09 Haziran 2024

Almalı Suyu


    Taa Osmanlı döneminde Eğret, bölgenin önemli tahıl ambarı olarak değerlendiriliyor. Arazide yetiştirilen ürünlerin vergisi de ona göre oluyor tabi, bu köyden çıkan tahıl (arpa buğday) vergisi, diğerlerinden biraz daha fazla. Tarih boyunca çeşitli mekanizmalar yoluyla bu vergi toplanmış. Cumhuriyetin ilk yıllarında kaldırılana kadar aşar/öşür adıyla devam etmiş. Öşür kaldırıldıktan sonra vergi alınmadı gibi anlaşılmasın, bilakis devam etmiş. Bu dönemde vergi miktarının tespiti ve toplanması gibi işlemler 'tahsildar' eliyle yapılmış, böylece sosyal hayata bu kavram da girmiş...

    Tahsildar köye geldiğinde beş on gün kalıyormuş. Tek tek harmanları dolaşmıyor, ama Muhtarın rehberliğinde kim ne kaldırıyorsa ona göre vergi belirliyor. Köy ve hane sayısı büyük olunca bu iş uzun sürüyor tabi... Tahsildarın köylerinde bulunduğu dönemde köylüye biraz huzursuzluk hakim... Yani kafası bozulursa bir kalem oynatır, sonra çık çıkabilirsen işin içinden... Bu yüzden misafirliği süresince adamın gönlü hoş tutulmalı...

    Eskiden de böyleymiş. Ağaydı, Çavuştu, Voyvodaydı, Çorbacıydı, Mültezimdi; köye kim gelirse iyi bakarlar, bir dediğini iki etmezlermiş. Anlatacağım olayın tam zamanı belli değil, Cumhuriyet dönemi de olabilir, Osmanlı dönemi de; ama sanki son dönemde yaşanmış gibi geliyor...

    Öşür Memuru Çavuş veya Tahsildar, her kimse gelmiş Eğret'e... Doğal olarak Muhtarın odasında kalıyor, tabi Muhtar kimdi onu da bilmiyoruz... O vakitler koyun keçi sürüsü çok köyde. Her gün birisi bir koyun getiriyor, bakım iyi yani... Bir akşam misafirin biraz fazla kaçırıp rahatsızlandığı duyulmuş... Meşhur çobanlardan birisi odaya gelmiş, bakmış ki misafir memur kıvranıyor. Çokbilmiş bir edayla;

    - 'Almalı'nıñ suyundan içêse bişeyi galmaz!' demiş. O suyun içimi güzel, mideye de faydalı olduğunu bilen diğerleri, teklifi yersiz ve münasebetsiz bulmuşlar. Neredeyse bir koyunu tek başına yemiş adam, suyla nasıl hazmedecek... Demek ki o vakitlerde Gazlıgöl'deki Kokarsu henüz bu yönüyle meşhur değilmiş. Yahut Almalı Suyu ondan bile baskın geliyordu, bilinmez... Neyse, çoban fikrinde diretmiş;

    - 'Len ne goyunu, Almalı Suyu dana yiseñ eridir!...' Onlar böyle tartışırken yanda Memur inliyormuş. Kendisini şu dertten kurtaracak her şeye muhtaç hasta misafir, yarı inler yarı sızlar bir sesle;

    - 'Amanıñ, ne suyuysa getiriñ şunu' diye yalvarmış... Odadaki Muhtar ve diğer ileri gelenler de dönmüşler Çobana, eşşeği öldürene sürüttürürler hesabı... İşte o zaman ne halt ettiğini anlamış bizimki... Çaresizce çıkmış odadan... Sinekleri eşeğe çatmış... Gecenin bir vakti bu vaziyette nereye gittiğini soranlara;

    - 'Len falanca odada bi b.k yidim de, Almalı'ya onu temizlemiye gidiyon!' diye söylenmiş...

    İçimi kolay, tatlı, hazmettirici ve daha başka şifalı özellikleriyle öne çıkan ve Eğretlilerce 'Almalı Suyu' diye bilinen bu meşhur su, Almalı mevkiindeki iki çeşmeden biriymiş. Üstteki çeşme lularından gür akan suyu ile bilinir, aharlarını sürekli dolu tutarmış. Aşağıdaki ise sürekli çirçir akar, az olduğu için her damlasına takdir bekler gibi hiç istifini bozmadan seviyesini korurmuş. Gerçi insanlar onu takdir edermiş, ama az aktığı için değil; saydığımız özelliklerinden dolayı baş üstünde tutulurmuş. İşte Eğretlinin Almalı Suyu dediği bu aşağı çeşmenin suyudur...

    Almalı'nın herkesçe rağbet edilen bir mevki haline gelmesinde bu iki çeşmenin payı büyük olmalıdır. Eski zamanlarda öküz güdenlerin, koyuncuların, sığır sürüsünün önemli bir uğrak yeriymiş; çünkü su var. Ayrıca bazı aşiret yörükleri de her sene mutlaka oraya konmayı arzu ediyorlarmış.  Almalı Suyu böyle böyle meşhur olarak, namı geçtiğimiz yüzyıla kadar yürümüş...

    Almalı Suyu'nın çirçir akmasına bir sebep olarak sık sık kunduzlarla tıkanması gösteriliyor. Ot ve ağaç köklerinin künk içinde pülçüklenerek onu tıkaması olayına kunduzlanma deniliyor. Hıdrellez karşılama adetinin üç beş yılda bir Almalı'da yapılması bu yüzdenmiş. Kunduzlar ayıklanır, kırık yarık tamir edilir; kuruma noktasına gelen Almalı Suyu'nun çirçir de olsa hayatına devam etmesi sağlanırmış. 1970'li yılların birinde şahit olduğum Dağ'daki hıdrellez karşılama için Almalı'ya mı gitmiştik acaba?

    Bugünden geçmişe bakınca bu suyun insanlar nezdindeki kıymetini tam anlamayabiliriz. Öyle ya, bir tatlı su neticede; âb-ı hayat değil ya... Bunu bilemeyiz... Hayatınızın büyük bir bölümünde yanınızda olan nesnelerin, başka insanlara göründüğünden farklı bir yeri olabilir sizin kalbinizde. Hatıralardan dolayı sizin için çok kıymetli olan bir kütümekli meşe, başkaları için alalade bir değnektir... 

    Ömrünü İblak'ta geçirmiş bir ihtiyar ölüm döşeğinde... Dağ burnunda tütüyor, ama kalkıp gidemeyeceğini biliyor. Olacak şey var, olamayacak şey var. Demiş ki oğluna;

    - 'Almalı Suyu getiseñ de... Hem Dağ hevası alsam... Hem içimiñ yañgını sönse...' Oğlan çıkmış evden. Almalı uzak, işgayıt vakti kim gidecek ta oralara... Biraz vakit geçtikten sonra Mezerböğrü'nün altındaki çeşmeden doldurmuş kabını. O da su, bu da su; nereden bilecek farkını, diye düşünmüş. Önemli olan ihtiyarın gönlünü etmek... Babası bir yudum almış almamış, ekşitmiş yüzünü... Nasıl bir bağ kurduysa Almalı ile, damağı/dimağı bir yudumun oradan olup olmadığını hemen anlamış... Ölüm döşeğinde Zemzem ister gibi insanlara Almalı Suyu isteten nedir?

    Bir rivayete göre Almalı Suyu, Hacılarıñağıl yanındaki kuyu ve Körguyu birbiriyle bağlantılıdır. İki kuyunun yeraltı nehri marifetiyle bağlı olduğu, kazara yapılan elma deneyi ile ispatlanmış. Fi tarihinde ağıl kuyusuna düşürülen bir elmanın Körguyu'dan çıktığı anlatılır. Bununla beraber çeşme ile kuyuların aynı kaynaktan beslendiğine dair söylentiden başka bilgi yok. Belki su kalitesi bakımından bu sonuca vardılar...

    İkisi kuyu biri çeşme, bu üç kardeşten ilk kaybedilen Körguyu olmuş. Zaten suyu çekilip köreldikten sonra kendisine bu ad verilmiş, şimdi kör de olsa kuyudan bir kalıntı dahi yok.  İkinci olarak ağıl kuyusu kullanımdan düşmüş. Galiba ağıl da kuyu da yerinde duruyor, ama işlevsel değiller. Çeşmeye yani Almalı Suyu'na gelince... Ona dair bir haber yok; zaten çirçirdi, inşallah diñmemiştir...



08 Haziran 2024

1969 (Osman Zenger Sınıfı)

 


     Anıtkaya İlkokulu

    1968-69 öğretim yılı, 2. sınıf...

    Öğretmen, Osman Zenger

    Sırasız olarak öğrenciler; Abdullah Dalgıç, Necaip Omak, Ahmet Tüblek, Mürsel Dirlik, Yahya Diril, Osman Haykır, Mahmut Koç, Ömer Değer, Ahmet Sağlam, Ali Osman Tok, Metin Tüplek, Hasan Okutan, Adem Sancak, Seydi Ahmet Kızılyer, Orhan Koç, Tahsin Dirlik, Şaban Varlı, Nursi Öter, Saadettin Eren, Güngör Koç, Mehmet Salman, Ali Aydın, Erhan Tüplek, Ahmet Soylu, Mustafa Ün, Salim Tetik, Halil Omak, Erol Eren, Emine Şen, Kerime Eser, Gülşen Taşkın, Seviye Sağlam, Emel Tüplek, Seviye Kaçmaz, Hatice Bar, Naciye Türkmenoğlu, Seviye Kaçmaz, Şerife Honça, Fadime Demir, Mehmet Işılak, Abdurrahman Işılak, Ahmet Ata, Adem Efe, Selahattin Sağlam, Hüseyin Sımsıkı...

    Fotoğraf Kaynak, Gül Taşkın




1972 Ortaokul Cumhuriyet Bayramı

 




    Anıtkaya Ortaokulu

    1971-72 Öğretim yılı, Cumhuriyet Bayramı hatırası.

    Okul Müdürü Mahmut Bölükbaşı

    Sırasız olarak; Hademe Ömer İdis, Hasan Öztürk, Seydi Ahmet Tüplek, İzzet Tüplek, Yeniceli Yahya Doğan, Cumalılı Zeki Sömürgen, Bayramgazili İsmail Çetin ve İsrafil Çetin, Üzeyir Dalgıç, Ali Kopan, Necati Azbay, Halil İbrahim Aydın, İsa Türkmenoğlu, Ali Osman Türkmenoğlu, Musa Tüblek, Adem Şık, Ömer Karakaya, Fikret Leyla Yavuz, Aziz Eser, Aziz Koç, Mustafa Tüblek, Ahmet Azbay, Mevlüt Ildız, Mehmet Er, İsmail Honça, Süreyya Erdem, Ferit Aydın, İsmail Saki, Mevlüt Öncül, Osman Kızılyel, Rauf  Zenger...

    Fotoğraf Kaynak, Ali Osman Türkmenoğlu




07 Haziran 2024

Efsane

     Eğret Sanal Müzesinde yer alması gereken yadigarlardan biri de bu iki sayfalık yazı olmalıdır. Müzenin en aydınlık duvarına, altın yaldızlı köşebentle çerçeveleyip asılmalı; okuyanlar ne kadar kıymetli bir hazineye varis olduğunu anlamalıdır. Yine bu gelecekteki okuyucular, hiç tanımadıkları şair/yazarın sanatkar ruhunu, tatlı üslubundan yola çıkarak hissetmeli, hatta olayı kaynağından dinliyormuş gibi maziye dalabilmelidir.

    Çolömerlerin Ömer Salman (*), bir istek üzerine bu yazıyı kaleme alalı yirmi yıldan fazla olmuş. Sağlığında kendisiyle az çok yarenlik edenler, benzer hikayeleri dinlemişlerdir. Bunu okurken odada kendisinden dinliyorcasına sesini işiteceklerdir. Bin rahmet...

    Anıtkaya İblak Dağları hakkında birazcık da olsa bilgi vermek istiyorum. İblak Dağlarının esas Osmanlı tarihindeki ismi İlbulak Dağlarıdır. Biz kısaca İblak deyiveriz; “İblak”, “İlbulak” ikisi de aynı dağlardır. Okuyucum yanılgıya düşmesin deye bunu kaleme almak zorunda kaldım.

    Şimdi başlıca tarihi ve atalarımızdan duyduğumuz isimleri dağlarımızın şöyledir: Başta Resulbaba, doğusu ardıçlarla kaplıdır. Aşağıya doğru Küçükresul Tepesi, Alışlıkoyak, Güçükburun, Meşeliyatak Resulbaba mevkisi içindedir. Hemen batısında Almalı, onun alt kısmında Kirezlik yer almaktadır. Almalı’nın batısında Dombeyalanı, alt kısmında Koca Karanlıkdere ve Küçük Karanlıkdere yer almaktadır. Hemen onun batısında Kayraklı, üst kısmında Demirce, alt kısmında Yayla ve Yayladeresi uzar gider. Hemen onun batısında Şamlı, alt kısmında Mundarcaderesi yer almaktadır. Şamlı’nın batısında Terzigediği, onun alt kısmında Ballıkderesi yer almaktadır. Terzigediği’nin üst kısmında Yörük Mezarları mevcuttur. Onun batısında Kaşkaya, İncegeriş, Balaban yer almaktadır; yine hemen batısında Kuyuderesi yer almaktadır. Kuyuderesi’nin batısında Bahçecik, Kuşboku; alt kısmında Keçiyatakları yer almaktadır. Onun da batısında Evkaya bulunur; orada İblak (İlbulak) Dağları sona erer.

    Sayın okuyucum, bu dağlarda şöyle bir efsane anlatılır:
    Çobanın biri koyun güderimiş. İki taze köpeği varmış bir de yaşlı köpeği varmış. Tabi malum, yaşlandı mı horlanırsın ya, yaşlı köpeğe bakmazmış, öbürlerini çok severmiş. Derken bir gün yemek yimiş, yerden dişini kurcalamaya bir ot almış. Dişini kurcalarken kurt koyuna yaklaşmış. Çok sevdiği genç köpekleri demiş ki “Çabık bir tane al, yarısını sen ye yarısını da biz yiyelim.” demişler.  Koca yaşlı köpek de demiş ki “Yaklaşma! Bir dişim kalasıya uğraşır, sana burdan koyun vermem.” demiş. Çoban bu sesleri duyunca aklı başından gitmiş. Elindeki çöpü atmış, genç köpeklere vermiş sopayı. Bir de dinlemiş ki köpekler “Hav hav da hav hav! Hav hav da hav hav!”… “Heyvah!” demiş, elinden attığı çöpü günlerce aramış; fakat ne çare ki bulamamış.

    İşte sayın okuyucu, evsane de olsa böyle bir otun İblak Dağlarında olduğu rivayet olunuyor. Bu hikaye ile alakalı size bir gerçek anlatacağım

    Bizim Anıtkaya Kasabasında, çok yaşlı erkanıharb Hacı Çolak(**)  isminde bir gazi var idi. Bu zat hemen hemen  üç dört harb geçirmiş; Yemen, Balkan, Çanakkale, İstiklal… Hiç soyunmadan bu harbleri görmüş geçirmiş. Yani şunu anlatmak istiyorum, kellesini alırsın da ağzından yalan alamassın. İşte bu zatın ağzından şahsen ben duydum. Bir kara koyunum vardı öldü, deyor; kafasını köpeklere çobanlar atmışlar. Köpekler kafayı kışlanın dip tarafına götürmüşler, deyor. Karanlıkta kışlaya girdim, aynı yıldız gibi bir şey parleyor. Vardım baktım, kara koyunun kafası söndü. Geri çıkıyon, bakıyon; koyunun dişleri yıldız gibi parleyor, deyor. Şunu anlatmak istiyorum: Çobanın dişini kurcaladığı o otu yiyen hayvanın dişleri o şekil parlarımış.

    İşte Türkiye’nin dağlarında çok ender görünen bu harikuledelik bu dağlarda mevcuttur.

 

                               İBLAK DAĞLARIM

    Soğuk olur Almalı’nın suları       
    Hasret çeker aşiretler burları    
    Mis kokulu bayırları, kırları    
    Vefalıdır benim İblak Dağlarım   
             
    Şamnı belin başı bana yurt olur               
    Bu dağlarda aslan, tilki, kurt olur                    
    Bu ayrılık bize yavuz dert olur              
    Vefakardır benim İblak Dağlarım

    Uzar gider Kayraklı’nın ovası   
    Yükseğinde vardır şahin yuvası  
     Deli gönül geçti gençlik havası          
     Hayırlıdır benim İblak Dağlarım     
 
    Terzigediği’nden aşar yolumuz
    Yörük Mezarları hemen solumuz
    Yeter artık dedi Ömer kulunuz
     Çok hayırlıdır benim İblak Dağlarım
                                               Ömer SALMAN


(*) Çolömerlerin Cingenömer, Ömer Salman (1940-2021)
(**) Konyalı Çolak, Hacı Mehmet Kurt (1899-1972)



06 Haziran 2024

Aşşığın Son Torunu, Bilye

 
    Bin yılı aşkın saltanatının son dönemlerinde aşşığın tahtına varis olabilecek çeşitli oyunlar ortaya çıktı. Portakal, ceviz, fındık, ilik/düğme, kutu/gazozkapağı bunlardan bazılarıdır. Hiç biri uzun soluklu olmadı, zaman hızlandıkça bunların ömrü kısaldı. Bu dönemin son gözde oyunu bilye...

    Kendisiyle tanışıklığımız tuhaftır... Çullugızı Şerife Haykır'ın torunu İbrahim Zenger, her yaz tatilinin bir kısmını köyde geçirirdi. Sonradan büyüyünce ziyaretler bitti, ama henüz çocukluk devresi tatillerinde, yanında getirdiği ilginç oyuncaklar ilgimizi çekerdi. O sene, 'meşe' dediği renkli yuvarlak şeylerle geldi. Bizimse en popüler oyunumuz kutu ve bildiğimiz tek meşe de odun idi. Elimize dahi almadığımız, ne işe yaradığını, nasıl oynandığını bilmediğimiz bilye ile tanışmamız böyle soğuk oldu...

    İbrahim gittikten bir müddet sonra Kelsüleyman'ın dükkanda satılmaya başlamış. Aldık. Bunlar içinde üç dört renk dilimi plakayla süslenmiş bilyelerdi, estetik açıdan müthiş yelkenli gibi görünürlerdi... Sonra başkaları da sattı aynı bilyelerden... İşler kızışıp bir sektöre dönüştükçe bilyelerin güzelliği de kaybolmaya başladı. Belirgin renk cümbüşü, yerini belli belirsiz, tüy gibi hafif çizgilere bıraktı... İlk zamanlarda nasıl tutacağımızı, fırlatacağımızı bilmezken kısa bir süre sonra çeşit çeşit oyun türleri keşfettik, öğrendik. Bir yıl gibi kısa sürede artık herkes bilye oynuyordu. Böylece rengarenk sırça yuvarlaklar, sokakların hakimi oluverdi...

    Peşinen söylemek lazım; bilye, toprak zemin ister. Parkede, asfaltta, betonda mümkün değil oynayamazsın. Yer toprak olsun da... Çamur deryası da olsa, kar buz ortalığı kasıp kavursa da bilye oynamaya engel değildir. Hatta ilk zamanlarda, henüz zihnimizi kutu kurallarından arındıramadığımız vakitler oynadığımız bilye oyunlarında, çamuru avantaja bile çevirirdik.

    Kutu oyununun bir türünden aşina olduğumuz şekilde, rakibin bilyesini vurma yahut ona bir karış yaklaşmaya dayalı oynadık. İki, üç, dört kişiyle oynanabilen bu oyunda, sırasına göre herkes kendine en yakın rakibin bilyesine nişan alarak atışını yapar. İsabet ettirir, nişanladığını vurursan bir bilye kazanmış olursun. Atışı hızlı yapmakta fayda var, çünkü vuramayıp da rakibin yakınlarında kalırsa, sıra ona geçeceğinden rakip için kolay bir hedef durumuna düşersin. Hızlı attığında vuramasan bile, rakibine kolay pozisyon bırakmazsın... Burada sayı kazanmanın başka bir yolu daha var. Vuramasan bile, hedefindeki bilyenin bir karış veya daha kısa yakınına düşürürsen yine bir bilye ütmüş sayılırsın. Tabi bu atışı yavaş yapman gerekir. Yerlerin kuru olduğu zamanlarda çok riskli olan yavaş atış, çamurlu yerlerde tercih edilir. Çünkü doğru atışı yaptığında, bilye lap diye çamura oturur kalır...

    İki bilye arasının ölçümünde belirsizlik varsa karışlanır, iki parmağın ucu bilyelere değdiğinde tamamdır. Bir karıştan fazlaysa yandın, avcı iken av oldun... Her elin yapısına göre karışlama tekniği farklıdır. Başparmak sabit olmak kaydıyla, birisinin serçe parmağı daha uzağa değerken, bir başkasının orta parmağı veya yüzük parmağı daha fazla uzayabilir. Bu yüzden karış diye standart bir ölçü birimi yok... Kimin karışı olduğu önemli... Her oyuncunun karış ölçümü kendi eliyle yapılacağından sürpriz sonuçlarla karşılaşabilir. Biri vardı, lüzum hissettiğinde parmaklarını kütletmeye başlar, yeterince uzadığını düşününce karışlar, şaşkın bakışlarımız arasında kazanıp sırıtırdı... Sinir şey...

    Hoş karşılanmayan, ama nizami olduğu için bir yaptırımı bulunmayan kusurlu atıştan da burada söz etmek lazım. 'Bılimek' denilen bu atışla, sırayı savmış olursun; ama hakkıyla bir atış değildir. Rakibe pozisyon vermemek için atıyormuş gibi görünürsün. Bu yüzden daha baştan 'bılimek yok' diye geçici bir kuralda uzlaşılabilir.

    Vurmalı karışlamalı bu ilk tür oyunumuzu sonraki yıllarda da oynamaya devam ettik. Bu arada, oyunu daha ilginçleştiren bir atış türünü öğrendik. Kimden, bir kaç yıllık yaban macerasından sonra köye dönen Şaşdımoğlu Ziyattin'in Yılmaz Şen'den... Tuhaf ve zor bir atış, daha doğrusu buna atış değil fırlatma demek lazım. Başparmağının tırnağını, ortaparmağın  ikinci boğumuna mandal yapıyor; u vaziyetindeki işaret parmağının ucu ile mandaldaki başparmağın şemleği arasında bilye sıkıştırılmış durumda. Tam bu haldeyken yumruğunu yere yatırıyor ve mandalı çekip başparmağı ateşlediğinde gülle/bilye fırlıyor... Yahu biz elimizi o şekle bile sokamayız, bırak namluya bilye yerleştirmeyi, atmayı... Bir de adam çatır çatır attığını vuruyor...

    Yılmaz'dan öğrendiğimiz dikmeli oyundu. Bu da yine dikmeli kutunun aynısı... Kendine güvenen oyuna katılıyor, belirlenen miktarda bilye sermayeyi bir çizgi üzerine tek sıra diziyorlar. Sıranın baş tarafı belirleniyor, bu yön belirleme önemli... Dikilen bilye ne kadar çoksa o kadar uzak mesafedeki bir çizgiden atış yapılacak. Atış sırasını belirlemek için de o çizgiye doğru tersine bir atış yapılıyor. Tabi bu atışlar yukarıda anlattığım çetrefilli fırlatma atışından değil, normal bildiğimiz atış... Çizgiye yakınlığına göre atış sırası belirlendi... İlk oyuncu bilye dizisine atışını yapar; baştaki bilyeyi vurup onu diziden çıkarırsa dikili bilyelerin tamamını kazanmış olur, oyun bitti. Ortalarda bir yerdeki bilyeyi vurup çıkarırsa ondan sonrakileri kazanmış olur. Bu ilk atışta isabet yoksa, atış yaptığı bilyenin durd'uğu yerde diğer oyuncuların da atmasını bekler. Bütün oyuncular atışını yaptıktan sonra dizide kalan dikili bilyeler için o meşhur atışlara geçilir. Buradaki sıra da yine baş bilyeye olan mesafeye göre belirlenmiştir. Sıraya dikili bilyeler bitene kadar atışlar tekrar edilir... 

    Burada ilk bilyeye 'baş', ikincisine 'başaltı' denilir; diğerlerinin özel bir adı yoktur. Yalnız atış yapılan bilyenin adı 'atcek'tir. 'Atacak' anlamına gelen bu kelime, yukarıda aşşık türevi olarak saydığımız bütün oyunlarda kullanılır. Oyun aracı olan nesneler arasından en büyük, güzel ve gösterişli olanı atcek olarak seçilir. Dolayısıyla bilyede atcekler çok güzel ve kıymetli olup onları üttürmek utanç sebebidir... 

    Atmalı karışlamalı oyundaki atış yapılan bilyelere de atcek denir. Oyun kaybedildiğinde cepten çıkarılan herhangi bir bilye verilir, atceğe dokundurulmaz. Yılmaz'dan öğrendiğimiz atışı zamanla bu karışlamalı oyuna da uyguladık. Atışlar artık o alengirli ve havalı fırlatma ile yer değiştirmişti...

    Soğukta sıcakta; toz toprak, yağmur çamur demeden bilye oynamak ne kadar zevkliymiş ki, ortalık kararana kadar oynadığımız olurdu. Kendimizden geçer, evi ekmeği unuturduk. O günleri izleme imkanımız olsaydı, akan burunlar, kirli yenler, ayazdan çatlamış eller, ıslak çoraplar ve mutlu yüzler görürdük. Pantolonun az bir dizinde mutlaka çamur lekesi olduğunu görüp şaşırırdık. Aslında bunda şaşıracak bir şey yok, bilyeyi deklemek/vurmak için iyi nişan almak lazım. Yatman gerekiyorsa yatacak, çökmen gerekiyorsa çökeceksin. Dekciler iyi nişan alır, attığını vururlar... Bazıları da rastgele atar, ama hep vururlar, onlara da 'körnişan' denir... O günün dekcileri de körnişanları da hala aklımda... Neyse, dekcilerin dizleri lekeli; ama cepleri şişkindir. Bilyeyle dolu o cepten şıkırtı eksik olmaz...

    Hep ütmek, cepleri doldurmak istiyorsan, üstbaşının perişanlığını göze alacaksın. Evde yiyeceğin zılgıtı bir kenara koyarsak, aslında bu durumu dert edeni görmedim. Islanmışsa sabaha kadar kurur, kuruyan çamur sabahleyin oğuşturarak çıkarılabilir. Ertesi gün toz toprağa bulanmaya devam... 

    Oyun esnasında atceğin yolunu veya karışlama aralığını temizlemek gerekebilir. Dikili bilyelerle arada bir takım engeller varsa onları kaldırmak için diğer oyunculardan izin isteme bir kurala bağlanmış. Hızlı davranıp 'çelçöp' dersen bu izni kapmış oluyorsun. Atmalı/vurmalıda karışlama aralığındaki engelleri temizlemek için de çelçöpe başvurulur. Arada çakıl, ebir gübür, yani çer çöp varsa kaldırırsın...

    Sonra ne oldu? Büyüdük ve hepsi yalan oldu. Bizden sonra bilyenin başka oyunları da çıkmış, kuyuya atmalı, çember içine dikmeli filan. Onlarda da kendince yeni kurallar, terimler icat edilmiş. Fakat sonra bilyelerle birlikte hepsi terk edilmiş. Netice itibariyle aşşık oyununun bilmem kaç göbekten son torunu bilye de tarih oldu...



04 Haziran 2024

Körs Oyunu

     
    Unutulan oyunları raftan indirdiğimiz bu bölümde daha önce bir çok oyunun sözünü ettik. Bunların tamamı bizzat oynadıklarım, en azından oynadıklarına şahit olduklarımdı. Misal, aşşık oynamadım, ama oynayanları gördüm, kurallarını söylediklerinde hemen hatırlayabildim. Bu yüzden onları yazmak zor olmadı.

    Şimdi hatırlanması kadar anlatılması, anlatılması kadar anlaşılması, kendim anladıktan sonra yazılması zor bir oyun var sırada... Oynayanlar hatırlamakta zorlanıyor, hatırladığı kadarını anlatamıyor. Bense bölük börçük anlatılanlardan bir hikaye çıkarmaya çalışıyorum. Üstelik oyun Eğret'e has gibi görünüyor, yani bizim köyden başka kaynağımız yok...  

    İki yıl kadar önce ilk defa adını duyduğumda pek üstüne gitmedim, zira sülaleler gibi daha önemli bir konuyu çalışıyorduk. Bugüne geldiğimizde yine elimizde çok bir şey yok. Bu yüzden peşin peşin anlatımdaki yanlışlık ve eksiklikleri haber vermiş olayım...

    1940 Ve 50'li yıllarda erkek çocuklar arasında oldukça popüler olduğu anlaşılan körs, tahmin edilebileceği gibi masrafız, zahmetsiz, oyuncak gerektirmeyen oyunlardan. Bununla beraber henüz diğer oyunları oynamak için küçük kabul edilebilecek yaş grubundakiler oynuyormuş. Sonra met, mundulu/manne, aşşık, tokmak atma ve benzerlerine terfi ediyorlar. 1960'lı yılların başlarındaki çocuklar pek seyrek oynamışlar, sonra tamamen unutulmuş. Bunda şehre göç, teknolojik gelişmelerle yeni oyuncak ve oyun imkanlarının genişlemesi gibi sebeplerin etkisi düşünülebilir.

    Gelelim körs oyununun tarifine... Karşılıklı iki oyuncu arasında yarışmaya dayalıdır. İki, üç veya dörder kişilik iki takım arasında da oynanabilir. Bu tarif bireyseldir, takım oyununda sayılar artırılabilir. Ne sayısı? Yere çizilecek kare ve içlerine konulacak taş sayısı...

    Her oyuncu için altı kareden oluşan iki sütün çizilir. Birbirine komşu sütunların birisindeki her bir kareye bir taş yerleştirilir. Böylece sütunların birisi dolu, diğeri boş durumdadır. Oyun başlamadan bütün bunların hazırlanması, tıpkı kaydırak/seksek çizgilerine benzeyen şekillerin çizilmesi gerekir. Anlaşılacağı üzere körs, ilkbahar ve sonbaharın yağışlı günlerinde toprağın kolayca çizilebileceği dönemlerde oynanıyordu. Tam çamur ve karın kapattığı kışlarda ve her yerin tozduğu  yazlarda değil...

    Oyunun temel amacı, rakibin dış sütunundaki taşlarını birer birer yiyerek, iç sütuna taşıyıp, dış sütunu kendisi için tamamen boşaltmaktır. Bütün taşları yediğinde sona varmış olacak, böylece oyunu kazanacaktır. Peki taş yeme, yani sayı kazanma durumu nasıl gerçekleşiyordu; bir maharet gösterme, yahut atış filan yok mu? Olmaz olur mu...

    Körsün taşlardan sonraki ve belki ondan daha önemli tek oyun aracı, özel meşe çubuklarıdır. Met/çelikten azıcık daha büyük ve kalın, ancak değnekten daha ince olan bu çubukların da önceden hazırlanması gerekir. Tabi bu hazırlık, yere çizgi çizip bir avuç taş toplamaktan daha ciddi ve zahmetlidir...

    Bir defa yukarıda bahsettiğimiz gibi meşenin boyutları tam ayarında bulunmalıdır. Yaşlı ve kalın meşenin kabuğu pütürlenir. Oysa taze ve küçük dallar daha düzgün olur, ayrıca pürüzsüz bir cilde sahiptir. İşte körs için aradığımız meşe bu... Târayla tek vuruşta veya testereyle düzgün bir şekilde uçları kesilen bir karışlık meşe, öylece bırakılmaz. Şu haliyle biraz büyücek bir mettir çünkü; oysa bize daha fazlası lazım...

    Elde edilen meşe çubuğu eşit kalınlıkta ikiye yaracağız. Bunun için düzgün kesilmiş bir ucundan başlayıp, târayla döve döve diğer ucundan çıkarız. Bilenler bilir, taze meşeyi düzgünce yarmak çok kolaydır... Şimdi elimizde iki yarık çubuk var, bunların iç kısmı düzgün ve beyaz; dışı ise bombeli ve koyu renklidir. Bundan bir tane daha yap ve elinde dört adet yarık meşe bulunsun. İşte körsün yegane atış aracı olan bu yarık meşelerdir ve fakat az daha sabır, çünkü iş bitmedi...

    Dışı balık sırtı, içi ise düzgünce kesilmiş bu meşeleri hayalen canlandıralım. Havaya atılıp düştüğünde beyaz tarafın yere, kabuklu siyah tarafın göğe bakacağını aklı olan anlar. Fizik kurallarına göre bu böyledir, ama zeminin durumu, düşüş hızı gibi faktörler de devreye girince, meşenin sırtüstü yatıp beyaz tarafı havaya bakar vaziyette tuş olması da mümkündür. Normalde on atışın sekizinde odunun kara yüzü göğe bakarken, iki atışta yüz akıyla karşımıza çıkabilir.... 

    Bu ak-karanın üzerinde niye bu kadar çok duruyorum? Çünkü körste ak göbeğin göğe bakması sayı demek de ondan... Bir oyunda sayı kazanma olasılığı/şansı yüzde yirmi ise, bu çok yüksek bir orandır. Öyle olduğu zaman rakibin taşlarını yiyip bitirme ve yolu açıp oyunu kazanma süresi çok kısalır. Oyunun tadı kalmaz. O halde sayı kazanmayı zorlaştırmak gerekir...

    Meşenin iç/beyaz yüzü düzgündü ya... İşte o düzgün yüzeyi daha da düzgünleştiriyoruz. Gerekirse dişli taşlara sürterek törpüleyebiliriz. Sayı zorlaştırması için bu yeterli değildir, bombeli dış kabuk kısmını da daha biçimsizleştirmeliyiz. Bunun yolu da iç düzgünlüğüne zarar vermeden, uçlardan dışa doğru çok hafif bükmektir. Ağaç yaş olduğu için biçim değişikliği kolaydır, lakin bu arada kabuğu soymamaya dikkat etmeli... Bütün bunlardan sonra, bu meşe parçalarıyla sayı almak belki yüzde ona düşer... Dört çubukla sayı için olasılık hesabı lazım...

    Çizgi ve meşeler hazır ise oyuna başlayabiliriz. Kim başlayacak? Sırayla çubuklar atılır, sayıyı ilk yakalayan oyuna başlar. Yalnız ilk atışlarda beraberlik varsa, iki tarafta aynı atışı yapmışsa devam edilir... 

    Burada atışlar hakkında bilgi vermeliyim... Dörtlü ağaç atışında, onların beyaz-siyah pozisyonunda kalma durumuna göre beş ihtimal var: 1 Beyaz, 2 beyaz, 3 beyaz, 4 beyaz, ve 4 siyah... Şimdiye kadar 4 beyaz hiç gelmemiş, dolayısıyla onu çıkarıyoruz. Diğer dört ihtimalin her birine ayrı bir ad verilmiş. Tıpkı tavladaki 'dubara', 'carıyek', 'pencüse' gibi körs pozisyonlarının da özel isimleri var. 1 Beyaza 'birince', 2 beyaza 'pirince', 3 beyaza 'kirince' ve 4 siyaha 'garaltıya' deniliyor. Bu son isim, boş isabetsiz atış anlamına gelen karavanayı andırıyor. Zaten garaltıya atan boşa atmış kabul edildiğinden, sıra rakibe geçiyor.

    Gelelim körs ismine... Oyuna bu ad verilmesinin sebebi, her sayıya körs denilmesidir. Yani birince, pirince ve kirince atışlarının her biri körstür ve her körsten sonra bir taş yenerek kare boşaltılır. Diğer terimlerle birlikte körs kelimesinin manası da anlaşılmıyor. Körüsler (Kök soyadını taşıyanlar) sülalesinin köyü olan Körs ile alakası olabilir mi?

    Oynamadığım ve oynayanı da görmediğim bir oyun hakkındaki bu yazı benim de içime sinmedi. Berber Emmim Ahmet Kabadayı geldiğinde birlikte oynamayı kabul etti; o zaman uygulamadan edindiğim gözlem ve tespitlerimle yazıyı gözden geçiririz...



03 Haziran 2024

1997 4/A-B Afyon Gezisi

 


    Anıtkaya İlkokulu

    1996/97 Öğretim yılı 4. Sınıflar Afyon Gezisi.

    Öğretmen, Şeref Ertaş

    Sırasız olarak öğrenciler: Sinan Honça, Hüseyin Honça, Serdar Efe, İsmail Kurt, Ömer Kurt, Mehmet Ali Öztürk, Sedat Dadak, Abdullah Toka, Ahmet Eser, Ahmet Sağlam, Şükrü İdis, Ali Soylu, Mehmet Şık, Emin Kopan, Muhammet Aracı, Ayhan Tektaş, Abdullah Ildız, Mahmut Omak, İbrahim Türkmenoğlu, İbrahim Omak, Osman Külte, Halil Tüplek, Mehmet Güler, Cansel Erdem, Melek Dadak, Selime Yırgal, Elvan Öztürk, Özge Tüblek, Özlem Tüplek, Mustafa Öncül, Hasan İnanır.

    Fotoğraf Kaynak, Mehmet Şık



1998 Ortaokul Karne Hatırası

 


    Anıtkaya Ortaokulu

    1997-98 Öğretim yılı toplu yarıyıl karne hatırası

    Öğretmenler; Mesut Taşdemir, İbrahim Varlı ve Fatma Eren...

    Sırasız olarak öğrenciler: Özge Tüblek, Melek Dadak, Sedat Dadak, Ayhan Tektaş, Elvan Öztürk, İsmail Kurt, Ömer Koç, Mehmet Aracı, Mehmet Güler, Hüseyin Honça, Ömer Kurt, Mehmet Ali Öztürk, İbrahim Türkmenoğlu, Emin Kopan, Ali Soylu, Ahmet Sağlam, Halil Tüplek, Cansel Erdem, Özlem Tüplek, Osman Külte, Mehmet Şık, Abdullah Toka, Emre Özen, Şükrü İdis, Sinan Honca, Fatma Tüblek, Alparslan Dalgıç, Mevlüt Azbay, Soner Kaçmaz, Harun Öncül, Gülsevin Öztürk, Fatih Kopan, Bekir Atay, İsa Okutan, Ahmet Kayır, İbrahim Eser, İbrahim Omak, İrfan Sağlam, Kadir Özdemir, Ahmet Eser, Azime Koç Arzu Tüblek, Abdullah Özen, İbrahim Aracı, Hatice Dalgıç, Mehmet Sağlam, Kerime Yırgal, Fatih Haykır, Önder Ölçer, Harun Öztürk, Harun Azbay, Ahmet Özdemir, Zekeriya Külte, Ali Demir. Yasar Soylu, Bilal Kaya.


    Fotoğraf Kaynak: Mehmet Şık



02 Haziran 2024

Anıtkaya Okul Albümü

 


    Geçenlerde sosyal medyada bazı Anıtkayalıların profilini incelerken çok değerli fotoğraflara rastladım. Fi tarihinde yüklenmişler, sonra çok gerilerde kaldığı için unutulup gitmişler. Bunların bazıları okul hayatına dair topluluk fotoğraflarıydı. Böyle bir meydanda sergilendiklerine göre özel bir yanı kalmamış sayılan bu fotoğraflara yine de ihtiyatla yaklaştım. Bunları bir araya getirip albüm oluşturma fikrini sunarsak, sahipleri rızalarıyla verebilirlerdi. 

    Çağrımızı yaptık, niyetimizi söyledik. Beklediğimizden fazla karşılık buldu, bir kaç günde  yüze yakın fotoğraf geldi. Birbirinin aynı olanları eledikten sonra yarıya yakınından aşağıdaki albüm oluştu. 

    Aslında buna albüm de denemez, belki ileride oluşacak geniş albümün çekirdeğidir. Duymayanların elinde daha çok fotoğraf var. Duyduğu halde paylaşmak istemeyenler de çok. Herkesi anlayışla karşılamak lazım.

    Albüm genişleyerek oluşmaya devam edecek. Yeni gelecek fotoğrafları kronolojik köşesine yerleştireceğiz. Bu arada albümdeki fotoğraflara ekleme ve düzeltme notu eklemek isterseniz fotoğraf altındaki yorum bölümü bu işe uygundur.

                     1964 3/B Sınıfı (Ramazan Varlı)

                     1967 3/A Sınıfı (Ömer Karakaya)

                     1969 2.Sınıf Osman Zenger Sınıfı (Gül Taşkın)

                     1969 Ortaokul Açılış  

                     1972 Han'da Piyes  (Ahmet Ege)

                     1972 Orta 3 (Ömer Karakaya)

                     1972 Orta 3, İlk Mezunlar toplu (Ali Osman Türkmenoğlu)

                     1973 1/A Sınıfı (Musa Boy)

                     1973 2. Sınıf (Hasan Alperen)

                     1973 3/A Sınıfı (Ahmet Ege)

                     1973 4/A Sınıfı /Gürsel Aydın)

                     1973 Üyük Kır Gezisi (Ahmet Ege)      

                     1974 5/A Sınıfı (Gürsel Aydın)

                     1975 Orta 1'den Bir Grup (İsmail Seçen)

                     1976 2/B Sınıfı (Süleyman Patlar)

                     1976 4/A Sınıfı

                     1976 3/A Sınıfı /Ahmet Soylu)

                     1976 5/A Sınıfı (Hasan Alperen)

                     1976 5/B Sınıfı (Mehmet Ali Saki)

                     1976 Orta Toplu 19 Mayıs

                     1977 3/A Sınıfı (Arif Seçen)

                     1977 4/A Sınıfı

                     1977 4/A'dan Bir Grup         

                     1977 Karma (Resul Omak)

                     1978 4/A'dan Bir Grup (Arif Seçen)

                     1978 4/B Sınıfı (Süleyman Patlar)

                     1978 5/A Sınıfı

                     1978 Orta 2 (Hasan Alperen)

                     1979 5/A Sınıfı (Arif Seçen)

                     1979 Bayram

                     1979 Orta 1 (Ahmet Alperen)

                     1983 Orta Karma Bando

                     1983 Orta Basket Takımı (Abdülkadir Dinler)

                     1988 1/A Sınıfı-1 (Osman Koç)

                     1988 1/A Sınıfı-2 (Osman Koç)

                     1991 4/A Sınıfı-1 (Süreyya Erdem)

                     1991 4/A Sınıfı-2 (Süreyya Erdem)

                     1991 4/A Sınıfı-3 (Süreyya Erdem)

                     1993 Ortaokul Bayram (Halil Alorta)

                     1994 23 Nisan 

                     1994 Orta 3

                     1996 5/A Kır Gezisi    (İsa Okutan)    

                     1996 Ortaokul Toplu

                     1997 4/A-B Müze Gezisi (Ayhan Tektaş)

                     1997 4/A-B Afyon Gezisi (Mehmet Şık)

                     1998 4/A Sınıfı (Ahmet Eryılmaz)

                     1998 Ortaokul Toplu Karne Hatırası (Mehmet Şık)

                     1999 1/A Sınıfı (Nurefşan Varlı)

                     2000 2/A Sınıfı-1 (Nurefşan Varlı)

                     2000 2/A Sınıfı-2 (Nurefşan Varlı)

                     2000 7/A Karne Hatırası

                     2001 Anasınıfı (Fadime Varlı)

                     2001 1/A Sınıfı (Ahmet Eryılmaz)

                     2002 2/A Sınıfı (Mutlucan Dadak) 






1979 Bayram

 


    Anıtkaya İlkokulu

    1970'lerden okul avlusunda bir bayram kutlaması. 

    Belediye Başkanı Gocayusuf (Yusuf Kopan) ve solundaki Karakol Komutanı Sabri Çağıl olduğunu düşünerek 1978-79-80 yıllarına ait olabilir. Bayram kutlamasından ziyade misafirlere okul korosunun bir sunumu da olabilir. 



Ortaokul 1993

 


    Anıtkaya Ortaokulu

    1993-94 öğretim yılı Cumhuriyet veya Çocuk Bayramı

    Fotoğraf Kaynak, Halil Alorta




1999 1/A

 


    Anıtkaya İlköğretim Okulu

    1998-99 Öğretim yılı 1/A sınıfı

    Öğretmen, Hanifi Kalafat

    Sırasız olarak; Aysel Bozkurt, Fethullah Bucak, Şerife Argunşah, Zarife Öztürk, Fadime Seviş, Özlem Yavuz, Nail Öztürk, Salim Öztürk, Sabri Bozkurt, Hasan Demirdelen, Ömer Eser, Fatma Öter, ... Kızılyer, Ayşe Öztürk, Nurefşan Varlı, Şerife Sancak, Serdar Bozkurt




2001 1/A

 


    Anıtkaya İlköğretim Okulu

    2000-2001 Öğretim yılı 1/A sınıfı

    Öğretmen Ahmet Eryılmaz

    Soldan sağa ayaktakiler;

    Oturanlar; 

    Fotoğraf Kaynak, Ahmet Eryılmaz


Ortaokul 1996

 


    Anıtkaya Ortaokulu

    1995/96 Öğretim yılı okul toplu.

    Öğretmenler: Okul Müdürü Güngör Günaydın, Fatma Eren (Turan), Saadet Yeşilyurt, İbrahim Varlı.

    Sırasız olarak; Bilal Kaya, Arzu Tüblek, Aziz Ata, Hakan Mola, İbrahim Öncül, Ahmet Tetik, Azime Koç, Hatice Dalgıç, Halil Seviş, Yaşar Soylu, Halil Tüplek, Harun Azbay, Gültekin Yet, Kurtuluş Tüblek, Ahmet Özdemir, Gökhan Özdemir, Osman Koç, İsmail Dalgıç, Erdal Efe, Tahir Kızılyer, Kadir Özdemir, Mehmet Sağlam, İrfan Aydın, Halil Salman, Kerime Yırgal, Aslıhan Kayır, Harun Öztürk, Ömer Tüblek, Hasan Ün, Mehmet Ali Tok, Fatih Soylu, Fatih Kızılyel, Halil Saçak...




Ortaokul 1969

 



    Anıtkaya Ortaokulu

    1969-70 Öğretim yılı ve Okulun açılış programı.

    Üç yıllık Eğret İlkmektebi talebeleri, ilk zamanlarda eski medrese binasında eğitim görüyorlardı. 1940'lı Yılların sonunda modern sayılabilecek okul binası yapılana kadar bu böyle devam etti. Aliefe (Ali Tüplek)in Muhtarlığı dönemine isabet eden bu bina ile beş yıllık ilkokul dönemi de başlıyordu. Bünyesinde o kadar derslik bulunmadığı için zamanla bu bina de yetersiz kalacaktı. 1960'lı Yılların son yarısında altı derslikli yeni İlkokul binası yapılınca, emektar bina boşa çıktı. Yapılışında aktif rol oynayan Aliefe, dernek kurarak onu ortaokula dönüştürmek için kolları sıvadı. Tamiri 1969 yılında tamamlanıp okul açılış onayı alınınca, bir törenle binanın da açılışı yapılmış oldu.

    Binanın tamiri sırasında her türlü işgücü katkısını veren Gıdakömer (Ömer İdis) okulun kadrolu hizmetlisi olmuş.  Açılış için gereken bütün hazırlıklar yapılmış. Masa üstüne bir büst, yanlarda çelenkler, ortada basit bir tâk, bayraklar ve katılımcılar... Fotoğrafın öğrenciler içeri girdikten sonra çekildiği anlaşılıyor.

    Sırasız olarak törende bulunanlar; Reis Delimısdık (Mustafa Erdem), Jandarma Komutanı, Zabıta Süleyman Eren. Zabıta Ali İhsan Ölçer, Hademe Ömer İdis, Mustafa Omak, Adem Erdem. Usta Süleyman Öztürk, Usta Mevlüt Öztürk, Okul Müdürü Kelmahmut, Öğretmen Emine,  Bekçi Rafi Taşkın, Guliz Osman Koç ve Öğretmen Fevzi Gümüş, Mardakların Mehmet Saki, Posdeci Ramazan Öncül, Bakkal Ramazan Türkmenoğlu...





01 Haziran 2024

2002 2/A

 


    Anıtkaya İlköğretim Okulu

    2001-2002 Öğretim yılı 2/A sınıfı

    Öğretmen, Mehmet Beytemir

    Soldan sağa ayaktakiler; Serkan Erol, Süleyman Sancak, Nafi Çetin, Mehmet Ali Dadak, Hasan Kaya, Ömer Honça, Ramazan Sargın, Hasan Saki, Sinem Öter, Esra Kopan, Fatma Öztürk, Zahide Nur, Emine Aykaç, Kübra Keleş, Fatma Öztürk, Tuğçe Kaynar, Azime Salman, Fulya Sarıtaş.  

    Oturanlar; İbrahim Kızılyel(Zaza), Kenan Öztürk, Ahmet Omak, Oğuzhan Seviş, Şerafettin Azbay, Mutlucan Dadak, Mevlüt Kızılyel, Mustafa Karakaya, İzzet Eser,İ zzet Koç, Ahmet Tayyip Erdoğan, Lütfi Erdem, Selahattin Soylu, Onur Azbay, Derya Tetik, Fatih Ata.

    Fotoğraf Kaynak. Mutlucan Dadak 


2000 2/A

 


    Anıtkaya İlköğretim Okulu

    1999-2000 Öğretim yılı 2/A sınıfı ikinci yarıyıl

    Öğretmen, Hanifi Kalafat

    Sırasız olarak Öğrenciler: Ömer Eser, Hasan Demirdelen, Sabri Bozkurt, Zarife Öztürk, Ayşe Öztürk, Şerife Sancak, Şerife Argunşah, Sibel Sim, Yasemin Kızılyer, ... Kızılyer, Fethullah Bucak, Nail Öztürk, Ahmet Öztürk, Fadime Seviş, Özlem Yavuz, Nurefşan Varlı, Aysel Bozkurt, Sultan ..., Salim Öztürk. Fatma Öter.







2000 2/A

 




    Anıtkaya İlköğretim Okulu

    1999-2000 Öğretim yılı 2/A sınıfı ikinci yarıyıl.

    Öğretmen: Hanifi Kalafat

    Sırasız olarak öğrenciler: Ömer Eser, Hasan Demirdelen, Sabri Bozkurt, Zarife Öztürk, Ayşe Öztürk, Şerife Sancak, Şerife Argunşah, Sibel Sim, Yasemin Kızılyer, ... Kızılyer, Fethullah Bucak, Nail Öztürk, Ahmet Öztürk, Fadime Seviş, Özlem Yavuz, Nurefşan Varlı, Aysel Bozkurt, Sultan ..., Salim Öztürk. Fatma Öter.




Ortaokul 1975

 



    Anıtkaya Ortaokulu

    1974-75 Öğretim yılı, 1/A sınıfı iç görünümü.

    Sıralara üçer kişi oturduğu düşünülürse, öğrenci sıkıntısı yok; ama sıra yetersiz. 

    Ön sıradakiler; Şahin Honça, Süleyman Oran, İsmail Seçen

    Orta sıra; Gürsel Aydın, Rıdvan Şahin, Rafet Azbay

    Arka sıra; Mehmet Honça, Saadettin Dadak, Şükrü Tok

    Fotoğraf Kaynak, İsmail Seçen




1998 4/A

 



    Anıtkaya İlköğretim Okulu

    1997-98 Öğretim yılı 4/A sınıfı

    Öğretmen, Ahmet Eryılmaz

    Sırasız olarak: Gökhan Yıldız, Sinan Sağlam, Cemali Soylu, İbrahim Soylu, Mustafa Azbay, Yücel Özdemir, Hakan Sarıtaş, Hakan Bozkurt, Hakan Öter, İbrahim Taşkın, Yasir Bucak, Mürsel Doğan, Emrullah Onay ,Ömer Faruk Aykaç, Zeynep Koç, Emine Kızılyel, Gülsüm Saki, Hava Yola, Nurdan Kurt, Elvan Dirlik.

    Fotoğraf Kaynak. Ahmet Eryılmaz




1997 4/A-B

 



    Anıtkaya İlkokulu

    1996-97 Öğretim yılı 4. sınıflar müze gezisi

    Öğretmen, Şeref Ertaş

    Sırasız olarak: Sinan Honça, Hüseyin Honça, Serdar Efe, İsmail Kurt, Ömer Kurt, Mehmet Ali Öztürk, Sedat Dadak, Abdullah Toka, Ahmet Eser, Ahmet Sağlam, Şükrü İdis, Ali Soylu, Mehmet Şık, Emin Kopan, Muhammet Aracı, Ayhan Tektaş, Abdullah Ildız, Mahmut Omak, İbrahim Türkmenoğlu, İbrahim Omak, Osman Külte, Halil Tüplek, Mehmet Güler, Cansel Erdem, Melek Dadak, Selime Yırgal, Elvan Öztürk, Özge Tüblek, Özlem Tüplek, Mustafa Öncül, Hasan İnanır.

    Fotoğraf Kaynak, Ayhan Tektaş




2000 7/A

 



    Anıtkaya İlköğretim Okulu

    1999-2000 Öğretim yılı, 7/A sınıfı yarıyıl karne hatırası.

    Öğretmen, İbrahim Varlı

    Sırasız olarak: Sinan Honça, Hüseyin Honça, Serdar Efe, İsmail Kurt, Ömer Kurt, Mehmet Ali Öztürk, Sedat Dadak, Abdullah Toka, Ahmet Eser, Ahmet Sağlam, Şükrü İdis, Ali Soylu, Mehmet Şık, Emin Kopan, Muhammet Aracı, Ayhan Tektaş, Abdullah Ildız, Mahmut Omak, İbrahim Türkmenoğlu, İbrahim Omak, Osman Külte, Halil Tüplek, Mehmet Güler, Cansel Erdem, Melek Dadak, Selime Yırgal, Elvan Öztürk, Özge Tüblek, Özlem Tüplek.



2001 Anasınıfı

 



    Anıtkaya İlköğretim Okulu

    2000-2001 Öğretim yılı, Anasınıfı yıl sonu şenliği. 

    Öğretmen, Ayşegül Hanım.

    Okullar birleşip orta kısım yeni binasına taşındıktan sonra, eski ortaokul binası anasınıfı olarak kullanıldı. Okul öncesi eğitim de böylelikle başlamış oldu. Bu fotoğrafta görülen, eski ortaokul binasındaki son eğitim etkinliğidir. 




1996 5/A

 



    Anıtkaya ilkokulu

    1995-96 öğretim yılı, 5/A sınıfı sene sonu pikniği

    Öğretmen, Gülsefa Gümüş

    Ayaktakiler soldan sağa: Mualla Sımsıkı, Sinem Kasal, Neslihan Kopan, Seval Zal, Perihan Mola, Ali Tetik, Sedat Dadak, Halil İbrahim Omak, Harun Öncül, İbrahim Eser, İrfan Sağlam, Soner Kaçmaz, Bekir Atay.

    Oturanlar soldan sağa: Birgül Öter, Fatma Tüplek, Azime Sağlam, Zeynep Onay, Müyesser Tok, Firdevs Dirlik, Azime Azbay, Alparslan Dalgıç, Satı Külte, Gülsevin Öztürk, Yaşar Soylu, Ahmet Kayır, İbrahim Dadak, Mevlüt Azbay, Fatih Kopan, Fatih Saki, İsa Okutan, Engin Öztürk

    Fotoğraf Kaynak. İsa Okutan



1977 4/A

 


    Anıtkaya İlkokulu

    1976-77 Öğretim yılı, 4/A sınıfından bir grup 

    Öğretmen, Ali Zafer Turna

    Ayaktakiler soldan sağa: Alaattin Muratkan, İbrahim Varlı, Mehmet Seçen, Sait Kopan.

    Oturanlar: Huriye Aydın, Aygün Azbay, Fatih Turna, Nail Sağlam



1973 Gezi

 


    Anıtkaya İlkokulu

    1972-73 Öğretim yılı okul gezisi

    Üyük'te yeşil-sarı fendirfeslerin ardında poz veren öğretmenler; Meliha Turna, Ali Zafer Turna, Ahmet Ege... Arka planda karede kendine yer bulmak isteyen öğrenciler...

    Fotoğraf Kaynak, Ahmet Ege


1972 Piyes

 



    Anıtkaya İlkokulu

    1971-72 Öğretim yılı Kervansaray'da tiyatro etkinliği.

    Öğretmenler, Hamiyet Kıpçak, Ahmet Ege ve Şerife Hanım.

    Öğrenciler; Mehmet Azbay, Hasan Aytar, Rafet Azbay, Şahin Honça, İsmail Seçen, Mehmet Zenger.

    Fotoğraf Kaynak, Ahmet Ege



Ortaokul 1994

 


    Anıtkaya Ortaokulu

    1993-94 Öğretim yılı 

    Okul bahçesinde bir grup öğrenci...

    Ayaktakiler soldan sağa: Adem Azbay, Ahmet Salman, Tamer Sağlam, Gökmen Tüplek, Harun Öztürk.

    Oturanlar: Süreyya Erdem, Bekir Tok, Halil İbrahim Tetik, Halit Honça, İbrahim Soylu.



1994 23 Nisan

 


    Anıtkaya İlkokulu

    1993-94 Öğretim yılı, Okul bahçesinde 23 Nisan bayram kutlamaları.

    Yumurta yarışlarını ilgiyle izleyen halk. Daha heyecanlı kadın izleyiciler, kendilerini okul ve hamam gölgesine attıkları için görünmüyorlar...