmesi gibi payla ilgili yerleşik yanlış ama güzel inançları da belirtmeliyiz.

payam: Yeşil badem, çağla.

paytar: baytar

payton: Yaylı araba, fayton

peçi peçi: (ü) Keçileri çağırma ünlemi

peleze: Un ve şekerden yapılan basit bebek maması veya hasta yiyeceği.

pelit: 1.Meşe ağacının meyvesi ve tohumu, 2.Çocuğun erkeklik organının ucu.

pencire: pencere

pençe mıkı: Ayakkabıya pençe vurmada kullanılan büyük başlı kısa boylu çivi.

pençe vurmek: Ayakkabıya pençe yapmak.

pênir: peynir

pepe: kekeme

Pepehasan: İdirizlerin Gocaosmanın oğlu Hasan İdis. 1912 Yılında doğdu, Delimehmet ile Kekeçhalil arasında ortancadır. Dilindeki hafif kekemelik sebebiyle böyle sesleniyorlarmış. 1977 Yılında vefat etti.

Pepeşükrü: İdirizlerin Sarımehmedin küçük oğlu Şükrü İdis, 1933-2005.

pepil: Dilinde pelteklik olan, düzgün konuşamayan.

pēriz: perhiz

perşembe gelini: Üç gün sürdükten sonra Perşembe gelin inmesiyle sona eren düğün.

perşembelik: Eskiden cuma tatil olduğundan, Kuran talebelerinin hafta sonu, perşembe günü ödedikleri aynî ücret.

peseñ: Şiddetli soğuklarda uçuşarak yere düşen, çok ince, küçük buz parçaları.

peşdimal: peştemal

peşgir: el havlusu

peştatda: Kuran okurken veya ders alırken üzerine kitap konan küçük sehpa (peş tahta)

petek: Sümüğün burun içinde kurumuş hali.

petür pütür: (s) Pürüzlü yüzeyler için söylenir.

pevlika: fabrika

peygamber bazarlığı: Ölçmeden tartmadan yapılan pazarlık.

peygamber döşşeği: Ölüm döşeği

peylemek: Peşinat vermek.

pey parası: Peşinat olarak verilen para.

pılıpırtı: Giysi ve küçük ev eşyaları için kullanılır.

pîlız: Cimri, pinti

pıni: Küçük ve sevimli köpek, köpek eniği.

pırava: Aferin, bravo.

pırlamek: Serçe gibi küçük kuşlar birden uçuşa geçmek.

pırradak: Kuşların birdenbire uçması için söylenir.

pırtı: Elbise, giysi

pırtıcı: Manifaturacı, tekstil işi yapan.

pıtık: Kız çocuğu mahrem yeri.

piç: Aşısız, yeni büyüyen ağaç.

pilav dökmek: Düğünde, cenazede pilav ziyafeti vermek.

Pilot: Çatalların Yarımağanın büyük oğlu Mevlüt Soylu. Yeni çıktığı yıllarda aldığı taktak motoru herkesinkinden büyük ve güçlüydü, haliyle çok gürültülü çalışırdı. Görenler onu helikoptere, sürücüsünü de pilota benzetmiş. O taktağı elden çıkaralı yıllar oldu ama lakabı baki kaldı.

pirebolu: Arıların kovanın deliklerini ve ağzını sıvamak için salgıladıkları siyaha yakın balmumu, prepolis.

pirecik: Meyve ve sebze yapraklarına musallat olup kurutan böcek.

pire gibi: Hareketli, çevik kimse.

Piremehmet: Arzıların Ömer’in büyük oğlu Mehmet Tüblek, Çavuşmehmet; 1944-2023.

Piremez: Çorcalıların Hüseyin oğlu Abdullah Aydın. 1908 Yılında doğdu. Neden böyle lakaplandığı bilinmiyor. Veyislerin kızı Halime ile evlendi, Havva Dudu adını verdiği bir kızı olduktan sonra çalışmak için gittiği Ege taraflarından dönmeyince eşi Halime Hanım Sıntırların Gavcara vardı. Sonra Piremez çıkageldi. Gavcar öldükten sonra eski karısına evlenme teklif ettiyse de reddedildi. Bu halde 1944’te vefat etti.

Piriteşgiya: Kekliklerin Hacıiresil oğlu Hüseyin Tül. 1934 Yılında doğdu, neden böyle lakaplandığı bilinmiyor; ama pirit koyuna benzetilmiş olabilir. 1986’da vefat etti.

pis bıyık: Bıyığı hoş ve güzel görünmeyen kimse.

pise: Kedi kovalama ünlemi.

pisem pisem: (ü) Kediyi çağırma ünlemi.

pisi: kedi

pisi pisi: (ü) Kedi çağırma ünlemi.

pist: Kedi kovma ünlemi.

piyazcı: Yalaka, yüze gülen.

piynar: Acı yaprakları bazı hastalıklarda kullanılan bodur bir ağaç.

pontul/pontur: pantolon

popaz: Sevimsiz ihtiyar (papaz)

portukal: portakal

posda: otobüs

potuk: Deve yavrusu.

Potuk: Çatalların İsmail’in küçük oğlu Mevlüt Gülen. 1920 Yılında doğdu, Topçunun küçüğüdür. Göcen genel lakabı da bulunsa Potuk da en az onun kadar yaygın lakabıydı. Anasına Devenine dedikleri için böyle yakıştırma yapıldığı sanılıyor. 1983’te vefat etti.

Poyraz: 1.Kekliklerin Kelali oğlu Seydi Ahmet Tül. 1929 Yılında doğdu, anaları ayrı olmak üzere Hacıiresil ve Kelırmızan’ın kardeşidir. Macurunahmet ve Haro lakaplarının yanında kendisine Poyraz da derlermiş. 2007’de vefat etti. 2.Osmanköylünün Süleyman’ın küçük oğlu Mehmet Boy. Bekçialinin küçüğüdür, 1944 yılında doğdu. Arada bir eserdi, 2015’te vefat etti.

pus: Sis, duman.

pusañ: sis

pusarık: Sisli, puslu, kapalı hava.

pusgun: Suçu yüzünden gizlenen, korkup ortaya çıkamayan.

pusmek: Korkudan bir köşeye saklanmak

put: Haç, istavroz.

put gibi durmek: Sessiz, sakin, hiç kımıldamadan durmak.

pülçük: 1.Çok ince bitki kökü,  2.Püskül, mısır püskülü, 3.Halat, urgan gibi şeylerin uçlarındaki ayrılıp dağılan lifler.

pülçüklenmek: Dağılıp püsküllenmek.

pürtük: pürüz

pürtüklenmek: Yüzeyi pürüzlenmek, kabarcıklar oluşmak.

pürtüklü: Düzgün olmayan, pürüzlü.

püsürük: Karışık, sorunlu durum.

pütür pütür: (s-z) Düzgün olmayan yüzeyleri anlatmak için söylenir (Barmaklam pütür pütür oldu)

Rôfi: Tekelilerin Fortgadir oğlu Rafi/Ruhi Taşkın. 1944 Yılında doğdu, İbilinin büyüğüdür. Uzun süre gece bekçiliği yaptıktan sonra emekli oldu. Bir dönem Mahalle Muhtarıydı, 2020’de vefat etti.

saatler olsuñ: Traş olan ya da hamamdan çıkana söylenir (sıhhatler olsun)

saba: 1.Ertesi gün, yarın. (Saba şehere gitcek.) 2.Gelecek, istikbal. (Saba unumuz bitese ne yicez)

sabahda sabah: (z) Sabaha kadar.

sabban: Çocukların taşla kuş avlama aracı, sapan.

sâbı/sâbısı: sahibi

sâbısız: Başıboş, sahipsiz

sabın: sabun

Sâbire: Sabriye

Sâbiri: Sabri

sacırağı/sacırak: sacayağı

saçak: Toprak damlı evlerde merteklerle çatının dışarı uzatılmış çıkıntısı.

saçak altı: 1.Duvar kenarında, tam olarak saçağın altına denk gelen, güneş ve yağmurdan korunaklı yer; 2.(mec)Hafif korunaklı yer, sığınak; 3. Mülkiyeti tüzel kişiliğe ait olup satın alma opsiyonu kendisine verilen evinin dibindeki arsa.

saçı/saçgı: Düğünlerde ve Hacı uğurlamalarında saçılan kuruyemiş, meyve, para gibi şeyler.

saçılık: Düğün armağanı

sadeyağ: tereyağı

sadırazam: Cevizli lokum.

sâdış: sağdıç

sâdış diñelmek: Damadın yanında usulden sağdıç olarak durmak.

sağan/sahan: Bakır veya çinkodan yapılmış yemek tabağı.

sağaz: Sağ elini kullanan, sağlak.

sağıl dağıl olmek: 1.Sağılan koyunlar serbestçe sağım alanından çıkmak, 2.(mec)Her biri bir yere giderek topluluk dağılmak.

sağılmek:1. Makara gibi bir şeye sarılı olan ip vb. boşanmak, çözülmek; 2.Akmak, kaymak, aşağı doğru hızla inmek.

sağımcı: Dağda, ağılda bulunan koyunları sağmak için giden kadın/kadınlar.

sağımlı: Süt veren, sağılan hayvan. Sağmal.

Sağırgarı: Çilmahmudun ikinci hanımı Kamile. İhsaniye/Demirli köyünden, dilsiz olduğu için böyle lakaplanmış. Kocasının ölümünden sonra köyüne dönmüş.

sağırgulağı: Köy içinde duvar kenarlarında çıkan, tohumları uyuşturucu etkili bir ot.

Sağırisa: İşofun küçük oğlu İsa Okutan, 1938-1996.

Sağırmalim: Eğret Mektebi Başöğretmenlerinden Hasan Hüseyin Tekin.

Sağırmamut: Omarcıkların Ahmetçavuşun oğlu Mahmut Arslan, 1915-1984.

Sağırmemet: Hacımuratın büyük oğlu Mehmet Azbay. 1891 Yılında doğdu. Tekmurat, Mantarosman ve İbrahim Azbay’ın babasıdır; 1950’de vefat etti.

Sağıroğlu: Sağırların Salih oğlu Mehmet Sancak. 1909 Yılında doğdu, Alosmanhocanın küçüğüdür. Ayrıca Sağırlar sülalesinde bu lakapla anılan tek kişidir. Sağıroğlunuñsüleyman diye bilinen Süleyman Sancak’ın babasıdır, 1968’de vefat etti.

Sağırömer: Patlakların Ahmet oğlu Ömer Patlar. 1908 Yılında doğdu, İsmail Patlar ve Davılcının abileri; Celep ve Badıvanın babalarıdır, 1974’te vefat etti.

Sağırüseyin: 1.Daldalların Ömerçavuşun oğlu Hüseyin Honça. 1901 Yılında doğdu, Hasan Honça ve Kipilin arasında ortancadır. Ayrıca Gocayörük, Eşeniñömer ve Gocibanın babasıdır, 1970’te vefat etti. Yılıkların Mehmet oğlu Tenikeci Hüseyin Öztürk; 1929-1997.

Saka: Çakırköylü Hüseyin oğlu Ali Atay. 1879 Yılında doğdu, askerlikteki görevi sebebiyle böyle lakaplandı. Hüseyin, Abdurrahman ve Kelbekirin babasıdır. 1950’de vefat etti.

sakalı ağarasıca: Büyüklerin, küçük oğlanlara söylediği güzel bir ilenç sözü.

Sakallı: 1.Apdıramanların Güdükmehmet Işılak. On yıldan fazla süren askerliği zamanında bile sakalını kesmemiş. Bu yüzden köydeki lakaplarından biri de Sakallı imiş. 2.Çorcalıların Gavureyübün büyük oğlu Devrişmehmet Aydın. Birinci lakabı Devriş ise ikincisi Sakallı idi.

sakâmetlik: İstenmeyen durum, sakatlık, kötü sonuç. (Aman bi sakâmetlik çıkmasıñ)

saket: Engelli, özürlü, sakat.

Sakızcı: Hacımahmutların Mehmet oğlu Hüseyin Öztürk. Tenikeci İbrahim’in emmisi, Takguşun babasıdr, 1876 yılında doğdu. Havaların Odada helva yapmışlar; ama tutmamış, sakız gibi olmuş. O günden sonra lakabı böyle, 1944’te vefat etti.

sakızlı/sakızlı ümmet: Gereksiz yere konuyu ve sözü uzatan.

sal: tabut

salahana: Çok gezen, salak, budala kimse.

salavanta: Bayat, soğuk çayın tekrar ısıtılmışı.

salavatlamak: Uğurlamak, savmak.

Sâlek: Salih

Salekhoca: Kelsaleğin Kirli oğlu Salih Azbay. Buñar tarafında Dedesinin adıyla anılan camide uzun süre vazife yapıp oradan emekli oldu.

salgara: Özensiz, rastgele, öylesine.

salgı: Vergi, salma.

salına girmek: Cenazeyi taşımak için saf oluşturmak.

salıngeç: Ağaca veya tavana ip asılmasıyla yapılan, daha çok kız çocuklarının bindiği salıncak.

salıngeç gurmek: İpli salıncak düzeneği yapmak.

sâli: Salı günü

sallı: Özellikle sırtı ve gerisi geniş, uzun ve iri hayvan.

salma: 1.Muhtar veya İhtiyar Heyetince köyün ihtiyaçları için alınan vergi veya masraflara katılma işlemi. Salgı; 2.Bir arktan akıtılan su ile sulama yöntemi.

salmafıtçı: Üzerine ip sarılarak döndürülen topaç.

Salmafıtçı: Yusuf Kaplan, 1970’li yıllarda İlkokul Müdürü.

salma/salgı salmek: Vergi koymak.

salvar: Tükürük, salya

Samancı: Selimlerin Halil oğlu İsmail Saçak. 1910 Yılında doğdu, Bulduğun küçüğüdür. Arabasıyla Afyon’a saman satmaya gidenlerin en meşhuru olduğundan böyle lakaplanmış. Gocabıyık ve Gamalının babasıdır, 1964’te vefat etti.

saman çinnemek: Saman arabasında veya samanlıkta tepinerek samanı sıkıştırmak.

saman deliği: Samanlık duvarında, arabayı yanaştırıp samanı boşaltacak büyüklükte pencereye benzer delik.

saman dökmek: Saman vererek hayvanları yemlemek.

Saman eliñise de samanlık kendiñiñ: Gereğinden çok yememeli.

saman eşmek: Arabadan saman indirmek ve samanlığa yerleştirmek.

samangafa: Akılsız, aptal.

saman gibi: Tatsız tuzsuz, yavan.

saman saşgı: (i) Harmanda taneden sonra geriye kalan sap, saman vs.

saman sepedi: Saman taşımaya yarayan büyük sepet, sele.

saman tatdası: Saman gibi hafif ve hacimli şeyleri daha fazla taşıyabilmek için arabaya konulan, normalden daha büyük yan (dayama) tahtası

saman tatdası vurmak: Saman çekmek için arabanın tahtalarını değiştirmek.

samıra/samra: Sulak yerlerde kendiliğinden yetişen uzun ve yumuşak ot.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder