13 Şubat 2024

biçeşit - Büzükhaliliñguyu

 
biçeşit: Tuhaf, alışılmışın dışında. (İnsanın yüzüne de biçeşit bakıyo)

bi çivt lafı olmek: Bir konuda söyleyeceği bulunmak.

biçimine gelmek: uygun düşmek

biçimine getimek: En uygun zamanı kollayıp gerçekleştirmek.

bidâ: 1.Yine, tekrar, bir daha; 2.Bundan sonra

bidâ da: Gelecek sefer, bir daha da. Olumsuz anlamda uyarı anlamı verir. (Bidâ da orye otuma!)

Bidakge: Hassönlerin Gedikoğlu Ömer’in ortanca oğlu Resul Eser. 1913 Yılında dünyaya geldi. Bu sözü çok tekrarladığı için böyle lakaplandığı tahmin ediliyor. 1995 Yılında vefat etti.

bidcok: Çok, çok fazla, bir sürü. (Bidcok guzumuz oldu.)

bide: pide

bi de: Bir de (Bi de şunu deneyiñ)

bide çekdirmek: Pide ziyafeti vermek.

bi dediğini iki etmemek: Her istediğini yapmak.

bidencik: tek (bir tanecik)

bidendâ: Bir kere daha, bir sonrakinde anlamına gelen olumsuz uyarı bildirir. (Bidenda burye gelme)

bidene: Eşi benzeri bulunmaz, bir tane.

bidenesi: Biri, birisi (bir tanesi) (Bidenesi de dün gelmiş.)

bi deyi biñ kere: Genelde Allah razı olsun dileğini pekiştirmede kullanılır.

bidıkım: Azıcık, bir parça, bir lokma. (Bidıkım ekmek yiditdirmediñiz.)

bi dikişde: Bardak veya şişeyi baş aşağı ederek bir defada içmek.

bidosluk: Bir dost ağırlayacak miktarda.

bidüñya: Bir çok.

bigavrım: İşe yarayacak miktarda (bir kavrum)

bi günden bi güne: (z) Bir kez olsun.

bi hapaz: Bir avuç

bi kele melem olmamek: Bir işe yaramamak, faydasız, hayırsız olmak. (Bir kele merhem olmamak)

bi kere/bi kerem: 1.Artık, bu defa, bundan sonra, bunun üstüne, netice olarak; 2.Öncelikle, ilk olarak.

bilader: Kardeş, dost, arkadaş.

bildiğini de unutdurmek: Şaşkınlıktan bildiği bir şeyi yapamama, şok haline girmek.

bildiñ mi: Hatırladın mı, biliyor musun, anlıyor musun

bildirbir: Birdirbir oyunu.

bilezik: Kuyunun üzerine konulup onun ağzını oluşturan büyük delikli taş.

bili! bili!: (ü) Tavuk horoz çağırma ünlemi.

bilip bilmeyip: (z) bilmeden, aslını araştırmadan

bille: o zaman, anında, hemen (Adam gelip bille bizi buluyo.)

billur: cam bardak

bilmeden bilişdirmeden: işin iç yüzünü araştırmadan

biñ: bin

biñdebir: Pek seyrek olarak, nadiren.

biñnire: bin lira

biñ pişman olmek: Yaptığı bir iş sonucu çok pişman olmak.

bi oturuşda: Bir öğün yemek süresinde.

biörnek: Eş, benzer. Birbirine benzeyen şeylerin her biri. (bir örnek)

birbiri: (i) Yabancı olmayan, akraba, yakın.

birbirine guymak: Aralarına fitne sokarak insanların kapışmasını sağlamak.

birbirini ağdırmamek: Huyca birbirinin dengi olan iki kişiyi değerlendirmede kullanılır, daha çok olumsuz karşılaştırmaların sözüdür.

birde (z): İlk denemede, bir kerede, bir anda anlamlarına gelen zarf. (Herkeşle uğleşib durukan O birde bitirdi.)

bire: bira

birez: biraz

birezden: az sonra, birazdan

biri sürüyo, biri sürgülüyo: İşbirliği yaparak iki kişi insanlarla dalga geçiyor (Biri tarlayı sürüyor diğeri sürgülüyor)

biri yidi oyuna gitdi, biri yidi goyuna gitdi: Her şeyi ortada bırakıp dağıldılar. Çocuk oyuna, babaları da sürünün peşine gitti. Evin hanımı tek başına kaldı.

birlemek: Toplayıp demet yapmak.

birlik: Ataerkil ailede işlerin ve malların ortaklığı. Evli kardeşler çocuklarıyla aynı evde kalmaktadır. İş, kazanç, masraf her şey ortaktır; böyle ailelere birlik denir.

bi sıkım: Haşlanmış otlar sıkıldığında, avuçta kalan miktar.

bi solukda: Kısa bir zamanda, hemen, çabucak

bissürü: Çok fazla, bir sürü.

bişcek daşcek: (s) Yemeği yapılacak sebze. (Bazardan bişcek daşcek bişeyle al)

bişey almek: Büyükler çocuklara verdikleri paranın gerekçesini böyle açıklar. (Dükkandan bişey al.)

bişgin: 1.İyi pişmiş, pişkin; 2.Olgun

bişi: Mayalı hamurla yapılıp yağda kızartılan çörek.

bişirgeç: Sacın üzerindeki katmer/bazlamayı çevirmeye yarayan, yassı uzun tahtadan yapılmış alet.

bişirim: Pişirme miktarı.

bişirmelik: Pişirmeye uygun.

bişiyen: kolay ve çabuk pişen

bişmek: 1.Yaşça ve meslekçe olgunlaşmak, 2.Tırpanla ekin biçmek.

bişş!: Atı durdurma veya yanına yaklaşırken sakinleştirme ünlemi.

bit gadak: Minnacık, çok küçük, bit kadar

biti gannanmek: Yoksul bir kimse kısa sürede para kazanıp durumunu düzeltmek. Bu deyimde bahsedilen kişinin yeni durumu sebebiyle şımardığına dair bir ima da bulunur.

bitim: son, uç

bitirmek: Kızı vermeye razı etmek. Dünürcülüğün son noktasıdır, bundan sonra nişan ve düğün süreci başlar.

bi türlü: (z) Hiçbir biçimde, hiçbir yolla, asla.

biyerde: (e) Bir bakıma, belli bir noktada

biyol/buyol/büyol: (z( Bu kez, bu sefer

biyoş: acayip, tuhaf, (bir hoş)

biyoşcana: (z) Çok garip bir şekilde

biyoş olmek: 1.Hüzünlenmek, şaşırmak; 2.Kokmak, bozulmak; 3.Hastalanmak, tuhaflaşmak.

biz: 1.Deri vb. sert şeyleri dikerken iğne yeri açmaya yarayan, ağaç saplı, ucu sivri demir alet. 2.Bu aleti yere saplayarak oynanan oyun. Sokakların taşla kaplanmadığı, toprak olduğu zamanlara mahsus biz oyunu bıçakla da oynanabilirdi.

bizimgız: kızkardeş, bacı.

bizim milletimiz: Olumsuz bir alışkanlığından bahsederken Anıtkaya halkı. (Bizim milletimiz lafdan sözden anlamaz, vur deyince öldürveri.)  

bizimôlan: Erkek kardeş, arkadaş, dost. (bizim oğlan)

bizinen: bizimle

bizlemek: Biz ile dürtmek, delmek, yaralamak.

Bobukezban: Gocalilerin şehit Halil kızı Kezban Kırım. 1916 Yılında doğdu. Doğuştan fiziksel ve konuşma engelliydi. Dolaksızlardan olan annesi de öldükten sonra tamamen kimsesiz kaldı. Hayatını köylünün yardımıyla sürdürdü ve 1966 yılında vefat etti.

bocuk: Kaban, mont, gocuk.

bodu: Kısa boylu, bodur

Boduoğlu: İşgal sırasında Çerkez çeteler tarafından öldürülen Küçükismailoğlu Mehmet Cemal’ın oğlu Yahya Soylu. 1921 Yılında doğdu, babası şehit edildiğinde taze bebekti. Kısa boyundan dolayı böyle lakaplandığı sanılıyor, 1991 yılında vefat etti.

bodurmâmıt: İlaç olarak kullanılan bir ot.

boğassak: çok fazla yiyen, obur

boğaz: 1.yiyecek, 2.iştiha, yeme isteği, 3.Gırtlak

boğazı inmek: Bademcikleri şişip boğazı ağrımak.

boğazına cizilmek: 1.Üzüntüden ya da kızgınlıktan lokmaları yutamamak, 2.(mec)Yemekten tat alamamak.

boğazına cizmek: Yapılan bir hareket sonucu iştahı kaçırmak.

boğazını almek: Boğazı tıkanmak.

boğazı ötmek: Karnı acıktığını belli etmek.

boğazipi: Araba veya çifte koşulan hayvanların boynundan boyunduruğa bağlanan ip.

boğmek: Kese, çuval, torba gibi şeylerin ağzını bağlamak.

boğsu: çatı ile duvar arasında kalan mertek boşluğu

bokboğaz: Boğazsak, pisboğaz.

bokböceği: Kırda hayvan tersiyle oynayan böcek.

bokça: Harmanda öküzün çektiği döğenle sap ezerken, hayvanın dışkısı sapa karışmasın diye arkasına tutulan pislik kabı. Yarıdan ayrılmış sinek kırığı en çok kullanılan bokçadır.

bok deliği: Hayvan tersinin damdan bokluğa atıldığı delik.

bok etmek: Berbat etmek, düzeltilmesi imkansız hale sokmak.

bok gibi: Çok fazla para için söylenir.

bok götümek: Bir yer pislik içinde olmak.

Bokluahmet: Hamzaoğlu Hasan’ın yani Tongulninenin tek oğlu Ahmet Yiğit. 1908 Yılında doğdu, Tonguloğlu da derlerdi; Conahmetin kayınpederidir. Son döneminde Kırtişinapilden dul kalan Satı Hanıma içgüveyisi oldu, 1968’de vefat etti.

bokluk: Hayvanların pisliğinin biriktirildiği, ahırın dışında, ona bitişik yer. Yılda birkaç kez boklukta biriken tersin tarlaya çekilmesi gerekir.

Bokuşak: Gavalcıoğlu Halil’in büyük oğlu Ahmet Aracı. 1894 Yılında doğdu. Neden böyle lakaplandığı bilinmiyor. 1956 Yılında vefat etti.

bolarmak: 1.Bereketlenmek, çoğalmak, fazlalaşmak, artmak. 2.Giyeceğin genişlemesi, 3.Maddi olarak rahatlamak.

bolderin: Sıkıntıya düşmeden, bitecek diye korkmadan, rahat rahat (Bisürü şey aldık, bolderin yiyem deye.)

bol götden ossurmek: İdareyi bilmemek, geliriyle orantısız harcama yapmak, ayağını yorganına göre uzatmamak.

Bolşevik: Devrimbeşlerin Büzükhalilin küçük oğlu Yakup Aydın. 1933 Yılında doğdu, Conahmet ve Avkathilminin küçüğüdür. Zamanın meşhur komünistine benzer pantolon giydiği için böyle lakap uydurmuşlar. 1968 Yılında vefat etti.

Boran: Corukların Köriban ve hem emmioğlusu hem de karınkardeşi Gakgidiye soyadlarından dolayı bu lakapla seslenirlerdi. Oran'dan önceki soyisimleri Boran idi.

borç dert/borcarç: (z) borçlanarak. (Borçdert bi motur aldık.)

Borçlunuñ malı olmaz; dibi boş, zıvgarlı değil: Başka bir kaynaktan maddi desteği olmadığı sürece borçlunun malı olamayacağına dair atasözü.

bosdan: Karpuz, kavun

boşan da semeriñi yi: Çok obur kimseler için kullanılır.

boşanmek: Hayvan bağından, yularından kurtulmak.

boş geçmek: Önem vermemek, aldırmamak.

boşlamek: Bırakmak, vazgeçmek. (Namazı boşlamış.)

botca: 1.içinde elbise bulunan çıkın (bohça);  2. Bütçe. Önce Muhtarlık sonra Korumaca hazırlanıp salgı salma yoluyla toplanan Köy bütçesi.

botca atmek: Kız tarafı oğlan tarafına hediyeleri geri gönderip nişanı bozmak.

botcalamek: Toplayıp çıkılamak, bohçalamak.

boya çekmek: Boyu uzamak, boylanmak. Vücut gelişimi normal seyrinde devam ederken boy uzaması hissedilir derecede artmak.

boyamek: Koku ortalığı kaplamak. (Evi sarımsağa boyadılar.)

boy epdesi: Gusül

boynu altında galsıñ: İlenç sözü.

boynunuñ borcu: Birinin yapmak zorunda olduğu iş.

boyuna: devamlı, sürekli, hepten, tamamen

bozarmek: 1.Renk değiştirmek, kırlaşmak, ağarmak, sararmak; 2.Utanmak, kızarmak.

bozartı: 1.Leke, 2.Akşamın alaca karanlığı

bozmek: 1.Ekini hasat edip tarlayı sürmek, 2.Verimsizliğinden dolayı ekini sürüp iptal etmek. 

böbek: bebek

böbü: Çocuk dilinde bebek.

Böbüdede: Veyislerden Halil oğlu Ahmet. 1840 Yılında doğdu. Evin en küçüğü olarak bebek iken öksüz ve yetim kaldı, bunun üzerine bütün kardeşleri onun yetişmesine itina gösterdi. Bu dönemde takılan ‘Böbü’ lakabı yaşlılık döneminde ‘Böbüdede’olarak devam etti. Hacıarifin babası, Körhocanın dedesidir. 1910 Sonrası gittiği Hicaz’dan geriye dönemedi.

böcülemek: 1.Üstünkörü çalışarak işi öylesine bitirmek. (Günaşığı böcüleyip tarladan çıkdık.) 2.Birbirine denk olmayanların karşılaşmasında, güç kuvvet bakımından üstün olanın zayıfı alt etmesi. (Doñuz, Cingenömer’i böcülevemiş.)

Bödü: Omarcıkoğlu Abdullah’ın küçük oğlu Mehmet Sağlam. 1915 Yılında doğdu. Koyun peşinde bir ömür tükettiği, Dağ’ı karış karış tanıdığı, onun yüzünden çoğu yabancıyla mücadele ettiği efsane gibi anlatılır. 1994 Yılında vefat etti.

Bödünüñçeşme: Bödümehmet tarafından Gedik mevkiinde yaptırıldığı için böyle adlandırılmış bir çeşme. Yakınlarındaki düzlük mesire yeri olarak kullanılanılmaya başlandığı günden beri o mevki de Bödünüñçeşme olarak anılmaktadır.

böğrek/böörek: böbrek

böğrekli: Ağzı böbreğe benzeyen büyük bir bıçak türü.

bölme: Bölünerek oluşturulmuş oda, bölüm.

bööle/bööne: böyle

böönece: bu şekilde, böylece

böönecene: 1.bu şekilde, böylece; 2.Burada bulunanların tamamı olarak (Hadi bönecene bize gidiyoz.)

börtlek: dışa doğru şişkin

börtlemek: dışa doğru çıkmak, patlamak

börtmek: 1.haşlamak, 2.Sıcaktan ve susuzluktan takatsiz düşüp bunalmak, 3.Uzun süre su içinde kalan el ayak gibi yerlerin gevşeyip şişmesi, 4.Sıcak veya soğuk etkisiyle yapısının bozulması.

börtü böcek: (i) Küçük zararlı hayvanlar, haşerat.

börülce: fasulye

bötdürmek: haşlamak, suyunu çıkarmak

böyüden (büyüten): Emzikteki çocuğun emdikten sonraki hıçkırığı. Bu durumun normal olduğu, böylece bebeğin büyüdüğüne inanılır.

böyük: büyük

böyükepdes: İhtiyaç giderme, kaka.

böyük gonuşmek: Yapamayacağı, başaramayacağı konu hakkında kesin konuşmak.

böyük gütcük bilmemek: Büyüğüne saygı, küçüğüne merhamet göstermez olmak, sürekli kalp kırmak.

böyüklük sende galsıñ: Büyüklüğünü göster, affet.

böyüksülenmek: Kendini üstün görmek.

böyük yemin etmek: Geri dönülmez şartlarla yemin sözü söylemek.

böyün: bugün

böyün bañese yarin saña: Bugün bendeki kötü durum yarın başkasına da gelebilir.

böyün yârin: (z) Kısa süre içinde, yakın bir gelecekte.

buba/buva: baba

buba bir: Aynı babadan dünyaya gelmiş kardeşler.

bubalık: üvey baba

bubam mezerden galkcek: Asla

buba yarısı: Amca

bugadan: Bu denli, bu kadar

bugadâ ol (Bu kadar ol): Yiyecek veren bir çocuğa onu iade ederken edilen dua.

buğuz: Kin, kıskançlık (buğz)

buğuzetmek: Kıskanmak, çekememek, istememek.

bulama don: kadınların giydiği bir çeşit şalvar

bulamak: 1.Karıştırmak, 2.Bulandırmak, 3.Sallamak

bulanmek: 1.Yoğrulmak, karışmak; 2.Yürürken sallanmak, salınmak.

bulduk: 1.Kimsesiz çocuk veya kedi köpek yavrusu; 2.İsmi aile büyüklerinin değil de başkasının hatırasına uygun konulan kimse.

Bulduk: Selimlerin Halil’in büyük oğlu Mehmet Saçak. 1908 Yılında doğdu, sülalede bulunmayan isim verildiği için bu anlama gelen Bulduk ile lakaplandırıldı. 1965 Yılında vefat etti.

Buldukgarısı: Alemdaroğlu Mehmet’in küçük kızı Satı. 1917 Yılında doğdu. Bulduk/Arnavut Mehmet ile evlendikten sonra bu lakapla anıldı. 2001 Yılında vefat etti.

buldumcuk olmek: Sahip olduğu şeylerin kıymetini bilmeyip onlara burun kıvırmak.

buleşik: 1.Kirli tas tabak, bulaşık; 2.İstenmediği yerde durmakta ısrar eden kişi.

buleşik suyu gibi: Tadı tuzu olmayan sulu yiyecek ve içecekler için söyler.

buleşik yaleşik: (i) Temizlenmesi gereken her şey.

bulgur çekdirmek: Bütün bulgur tanelerini kırdırmak.

bulgur gaynatmek: Kış hazırlığı olarak buğdayı; yıkama, kaynatma, kurutma, sürme/soyma, ayıklama, kırma/çektirme işlemlerinden oluşan süreç.

bulgur gazanı gibi gaynamek: Yerinde duramamak, kıpır kıpır olmak.

bulgurpüsgürtmesi: Vücutta kaşıntılı kızarıklıklarla kendini gösteren deri hastalığı, ürtiker. Ehline okunup bulgur püskürttürme ve perhizle tedavi edilir.

bulgur salmek: Kaynamakta olan suya bulgur koyup pişmeye bırakmak.

bulgur sürdürmek: Kaynatılıp kurutulmuş bulgurun kabuklarını soymak maksadıyla özel bir değirmende dövdürmek.

bulunmek/bulunuvemek: Başkasının işine yardım amaçlı katılmak.

bulup da bunamek: Elindeki nimetlere karşı nankörce davranmak, bulduğunu beğenmemek.

buluntu: Birinin kaybedip başkasınca bulunan şey.

buñ: bunaltı, sıkıntı, felaket

Buñar: 1.Güneyde köyün su kaynağı olup çevresi havuzla ıslah edilmiş olan pınar. 2.O mevkiye verilen isim.

Buñarıñüsdü: Bir mevki adı.

buñgun: 1.Sıkıntılı, bunalmış kimse, 2.Darlık, yokluk içinde olan, 3.kapalı, sıcak ve sıkıntılı hava

buñgunnuk: Sıkıntı, darlık, kriz

bunnañ: bunların

bunnan: bununla

burç: Kütük yarmaya yarayan sivri uçlu kalın demir, kama.

burgu: 1.Basit el matkabı, 2.Artezyen kuyusu açan araç.

burgu salmek: sondaj yapmak

burma: 1.Musluk, 2.Telleri burularak yapılan bilezik

burmek: 1.Danayı, tosunu iğdiş etmek; 2.Bükmek, çevirmek.

burnuna girmek: Tehdit için söylenen söz.

burnunu atmek: Sümkürerek burnunu temizlemek.

burnunu çekmek: Sümüğünü çekmek.

burnunuñ dikine gitmek: Başkalarının dediğine bakmadan bildiğini yapmak.

burnunu sürtmek: Birini sıkıntıya sokup kibrini kırmak.

buruk: Eğri, çarpık, yamuk yürüyen, kambur.

Buruküseyin: Daldalların şehit Ramazan’ın küçük oğlu Hüseyin Değer. 1915 Yılında doğdu, Bacıdede Seydi’nin kardeşidir. 1985 Yılında abisinden üç ay sonra vefat etti.

burunlatmak/burunnatmak: Pulluk demirinin ucunu keskinleştirmek.

Buruşakmehmet: Hassönlerin Gedikoğlu Halil’in küçük oğlu Mehmet Omak. 1882 Yılında doğdu. Kronik böbrek rahatsızlığından dolayı sürekli kıvrandığı için böyle lakaplanmış. Tatıresil, Suguşu, Gecegondu, Kırtümmet ve Cemal Omak’ın babalarıdır; 1949 yılında vefat etti.

burye/buriye: buraya

buydey: buğday

buydey biti: Nemli olarak konulduğunda buğday ve mercimek içinde oluşan ve tanelerin özünü yiyen bir böcek.

Buydeycigadir: Bekiralinin Abdülkadir Dadak. 1929 Yılında doğdu. Bir dönem evinde zahirecilik yaptığı için böyle lakaplanmış, bakkallığı da var. Palavurun babasıdır, 1999’da vefat etti.

Bu yel böyle eserse, bu keser de böyle keserse...: Şartlar böyle devam ederse bir şey değişmez.

buymek: üşümek. donmak

buynuz: 1.boynuz, 2.harnup, keçiboynuzu

buynuzlu: Ailesinin kadınları kötü olan erkek.

buz kesmek: Vücudu buz gibi olmak, çok üşümek.

buzmandır: Bu vakte kadar (Bu zamandır)

buzuleci: hamile, buzulayacak inek.

büber: biber

bübük: ibik

Bük: Eğret Çayı’nn kıvrım yapıp büküldüğü yerdeki verimli arazi ve o mevkiye verilen isim.

bükme/bütme: Mayasız hamurun içine mercimek, patates konularak büküldükten sonra tepsiyle fırında pişirilen börek.

bülkmek: Su kaynaktan fıkır fıkır çıkmak.

bülü bülü: (ü) Tavukları çağırma sözü.

bülüç/bülüş: piliç

bülük: Erkek çocuk cinsel organı

büñgüldemek: suyun kaynaktan coşkuyla çıkması

bürgün: yarından sonraki gün, diğer gün, öbür gün

büylek: Büyükbaş hayvanları ısırarak onların huysuzlanmasına sebep olan sinek. Büğelek.

büylek dutmek: Büğelek sineğinin hayvanı ısırıp kaçırması.

büylek dutmuş gibi: Büğelek sineği ısırmış gibi rahatsız olma.

büyü cazı: (i) Büyüye benzer uygunsuz işler

büyülük: Büyü yapmada kullanılan malzeme.

büz: Betondan yapılmış, geniş su veya kanalizasyon borusu.

büzmek: Bir şeyi kıvırarak daraltmak.

büzük: Cildinde yanmadan dolayı büzülme olan kimse.

Büzükhalil: Devrimbeşlerin Dervişmehmetin ortanca oğlu Halil İbrahim Aydın. 1889 Yılında doğdu; Godalömerin küçüğü, Gavureyübün büyüğüdür. Lakabının kaynağı öğrenilemedi. Conahmet ile Avkathilminin babasıdır, 1946 yılında vefat etti.

Büzükhaliliñguyu: Atmemezarı ile Örençayırlar arasında Büzükhalil tarafından kazdırılan sereñli kuyu. O mevki şimdi bu kuyunun ismiyle anılıyor.

 

baca - biçer goğlamek

 
baca: 1.Duvar içine yapılmış ocak-baca düzeneği, şömine; 2.Kandilin cam fanusu, 3.Duvara gömülmüş kapaksız dolap.

bacagaşı: Ocağın yan üst veya yan tarafına yapılan, lamba kibrit gibi ufak tefek şeyleri koymaya yarayan küçük raf.

bacak: Hayvan sayı birimi.

bacaklı: Uzun boylu, iri, kemikli hayvan.

Bacıseydi: Daldalların şehit Ramazan oğlu Seydi Değer. 1914 Yılında doğdu. Nezaketi ve nezaheti sebebiyle böyle lakaplandı. 1942 Yılından vefatına kadar tuttuğu ölüm defteri sebebiyle rahmetle anılıyor.

bâcık/bağcık: İki şeyi birbirine bağlamaya yarayan küçük ip.

badak: Kısa boylu, ufak yapılı, bodur, tıknaz kimse.

badas: Tahıl kaldırıldıktan sonra harmanda toprağa karışmış olarak kalan buğday taneleri. Harmanın son işi olarak savrulan badastan çıkan dene, toprağa belendiği için taşlı olur. Yine de telef edilmeyip tavuk yemi filan edilir.

badca/bacca: bahçe

badca bozma: Bahçedeki ürünü hasat etme. Yalnız bahçe bozma her zaman sahipleri tarafından yapılmayabilir. İzinsiz olarak oradan bir şeyler çalanlara ‘bahçe bozan’denir.

badca gapısı: (mec)Pantolon fermuar veya düğmesi.

badca gapısı açık galmek: Pantolon düğmeleri iliklenmemiş olmak.

Badcarası: Bahçelerin bulunduğu yerleri belirtir mevki adı.

Badcecik/Baccecik: Bir mevki adı, Behçecik.

badeş: Arkadaş, birlikte olan, birlikte iş yapılan insan.

badılcan: patlıcan

badırdamak: 1.Söylediği anlaşılmamak, homurdanmak, çok ve lüzumsuz konuşmak; 2.Konuşmak, çene çalmak; 3.Çekişmek, kavga etmek.

Badıvan: Patlakların Sağırömer oğlu Halit Patlar. 1938 Yılında doğdu, erken dönemde İzmir’e yerleşti. Emeklilik sonrası yazlıkçı olarak Anıtkaya’ya yerleştiyse de 2017 yılında İzmir’de vefat etti.

badi: 1.Kaz, 2.Kaz çağırma ünlemi.

bağ: 1.engel, mani, düğüm; 2.Bağlanmış paket

bağa: kaplumbağa

bağalı: pahalı

bağaş dutuşmek: İddiaya girmek, bahis tutuşmak. (vâ mısıñ bağaşına!)

bağırcak dutmek: Koyun çobanlarının gece koyunlar geviş getirmek için yattığında evcil bir hayvanı kendi bileğine bağlayıp yatmak. Kalktıklarında çekip gitmesinler diye sürüyü kaybetmemek için yapılan bir ilsem.

bağışlamek: 1.Yardım kuruluşuna ayni veya nakdi bağış yapmak. 2.Aile büyüğü taşınır veya taşınmaz bir mülkü birine hediye etmek.

bağlantı: Yapılarda destek olarak kullanılan ağaç.

bağrış çığrış: (z) Oldukça gürültülü ve hareketli iş ortamı

bağrıyuka: duygusal, merhametli, yufka yürekli

bahara goyvemek: Büyükbaş hayvanların kırda otlama sezonunu açmak.

baharını almek: Hayvan kırda otlamak, bol bol taze ot yemek.

bah! bah!: (ü) Köpek çağırma ünlemi.

bakam: bakalım

bakan çeken: (i) İlgilenen, ihtiyaçlarını karşılayan.

bak bak: (e)Bir söz veya durum karşısındaki şaşkınlığı anlatır. (Sonra bak bak bunlar neler çevirmiş demesinler.)

bakdur aşı: “Ne pişirdin?” veya “Ne yedin?” diye sorana verilen cevap, hayali bir yemek

bakele/bakelene: Şaşma, korku, pişmanlık, beğenmeme, öfke, acıma ünlemi. (bak hele)

baken: müsaade et anlamında bir söz (bakayım)

bakır/bakırca: kova, bakraç

bakılak: bekleyici, gözleyici

bakılak olmek: Emanet bırakılan bir şeye göz kulak olma, dikkat etmek.

bakıldak: Serçeden büyük, tepeli, eti yenen bir kuş.

bakınmak: Doktora muayene olmak, tedavi olmak.

bakıp görmek: Bir işin bir isteğin yerine getirilmesi için çareler araştırmak.

bakla dökmek: Bakla ile fal bakmak.

baklağı: baklava

baklatdırmak: Kaybolan bir şeyi bulmak için falcıya baktırmak. (bakla attırmak)

Balaban: Bir mevki adı.

balbaklâsı:  En lezzetli hayali bir yemek. (Balbaklağısı olsa yicek yanım yok.)

bâlı: 1.Pahalı, 2.Bağlı

balık oynamek: Yıldırım düşmek, şimşek çakmak.

bâli/bâlim/bâlimine: Keşke, hiç olmazsa (bari)

balkan: Sık orman, sık çalılık.

bambıl: Taze iken buğday başağında tanelerin özünü yiyen zararlı bir böcek.

banak: Banarak yenen yarı sulu yemek.

Bandocu: Hassönlerin Gocaömerin büyük oğlu İbrahim Koç. 1937 Yılında doğdu; Gırhasan, Münir ve Terziizzetin abisidir. Askerliğindeki vazifesi dolayısıyla böyle lakaplanmış. 1996 Yılında vefat etti.

bañguş: baykuş

Bañguş: Gademlerin Mehmet oğlu Osman Çotak. 1891 Yılında doğdu. Cihan Harbinde çeşitli cephelerde çarpıştı, esaret hayatı yaşadı. Bu dönemde yaşadıkları sebebiyle bir süre sonra görme yetisi zayıfladı. Mevlüt ve İbrahim Çotak’ın babalarıdır, 1972 yılında vefat etti.

banmek: 1.Ekmeği yemeğin suyuna batırarak yemek, 2.Sudan geçerken ayakları ıslanmak.

barak: Kısa boylu, çok üren köpek.

barbar: Sert, haşin, gürültücü, saygısız

bardak: Çam ağacından tek parça oyularak yapılan, suyu soğuk tutan su kabı. Büyüğüne sinek denir.

barec: Baraj. Eğret Çayı üzerine setler kurulmuştu. Bu setleri birinci ve ikinci diye numaralandırıp barec denilirdi.

barı: kuru ağaç dallarıyla veya ayçiçeği kökleriyle örülmüş bahçe duvarı, çit

barılamak: çit çekmek

bârı yuka: Merhametli, yufka yürekli.

barıt: barut

barıt gibi: çok öfkeli

barmak/barnak: 1.parmak, 2.Araba tekerleğinin orta kısmını kenara bağlayan çubuklar, 3.Eğret kilim dokumalarına has bir motif.

basdırmek: Atları geri geri yürütmek.

basık: 1.Alçak tavanlı oda, 2.Havasız, bunaltıcı yer.

basıra: Sebze ve bağlara zarar veren bir hastalık, kül hastalığı.

basmek: Peynir, yoğurt, bağyaprağı gibi kışlık yiyecekleri sıkıştırarak bir kapta saklamak.

bass!: Atları geri geri yürütme ünlemi.

bâsur: Vücut içinde oluşan ve zaman zaman derinin bazı bölgelerinde dışa vuran bir hastalık. Arkada kendini gösterene hemoroid deniliyor.

bâsur otu: Bâsur hastalığına iyi geldiği düşünülen, sarı çiçekli bir ot.

başa baş: (z) Tam eşit şekilde alış veriş, değiş tokuş.

başadak vesiñ: Nişan ve evliliklerde tebrik ve dua sözü.

başa kakmek: Yapılan bir iyiliği yüzüne söyleyerek birinin gönlünü kırmak.

başaşşağı: tepetaklak

başa vamek: Bitirmek, sonuçlandırmak, tamamlamak.

baş biti: Elbisede değil de saç içinde yaşayan bit türü.

başda böyük: Evi, aileyi çekip çeviren, zeka akıl ve tedbir bakımından üstün kimse.

başıgabak: başlıksız, şapkasız

başı gülmek: mutlu, mesut olmak

başına gayırmek: Başının çaresine bakmak.

başında durmek: Bir hasta veya yaşlıya bakmak.

başıñdangalsıñ/başından galasıca: bir beddua

başını bâlamek: Birini nişanlamak veya evlendirmek.

başını beklemek: Yanından ayrımamak.

başını çırpmek: Kadınların başını hafifçe bağlaması.

başını gırkdırmek: Saç tıraşı olmak.

başını sokmek: Barınacak bir yer bulmak.

başını yakmek: Birini tehlikeli bir duruma sokmak.

başlamek: Bilen birisi tarafından bir örgünün ilk sırasını örmek.

başlık: atın ağzına takılan gem takımı

Başol: Aşşağlıların Efemehmetin ortanca oğlu Salim Öncül. 1943 Yılında doğdu, lakabının sebebi Yassıada yargılamalarının meşhur hakimiyle adaş olmasıdır. Evlendiyse de bunu uzun süre yürütemedi. 1997’de ölene kadar bekar yaşadı.

başsız: Başta büyüğü olmayan çocuk.

başşak: Hasattan sonra tarladaki mahsul kalıntısı.

başşakcı: Başşak toplayan kişi.

başşak değnemek: Hasattan sonra tarlada, bahçede kalan tahıl veya meyveyi toplamak. Buğday baiağından yola çıkarak böyle adlandırılmış; ama hasat sonu tarlada kalan her ürünü toplamanın genel adı haline gelmiş.

başucu: Yatılan bir yerin baş konulan kısmı.

batasıca: Ölesice anlamında ilenç sözü.

batık: kirli, pis, lekeli

Batıkmehmet: Gırhasanların Halil oğlu Mehmet Köz. 1900 Yılında doğdu. Davulcu Kelhalilin babasıdır. Torunu Mehmet Köz de kendisi gibi Batık diye lakaplanmış. Dede Batıkmehmet 1946 yılında vefat etmiş.

-batır: Süreklilik bildiren birleşik fiil yapar. (gülüp batır: gülüp duruyor)

batmek: kirlenmek

bayâ: 1.hakikaten, gerçekten, ciddi olarak (Baya gavga böne mi çıkdı!); 2.muhakkak, mutlaka, kesinlikle (Bu işi baya yapcen.); 3.her zamanki gibi, sıradan (Bu işi nası yapdıñ! –Baya yapdım.); 4.hemen hemen, oldukça (Okumeyi baya örenmiş.)

baya da: İnadına, ille de anlamında zarf. (Baya da otcen işde! Vâ mı deceyiñ!/İnadına oturacağım işte! Var mı diyeceğin! Baya da ben dedim.)

bayâdan: Uzun süre önceden beri

bayatsımek: Bayatlamak, bayatlamaya yüz tutmak.

bayıra sarmek: Yokuş yukarı çıkmak.

baymek: 1.Mide bulandırmak, baygınlık vermek; 2.Göz boyamak, kandırmak; 3.Bıkkınlık vermek.

bayrak: Ekin biçilirken veya yolma yolunurken kesilip yolunmayıp geride kalanlar. Bunlar tek tek ve dik durdukları için gönder direğindeki bayrağa benzetilmiş.

Bayramgucağı: Bir mevki adı.

bazar: 1.Cumartesi günü, 2.Cumartesi günü kurulan hafta  pazarı.

bazar arabası: Cumartesi günü şehirden pazarcı esnafı ve onların mallarını getiren otobüs. 1970’li yıllarda bunlardan iki tane vardı. Mavi beyaz renklerle boyanmış büyüklü küçüklü bu iki otobüs bütün pazarcı esnafı ve mallarını sıkış tepiş taşırdı.

bazarbaklağısı: Perşembe günü gelin inen eski zaman düğünlerinde Pazar akşamı kız evi toplanıp oğlan tarafına ziyarete gider orada eğlenirlerdi. Asıl maksadı evinden yeni ayrılan geline moral vermek olan bu eğlence zamanla Çarşamba gecesine kaydırılsa da adı bazarbaklağısı olarak kalmıştır.

bazarcı: Cumartesi günü pazara gelen pazarcı esnafı.

bazar dağılmek: Cumartesi günü pazar tezgahları toplanıp, alışveriş bitmek.

bazarertesi: pazartesi

bazar gelini: Cuma başlayıp pazar günü gelin inmesiyle sona eren düğün.

Bazaryeri: Cumartesi günleri pazar kurulan, sair günlerde sergi için kullanılan meydan.

bazlıma: bazlama

bebe: 1.Çocuk dilinde taneli yiyecek maddeleri, 2.Koyun keçi pisliği.

becerlemek: Bir işin altından kalkmak, becermek.

beçi beçi: (ü) Keçi çağırma ünlemi.

Bedeismihan: Dilsizmahmut Öztürk’ün kızı İsmihan Ildız. 1929 Yılında doğdu, Çolağüseyinin ikinci eşi, Garani Veysel Ildız ve Atom Mehmet Ildız’ın analarıdır. 2022 Yılı sonunda vefat etti.

bedirek: eğirilmeye hazır yün

bégir: at, beygir

béğirmek: melemek

béğlik/beylik: Mülkiyeti devlete ait olan. Köyün ortak malı durumundaki ağaçlar ve bahçe beğlik diye vasıflandırılır.

békar: Mevsimlik olarak çiftçilik işlerinde bir ailenin yanında çalışan kimse.

békar durmek: Ücret karşılığında bütün çift çubuk işlerini yapmak üzere anlaşmak.

Bekçiali: Osmanköylünün Süleymanın büyük oğlu Ali Boy. 1942 Yılında doğdu, Habirinin abisidir. Anıtkaya ve Afyon’da gece bekçiliği yaptığı için böyle lakaplandı. 2020 Yılında vefat etti.

Bekirali: Daldalların Bekir oğlu Ali Dadak. Bekirinali sözü zamanla Bekirali’ye dönüşmüş. 1878 Yılında doğdu, Buydeycigadirin babasıdır. 1937 Yılında vefat etti.

Bekiroğlu: Daldalların Süleyman oğlu Mehmet Dadak. 1908 Yılında doğdu; Gödenninenin oğlu, Bakkalsüleymanın babasıdır. Dedesine nisbet edilerek bu lakap verilmiş. 1989 Yılında vefat etti.

békmez: pekmez

bél: 1.Bir şeyin tam ortası, 2.Meni

bela okumek: Kötülüğü istenen biri için beddua etmek.

bélbağı: Bebeğin sancaktan (beşik) düşmemesi için bağlanan ip veya örme kemer.

bél bâlamek: Güvenmek, dayanmak.

bel bel:  (z) alık alık, şaşkın şaşkın

bel bel bakmek: Alık alık, şaşkın şaşkın bakmak.

béldir béldir: (z) Canlı, dikkatli, sevinçli bakış.

Belediyegâvesi: Mülkiyeti Köy tüzel kişiliğine ait iken Karakol binası olarak kullanılmış. Yıkılıp yenilendikten sonra hep kahve oldu, o günden beri böyle bilinir.

belemek: Her yanına bir şeyler bulaştırmak, sürmek.

belergin: Patlak, dışarı fırlamış, devrik göz.

belermek: Göz haddinden fazla açılmak.

belertmek: Gözleri, akını meydana çıkaracak biçimde açmak.

belgüzar/bergüzar: Hediye, armağan, hatıra.

béli gelmek: Erkek cinsi münasebette boşalmak.

beliñlemek: korkmak, ürkmek

bellemek: 1.Kararlaştırmak, 2.Zannetmek, sanmak; 3.Öğrenmek, ezberlemek.

bél vemek: Döşme veya direk eğrilmek.

béñ: 1.Derideki kahverengi leke, 2.Meyvede (üzümde) olgunlaşma belirtisi.

Ben bubamın gaherli ekmeğini yimedim: Dolayısıyla senin bu hareketlerine hiç katlanamam.

benden yanı: 1.Benim için, benim gözümde (Benden yana helal olsuñ); 2.Bu tarafta olan, 3.Benim tarafımı tutan.

béñ düşmek: Özellikle kara üzümde olgunlaşma belirtisi olarak benekler oluşmak.

Benim elim değil Fadime Anamızıñ eli: Şifacı okuyup tutunca bu sözü söyler.

béñli/béñni: Vücudunda belirgin bir leke bulunan

Béñli: Osmanköylünün Süleyman Boy’un ortanca kızı Kezban Öztürk. 1941 Yılında doğdu; Berberlerin Emin eşi, Cingenmehmetin anasıdır. 2014’te vefat etti.

béñnenmek: Meyvenin olgunlaşmaya başlaması, beñ düşmek

bennik: 1.Gurur, kibir, ego (benlik); 2.Benimle ilgili, bence (Bennik bişey yok.)

Berberahmet: Böbülerin Salih oğlu Ahmet Kabadayı. 1950 Yılında doğdu. Omarcıkların Berberhüseyinden mezun olarak uzun süre berberlik yaptığı için bu lakapla anıldı. Berbermehmeti yetiştirdikten sonra İzmir’e taşındı, berberliği bırakıp memuriyetten emekli olduysa da hala bu lakabıyla bilinmektedir.

Berber Ali Usta: Eğret kaynaklı berberlerin piridir. 1850 Yılında Afyon’da doğdu. Annesi ve kızkardeşiyle Eğret’e taşındı. Kendisinden memnun kalan halk onu Eğret’ten everdi, ev ve tarla verip tamamen yerleşmesini sağladılar. O da oğlu vasıtasıyla bir çok berber yetişmesini sağladı. Cihan harbinden önce vefat etti.

Berberhüseyin: 1. Takgasların Cingenmuratın oğlu Hüseyin Öncül. 1922 Yılında doğdu. Deliberberin çırağıdır, kendisi de Göçmensüleymanın Sami Sancak’ı yetiştirdiyse de o mesleği sürdürmemiş. 1974 yılında vefat etti. 2. Omarcıkların Arap oğlu Hüseyin Sağlam. 1931 Yılında doğdu. Berberahmet, Berberşükrü ve Berberyahyanın ustasıdır. 1997’de vefat etti.

Berbermehmet: Turabilerin Hüseyin oğlu Mehmet Külte. Berberahmetin çırağıdır. Kendisi de oğlu Hüseyin’i yetiştirip emekli oldu.

Berberşükrü: Omarcıkların Arap oğlu Şükrü Sağlam. 1941 Yılında doğdu. Mesleği abisi Berberhüseyinden öğrendi. Aralıklarla dükkan açtıysa da düzenli bir esnaflığı olmadı. 2012 Yılında vefat etti.

 Berberyahya: Berberhüseyinin oğlu Yahya Sağlam. Babasıyla beraber ve Ondan sonra uzun süre mesleğini sürdürdü. Sonra emekli oldu.

bere: 1.Yara, eziklik, çizik, çıban; 2.Sebze ve meyvede ezik, çizik, çürük.

berebâ: birlikte, beraber

bereli: Çizik, çürük sebze ve meyve.

bereñarı: şöyle böyle, geçici olarak.

bereñarı mı!: Tam dediğin gibi, az bile söyledin, daha fazlası… anlamlarında tepki sözü.

berkât: 1.bereket, 2.Allah bereket versin, sözünün kısaltılmışı.

berkâtlı olsuñ: Yemek yiyen, yiyecek hazırlayan veya ürün kaldıranlara söylenir.

bertmek: El veya ayak eklemleri burkulmak.

besbelli: Sanırım, demek ki

besdil: Erik marmelatının levha halinde kurutulmuşu, pestil.

besdil çıkarmek: Dağ eriğinden pestil yapmak.

besdili çıkmek: çok yorulmak.

bessâne: Büyükbaş hayvanların bakıldığı büyük ahır, besihane.

beş gardeş: Tokat, şamar.

Beşgardeşlê: Beş yıldızdan oluşan bir takımyıldızı, Terazi Yıldızı.

bet: çok iyi, çok fazla (Bu oyunu bet oynarın.)

bet beñiz: (i) yüzün rengi, yüzde canlılık alameti

bet beñiz atmek: Yüzünün rengi sararmak, solmak.

bet berkât: (i) bolluk, bereket, uğur

beti berkâtı gaçmek: Eski bolluğu kalmamak.

beygir: at

beygir çakmek: Atı otlaması veya bulunduğu yerden uzaklaşmaması için zincirle bir yere sabitlemek. Zincirin ucundaki zikge yere çakılır.

beygirgulağı: Çok yıllık bir bitki, madımak. Yapraklarının biçimi sebebiyle böyle adlandırılmış. Tuzla ovulan yaprakların suyu çıkar, bu halde afiyetle yenir. Tuzla ovma işine özel olarak terletme denir.

beygirin nallandığını görmüş de gurbağı ayağını uzatmış: Özentide sınır olmaz

Beygirli: Arzıların Çolakmusanın büyük oğlu Mehmet Tüblek. 1924 Yılında doğdu. Koşum hayvanı olarak öküzden ata hızlı geçiş yaptığı ve namlı atlara sahip olduğu için böyle lakaplanmış. 2013 Yılında vefat etti.

beylemek: Önceden biraz peşinat vererek satın alma hakkını ele geçirmek.

Beylik Badcası: Gatçayır mevkiinde Köy tüzel kişiliğine ait bahçe. Önceleri Belediyece kiraya verilirmiş, sonra elma ağaçları dikildiyse de bakımsızlıktan verim alınamadı. En sonunda piknik bahçesi gibi düzenlendi, fakat bu da uzun soluklu olmadı. Şu anda atıl durumda.

beynamaz: Namaz kılmayan (bînamaz)

beze: 1.Deri altından başvermiş yumru; 2.Hamur topağı.

bezeme: Vücutta oluşan kırmızı kabarcıklarla beliren bir deri hastalığı.

bezemek: Bezeme olan hastayı işin ehli okuyup tedavi etmek.

bez yumek: Bebeğin kirli alt bezlerini yeniden kullanmak üzere yıkamak. Hazır bez icat edilmediği zamanların uygulaması ve deyimidir. Meydan çeşmesinin aharında bez yıkadı diye Muhtarlık ve Belediyece çoğu köylüye ceza yazılmış.

bıçağa gelmek: Hayvan kesilecek kadar büyümek.

bıçgı: büyük testere

bıdantı: Kesilen ağacın gövdesinden ayrı geriye kalan dalları. Dağdan meşe odun kesip getirmek izne tabi olduğu halde budantı getirenlere pek ses çıkarmazlarmış.

bıdak: budak

bıdır bıdır: (s) Çocuğun tatlı tatlı konuşması.

bıdırdamak: Konuşmak, iki kişi hafif sesle konuşmak.

bıdik! bıdik(!): (ü)Köpek çağırma ünlemi.

Bıgalı: Sabri Kocausta. Çanakkale/Biga’da doğdu. Orada Eğretli Kekliklerin Kelali kızı Kezban Hanım ile evlendi. Resmi bir işlem için zorunluluktan geldikleri Eğret’e yerleştiler. Bir süre sonra Afyon’a taşındılarsa da Anıtkaya ile bağlarını koparmadılar. Bıgalı, 1992 yılında Afyon’da vefat etti.

bılimek: Çocuk oyunlarında, atışı olması gerektiği gibi değil de menfeatine olacak şekilde yavaşça yapmak. Futbolda taç atışını nizami yapmamaya benzer; ama bılimenin bir yaptırımı yoktur, meğer ki oyun öncesinde kararlaştırılmış olsun.

bırağmak/bırağıvemek: Hamuru fırın küreğinin üzerine küreğe koymak (bırakıvermek). Mahalle fırınında yaşanan bu olay kimsenin tek başına ekmek edemeyeceğini de gösterir. Mutlaka bir komşuya yahut fırın yakan bir kadına ihtiyacın var.

bırçak: burçak

bıtırak: pıtrak otu ve tohumu     

bıtırak gibi: Çok ve sık olan şeylerin bolluğunu anlatmada kullanılır.

bıyığımda paytıran mı va!: Musallat olup da peşini bırakmayan kimseleri başından def etmek için söylenir. Paytıran/paytaran, Anıtkayalıların ayvadenesi dediği hoş kokulu civanperçemidir. (Bıyığımda paytıran mı va, ne yanımda doleşip duruyoñ!)

bızağı: 1.Buzağı, 2.Buzağı, dana, eşek, tay gibi hayvanlardan oluşan toplu köy sürüsü.

bızağlık: 1.Ahırın buzağılar için çevrilmiş bölümü. 2.(mec)Küçükler için ayrılmış oyun alanı.

bızak: Çocuk dilinde buzağı.

bızâlı: Sağılan, buzağısı olan inek.

bızılamak: İnek, manda gibi büyükbaş hayvan doğurmak.

bızılêci: Gebe inek.

bi: bir

bi adımlık yer: Çok yakın yerleri anlatmada kullanılır.

bi âlem: Çok değişik, bambaşka, kendine özgü niteliği olan.

bi at gırk yıl eşinmez: Kişiden her zaman aynı davranışlar beklenmemeli.

bîbi: 1.(i) Çocuk dilinde kümes hayvanları ve kuşlar, 2.Meyveden çıkan kurtçuk.

bî! bî! bî!: (ü)Tavuk, horoz çağırma ünlemi.

bi bişirim: Bir defa pişirebilecek kadar.

biboy: 1.durmadan, sürekli anlamında zarf.(Biboy yalan atıyo.), 2.Aynı büyüklükte (bir boy) 

bicik: Baharda çıkan yenilebilir bir ot.

biçer: biçerdöğer

biçer goğlamek: Biçerdöverle ekin biçtirmek için tarlasının başına gitmek, bçerdöver peşinde koşmak. Anıtkaya yazlarının son kırk yıldaki onulmaz yarası.