vâdesi yetmek:
Ömür süresi bitmek, ölmek.
vâke: gerçi (vâkıa)
Vakvak: Ayanoğlulardan Hasan oğlu Mehmet. 1872 Yılında
doğdu, Tırılın emmisidir. Köy tüzel kişiliğine ait bir yeri, şimdiki İlkokul
civarını kiralayıp bir şeyler ekmek istemiş. Su içindeki bu yeri ekmesine anlam
veremeyen köylüler ‘Len sen ördek misiñ, su içinde nediyoñ' diye dalga
geçiyorlar. O günden sonra lakabı ‘Ördek’ veya ‘Vakvak’a çıkan Ayanoğlu Mehmet
Galgancıların dedesidir, 1938’de vefat etti.
vamek: Ulaşmak, varmak.
vañılamek:
Kulak uğuldamak.
vañıl vañıl:
(z)Boğuk gürültüyü anlatır.
vanvay: Bir çok diskin
dönmesiyle toprağı işleyen bir çeşit pulluk
varıp da: Olumsuzluk edatı, olmayacak
şeyleri anlatır. (Varıp da yamır mı yağcek/ "Nasıl olsa yağmur
yağmaz" anlamında.)
varısam: Tehdit sözü, (Yanına
varırsam)
vâriyet: Mal mülk, varlık.
vâriyetli:
Zengin, varlıklı.
var ol: Yaşa anlamında
tezahürat ünlemi.
vasıñ: Edat
ve zarf olarak kullanılır (varsın). (Vasıñ yiceği gada yisin, netcen.)
vasıñôsuñ:
Dert etme, kafana takma anlamında teselli sözü. (Varsın olsun)
vatdı olmek:
Parasal yönden iyi durumda olmak (vakti olmak)
vazıyet: Durum tahmini bildiren
edat; herhalde, galiba, görünüşe bakılırsa. (Vazıyet, yetişemicez.)
velense: battaniye
velesbit: bisiklet
verebura: (z) Habire, durmadan.
vergi algı:
(i) Mali konulardaki bürokratik işlemler.
vermek: Bir durumu bir eylemi
etkin bir şekilde sürekli yapmak (Ardından verdim gurşunu)
vesâyit: Vasıtanın çoğulu olan bu kelime otobüs,
minibüs, otomobil, kamyon gibi yolculuk için lazım olan her türlü ulaşım
aracına karşılık gelir. (Vesâyit bulursak gitcez.)
vıdik: Kaz yavrusu.
vıddik: Takım halinde oynanan
saklambaç.
vıgır vıgır:
(z) Kımıltılarla kıpraşma durumundaki böcek, kurtçuk vs için çok, çok fazla.
vırraklamek:
Kurbağa bağırmak.
vızıklamek:
Oyunda sızlanmak, mızılamak.
vide: vida
videli: Vida ile
sağlamlaştırılmış.
vidi vidi:
(s) Çok küçük, ufacık.
viz!: Birini ağlatmak için
tahrik ünlemi.
vizilek: Çabuk ve çok ağlayan.
viziletmek:
ağlatmak
vodurdanmek:
homurdanmak
vurgun: 1.Çiçeği yeni dökmüş
meyveyi soğuk vurması, 2.Ekinin fırtına, yağmur, sel nedeniyle yere yatması.
vuruşmek: Boynuzlu hayvanlar
kafalarını tokuşturarak dövüşmek.
vuruşdurmek: Boynuzlu hayvanları dövüştürmek.
ya: evet,
tamam.
yaba: Harman savurmada
kullanılan tek parça ağaçtan yapılmış beş dişli alet.
yaba gibi:
Daha çok ellerin büyüklüğünü anlatmada kullanılan benzetme.
yabaltı: Yabadan daha büyük,
savurmaya değil de küremeye yarayan altı dişli büyük yaba.
yaban: Köyden ayrılıp gidilen
her yerleşim yerinin genel adı.
yabana gitmek:
Köyden ayrılıp başka bir köye veya yerleşim yerine gitmek.
yabancılamek:
Yabancı bulduğu için uzak durmak, alışamamak.
yadırgamek:
Garip, tuhaf karşılamak.
yağadı: 1.Yağla yapılan bükme,
börek, katmer gibi hamur işi; 2.Yağ lekesi, yağ bulaşmış şey.
yağadılanmek:
Yağla kirlenmek.
yağar: yağmur
yağcı: Haşhaşı kavurup yağını
çıkaran kişi.
yağcı dükkanı:
İçinde haşhaşı kavurmak için bir ocak, preslemek için büyük dikey bir
mengenenin bulunduğu işletme. Yağhane
Yağcımahmut: Hatiplerin Deliahmedin büyük oğlu Mahmut
Aykaç. 1930 Yılında doğdu, köyde haşhaş yağı çıkaran son kişi olarak bilinir.
2020’de vefat etti.
yağır: 1.Binek hayvanlarının
sırtının ortası, tüysüz kısmı; 2.Binek hayvanlarının sırtında oluşan yara.
yağır gibi:
Çok kirli, yağla karışık kirli.
yağırnı: Bel, sırt ve omuz
bölgesi.
yağır olmek:
Çok kirlenmek.
yağıynan gavrılmek: Geliri geçimine zar zor yetmek.
yağmasa da gürlemek: Bir şeyi yapmasa da yapacağını söylemek, yerine getirmese de çok
vaatde bulunmak.
yâhudi: Kötülük etmede aşırıya giden.
yaka: 1.Yan, yön, cihet,
taraf; 2.Semt, bölge (Ne yakadan geliyoñ?)
yakalık: Öğrenci önlüğü üzerine
takılan beyaz yaka.
yakasız göynek:
kefen
yakasız göynek geymek: Kefenlenmek, ölmek.
yakcek: Odun, yakacak
yakı: 1.Ağrıyan yere
vurularak ağrı kesici olarak kullanılan ilaç; 2.Mide, karın ağrısı.
yakıleşmek:
Sıcak veya çok yemekten sindirim sistemi bozulmak.
yakılmek: Gönülden bağlanmak.
yakotu: Yaprakları çiğnendiğinde
istifra yaptırdığı için mide rahatsızlığına iyi geldiğine inanılan acı bir ot.
(yakı otu)
yal: Sulandırılmış
kepek, köpek maması.
yalabık: 1.Pürüzsüz, düz; 2.Parlak,
cilalı, ışıldayan; 3.Suyun aşındırıp parlattığı taş.
yalabıtmek:
Bir şeyi sürterek veya yontarak pürüzsüz hale getirmek.
yalak: 1.Küçük su kaynağının
bulunduğu yerde suyun küçük bir çukur oluşturması; 2.Toprağa veya taşa açılmış
oyuk; 3.Hayvanlara yal veya su konulan kap.
yalama: 1.Aşınmış, bozulmuş;
vida yatağı genişlemiş, tutmaz, iş görmez olmuş; 2.Dudakta görülen deri
hastalığı.
yalama olmek:
Aygıt eskiyip, yıpranıp çalışmaz olmak.
Yalamaşükrü: İdirizlerin Sarımehmedin küçük oğlu Şükrü
İdis. 1933 Yılında doğdu. Dudaklarındaki rahatsızlık sebebiyle böyle
lakaplanmış, 2005’te vefat etti.
yalandırmek:
Kandırmak, aldatmak.
yalangasdan:
Şakacıktan, yalandan, gerçek olmayarak.
yalanıña gıran girsiñ: Söylediklerinin hepsi yalan, buna bir son ver.
yalan yok:
Söylenenlerin doğruluğunu pekiştirme ve kendisiyle ilgili bir itiraf durumunu
belirten söz. (Yalan yok, biz de hata etdik.)
yalınayak:
Üzerine vazife olmayan işlere karışan.
yalınayak başı gabak: (z)Uygun kıyafet ve donanımı olmadan.
yalınbidesi:
Sade pide.
yalınbidesi gibi: Haddi olmayan şeyler söyleyen kişilerin dilini anlatır.
yalıñız: yalnız
yallamek: Köpeklerin yalını
vermek.
yama: Yokuş. Çok eğimli, dik
yer.
yamalamek:
Kapatmak, yamamak.
yamalı botca: (mec) Bütünlüğü olmayan şey.
yamalık: Yama yapmaya yarayan
bez parçası.
yamalıklı:
Yamalı giyecek.
yaman: Becerikli, işbilir.
yamanmek: Yüzüstü yere düşmek,
kapaklanmak. (Adam birden yere yamandı.)
yameç: Tepenin yan tarafları,
yamaç.
yamıç: İnsanın yan tarafı,
yanı.
yamık: Eğri, yamuk.
yamılmek: Eğrilmek, bir yana
düşecekmiş gibi olmak.
yâmır: yağmur
yâmırlı günde bi tas su vemez: İyilik namına küçük bir jest bile yapmaz.
yâmırlık: Kaput, palto, pardesü,
(yağmurluk)
yâmır yaş: (i) Yağışlı ve nemli hava.
yampiri: 1.Yamuk, çarpık, eğri;
2.Eğri büğrü yürümek.
yana çıkmek:
Birinin yanlısı olmak, onu desteklemek. (Herepcüğü de ondan yana çıkdı.)
Yañalhatca: Emirdağlı Ese’nin hanımı Hatice Eminç. 1900
Yılında doğdu, Afyonlu İdirizlerin Hasan kızı; Gızılgız ile Zağarayşanın
kardeşidir. Ayrıca Avgan ile karınkardeş olurlar. Yanağından belirgin bir
miktar kıl olduğu için böyle lakaplanmış olabilir. 1986 Yılında vefat etti.
yancek: Yakacak odun, çalı
çırpı.
yaneşmek: 1.Hayvan su içme
pozisyonunu almak, 2.Bir işe başlamak (yanaşmak)
yangalırsıñ:
Alay ve tepki amaçlı bir işi yapamayacağını anlatır (Çift süreceğini söyleyen
birine: Baya süre süre yangalırsıñ.)
yangayış: Arabaya veya pulluğa
koşulan atları falakaya bağlayan kayışlar.
yangı: Hastalık ateşi,
hararet.
yangılı: ateşli
yangın: Aşık, sevdalı
yangırmek:
Ata veya eşeğe iki ayağı da aynı tarafa sallayacak şekilde binmek.
yanı beli delinesice: İlenç sözü
yanı delinesice: Çok yatıp uyuyanı azarlama sözü.
yanı delinmek:
Yatalak hastanın sırtı yaralanmak.
yanık: Etkileyici, dokunaklı,
acılı ses veya türkü.
Yanıkali: 1903 Selahiye doğumlu Ali Üstün. Gizemli bir
adam gibi görünürdü. Eğret’e gelip yerleşmesiyle ilgili anlatılan hikaye de bu
gizemi artırırdı. Bir şekilde yanmış. Yüzünün görülebilen kısımları ürkerdik,
gözleri ve çevresini kaynakçı gözlüğüne benzer gözlüklerle kapatırdı. Yetimlerin
ev ile Kelhasanın Ali’nin ev arasında bir yerde tek başına yaşardı. 1981
Yılında vefat etti.
yanıkyağ: Motorlu araçlardan
çıkarılan atık yağ.
yañılıp yeñilip: (z) İstenmediği halde, yanlışlıkla.
yânış: 1.Yanlış, 2.Su
birikintilerinde yaşayan küçük su böceği; tatlısu karidesi.
yânışıñ va:
Yanılıyorsun, yanlış biliyorsun.
yânışsıñ: Yanılıyorsun, yanlış
konuşuyorsun.
yânış yûnuş:
(s) Abartılı yanlış işleri anlatmada kullanılır
yanı yöresi:
(i) Birinin fiziki çevresi, veya sosyal seviyesi (Onuñ yanına yöresine yakleşilmez)
yañkı: Oradaki, yandaki. (Yañkı
duvar yıkılmış.)
yanmek: 1.Aşık olmak,
tutulmak; 2.Oyunda yanlış yapıp oyun dışı kalmak.
yannamek: Yan tarafına yanaşmak
(yanlamak).
yannı: Bir yana eğik (yanlı)
yantır: Doğru yürüyemeyen, bir
yana eğik yürüyen.
yapık: Çalıya takılan yahut yolda, damda, kırda
bayırda koyundan düşen küçük, kirli yapağı parçası.
yapışak: Yapışkan, yapışıcı
yapışdırmek:
Tokat atmak.
yapışmek: At
arabası veya motorlu bir araca, hareket halindeyken arkasından tutunmak.
yaprak basmek:
Bağ yaprağını salamura yapmak.
yaprak sarması:
Bağ yaprağına pirinç, bulgur sararak yapılan yemek.
yaprak sarmek:
Bağ yaprağı sarması yapmak.
yaranmek: Birinin hoşnutluğunu
kazanmak.
yârennik etmek:
Muhabbet etmek, söyleşmek, birlikte vakit geçirmek.
yareyişli:
1.Faydalı, yararlı; 2.Gıda olarak yararlı, ilaç olarak tedavi edici özelliği
olan.
yarıbeli: İnsan boyunun yarısı,
bele kadar, bel boyu. (Yarıbeline gadâ ıslandı.)
Yarıkgaya:
Bir mevki adı
yarım: Sakat, bedeninde
eksiği olan.
Yarımağa: Çatalların İbrahim
oğlu İbrahim Soylu. 1917 Yılında doğdu, Kırtümmetin kardeşi, Pilotun babasıdır;
1968’de vefat etti.
Yarımçakmak: Garadelinin oğlu Mevlüt Kızılyel. 1930’da
doğdu; Hödükhalibanın küçüğü, Ahmet Kzılyel’in abisidir. Neden böyle
lakaplandığı bilinmiyor, 2014’te vefat etti.
yarım hâfız:
Kuran’ın ancak bir kısmını ezberleyebilmiş kişi.
yarımintan:
Tenekenin dörttebiri kadar tahıl ölçeği.
yârin: yarın
yârin bürgün:
(z) Yakında, gelecekte, bilinmez bir gelecekte (Yarin bürgün ev yıkılırsa
netcez!)
yârinden sôna:
Ertesi gün, yarından sonra.
yarma: 1.Hayvan yemi olarak
kırılmış arpa; 2.Büyük yarılmış ağaç, odun.
yasdanmek:
Dayanmak, yaslanmak.
yasdığeç: Yonta yonta bu
hale getirilen yassı ağeç/yasdığeç her fırının demirbaşıdır. Hamur onun
üzerinde yazılır, geniş yalınbidesi küreğe sığmayacağından onunla fırına
bırağılır. Daha bir sürü önemli önemsiz işlevi vardır.
yasdık: Arabanın sağa sola
dönmesini kolaylaştıran metal aksam.
yasdıklamek:
Sürülen tarlanın pulluk çizilerinin ters istikametinde, añ kenarını tekrar
sürüp düzeltmek.
yassı: yatsı
yassılık: Yatmadan önce yenilen
yemek.
yassılmek:
Eğilmek, yassı hale gelmek, düzleşmek.
yassırı: Layık, müstehak, hak eden. Genellikle sopa
yassırı sözünde, dayağı hak eden anlamında kullanılır.
yasyalabık:
Pürüzsüz, çok parlak yüzeye sahip nesne.
yaşa: Beğeni ve ve
memnuniyet bildirme ifadesi.
yaşarık: 1.Nemli, 2.Gözleri
dolan, gözü yaşarmış, ağlamaklı.
yaşeyesice:
Azarlarken kötü bir şey sçylememek için bu güzel ilenç sözüne başvurulur.
(yaşayasıca)
yaşı beñzemesiñ: Genç yaşta ölen birine benzetilen kişi için söylenir.
yatağı bozuk:
Ahlaksız, namussuz.
yatak: Hayvan sürüsünün yazın
gecelediği yer.
Yataklâ: Bir mevki (Yataklar)
Yata yata gabak böyür: atasözü
yatdığı yeri beyenmek: Yorgunluktan bitkin düşüp derin uykuya dalmak.
yatık: Şiddetli yağmurdan
yere yatmış ekin.
yatırına sözüm yok: Bir yer hakkında kötü sözler söylerken kutsallarını istisna
tutmayı ifade eder.
yatyaban: (i) Memleketten uzak
her yer, gurbet.
yatzıbar ekmeği: Gece geç vakitte yenen yemek.
yavıklı: Sözlü, nişanlı kız
veya erkek.
yavıncımek:
1.Heveslenmek, istek duymak, 2.Yavanlaşmak, tatsızlaşmak.
yavrı: 1.Yavru, 2.Civciv,
vıdik; kümes hayvanı yavrusu.
yavsı: Koyun keçi gibi
hayvanlara bazen de insana yapışarak kanını emen bir tür kene.
yavşak: Yumurtadan yeni
çıkmış, henüz rengi yeni değişmeye başlamış bit yavrusu.
yayan: Yürüyerek, yaya olarak.
yayan yapıldak:
(z) Hiçbir binek veya araç kullanmadan, yaya olarak
yaygı: Yere ya da bir şeyin
üzerine serilen yayılan keçe, kilim gibi şeyler.
yayılmek: 1.Hayvan otlamak,
2.Sereserpe oturmak.
yayıncı: Pazarda satmak
istediği şeyleri ortaya seren satıcı.
yayınmek: Pazarda satıcı
mallarını ortaya serip yaymak.
yaylı: İlkel amortisörlü bir
at arabası.
yaylım: 1.Hayvan sürüsünün
otlağa yayılarak otlaması, 2.Hayvanın otladığı yeşillik, ot bulunan alan,
otlak.
yaymek: 1.Hayvan otlatmak,
2.Sermek, dağıtmak; 3.Duyduğu sözü orada burada söylemek.
yazlık: Baharda ekilmiş ekin.
yazmek: 1.Hamur açmak,
2.Geline makyaj yapmak, yüzünü süslemek.
yedeğine almek:
Bir hayvanı bağlayıp ardından çekip götürmek.
yédék: 1.Fazla demli çayı
açmak için başka bir çaydanlıkta kaynatılan su; 2.Ardında çekip götürülen
hayvan.
yédici: Hayvanı yedeğine alıp
çeken.
Yédigardeşlê:
Yedi yıldızdan oluşan takımyıldızı, Büyük Ayı.
yédmek: Çekmek, yedekte
götürmek
yéğni: Hafif, ağırlığı az.
yéğnilmek:
Hafiflemek, yükün çoğunu üzerinden atmak.
yékden: Yeni baştan, bir daha.
yékinmek: Kalkmaya çalışmak,
kalkmak için ileriye ve öne doğru hamle yapmak.
yek yeke: (z) İki kişi
karşılıklı olarak, başkaları işe karışmadan, teke tek.
yél: 1.Soğuktan oluşan kas
ağrısı, 2.Bağırsak gazı, osuruk.
yéldirmek:
1.Acele etmek, telaşlı ve hızlı gitmek. 2.Sürekli koşuşturmaca, yoğun ve
tempolu çalışma içinde olmak.
yéldir yéldir:
(z) Acele acele
yél durmek:
Terli iken alınan soğuk ile kaslar kasılmak.
yélék: Bir tür temizlik
fırçası olarak kullanılan kaz kanadı.
yélékim: rüzgar alan, havadar
yer
yéle yéle:
(z) Telaşlı telaşlı ve çabuk çabuk
yel gibi: Hızlı
yeliñ
atdığı, guşuñ sıçdığı: Kökeni
ve nesli belli olmadığı imasında bulunarak hakaret etme sözü.
yéllemek: 1.Yelpaze ile ateşi
harlandırmak, 2.Kötü bir şeyi yapması için dolduruşa getirmek.
yéllenmek:
Gaz çıkarmak
yélli: hafif meşrep kadın
yélmek: Acele etmek.
yél yél: (z) Acele acele
yélyépelek:
Alelacele, aceleyle