Çakırmehmet bu bölgede çok etkin ve itibarlıymış. Çevre köylerin hemen hepsinde ticari faaliyetleri var, alıyor satıyor sürekli... Bu arada köylerde en az bir ortakçısı da bulunurmuş. Koyun, keçi fark etmiyor; ağalık edip birine sürüyü teslim ediyor... Mütemadiyen bu köyleri dolaşarak hem alavere yapıyor hem de ortakçıların takibini yapıyor, böyle hareketli bir hayatı var...
Babası 1961 yılının Ekim-Kasımında Osmanköy'deki ortakçısından sürüyü alıp getirdiğinde Abdullah 12-13 yaşlarındadır. Yüz civarında koyundan ibaret küçük sürü artık ona emanet... Daha önce hiç deneyimli bir çobanın yanında çeltiklik filan da yapmamış. Bu, ilk koyun çobanlığı olacak... Ancak içindeki hevesle pek de zorlanmamış.
Daha o dönemde köyün geniş arazisi, asfaltın iki yanında dönüşümlü ekilir, bir taraf ekin ise diğer taraf nadas olurmuş. O senenin durumuna göre, koyunlar batı tarafında güdülüyor. Abdullah da önüne kattığı sürüsünü herkesin güttüğü yerlerde dolaştırıp geliyor. Bu iş hoşuna gittiği için zorluk çekmemiş, tabi kendisine yardımcı olanlar da bulunmuştur. Buna ihtiyaç duyup duymadığı belli değil, kendi halinde dört beş ayı sorunsuz geçirmiş...
Madem bunlara bir çoban lazım ve madem hep buralardayız bari o kişi ben olayım, diye düşünmüş olabilir Ahmet Ağa... Çakırmehmet bu teklifi kabul etmemiş. Belki istediği ücreti yüksek buldu, belki ona güvenmedi, yahut başka bir gerekçesi var... Dedik ya, her köyde tanıdıkları var, çevresi geniş... Gitmiş, döl alması için Beyköy'den bir çoban getirmiş; adam yetmiş yaşında...
Çakırmehmet erken uyurmuş zaten, o gece de ilk akşamdan yatmış. Odada kalan çoban, Ağa uyuduktan sonra usulcecik eşyasını toplamış ve çekip gitmiş. Abdullah Abi bu gidişten memnun, ama sabah olayı öğrenen babası 'Çoban buluyoz adamı gaçırıyonuz, ne haliniz varsa görün!' diye çıkışmış... Yine bir başına kalan oğlu halinden şikayetçi değil ki, mutlu mesut ve başına buyruk çobanlığına devam etmiş.
Ahmet Ağa'dan öğrendiği teknikle çoğu koyunu kuzulatmış. Bu arada fırsatını buldukça tecrübeli çobanlardan yardım istemekten çekinmemiş. Mesela Eselerin Hüseyin Eminç o sırada Gobaklarda çobanmış, sürüsüne ve kendisine gözkulak olmasını rica etmiş. Kabul etmiş bunu Hüseyin enişte... Hatta ertesi gün sürüyü ağıla getirmesi konusunda da sözleşmişler...
Çaresiz götürüp teslim etmişler Beyköy'deki ortakçıya... Sonrasının önemi yok... Köye döndükten sonra gözü bir şey görmemiş; koyunu güttüğü, çevirdiği, suladığı vb. sürüyle vakit geçirdiği her yer zindan olmuş. O kadar alıştığı ve sevdiği koyun çobanlığında ilk ve son deneyimi böyleymiş...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder