İşte sosyal medya denilen yeni dünya böyle bir şey, onun sayesinde her türlü bilgi elinin altında. Seçici olursan hayra kullanıyorsun. Oradaki başarı hikayeleri öteden beri ilgimi çeker. Yeni birisini gönderen arkadaşımın beklentisi, bizim köyde de böyle girişimin yapılabileceğiydi. Videoyu izlemeye vakti olmayanlar için içeriğini özetleyeyim.
Çanakkale'de bir kaç köyde arazide çok bulunan yabani ağaçlara antepfıstığı aşılamışlar, tutmuş. Güzel ürün almışlar. Antepfıstığı adını kullanarak kadınların öncülüğünde bir kooperatif kurmuşlar. Fıstığın işlenmesi ve pazarlanması başta olmak üzere daha aklınıza gelebilecek bir sürü şeyi de üretiyor, işliyor, ambalajlıyor ve satıyorlar. Kadın girişimcilere devletçe sağlanan imkanlardan yararlanmışlar, ayrıca AB projelerinden destek almışlar. Mesela inşa edilen ve bünyesinde çeşitli üretimler, sosyal aktiviteler ve satış yapılabilen tesisin finansmanı % 95 Avrupa Birliği, % 5 yerli fonlarla sağlanmış. Bir antepfıstığından yola çıkıp işin çapını genişletmişler. Bunu gören bir işadamı küçük bir fıstık işleme fabrikası kurmuş, çünkü çevre köylerde üretilenleri de düşününce yörede ciddi anlamda potansiyel olduğunu görmüş. Fabrika dedikleri bu küçük tesis fıstık soyma, eleme, çıtlatma, kırma, iç ayırma gibi makinelerden oluşuyor. Böylece sezonunda az da olsa istihdam alanı oluşuyormuş.
İzlemeye başladığımda aklıma hemen bizim dağın meşesi geldi. Meşeye kestane aşılanması fikrini çok eskiden beri düşünürdüm. Tabi önce meşeyi köy içine nakletmek gerekiyordu. Bir fırsat doğdu. 2000 yılında Ortaokulu yeni binasına taşıdığımızda büyük bahçesiyle gözümüze çok çıplak göründü, acilen ağaç dikmek lazım geldi. Fakat bu kadar fidanı nereden buluruz. Ormaniyenin bedelsiz verdikleri çok küçük, tutturamayız... Ekim ayıydı galiba, köylünün elbirliğiyle duvarı yaptırdığı sene dağdan bir çuval pelit topladık. Bunları duvar kenarına ekecek, bir kaç yıl sonra okulu çevreleyen yeşil bir meşe duvarına sahip olacaktık. Malesef çimlenmesi için bıraktığımız karanlık odada unutunca bir çuval pelit berbat oldu, o yıl ekemedik. Sonra da işi çama çevirdik. Nihai amacım bir kaç yıllık olunca meşe fidanlarına kestane aşılamaktı...
Peki dağdaki meşelere kestane aşılansa... Karasal iklime, yani bizim köye uygun kestane türleri mutlaka vardır, onlar seçilir. Zaten böyle işler başına buyruk yapılmaz, Orman Müdürlüğünün izni ve Tarım Müdürlüğünün bilgisi dahilinde olmalıdır... Yıllar önce ahlatlara nasıl armut aşılandıysa öyle... Bütün aşılar tutmak zorunda değil, olanı yeter... Bir zaman sonra meyve vermeye başlarlar, belki bizler göremeyiz, önemli değil...
Meşeye kestane aşısı sadece bir örnek... Sen bunu çoğaltabilirsin, misal alıca döngel de olabilir. Önemli olan insanları etrafında toplayacak bir ürün ortaya koymaktır. Öyle bir şey ki, adını kullanarak Anıtkayalılar birlik oluşturabilsinler. Artık kooperatif mi olur, dernek mi, yoksa başka bir organizasyon mu, neyse ne...
Küçük bir işletmeyle birlik sağlanırsa artık gerisi gelir. Çünkü bize ait günyüzü görmemiş bir sürü değerimiz var, oluşturulacak birlik sayesinde onlar da değerlendirilecektir. Bunlardan İlbulak dağıyla ilgili bir kaçını örnek olarak dikkatlere sunayım.
Eskilerce çok bilinen yakı otumuz var, dağın en alçak eteklerinden doruklara kadar her bölgesinde yetişiyor. Üstelik kışın da yaprağını dökmeyen çok yıllık bir bitki. Genellikle yaprağını kurutarak köyde ve başka yerlerde de mide rahatsızlıkları için çiğnerlermiş. Zaten adı yakıleşmek fiilinden geliyor. Eğret yaşlıları iyi tanırmış, ama şimdilerde unutulmaya yüz tutmuş. Neyse ki Anıtkayalı öğrenciler yine Anıtkayalı hocalarının önderliğinde Kocatepe Üniversitesi'nde otu incelemişler. Tübitak destekli bir projeyle laboratuvar ortamında araştırmışlar. Sonuç olarak yüksek düzeyde yara iyileştirici özelliğini keşfetmişler. Buna bağlı olarak ağrı kesici etkisi de varmış. Bir asır önce yalnız ABD'de yapılan araştırma dışında yakı otu ile ilgili araştırma yokmuş. Böylece literatüre bu bitki 'yakı otu' adıyla sokulmuş ve üstelik İlbulak dağının Anıtkaya yüzünde yetiştiği özellikle belirtilmiş.
Kekik aroması, kokusu ve şifasıyla herkesçe bilinen bir ottur. Fakat İlbulak kekiğinin ayırıcı özelliklerini fark ettiniz mi bilmem. Ben onun methini aslen Turgutlulu bir ihtiyardan ta Azerbaycan'da işittiğimde çok şaşırmıştım. Gençliğinde buralarda deri ve yapağı tüccarı olarak çok dolaşmış 'Sizin dağın kekiğini yiyen hayvanın eti öyle lezzetli olur ki, başka etlerden onu alamazsın' demişti. Covid döneminde bu hastalığı kekik çayı ve suyu içerek atlattım, diğer ilaçları ve aşıyı reddettim. Sonra bizim çocuklar elden düşme bir imbik düzeneği almışlar kekiğin suyunu kendileri çıkardılar. Daha önce topladığımız kuru kekik, taze kekik; kekik kökü, yaprağı ve çiçeği olmak üzere değişik formlarda suyunu çıkarmayı denediler. Bu suyu soğuk algınlığında ve gripte, boğaz enfeksiyonunda şurup gibi içerek kullandık, şifasına yakından tanık olduk. Üstelik yan etkisi de yok... Aynı suyu sprey olarak açık yaralarda kullandık, kollarımıza ayaklarımıza sıkarak sivrisinekleri savuşturduk, üzerimize parfüm gibi sıkıp güzel kokusundan yararlandık, hep olumlu sonuç aldık. Kekik çayını ve minik yapraklarının baharat olarak kullanılmasını söylemeye bile gerek duymuyorum.
Yine bizim dağın yüksek kesimlerinde yetişen ve eski çobanların çay otu olarak bildiği funda çiçeği, nadir o de olsa sarı ve kırmızı kantaron otları var. Her derde deva kantaron yağını sarı çiçeklilerinden çıkarabilirsin.
Dağın her tarafında zebil gibi bulunan dağ eriğini de düşünmek lazım. Marmelatsa marmelat, pestilse pestil. Biraz şeker ilavesi yahut başka işlemlerle bu yabani meyve cazibeli hale getirilebilir.
Alıç sadece mayhoş tadıyla öne çıkan bir yaban meyvesi olarak kalmamalı, sirkesini çıkararak değerlendirmenin yollarını aramalıyız. Aynı şekilde göğem yalnız Göğemderesi ve Çatalüyük'te kalmasın, neler yapılabileceği üzerinde düşünelim. İpburnu/itburnu dediğimiz kuşburnu meyvelerini heba etmeyelim; marmelatı ve çayı bizim köy hariç her yerde revaçta.
Bir de Otantik Lezzetler başlığıyla incelediğimiz bize has yemekler, atıştırmalıklar vardı. Onların da bir şekilde değerlendirilmesi lazım. Külde hamırsız unutuldu gitti mesela. Herkes özeniyor, ama külde sucuk Anıtkaya'daki gibi hiç bir yerde yapılamıyor. Eski düğünlerde kalan tepsi tepsi börekler yeniden yapılamaz mı, uçlarından kenar sarılamaz mı? Ellerin eriştesiyle bizim köyün hamıraşı farklı olduğunu göstermeliyiz. Parafa nedir, bilmiyorlar; öğretmeliyiz. Eğret höşmerimiyle Balıkesir höşmeriminin ayrı olduğunu, bizimkinin çok daha güzel göründüğünü ve çok daha lezzetli olduğunu bir şekilde duyurmalıyız. Cızdırmanın Karadeniz'deki mısır ekmeği gibi taze yoğurtla yenildiğini; sürtülmüş haşhaş sürülerek iki dakikada lezzetli ve doyurucu cingenböreği yapılabildiğini; toklubaşının gözlemeye başka yerlerde bulunmayacak bir lezzet kattığını ve daha başka bir sürü lezzeti modern ve hijyenik sunumlarla ambalajlamalıyız...
Bütün bunları yaparken Anıtkaya'nın İstanbul yolu üzerinde bulunduğu gibi önemli bir avantajı da göz ardı etmemeliyiz.
Şimdi hayal aleminden çıkıp ayaklarımızı yere basalım. 'Hayırlı işlerin muzır manisi çok olur' denilmiş. Gerçek dünyaya döndüğümüzde, böyle bir işe girişirken çok engel çıkacaktır. Evvela zihinleri hazırlamak güç. 'Olmaz o iş!.. Aşılı dalları hemen kırarlar!... Dağdaki kestaneyi sana bırakırlar mı!... Bizim köyde birlik yok!... Kim uğraşacak böyle şeylerle!... Ölme eşşeğim ölme!... İpburnunun içi tüylü, dalı dikenli!... Hiç mi işiniz yok!...' Buna benzer çok tepkiler geleceği hepimizin malumu...
Ama zaten tepkilere göre hareket edersen hiç bir şey yapamazsın. Bir noktadan sonra 'Amaan, kim ne derse desin' kayıtsızlığını takınmak lazım...
Bu konuda ümitvar olmamızı sağlayan en önemli husus, yukarıdan beri saydığımız şeyler Anıtkayalı kadınların önderliğinde gerçekleştirileceği varsayımıdır. Çünkü günümüzde kadın girişimcilere öncelik tanınıyor, onlar daha çok teşvik ediliyorlar. Ve tabiatı itibarıyle kadın daha yılmaz, azimli ve mücadeleci oluyor.
Köyümüzde girişimci, cesur kardeşlerimizin olduğuna inanıyorum. Ayrıca yukarıda saydığımızın büyük çoğunluğu kadın işi olarak görülür. Bunun yanında yemek hususunda el lezzeti üst düzey ablalar bulunduğunu hatırlıyorum. Bir araya gelip bu hususu değerlendireceklerini ümit ediyorum.
İlimizin bir kadın Vali ve Belediye Başkanı tarafından yönetiliyor olması, Anıtkayalı girişimci kadınlara bazı kapıların açılmasında ayrıca bir fırsattır; değerlendirilmeli...
Evet, zaman hızlandıkça dünya küçülüyor. Dün köyümüzü ve değerlerini tanıtmak için televizyon peşinde koşardık. Artık hedef kitlemiz TV seyircisi değil, sosyal medya kullanıcısı. Siz Bismillah deyip bir adım atın, basit paylaşımlarla milyonlara ulaşırsınız. İzlediğimiz son başarı videosundan sonra bizde böyle beklenti oluştu...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder