paçalı: Ayakları
tüylü tavuk veya kuş.
Pafıldakmahmut: Gobakların Salih oğlu Mahmut Kaçmaz, 1936-2018.
paklamek: 1.Biçilen ekini annat
ve tırmık yardımıyla destelemek; 2.Kesilen kümes hayvanını pişirmeye hazır hale
getirmek; 3.Hayvanların tamamını öldürmek.
palas: Keçi kılından dokunmuş
kaba örtü, haba, yaygı.
palas pandıras:
(z) Paldır küldür, plansız, ölçüsüz, kabaca.
palavır: Abartma, palavra.
Palavur: Buydeycigadirin oğlu Mustafa Dadak.
palazımek/palazlanmek: 1.Kanatları çıkan kuş uçmaya çalışmak, 2.Çocuk gelişip yürümeye
başlamak.
paldım: Atın
hamudunun boynuna doğru kaymasını önlemek için kayıştan yapılmış bağ.
paldımsız:
Dengesiz. Düşüncesizce hareket eden.
palta: balta
paltalık: Kesmeye uygun ve
kesmek için ayrılmış orman alanı.
pambık: pamuk
Pambıkdede: Berberoğlu Osman. 1869 Yılında doğdu, Eğret’te
Kölgecinin halasını alıp yerleşti. İhtiyarlığındaki sakalının görünümü
sebebiyle torunları böyle lakaplamış, sonrasında bu sülale adına dönüştü. 1930
Yılında vefat etti.
pambıklanmek:
Yiyeceklerin üstü küflenerek beyazlaşmak.
pambırpap:
Sulak yerlerde çıkan tohumları uçuşan bir ot, acımarul, kara hindiba.Tazeyken yaprakları yeşil olarak yenir. Kartlaştıkça
tohuma karar ve uzayan sapı dört aşamada pampırpap haline gelir. Tomurcık,
çiçek, pambırpap ve kelle bu aşamaların adlarıdır. Sap henüz uzamamış güdük
haldeyken tomurcuklanır. Kısa süren bu ilk evreden sonra tomurcuk sarı çiekler
açar. Bu dönemde çiçeğin sarı tozları ayakkabı ve paçalara bulaşmakla
meşhurdur. Sap koparıldığında acı bir süt akar, buna rağmen acı sap yenebilir. Hangi
hastalığa deva olduğu bilinmese de sap ve çiçeğin tıbbı faydasına inanılır. Çocuklar çiçeğin sapını yerken
‘pambır pap, gıvrıl yat’ diye tekerleme söylerken, üçe dörde yarılmış sapın
kıvrıldığı görülür. Sonraki pambırpap evresi tohumlanmadır. Tüy biçimindeki
tohumlardan oluşan kafa, çiçekten dönüşmüştür. Tüylü tohumlar hafif rüzgarda
bile uçuşurlar, hatta püf deyince uçuştukları için çocuklar bunu eğlenceye
çevirir. Otun böyle adlandırılmasına sebep bu halidir… Tohumlar tamamen
uçuşunca son evreye girilir ki bu dönemde sapın ucunda çıplak tuhaf bir kafa
kalmıştır, sonra sap da kurur.
pañga: banka
Pañgeci:Tekelilerin Mustafa oğlu Mustafa Temel. 1945
Yılında doğdu, Danagafanın küçüğüdür. Lakabının sebebi anlaşılamadı, İzmir’de
2009 yılında vefat etti.
pantol/pontul:
pantolon
papara: Bayat ekmekleri sebze
ve yumurtayla ıslatıp yenilebilir hale getirme yemeği. Ekmek aşı.
papırlanmek:
Kümes hayvanları ve taze çocuklar birden gelişmek.
par: Bozulmaya başlayan
yiyeceklerin üzerinde oluşan küf.
para çevirmek:
Düğünde oynayanın başının çevresinde para döndürerek bahşiş vermek.
para etmek:
Eldeki mal piyasada değerini bulmak.
para gapdırmek:
Parasının başkasının eline geçmesine meydan vermek.
para getimek:
Kazanç sağlamak.
parası çıkışmamek: Harcama için parası yetişmemek.
parasını çıkarmek: Harcanan parayı karşılayacak kadar kazanç sağlamak.
para yimek:
Hesapsız harcama yapmak.
parafa: Kare şeklinde kesilmiş
ev makarnası, erişte
parça kesek: (s-z) Bölük pörçük, parça parça.
parça piynak:
Paramparça, lime lime
parda: tavan
pardı: Dambeşin ucu, saçak.
parlamek/parlanmek: küflenmek
parpıl: Sendeleyerek, düşecek
gibi yürüyen.
paşaçayı: Küçükler için
ılıştırılmış çay.
Paşagızı: Selimlerin Şenahmet eşi Satı Ege. Paşaoğlu
Ahmet kızıdır, 1889 yılında doğdu. Önce Kürtosmanın Yusuf’a vardı, orada Saffet
Soya’nın anası oldu. Kocası harpte kalınca Selimoğlu Ahmet’e vararak o
sülalenin de Paşagızı olmasını sağladı. Egekemal ve Egehasan kardeşlerin
anasıdır. 1952 Yılında vefat etti.
paşa sirkeni:
Bir çeşit yabani ıspanak.
Paşatekkesi: Paşaların evde bir türbe. Kitabesi
olmadığından ismi bilinmiyor. Muhterem bir paşaya ait olduğu söylenen türbe
şimdi, Paşaların damadı olan Almanyalıyaşarın avlusundadir.
pat/pata: Oyunda beraberlik.
patavazsız:
Düşünmeden konuşan, patavatsız.
pate: patetes
patetiz: patetes
patır: Peltek konuşan,
kekeme.
Patır: Hakkıların Hakkı oğlu Ahmet Yırgal. 1908
Yılında doğdu, dilindeki ağırlık sebebiyle böyle lakaplandı. Sonra bu lakap
ailesine ad oldu. 1978’de vefat etti.
Patırmahmut: Arapoğlu Hüseyin’in ortanca oğlu Mahmut Tok.
1895 Yılında doğdu, Korelinin babasıdır. Dilindeki pelteklik nedeniyle bu
lakabı vermişler. 1968 Yılında vefat etti.
patik: Elde örülerek yapılan,
koncu topuğa kadar çıkan yarım çorap.
patlañgeç:
Henüz yenecek kadar olgunlaşmamış yeşil nohut. İçindeki deneler büyümediği için
çakıldakların büyük bölümü boş/hava doldur. Hafif bir baskı karşısında o hava
patlayarak dışarı çıktığından, nohudun bu safhası böyle adlandırılmış.
patpat: (i) Pancar motoru kullanılarak kırda bayırda
kullanılabilecek şekilde Köyde üretilen korsan araç, taktak.
pavkırmek:
Öfkeyle bağırıp çağırmak.
pay: 1.Köpek yiyeceği,
2.Kurban etinin dinen dağıtılması gereken kısmı. Genellikle bir parça kemik ve
bir miktar etten oluşur. Payın içinde ille kaburga kemiği bulunması ve en az
yedi kişiye verilmesi gibi payla ilgili yerleşik yanlış ama güzel inançları da
belirtmeliyiz.
payam: Yeşil badem, çağla.
paytar: baytar
payton: Yaylı araba, fayton
peçi peçi: (ü) Keçileri çağırma ünlemi
peleze: Un ve şekerden yapılan
basit bebek maması veya hasta yiyeceği.
pelit: 1.Meşe ağacının
meyvesi ve tohumu, 2.Çocuğun erkeklik organının ucu.
pencire: pencere
pençe mıkı:
Ayakkabıya pençe vurmada kullanılan büyük başlı kısa boylu çivi.
pençe vurmek:
Ayakkabıya pençe yapmak.
pênir: peynir
pepe: kekeme
Pepehasan: İdirizlerin Gocaosmanın oğlu Hasan İdis. 1912
Yılında doğdu, Delimehmet ile Kekeçhalil arasında ortancadır. Dilindeki hafif
kekemelik sebebiyle böyle sesleniyorlarmış. 1977 Yılında vefat etti.
Pepeşükrü: İdirizlerin Sarımehmedin küçük oğlu Şükrü
İdis, 1933-2005.
pepil: Dilinde pelteklik
olan, düzgün konuşamayan.
pēriz: perhiz
perşembe gelini: Üç gün sürdükten sonra Perşembe gelin inmesiyle sona eren düğün.
perşembelik:
Eskiden cuma tatil olduğundan, Kuran talebelerinin hafta sonu, perşembe günü
ödedikleri aynî ücret.
peseñ: Şiddetli soğuklarda
uçuşarak yere düşen, çok ince, küçük buz parçaları.
peşdimal: peştemal
peşgir: el havlusu
peştatda: Kuran okurken veya
ders alırken üzerine kitap konan küçük sehpa (peş tahta)
petek: Sümüğün burun içinde
kurumuş hali.
petür pütür: (s) Pürüzlü yüzeyler için söylenir.
pevlika: fabrika
peygamber bazarlığı: Ölçmeden tartmadan yapılan pazarlık.
peygamber döşşeği: Ölüm döşeği
peylemek: Peşinat vermek.
pey parası:
Peşinat olarak verilen para.
pılıpırtı:
Giysi ve küçük ev eşyaları için kullanılır.
pîlız: Cimri, pinti
pıni: Küçük ve sevimli
köpek, köpek eniği.
pırava: Aferin, bravo.
pırlamek: Serçe gibi küçük
kuşlar birden uçuşa geçmek.
pırradak: Kuşların birdenbire
uçması için söylenir.
pırtı: Elbise, giysi
pırtıcı: Manifaturacı, tekstil
işi yapan.
pıtık: Kız çocuğu mahrem
yeri.
piç: Aşısız, yeni büyüyen
ağaç.
pilav dökmek:
Düğünde, cenazede pilav ziyafeti vermek.
Pilot: Çatalların Yarımağanın büyük oğlu Mevlüt
Soylu. Yeni çıktığı yıllarda aldığı taktak motoru herkesinkinden büyük ve
güçlüydü, haliyle çok gürültülü çalışırdı. Görenler onu helikoptere, sürücüsünü
de pilota benzetmiş. O taktağı elden çıkaralı yıllar oldu ama lakabı baki
kaldı.
pirebolu: Arıların kovanın
deliklerini ve ağzını sıvamak için salgıladıkları siyaha yakın balmumu,
prepolis.
pirecik: Meyve ve sebze
yapraklarına musallat olup kurutan böcek.
pire gibi:
Hareketli, çevik kimse.
Piremehmet: Arzıların Ömer’in büyük oğlu Mehmet Tüblek,
Çavuşmehmet; 1944-2023.
Piremez: Çorcalıların Hüseyin oğlu Abdullah Aydın. 1908
Yılında doğdu. Neden böyle lakaplandığı bilinmiyor. Veyislerin kızı Halime ile
evlendi, Havva Dudu adını verdiği bir kızı olduktan sonra çalışmak için gittiği
Ege taraflarından dönmeyince eşi Halime Hanım Sıntırların Gavcara vardı. Sonra
Piremez çıkageldi. Gavcar öldükten sonra eski karısına evlenme teklif ettiyse
de reddedildi. Bu halde 1944’te vefat etti.
Piriteşgiya: Kekliklerin Hacıiresil oğlu Hüseyin Tül. 1934
Yılında doğdu, neden böyle lakaplandığı bilinmiyor; ama pirit koyuna
benzetilmiş olabilir. 1986’da vefat etti.
pis bıyık:
Bıyığı hoş ve güzel görünmeyen kimse.
pise: Kedi kovalama ünlemi.
pisem pisem:
(ü) Kediyi çağırma ünlemi.
pisi: kedi
pisi pisi:
(ü) Kedi çağırma ünlemi.
pist: Kedi kovma ünlemi.
piyazcı: Yalaka, yüze gülen.
piynar: Acı yaprakları bazı
hastalıklarda kullanılan bodur bir ağaç.
pontul/pontur:
pantolon
popaz: Sevimsiz ihtiyar
(papaz)
portukal: portakal
posda: otobüs
potuk: Deve yavrusu.
Potuk: Çatalların İsmail’in küçük oğlu Mevlüt Gülen.
1920 Yılında doğdu, Topçunun küçüğüdür. Göcen genel lakabı da bulunsa Potuk da
en az onun kadar yaygın lakabıydı. Anasına Devenine dedikleri için böyle
yakıştırma yapıldığı sanılıyor. 1983’te vefat etti.
Poyraz: 1.Kekliklerin Kelali oğlu Seydi Ahmet Tül.
1929 Yılında doğdu, anaları ayrı olmak üzere Hacıiresil ve Kelırmızan’ın
kardeşidir. Macurunahmet ve Haro lakaplarının yanında kendisine Poyraz da
derlermiş. 2007’de vefat etti. 2.Osmanköylünün Süleyman’ın küçük oğlu Mehmet
Boy. Bekçialinin küçüğüdür, 1944 yılında doğdu. Arada bir eserdi, 2015’te vefat
etti.
pus: Sis, duman.
pusañ: sis
pusarık: Sisli, puslu, kapalı
hava.
pusgun: Suçu yüzünden
gizlenen, korkup ortaya çıkamayan.
pusmek: Korkudan bir köşeye
saklanmak
put: Haç, istavroz.
put gibi durmek: Sessiz, sakin, hiç kımıldamadan durmak.
pülçük: 1.Çok ince bitki kökü,
2.Püskül, mısır püskülü, 3.Halat, urgan gibi şeylerin uçlarındaki ayrılıp
dağılan lifler.
pülçüklenmek:
Dağılıp püsküllenmek.
pürtük: pürüz
pürtüklenmek:
Yüzeyi pürüzlenmek, kabarcıklar oluşmak.
pürtüklü: Düzgün olmayan,
pürüzlü.
püsürük: Karışık, sorunlu durum.
pütür pütür:
(s-z) Düzgün olmayan yüzeyleri anlatmak için söylenir (Barmaklam pütür pütür
oldu)
Rôfi: Tekelilerin Fortgadir oğlu Rafi/Ruhi Taşkın. 1944 Yılında doğdu, İbilinin büyüğüdür. Uzun süre gece bekçiliği yaptıktan sonra emekli oldu. Bir dönem Mahalle Muhtarıydı, 2020’de vefat etti.
saatler olsuñ:
Traş olan ya da hamamdan çıkana söylenir (sıhhatler olsun)
saba: 1.Ertesi gün, yarın. (Saba
şehere gitcek.) 2.Gelecek, istikbal. (Saba unumuz bitese ne yicez)
sabahda sabah:
(z) Sabaha kadar.
sabban: Çocukların taşla kuş
avlama aracı, sapan.
sâbı/sâbısı:
sahibi
sâbısız: Başıboş, sahipsiz
sabın: sabun
Sâbire: Sabriye
Sâbiri: Sabri
sacırağı/sacırak: sacayağı
saçak: Toprak damlı evlerde
merteklerle çatının dışarı uzatılmış çıkıntısı.
saçak altı:
1.Duvar kenarında, tam olarak saçağın altına denk gelen, güneş ve yağmurdan
korunaklı yer; 2.(mec)Hafif korunaklı yer, sığınak; 3. Mülkiyeti tüzel kişiliğe
ait olup satın alma opsiyonu kendisine verilen evinin dibindeki arsa.
saçı/saçgı:
Düğünlerde ve Hacı uğurlamalarında saçılan kuruyemiş, meyve, para gibi şeyler.
saçılık: Düğün armağanı
sadeyağ: tereyağı
sadırazam:
Cevizli lokum.
sâdış: sağdıç
sâdış diñelmek:
Damadın yanında usulden sağdıç olarak durmak.
sağan/sahan:
Bakır veya çinkodan yapılmış yemek tabağı.
sağaz: Sağ elini kullanan,
sağlak.
sağıl dağıl olmek: 1.Sağılan koyunlar serbestçe sağım alanından çıkmak, 2.(mec)Her
biri bir yere giderek topluluk dağılmak.
sağılmek:1. Makara gibi bir şeye
sarılı olan ip vb. boşanmak, çözülmek; 2.Akmak, kaymak, aşağı doğru hızla
inmek.
sağımcı: Dağda, ağılda bulunan
koyunları sağmak için giden kadın/kadınlar.
sağımlı: Süt veren, sağılan
hayvan. Sağmal.
Sağırgarı: Çilmahmudun ikinci hanımı Kamile.
İhsaniye/Demirli köyünden, dilsiz olduğu için böyle lakaplanmış. Kocasının
ölümünden sonra köyüne dönmüş.
sağırgulağı:
Köy içinde duvar kenarlarında çıkan, tohumları uyuşturucu etkili bir ot.
Sağırisa: İşofun küçük oğlu İsa Okutan, 1938-1996.
Sağırmalim: Eğret Mektebi Başöğretmenlerinden Hasan
Hüseyin Tekin.
Sağırmamut: Omarcıkların Ahmetçavuşun oğlu Mahmut Arslan,
1915-1984.
Sağırmemet: Hacımuratın büyük oğlu Mehmet Azbay. 1891
Yılında doğdu. Tekmurat, Mantarosman ve İbrahim Azbay’ın babasıdır; 1950’de
vefat etti.
Sağıroğlu: Sağırların Salih oğlu Mehmet Sancak. 1909
Yılında doğdu, Alosmanhocanın küçüğüdür. Ayrıca Sağırlar sülalesinde bu lakapla
anılan tek kişidir. Sağıroğlunuñsüleyman diye bilinen Süleyman Sancak’ın
babasıdır, 1968’de vefat etti.
Sağırömer: Patlakların Ahmet oğlu Ömer Patlar. 1908
Yılında doğdu, İsmail Patlar ve Davılcının abileri; Celep ve Badıvanın
babalarıdır, 1974’te vefat etti.
Sağırüseyin: 1.Daldalların Ömerçavuşun oğlu Hüseyin Honça.
1901 Yılında doğdu, Hasan Honça ve Kipilin arasında ortancadır. Ayrıca
Gocayörük, Eşeniñömer ve Gocibanın babasıdır, 1970’te vefat etti. Yılıkların
Mehmet oğlu Tenikeci Hüseyin Öztürk; 1929-1997.
Saka: Çakırköylü Hüseyin oğlu Ali Atay. 1879 Yılında
doğdu, askerlikteki görevi sebebiyle böyle lakaplandı. Hüseyin, Abdurrahman ve
Kelbekirin babasıdır. 1950’de vefat etti.
sakalı ağarasıca: Büyüklerin, küçük oğlanlara söylediği güzel
bir ilenç sözü.
Sakallı: 1.Apdıramanların Güdükmehmet Işılak. On yıldan
fazla süren askerliği zamanında bile sakalını kesmemiş. Bu yüzden köydeki
lakaplarından biri de Sakallı imiş. 2.Çorcalıların Gavureyübün büyük oğlu Devrişmehmet
Aydın. Birinci lakabı Devriş ise ikincisi Sakallı idi.
sakâmetlik:
İstenmeyen durum, sakatlık, kötü sonuç. (Aman bi sakâmetlik çıkmasıñ)
saket: Engelli, özürlü,
sakat.
Sakızcı: Hacımahmutların Mehmet oğlu Hüseyin Öztürk.
Tenikeci İbrahim’in emmisi, Takguşun babasıdr, 1876 yılında doğdu. Havaların
Odada helva yapmışlar; ama tutmamış, sakız gibi olmuş. O günden sonra lakabı
böyle, 1944’te vefat etti.
sakızlı/sakızlı ümmet: Gereksiz yere konuyu ve sözü uzatan.
sal: tabut
salahana: Çok gezen, salak,
budala kimse.
salavanta:
Bayat, soğuk çayın tekrar ısıtılmışı.
salavatlamak:
Uğurlamak, savmak.
Sâlek: Salih
Salekhoca: Kelsaleğin Kirli oğlu Salih Azbay. Buñar
tarafında Dedesinin adıyla anılan camide uzun süre vazife yapıp oradan emekli
oldu.
salgara: Özensiz, rastgele,
öylesine.
salgı: Vergi, salma.
salına girmek:
Cenazeyi taşımak için saf oluşturmak.
salıngeç: Ağaca veya tavana ip
asılmasıyla yapılan, daha çok kız çocuklarının bindiği salıncak.
salıngeç gurmek: İpli salıncak düzeneği yapmak.
sâli: Salı günü
sallı: Özellikle sırtı ve gerisi geniş, uzun ve iri
hayvan.
salma: 1.Muhtar veya İhtiyar
Heyetince köyün ihtiyaçları için alınan vergi veya masraflara katılma işlemi.
Salgı; 2.Bir arktan akıtılan su ile sulama yöntemi.
salmafıtçı:
Üzerine ip sarılarak döndürülen topaç.
Salmafıtçı: Yusuf Kaplan, 1970’li yıllarda İlkokul Müdürü.
salma/salgı salmek: Vergi koymak.
salvar: Tükürük, salya
Samancı: Selimlerin Halil oğlu İsmail Saçak. 1910
Yılında doğdu, Bulduğun küçüğüdür. Arabasıyla Afyon’a saman satmaya gidenlerin
en meşhuru olduğundan böyle lakaplanmış. Gocabıyık ve Gamalının babasıdır, 1964’te
vefat etti.
saman çinnemek:
Saman arabasında veya samanlıkta tepinerek samanı sıkıştırmak.
saman deliği:
Samanlık duvarında, arabayı yanaştırıp samanı boşaltacak büyüklükte pencereye
benzer delik.
saman dökmek:
Saman vererek hayvanları yemlemek.
Saman eliñise de samanlık kendiñiñ: Gereğinden çok yememeli.
saman eşmek:
Arabadan saman indirmek ve samanlığa yerleştirmek.
samangafa:
Akılsız, aptal.
saman gibi:
Tatsız tuzsuz, yavan.
saman saşgı:
(i) Harmanda taneden sonra geriye kalan sap, saman vs.
saman sepedi:
Saman taşımaya yarayan büyük sepet, sele.
saman tatdası:
Saman gibi hafif ve hacimli şeyleri daha fazla taşıyabilmek için arabaya
konulan, normalden daha büyük yan (dayama) tahtası
saman tatdası vurmak: Saman çekmek için arabanın tahtalarını değiştirmek.
samıra/samra:
Sulak yerlerde kendiliğinden yetişen uzun ve yumuşak ot.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder