Bizim köyün eski adıyla ilgili bir kaç rivayet var. Bunlardan biri çok ilginçtir. Bir kaç Türkmen obası gözüne kestirdikleri bir yere konmuşlar. Germiyanoğullarının kolluk güçleri de gelip burada izinsiz konaklayamayacaklarını bildirmiş ve en kısa sürede beylik mülkünü terk etmelerini istemişler. Bu bildirim üzerine Türkmenler 'Biz zaten burada kalıcı değil eğretiyiz' deyip muhafızları savuşturmuşlar. Onlar gittikten sonra tamamen yerleştikleri bu küçük köyün adı Eğreti olarak kalmış. Bu kelime daha sonra Eğret oluyor. 1961'de Anıtkaya ile değiştirilmiş olsa bile eskiler ve çevre köylerce Eğret adından hala vazgeçilemiyor.
Köy ile ilgili yazıları toplayacağım blogun adını çok düşünmedim, daha doğmadan Eğretiköy adı konulmuştu. Küçük bir yanılsamayla gözler 'Eğret köyü' okuyup, zihinler de öyle anlıyor. Anıtkayalılarda böyle bir göz ve zihin yanılsaması olurken, aslen bizim köylü olmayan arkadaşlar bloga bakarak köyün adı Eğretiköy zannediyor. Bu vesileyle Anıtkaya'nın eski adı Eğret köyü, bloğun adı ise Eğretiköy olduğunu hatırlatalım.
Köyün adı ile ilgili yukarıda naklettiğim ve başka rivayetlerde, ilk yerleşilen yerin geçici olduğu eğreti kelimesiyle vurgulanmaktadır. Burada bizi ilgilendiren işte bu anlam... Bloga ad olacak kadar derin bir kelime...
Eğretiköy kelimesiyle şüphesiz Eğret köyünün kuruluşuyla ilgili hikayelere telmihte bulunuluyor. Bununla beraber o isme gerekçe olabilecek başka şeyler de aklımdan geçmedi değil. Evvela blog kalıcı olmayacaktı, bu yüzden kimse bilmeyecek, sadece yazıları biriktirdiğim bir klasör gibi bir köşede duracak, işi bitince kapatacaktım. Geçici bir yer, eğreti bir mekandı yani...
Diğer husus biraz daha felsefik... Yazılar her ne kadar dünü bugünüyle Anıtkaya; tarih, dil, kültür, günlük yaşam, coğrafya bakımından Eğret olsa da, her yazının gerisinde mutlaka yazarın dünya görüşüne dair izler bulunur. Bu izler varır, bu dünyanın yalanlığına, sanallığına, geçiciliğine, faniliğine; asıl ebedi hayatın öteki tarafta olduğu gerçeğine çıkar. Bu hususu biraz açmak gerek...
"Benim dünya ile ne işim var. Ben dünyada, bir ağaç altında gölgelenip de sonra onu bırakıp giden bir yolcu gibiyim."
Ayet, hadis, menkıbe, türkü... bu konuda sayısız örnek verilebilir. Ben yukarıdakini tercih ettim, eminim siz de defalarca işitip bu hadis hakkında düşünmüşsünüzdür. Kısa bir uykudan uyandığında yüzünde hasır izlerini görmüşler de, bir yatak yapmayı teklif etmişler. Onun üzerine böyle demiş Peygamberimiz...
Bu veciz sözde dünya hayatı bir ağaç altında gölgelenmeye benzetilmiş. Biz köylüler ağaç altında mola verme olayına yabancı değiliz. Yolculuğa veya işe ara verir, ağaç altında dinlendikten sonra devam edersin. Burada asıl olan gördüğün iştir veya gittiğin yoldur. Ağaç altında karnını doyurmak, dinlenmek, soluklanmak, gölgelenmek için kısa süreliğine bulunursun. Oraya yerleşmezsin. Bilirsin ki yolcuysan varılacak bir menzilin, çalışıyorsan bitirilecek bir işin vardır. Kalkıp ona devam edersin.
Vazifen ağaç altında değil, yolda veya tarladadır. Asıl hedefin ve mekanın oralardır. Ağaç gölgesi kısa süreliğinedir, geçicidir, eğretidir...
Ağaç gölgesi ne kadar kalıcıysa, dünya ve hayatı da o kadar kalıcı...
Ayrıyeten insanın kendisi için yazdığı yazılar da vardır, olmalıdır. İşte Eğretiköy'deki bu yazılar satır aralarında 'Bu dünya bir eğreti köydür' diye sessizce(!) haykırmaktadır...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder