Ot orakları bitiminde ekinler hızla olgunlaşmaya başlar. Arpaların rengi ağarır ve kısa süre sonra biçim vaktine erişilir. Buğdayın vakti daha sonra gelecektir. Fakat deneyi almaya başlayınca buğdaya musallat olan zararlılar da ortaya çıkar. Bambıl denilen böcek başaktan başağa uçarak olgunlaşmaya başlayan buğday tanelerini yer. Bu durum buğday tam kuruyana kadar devam eder. Ancak Eğret'te ileşberler bu böcekle mücadele etmezler. Kimyasal ilaç kullanmazlar, onun vereceği zararın kendilerine bir eksi getirmeyeceğini düşünürler.
Büyüklerimden duyduğum asıl afet çekirge istilası. Bu böceklerin nasıl serçe büyüklüğünde oldukları, kalabalıklığı nedeniyle sürü halinde bulut olarak dolaştıkları, haklarından gelebilmek için koca koca hendekler kazdıkları hep anlatılagelirdi. 1940-50'li yıllarda da yaşanmış bu afet. Dinlediklerimiz bu yıllara ait; fakat asıl çekirge mücadeleleri bundan daha önceki yıllarda yapılmış. Özellikle 1850-1920 arasında Osmanlı Devlet politikası olarak çekirge mücadelesi kayıt altına da alınmış.
Eğret'in Osmanlı döneminde ödediği vergiyi anlatırken gördük ki bu bölge İstanbul'un tahıl ambarı. Arpa, buğday için kategorilere ayrılan toprak verimliliğinde Eğret toprakları en verimli toprak sınıfından sayılıyor. Çekirge gibi bir afetle mücadelede uygulama alanı olarak Eğret'in üzerine eğilmiş olunması normaldir.
24 Mayıs 1852 tarihli Karahisar-ı Sâhib Sancak Meclisi Mazbatası'na göre Eğret'in de aralarında bulunduğu Merkez kazaya bağlı 26 köyde şiddetli çekirge felaketi yaşanmıştır. Belgelerden anlaşıldığına göre, 1840'lı yıllarda başlayan afet 1864 yılına kadar yoğun bir şekilde devam etmiştir. Felaket 1880'1i yıllarda tekrarlasa da alınan önlemlerle kısa sürede bastırılmıştır. 1910'1u yıllardan itibaren tekrar başlayan çekirge felaketi etkisini I. Dünya savaşı yıllarında da devam ettirmiştir.
Tanzimat'ın hemen sonrasında başlayan bu afetle mücadelede en etkin makam ise yine aynı tarihlerde oluşturulup atanan muhtarlıklar olmuştur. Eğret'in ilk muhtarının kim olduğunu bilmiyoruz ama; afet görüldüğünde yetkilileri haberdar etme ve mücadeleyi organize etmede tam yetkili kılınmıştır.
Alınan tedbirlere gelince... İtlaf edilen çekirgelerin larvalarının okka başına ücret ödenmesi, hendeklere doldurularak üzerlerine toprak örtülmesi, serçe ve sığırcık kuşlarından yararlanılması, çekirgeli alanların sürülmesi vb. gibi yöntemler. Bunların içinde en fazla başvurulan yöntem, hendek kazılarak oraya henüz olgunlaşmamış çekirgeleri gömmek olmuş. Bu yöntemin 20. yüzyılda da kullanıldığını büyüklerimizden dinlemiştik.
Kuşlara yedirme de oldukça ilginç bir yöntem olmalı. Yalnız, bütün bu çekirgeyle mücadele yöntemlerinin yanında masrafsız ve zahmetsiz bir yola daha başvurulmuş. Dua okuyarak onları Allah'a havale etmek...
Dua ve sığırcık usullerinin birleştirilmesinden oluşan bir karma uygulamayı dinlemiştim. Apdıramanlardan Halil Hoca adında birisi (Kör Halil Kirkit adını bundan almış) Sandıklı taraflarından bir yerden sığırcık getirmeye gitmiş. Oradaki sığırcıklar çok namlıymış bu hususta ve belki de Eğretliller Halil Hocayı görevlendirdi; o ayrıntı bilinmiyor. Düşmüş yola bizim Hoca, kuş sürüsü de tepesinde buna eşlik ediyor. Okuya üfleye sığırcıkları Eğret'e getirmiş de o yıl çekirgeden böylelikle kurtulmuşlar.
Son yıllarda bu tarz çekirge afetlerine rastlanmıyor. En az 70 yıl öncesinde kalmış bir durum. Eğreti takvimde işaretlenmesi gereken bir iş olarak kaydetmiş olalım.
Bu bölümde tarihi verileri aldığım kaynak: Batı Anadolu'da Çekirge Felaketi (1850-1915), Ertan GÖKMEN
ÇAVDAR ÇEKME
Eskiden yaşanan çekirge afetleriyle hemen hemen aynı döneme rastlayan bir işlem daha yapılır ileşberler tarafından. Bu dönem, sapıyla başağıyla buğdayın olgunlaşıp sertleştiği, renginin hafifçe ağarmaya başladığı fakat henüz kurumadığı dönemdir. Haziran ayının sonları, Temmuz başları gibi, daha orakların başlamadığı günler.
Bu vaktin de iyi ayarlanması gerekir. Başaklar belirdikten sonra, ekine karışmış çavdarlar daha uzun boyda ve daha açık renkte kendini fark ettirirler. Buğday boyundan 20-30 santim kadar daha uzun olurlar. Böylece ele gelmesi kolaylaşır. Zamanlamanın önemi, ekine zarar vermeden onu çavdardan ayıklayabilmektir.
Çavdar çekmenin temel amacı ise arı buğday elde etmektir. Arı buğday tohum ve yiygi olarak kullanılır. Çalkama veya savurma gibi yollarla çavdarları ayırmak zor olduğundan bilhassa tohom için en etkili ve pratik yol budur: Daha tarladayken temizlemek.
Üç beş kişi yan yana dizilerek önlerine gelen çavdarları başaklarının alt tarafından kavrayarak yukarı çekip kökünden çıkarırlar. Bir tutam olup avuçlar çavdar sapıyla dolunca aña veya yola atılır saplar. Bu şekilde çıkım çıkılarak ekin çavdardan temizlenmiş olur.
Çavdarın günümüzdeki besin değeriyle ilgili bilgiden o günün insanı habersizdi. Gerçi çavdar da ekilirdi; ama o hayvanlara yem olarak kullanılırdı. Çavdar bitkisi, buğdayın bozulmuş bir türü olarak kabul edilir, dolayısıyla buğday içinde bir kusur olarak algılanırdı. Bütün bu çavdar çekme işleminin mantığı buna dayanırdı. Günümüz kafasıyla anlamak bu yüzden zordur.
Bugün ileşberlik yok; tarım var ve o da endüstrileşmiş. Un artık değirmende değil, fabrikada üretiliyor. Buğdayın öğütülmeye hazırlık safhaları da hep fabrikasyon. Tohum ise çiftçinin kendisinin hazırladığı bir şey değil, daha teknik olarak üretiliyor. Yani anlayacağınız, çavdar çekme de tarihe karışmış işlerden biridir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder