-E-
ébakam: Sabır
tavsiye etme sözü (eh bakalım)
ebes: Hiç
kimse tarafından hoş karşılanmayan, ayıp (abes)
ebir gübür:
Değersiz nesne, çer çöp.
ebizemzem: zemzem
suyu
ebizemzeminen yunmuş: Günahsız, kusursuz
kimse.
ebruşum: ince,
sağlam ip (ibrişim)
ecelinnen ölmek: Hayatı doğal olarak
sona ermek.
ecir: bereket,
sevap
ecirini gaçırmek: İyi bir davranışın
manevi karşılığını alamamak.
ecit mecit: 1.Tuhaf ve korkunç
görüntü, 2.Bulanık, belirsiz görmeyi anlatır (yecuc mecuc)
edik: çocuk
ayakkabısı
Ěéret: Eğret
éêreti:
1.geçici, 2.ödünç alınan şey
efe: çağırma
ve hitap sözü
efek: yabani
fiy
efil efil:
rüzgarın yavaş yavaş esmesi
efildemek: Rüzgar
hafif esmek.
eğilce/eyilce: Kuruyan
tohumları elbiseye yapışan buğdaygillerden bir ot.
eğirik:
Eğirilip ip haline getirilmiş yün.
eğirmek: Hiçbir
işleme tabi tutulmamış koyun yününü, kirmanı fırıldak gibi çevirerek bükmek ve
ip haline getirmek.
eğlek:
Hayvanların toplanıp bekleştiği yer.
eğlenmek: 1.dalga
geçmek, alay etmek; 2.oyalanmak, vakit geçirmek
eğleşmek:
1.beklemek, oyalanmak; 2.oturmak, ikamet etmek
Eğret’de deyil de ağretde mi décen: Doğruyu bu dünyada
değil de ahrette mi söyleyceğim?
eğsen/eksen: Araba
dingili
éğsi: Yarı
yanmış odun
eh demek: Küçük
çocuk kaka yapmak.
ekilemek: dökmek,
serpmek, sepelemek, serpiştirmek, saçmak
ekin bozmak: Beklenen gelişimi
gösteremeyen ekili tarlayı sürüp, başka bir şey ekerek orayı yeniden
değerlendirmek.
ekine bakmek: Mahsülün gelişimini kontrol etmek.
ekişdirmek:
ansızın, adamakıllı vurmak
ekiz: ikiz
eklemek: vurmak,
şiddetle vurmak
ekleşmek:
1.Sataşmak, birinin başına bela olmak; 2.Katılmak, eklenmek; 3.Yanaşmak,
birleşmek, birbirine değmek.
ekmediğiñ yerde bitê: Umulmayan ve
istenilmeyen yerde karşılaşılan kimseler için söylenir.
ekmeğaşı: Bayat
ekmekleri sebzeli suyla ıslatarak yapılan yemek. (ekmek aşı)
ekmeğetmek/etmeğetmek: Unu
eleme, hamur yoğurma, mayalanmasını bekleme, fırını kızdırma, hamuru yazma,
pişirme süreçlerinin tamamına verilen ad. (ekmek etmek)
ekmeğinden etmek: Birini işinden
atmak veya buna sebep olmak.
ekmeğine mani olmek: Birinin kazanç
sağlama yolunu engellemek.
ekmeğinnen oynamek: Birinin işini
kaybetmesine sebep olmak.
ekmeğufağı: Ufalanmış ekmek
kırıntısı.
ekmek aş hazırlamak: Bütün
donanımıyla sofra hazırlamak.
ekmekgıyısı:
yuvarlak ekmekten kesilen ilk dilim
ekmekli:
1.varlığını ihtiyaç sahiplerine dağıtan kimse, cömert; 2.oyunda sürekli
yenilerek rakibin hesabını ödeyen kimse.
ekmek Guran çarpsıñ: Karşısındakini
inandırabilmek için edilen yemin.
ekmek yimek: Yemek yemek,
karnını doyurmak.
el: Çocuk
veya büyük oyunlarında bölüm; set, devre.
él adama ne der!: Başkalarının
tepkisinden korkma sözü.
el adamı: işlerini yürütmek
için yeterli malzemeye sahip olmayıp başkalarındaki alet edevata muhtaç olan
kimse
él akıl gapâkan sen nokul gapmışıñ: Akılsızlığını yüze
vurma sözü.
el almek/elini almek: Büyüklerden birinin
görevini, alışkanlığını, kabiliyetini devam ettirmek.
elavıç: Birinin varı yoğu,
her şeyi. (el avuç)
elayası: Avuç
içi, avuç içinin parmaklara yakın kısmı.
él âzına bakmek: Başkasının fikrine
göre hareket eden.
él âzına bakan sel âzına yuva yapâmış: Başkasının sözüyle
hareket eden kaybeder.
el bezi: Yemekten sonra
elleri silmek için kullanılan ıslak/kuru bez.
elcik:
1.Tırpan sapına takılan, bir elle tutacak büyüklükte L şeklinde çıkıntı; 2.İki
elle tutarak kavrulmuş haşhaşı ezmeye yarayan taş.
elcil: İnsan
elinden beslenmeye alışmış hayvan.
elcimen: İnsana
alışkın hayvan, evcil.
el çırpmek: Alkışlamak.
elçim:
yolunmuş mercimek, nohut vs. yığını
el değişdirmek: 1.Kundaktaki
çocukların el ve ayaklarını çaprazlama birbirine değdirerek idman yaptırmak,
2.İşi diğer elle yaparak yorulan eli dinlendirmek.
élden ayrı: Geleneklere uymayıp
kendi başına iş yapan, kimseye benzemeyen.
elden ge: Tebrik sözü.
elden goldan geçdi: Değişilen veya
satılan bir şeyden geriye dönüş olamayacağını belirtir.
eldeymeni: Elle
çevrilen iki taşın arasında bulgur göce kıran küçük değirmen.
el dığanı: küçük
tava
ele ayağa düşmek: İhtiyarlamak, maddi
manevi baikalarının yardımına muhtaç olmak.
elebakım: Başkalarının
yardımıyla hayatını devam ettiren.
éle güne garşı: Herkese, elaleme
karşı, herkesin önünde.
elekci garısı gibi: Çok gezen kişilere
söylenir.
el el üsdünde kimiñ eli va: Bu sözü söyleyerek
oynanan bir çocuk oyunu.
Elem: Fatiha
suresi
êlenmeli:
Galibiyet karşılığında yenilenden herhangi bir şey alınmayan, mağlup olanın bir
şey kaybetmediği, sonunda ütme-ütülme olmayan oyun. (eğlenmeli)
elenti:
Elendikten sonra elek üstünde kalan ve hayvan yemi olarak değerlendirilen kirli
ürün artığı.
eletdirek:
1.Elektrik, 2.El feneri
el evine gitmek: gelin olup yabancı
eve gitmek
el gadâ: Küçük, küçücük.
élgün:
Başkaları, herkes.
eli: Hastalık
veya nazar gibi durumlarda okumaya yetkili kimse (ehli)
eli ayağı boşanmek: Çok korkmak.
eli ayağı dutmek: Beden gücü yerinde
olmak, iş yapabilecek güçte olmak.
eli bolarmek: Para sıkıntısından
kurtulmak, eline para geçmek.
el içine çıkmek: sosyalleşmek,
insanlara katılmak
eli érmek: Bir iş yapmaya
zaman ve fırsat bulmak.
elif kâdı: Kuran öğrenecek
çocukların ilk ders kitabı, alfabe.
eliñde bıdak mı va!: Eliyle bir şeyleri
döküp kıran sakar kişilere tepki sözü.
elinde galmek: Vuracakken zarar
görüp suç üzerine kalmak.
elinden almek: kurtarmak
elinden gelmek: Yapabilmek, beceri
sahibi olmak.
eline dönmek: Birisine
dilediğince hizmet etmek, her istediğini yapmak.
eliñe mi yapışcek!: Bir işi yapsan ne
olur, anlamında sitem sözü.
eline düşmek: Kendisine hıncı
bulunan birine muhtaç duruma gelmek.
élinen gelen düğün bayram: Topluluğa toptan
gelen bir sıkıntıya şikayetsiz katlanma.
elini almek: Kendinden büyük
birine benzeyerek onun yaptığı işi sürdürmek.
eliniñ altında: Her zaman kolayca
yararlanabileceği yerde ve yakınlıkta.
eliñ ôlu: El, yabancı kimse,
başkaları.
eli selek: cömert
éliñ ununnan anañın gırkını yapma: Başkasının malıyla
kendi işini görme.
êliz:
1.Hakkını arayamayan, güçsüz, aciz, mazlum; 2.Uslu, sakin, ağırbaşlı
éllere galasıca: İlenç sözü.
elleşmek:
1.dokunmak, ellemek; 2.sataşmak
elli akıllı: Tastamam, adamakıllı, iyice.
ellialtıya boğmek: Konuyu saptırarak
ortalığı karıştırmak, demogoji yapmak.
ellicik etmek: karşısındakinin
sahip olmadığı bir nesneyi onu imrendirecek şekilde teşhir etmek
ellik: eldiven
éllik gavuru: Aynı
yerde ikamet eden, tanıdık gayrımüslim.
el sende: Birrbirine elle değip oynanan bir çocuk oyunu.
el öpme: Dini
bayramlarda büyükleri ziyaret ve onlarla bayramlaşma.
el öpmelik: Geline
kayınpeder veya kaynana tarafından verilen hediye.
el örencesi: Oya,
nakış, örgü, işleme vb. elişi yapanların ilk yaptığı iş (el öğrencesi)
él örnek:
adamakıllı, gerçek (Ele örnek olacak kalitede)
el ucu: Çoğu
yenip bir kısmı bırakılmış ekmek parçası.
el ulağı: Ailede
ufak tefek getir götür işlerini yapan yaşça küçük kimse.
el ulağım evde galdı: Hareketsiz, miskin, tembel kimseleri tanımlamada kullanılır.
elvere de:
İnşallah. Bir şeyin mümkün olması ve en iyi ihtimalde gerçekleşmesi dileği.
elveri: Yaşı küçük olduğu halde askere alınan, eli silah tutabilen erkek çocuk.
elyet: ehliyet
emen: fidan,
fide dikmek için açılan küçük çukur
emendirmek: sıkıntı
vermek, zahmet vermek, yormak
emen emen: çok
zahmet çekerek
emeneşgen:
üşenmeden, yorulmadan
emenmek:
1.üşenmek, 2.boş yere yorulmak, didinmek; 3.Çok fazla emek vermek, çalışmak;
4.Gidip gelmek, geri dönmek (İşi bitirsem de bi daha köye emenmesem); 5.Dikkat
etmek, özenmek.
Emirlah: Emrullah
emişdirmek:
kuzuları koyunların yanına bırakarak emişmelerini sağlamak
emişik:
1.Sütkardeş, 2.Koyun ile kuzuların karışık bulunma durumu
emişmek:
koyunların kuzularını emzirmesi
emme:1.ama,
fakat, lakin; 2.çok, çok fazla, iyice
emme essa emme yalan: Doğruluğundan emin olunmayan durumlarda kullanılır.
emme işsin ha: Ne biçim adamsın sen!
emmi: amca
emri Hak vâki olmek: ölmek
emsal: yaşıt,
akran
emsiz: 1.masum,
mazlum, kimsesiz; 2.Beceriksiz, hakkını arayamayan.
emzikli:
çocuğunu emzirme dönemindeki kadın
éñ: damga,
hayvana vurulun işaret
éñ aşşağı: En az olarak, hiç
olmazsa.
enatdar: anahtar
enayi adam: Bir
durumu yakıştıramama ünlemi.
eneze: Zayıf, kuru, ince, sıska yapılı kimse.
éngasdan:
1.Yalandan, şakacıktan, mahsustan; 2.Gayrıciddi, özensiz yapılan iş.
éngücü:
1.Elbette, şüphesiz, herhalde, her ne olursa olsun, nasıl olsa, ister
istemez; 2. Eninde sonunda, sonuçta, sonuç olarak
enikléci: gebe
kedi, köpek (enikleyici)
êñiz: eviniz
éñki: o,
yanındaki
éñkini: onu,
yanındakini
éñleme:
Başkalarından ayırt edebilmek için hayvanı işaretleme, damgalama
éñnemek:
Hayvanlara işaret koymak amacıyla kulağını kesmek veya boynuzunu kertmek.
ennemesine: yatay
olarak (enlemesine)
enni: geniş
(enli)
enteri: Omuzdan
ayak bileklerine kadar uzanan tek parça elbise, entari.
epbap: dost,
arkadaş (ahbab)
epdes: abdest
epdes bozmek: Küçük ya da büyük
abdestini yapmak, hacet gidermek.
epdeslik: El, yüz
ve bulaşık yıkanan yer.
epdessiz:
uğursuz, pis
epdes suyu: abdest almak için
ayrılmış ibrikteki su
epdes suyu gibi: soğuk olmayan su
epdiş: Beş
çakıl taşıyla oynanan bir oyun. Taşın birini eline alıp dördünü yere koyarak;
eldeki taşı havaya atıp yerdekileri aldıktan sonra, havadaki taşı yere düşmeden
tekrar tutabilme esasına dayanır. (Ebe taşı)
epdiş gibi: Bir
şeyin büyüklük veya küçüklüğünü anlatmak için kullanılan benzetme sözü.
eperlo: hoparlör
ér:
1.Sahur, 2.Erken
érağeç: Tek at
koşulan arabalarda iki ucu oka bağlanan ağaç (eğri ağaç)
ére galkmek: sahura kalkmak
érekmeği: sahur
yemeği
ergennik:
Evlenmemiş kız ve oğlanların yüzünde çıkan sivilce (ergenlik)
êri: 1.eğri,
doğru olmayan; 2.Başını dik tutamayıp yamuk bakan, yalpalayarak yürüyen.
eringeç:
üşengeç, erinen, tembel
erinmek: üşenmek
Êripara: Bir
mevki adı (Eğri para)
érişgin: 1.Ermiş
kimse, 2.Evlenme çağına gelmiş kız, yetişkin.
erkeklenmek: Bazı
bitkiler kartlaşıp tohumlanmak.
erkenci: İşine erkenden başlayan.
érmek:
Meyveler veya ekin olgunlaşmak.
ernik:
Eskimeye yüz tutmuş kumaş, elbise.
erzan: 1.ceza,
2.suç, günah
erzanı:
Haketti, buna layık anlamına gelir.
esbap:
çamaşır, elbise, esvap
esbap daşı:
Üzerinde çamaşır yıkanan, tezgah gibi yükseltilmiş, büyükçe, yassı, tek parça
taş.
eser: rüzgar,
yel, esinti
esger: asker
esgiden âretdemiş, şindi Êretde: İyi biriymiş gibi
görünen ama mazisi karanlık kişi.
esgisi gibi: Önceden olduğu
gibi.
êsik gedik: Ufak tefek
eksiklikler, gerekli olan ufak tefek şeyler.
ésilmek:
azalmak, eksilmek
ésik:
1.eksik, 2.vaktinden önce doğan çocuk
ésikli: kadın
(eksikli)
êsinti: küçük,
kulpsuz hamur teknesi
esir: Sıra,
zaman, aralık, mevsim, dönem (Şu esirle gafam çok ârıyo)
esirekli: Kızgın,
öfkeli, sinirli
êsiran:
1.teknedeki hamuru sıyırmaya yarayan araç, 2.kül ve çöp alma küreği, ateş
küreği
ésmek: Örgüde, sonraki her bir sırayı birer ilmek küçülterek örülen şeyi daraltmak.
esnaf: Köyde
oturduğu halde çiftçilik yapmayan.
essa: doğru,
sahih
Essan: İhsan
essatdan:
gerçekten, essahtan
essa yalan: Doğruluğundan emin olunamayan durumları anlatır bir ikileme.
esselât: sela
esselat verilmek: Ezandan önce sela
okunmak.
eş: Eskiden
bir erkeğin nikahında bulunan kadınlardan her birinin diğerine göre durumu,
kuma.
eşgâre: Göz
göre göre, âşikare.
éşgiya: Taşınacak şeyler, ev eşyası.
éşi: ekşi
eşiklik: Kapı
boşluğunun alt kısmında bulunan alçak basamak, eşik.
éşimek:
1.Yiyecek bayatlamak, bozulmak; 2.Misafirlikte eskimek, 3.Surat asmak, 4.Karılan çorak çamuru eskiyerek kıvam bulmak.
êşimen: kuzukulağı
(ekşimen)
êşimti:
ekşimsi, ekşimtırak
eşingen: çok
eşinen hayvan
eşirgenmek:
1.Kıskanmak, çekememek; 2.Can sıkıntısını gidermek için biriyle konuşmak,
dertleşmek; 3.Oyalanmak
éşisu: maden
suyu (ekşi su)
éşi turşu: Yemek
yanında bulundurulan garnitürleri anlatan ikileme.
eşmek:
eşelemek
eşşeğölüsü gibi: Çok ağır ve çok
büyük şey.
eşşek gadâ: eşek
kadar, çok büyük
eşşek turpu: hardal
otu da denen, sarı çiçekli bir ot
eşşik: eşik
etdiyaç: ihtiyaç
etdiyar: ihtiyar
et dutmek: Şişmanlamak
etekbezi: kundak
bezinin içine, bebeğin bacaklarına sarılan bez
eteklik: kadın
giysisi, etek
etli: meyvede
dolgunluk
etme dediğini etmek: İkaz edildiği bir
hareketi inadına yapmak.
etmek:
1.ekmek, 2.cinsel ilişkide bulunmak, düzmek
etmişleyin: dediği gibi (Hoca etmişleyin, pareyi veren düdüğü çalıyo.)
ettop: içi
dolu, avuç içine sığabilen küçük lastik top
ev:
konuttaki her bir oda
êvam:
1.Zayıf, dayanıksız, güçsüz kimse, 2.eğreti, yapmacık, geçici duran şey
ev bark: Aile, çoluk çocuk.
evcimen: 1.Evine
düşkün adam, 2.Ev işlerinde becerikli kadın, 3.Evde beslenen hayvan, evcil
evecen: tez
canlı, aceleci
évedi: acele,
ivedi
évedinen:
aceleyle
evelallah: Allahın
yardımıyla.
evelevelden: İlk baştan beri, çok önceden beri.
eveli: 1.önce,
evvel; 2.eskiden, geçmiş zamanda, mazide
eveli gün: Dünden önceki gün.
ev görme: Yeni
eve hayırlı olsun ziyareti.
ev görmelik: Yeni
eve yapılan ilk ziyarette götürülen hediye.
ev içercek: tüm
aile olarak, mâaile
ev içerisi: ev
halkı
evilgavil olmek: gizlice anlaşmak,
sözleşmek
evlek:
1.Tarlayı sürmek veya ekmek için pullukla cizileyip bölünen kısım; 2.arazi
ölçüsü, dönümün dörtte biri; 3.Öküzlerin bir postada sürebileceği miktar.
evlek kesmek: Tarlayı sürmeye
başlarken, önce pullukla bir evleklik bölümleri belirlemek.
évmek: acele
etmek, telaş etmek
evsâbı: evin
erkeği, ev sahibi
evsilemek: 1.Elle
karıştırarak bir şeyin altını üstüne getirmek, 2.Avuçlayarak bir şeyin büyük
parçalarını üste çıkarmak.
ey:
kendisine seslenen birine “efendim, buyur” anlamında kabaca verilen cevap
eyê: eğer,
şayet
eyetmek(iyi etmek): 1.Yapılan işi
onama sözü. Bazan vurgu ile tam tersi protesto anlamı da verilebilir; 2.Tedavi
etmek, iyileştirmek.
eyi: 1.iyi,
2.peki, tamam
eyi bakam: tasdik
veya teselli etme sözü (iyi bakalım)
eyicene:
adamakıllı, iyice
eyidemir: Oyma ve
delme işlerinde kullanılan keskin uçlu demir.
eyilik bilmez: Nankör
eyitden: iyiden
iyiye, adamakıllı
eylemek:
avutmak, oyalamak
eylenmek: vakit
geçirmek, oyalanmak, süreyi doldurmak
eyôlkitabı:”Ey
Oğul” diye başlayan bölümlerden oluşmuş, dini nasihat kitabı.
êza:
1.kibrit, 2.tırnakla etin birleşme yerinden kalkan deri parçası
ezen: ezan
ezgi: güçlük,
sıkıntı, eziyet
ezgilemek: Bir işi
ayrıntılı düşünerek yapmak.
ezgili:
1.eziyetli, zahmetli iş; 2.nazlı, sürekli halinden şikayet eden kimse
Eziz: Aziz
ezizallah: Ezan
duası (Aziz Allah)
ezmek: özel
taşla veya elle ovarak vücuttaki kirleri çıkarmak.
ezinmek: tellak
veya başkası tarafından kiri çıkacak şekilde keselenmek
ezzet
mezzet âretde beni gözlet: Çocuklar yüksek bir yerden atlarken veya
tehlikeli bir şeye girişirken söyledikleri korunma duası.