11 Eylül 2025

İnsan Unsuru

    
    Kahvenin önünde beş altı kişiden oluşan küçük bir halkaydık. Yine her zamanki sohbet konusu kuraklık, bereketsizlik, verimsizlik ve yanlış hükümet politikaları sonucu tarım ve hayvancılıktaki açmazlardı. İleşberliğin gittikçe zengin uğraşı haline geldiğini, fukara kısmının gerekli yatırımı yapamadığı için tarladan bir şey kaldıramadığını, en karlı ileşberliğin hiç bir şey ekmemek olduğunu filan söylüyorlar, hep birlikte gülüşüyorduk.

    Birisi basit bir hesap yaptı ve günaşık ekildiğinde tarlayı kaç kez traktörle elden geçirmek zorunda kaldığını mazot fiyatına endeksleyerek maliyet çıkardı. Buna tohum ve biçer parasını da ekleyince, bu seneki günaşıktan ettiği masrafı çıkarırsa kendini karlı sayacağını söyledi. Yıl yıl ekin ve nohutta da benzer durumlar yaşanıyormuş.

    Çok örnekler verildi, her birinin sonunda ağlanacak halimize güldük. Anlatılan bir güncel olay çok ilginçti. Daha önce kahramanından bizzat duyduğum olaya göre, işin içine insan unsuru da giriyordu. Yani ileşberin şu halinde tek etken sadece kuraklık, bereketsizlik, yağmur yağmaması, pahalılık filan değildi. İleşberin kendisi de bu sonucun müsebbibi gibi görünüyordu.

    İleşberlik ve koyunculuk yapan bir ailede baba bir nohut tarlasının biçerdöğerle hasat edildiğini görmüş. Akşama doğru oğluna tüyoyu vermiş ki gece taze biçilmiş o tarlaya soksun koyunları... Babasının tavsiyesi üzerine yatsı gibi sürmüş koyunları... Ziyan derdi de olmadığı için kafası rahat, sürüyü çevirme gereği duymamış... Mal kütür kütür yayılırken ayın aydınlığında fark etmiş veya bir başkasının uyarısıyla ayıkmış; meğer tarlanın ortasında kalan büyük bir kısmı henüz biçilmemişmiş. Sürüyü çevirip çıkarmış, ama iş işten geçmişmiş, bu vakte kadar basbayağı yaymış elin nohudunu. Bir iki dolaşımdan sonra biçimin yarım bırakıldığını nereden bilsin, ilk bakışta tarla tamamen biçilmiş gibi görünüyormuş. Neyse, olan oldu artık... Durumu anlatınca babası da şaşırmış, çünkü biçerin tarlaya girip biçmeye başladığını kendi gözleriyle görmüştü...

    - "Yapacak bir şey yok, tarla sahibi falancaya git, vaziyeti anlat, zararını karşılayarak helalleş" demiş. 

    Oğlan gittiğinde nohut sahibi de olgunlukla karşılamış ve;
    - "Olur böyle şeyler. Bizim tarlanın biçilen kısmından şu kadar nohut geldi, kalanından da bu kadar bekliyorduk, onu verin yeter." demiş. Demiş ama, istediği miktar çok fazlaymış çünkü o kadar nohudu kimse kaldırmamış. Bu yüzden itiraz edecek gibi olunca;

    - "Madem helalleşmek istiyorsun, şartım budur!" deyip kestirip atmış... Dediği miktarı ödemek zorunda kalmışlar... Yalnız benim bu halkada öğrendiğime göre, olay tam da çobanın düşündüğü ve bize anlattığı gibi değilmiş. Hikayenin yeni versiyonunu anlatayım, okurlarsa çoban tarafı da eksik kalan bu kısımdan haberdar olsun...

    Biçer aynen babasının gördüğü gibi tarlaya girmiş. Bir veya iki kez tarla çevresini dolaşarak biçmiş de... Yalnız biçerci dene çıkmadığını fark edip hemen tarla sahibini aramış, 'Böyle böyle, ne yapalım?' diye... O da 'Madem dene yok, biçme, boşuna biçer parası vermeyeyim' deyince tarlayı öylece terk etmiş. Yani bizim çobanın ziyan yaydığı filan yokmuş...

    Bu olay anlatıldıktan sonra tarla sahibini koro halinde ayıpladık. Çaylarımızı yudumlarken biri, herkesin böyle olmadığını, harama helala, haklı haksız kazanca dikkat eden nicelerinin de toplumda hala varlığını sürdürdüğünü bir örnekle anlattı, içimize su serpti...

    Olay yine güncel... Yenilerde yaşanmış yani... Malum köyümüzde çok patatesçi var şu sıralar... Tarlaya bir tesis kurarken çevresindeki mahsullere zarar verilmiş. Direk mi dikiyorlarmış, öyle bir şey... Patates eken yabancıya öncülük eden Anıtkayalı demiş ki "Madem komşu tarlalara zarar verildi, o halde bu zararı karşılamak gerekir." Böylece zarar gören tarla sahiplerine makul bir miktar nakit ödemesi yapılmış. Buraya kadar her şey normal... Bizim köylüler bu ödemeyi almış kabul etmişler, bu da gayet normal... Yalnız içlerinden birinin hanımı, kocasını uyarmış;
    - "Len Herif, biz tarladan bu gadâ gazanamıyoz. Bu para fazla, git yarısnı geri ve bâli..." Sonuçta parayı iade edip etmediklerini bilmiyoruz, bu önemli değil zaten... Önemli olan böyle bir hassasiyet gösterilmiş olmasıdır...

    Erdemli davranış hepimizin takdirini kazandı. Derken halkamızın büyüğünün aklına daha eskilerden bir olay gelmiş, onu anlattı. Yine bizim köyde yaşanmış. Elektrik direklerine tel çekildiği dönem olduğuna göre galiba 1972-73... Daha yenilerde, bir kaç yıl önce yaşanmış da olabilir, emin değilim... Direklere tel çekiyorar. Kamuya ait işlerdeki laubalilik bunlarda da var... İki kişi çekiyor, biri onların başında ne yaptığı belli değil... İki kişi iki direk tepesinde, yedi kişi direkler arasında, kim kime dum duma... Şoförü sorarsan minibüste uyukluyor ve daha buna benzer manzaralar... Yemek molasından sonra bir saat çalıştılar mı çalışmadılar mı belli değil, boşta gezenlerden birisi 'Teyze bir çay demlesen...' demiş... Anıtkayalılar oldum olası misafire ikramda cömerttirler. Kadın, işçilerin ricasını ikiletmemiş, hemen demlediği çayı yollamış. Kalabalık ekip, daha mesai bitimine iki saat varken o vakti çayın başında geçirmişler. Sonra eyvallah... 

    Beride bu olanları gözleyen ve kocası da benzer bir kuruluşta çalışan kadın dizini dövmüş;
    - "Heyvaak! Yoosam benim herif de mi eve bööne ekmek getiriyo!" diye kendi kendine hayıflanmış...

    İki Anıtkayalı kadının hak terazisinde hassas tartımları gerçekten sevindirici ve gıpta edilmesi gereken bir husustu. Ne yazık ki böyle insan tipinin azınlıkta olması, sadece Anıtkaya'nın değil bütün ülkenin genel sorunu olduğunda hemfikirdik. Birisi dedi ki;

    - "Ne zaman köyde böyle insanlar çoğalır, işte o zaman başta söylediğimiz kuraklık veya diğer doğal afetlere dayalı verimsizlik, bereketsizlik, genel ekonomik çöküntü gibi kötü gidişler düzelme yoluna girer. Çünkü asıl sebep insan unsurundaki bozulmadır..." Sohbet halkasındaki bir başkası lafa girdi;

    - "İnsan karakterindeki bozulma önemlidir, ama iyi ve dürüst insanlar hiç bir toplumda hiç bir zaman çoğunluk olmamışlar, hep azınlıkta kalmışlardır. Buna örnek olarak bütün Peygamberlerin ortaya çıkışı gösterilebilir. İnananları hep toplumun alt tabakasından bir avuç insandır... Dolayısıyla boşuna iyi insanların çoğalmasını beklemek yerine iyi insan olmaya bakmalıdır. O bir kaç iyinin yüzü ve gözü suyuna Allah bütün toplumu abad eder."

    İsim vermedim, naklettiğim olayların kahramanları Anıtkayalı gerçek kişilerdir. Yine isim vermediğim halkadaki gerçek kişilerle işte bunları konuştuk...



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder