26 Ekim 2023

Goca Cami

 
    Eski köy yerleşimleri cami/mescit etrafında şekillenirmiş. İnsanlar bir yere konunca önce mescit yapar, eve dama ondan sonra sıra gelirmiş. Yeni yapılacak her bina caminin önüne ardına kondurulur, böylece zamanla ilk yapılan mescit tam ortada kalırmış.

    Eğret'te durum farklı... Köy, camiyi değil tekkeyi merkeze alarak kurulmuş. Uydu görüntüsüne bakıldığında Sığıreğleği meydanının tam ortada bulunduğu görülür. Asırlar boyunca Eğret'in tek camisi olan Cuma Camisi ise köyün kenarında bulunuyor...

    Bunun sebebi, efsanede anlatılan köy taşınmasının gerçekleştiği sırada caminin hazır bulunmasıdır. Yaygın inanışa göre Cuma Camisi; han, hamam, cami, çeşme, ahır  ve sair kısımlardan oluşan bir kompleksin parçasıydı. Yerleşik halka yönelik değil, yolcuların ibadet ihtiyacı için yapılmıştı. Bu konaklama tesisler bütününün tertip ve işleyişini sağlayan ise daha yukarıda bulunan Hacı İbrahim Zaviyesi idi. Eğret ahalisi her nereden geldiyse, zaviye/tekkenin etrafına yerleştiler. Bu yüzden Eğret asırlar boyunca büyürken tekke tam merkeze oturmasına rağmen cami dışarıda kaldı...

    Mutlaka zaviyenin bir bölümü zikirhane ve mescit olarak kullanılıyormuştur. Halk da vakit namazlarını köyün dışında kalan cami yerine bu mescitte kılmışlardır. Cami yolcuların ibadetine açıktı, ayrıyeten cuma namazları da orada kılınıyordu. Adının Cuma Camisi olarak yerleşmesine bir sebep de bu olabilir...

    Yirminci yüzyıl başına gelindiğinde durum böyleydi. Cami köyün dışındaydı, zaviyenin mescidi ise artık yetersizdi. Merkezi bir yerde cami ihtiyacı iyiden iyiye kendini hissettiriyordu... Goca Cami inşaatı fikri böyle doğdu...

    1900 ile 1910 yılları arasında (kesin tarih bilinmiyor) köylü elbirliği ediyor ve işe girişiyorlar. Ellik Gavuru denilen Ermeni duvar ustaları tutuluyor. Taş ve ağaç gibi gerekli malzemeler nerede varsa oradan getiriliyor. Millet atını arabasını koşuyor, kazmasını küreğini kapan işgücü katkısında bulunuyor. Tam bir seferberlik ilan ediliyor senin anlayacağın...

    Bizim buralarda bulunmayan büyük direkler kirişler getiriliyor Kütahya tarafından... Öyle büyük ağaçlar ki halberi öküz arabasıyla çekilebilecek gibi değil... Dombeyleri koşuyorlar... Koca koca kiriş yüklü arabalardan oluşan bir konvoy köye giriyor... O yıllarda Veyislerin Böbüdedenin ve Hacapdıramanların dombeyler çok meşhurmuş... Bizim milletimiz nasıl ki şimdi iş makinası izlemeye bayılır, o zaman da dombey arabalarını görmek için yığılmışlar... Hani şimdi karakol binasından tekkeye doğru uzanan Galip Bey Caddesi var ya, işte orası gayet engebeli bir yokuş... Yol desen yol değil, bayır desen bayır değil... Sel yolağıymış diyorlar... Başka çıkarı yok, kirişler mecbur oradan çıkarılacaklar... Hacapdıramanların dombeyleri Halil sürüyor. Bu adam Cıldır Abdurrahman Keleş'in dedesinin kardeşidir... Diğer hayvanlar ağır yükleriyle alabildiğine zorlandıkları çok belli; fakat Halil'inkiler bana mısın demiyor, rahat rahat ilerliyorlar... Şimdi Bakkalsüleymanın hizasına geldiğinde, Hacapdıramanların Halil arabanın okunda amuda kalkıyor... Seyire gelen ahalinin şaşkın bakışları arasında boyunduruğa kadar elleri üzerinde ilerliyor. Pozisyonunu değiştirmeden bu kez boyundurukta amuda kalkıyor... Böyle böyle araba Tekkeye varana kadar çeşit çeşit akrobatik hareketler yapıyor, ve nihayet halkın bağrış çığırışları arasında yolculuğu tamamlıyor... İşin sonundaki bu hareketine anlam veremeyenler sorduğunda şu cevabı vermiş;
    - 'Millet dombeylere öyle hayran hayran bakıyordu ki, nazar değip çatlayacaklarını anladım. Dikkatleri ve nazarları başka bir şeye çekmek için aklıma bu geldi ve bunu yaptım.'

    Eğret halkı caminin yapılışında aşkla şevkle çalışmış. Hayvanının gücüyle, kendi gücüyle, ayni yardımlarla, aş ekmekle, duayla... Herkes ne katkı verebilecekse vermiş...

    O yıllarda Cuma Camisinin imamı Döğerli Mücellit Ahmet Hocadır... Ahmet Hoca, Naymelerin Naime Ninenin babası oluyor... Bir sabah namazı sonrası, Sağırların Odada onu gözleri yaşlı görünce şaşırıyorlar. Ali Osman Hoca henüz delikanlılığın verdiği bir cesaretle bu ağlamaklı halinin sebebini soruyor;
    - 'Hocam, köyden birisi bir şey mi dedi yoksa!..' Mücellit Hoca önce sükut etmiş filan... Sorular ve soran bakışlar üstüne üstüne gelince dayanamayıp ağlamasının gerçek sebebini söylemiş;
    - 'Millet büyük bir şevk ve heyecanla cami yapıyor; ama gavura hastane yaptıklarının farkında değiller, ona ağlıyorum...' Kendisine yakazaten malum olan bu gerçeği söylediğinde muhatapları meramını ancak on yıl sonra anlayabilecekti...

    Cami bitirildi. Eğer Mücellit Hocadan sonra Cuma Camisine atanmadıysa Eğretli Cemal Hoca Goca Caminin ilk veya ikinci hocası olabilir... 

    Evet bu camiye Goca Cami deniliyordu, zira Cuma camisine göre oldukça büyüktü. Hatta bir köy için dikkat çekici oranda büyük sayılırdı. Başka yerde olsa 'Ulu Cami' derlerdi, çünkü genelde bir yerin en büyük camisine hep bu ad verilmiş. Gelvelakin Eğret'te büyük için 'goca' sıfatı kullanılıyor. Gocabıyık, Gocaguliz, Gocasan, Gocamat, Gocadere, Gocagedik, Gocagafa, Gocagır, Gocaüseyin, Gocagapı, Gocayörük, Gocagulak, Gocayetim... Ulu sıfatı ise bildiğim kadarıyla yalnız Uluyol mevkii için kullanılıyor, başka yok... Bütün bu sebeplerden ötürü caminin adı Gocacami olarak kalıplaşmış... Yirmi otuz yıl önce kubbenin oturduğu sekizgen kaideye badana fırçasıyla ve berbat harflerle 'Ulu Cami' diye yazmışlardı. O yıllarda zorlamayla başlayan Ulu Cami adını yerleştirme gayretleri de vardı. Neyse ki o kötü yazı silindi ve Ulu Cami  tabiri tutmadı. Bazıları hala öyle dese de Eğretliler çoğunlukla ve hala Gocacami diyor...

    Gocacaminin büyüklüğü kadar dikkat çekici bir başka yanı, minaresidir. Nerde görsen başkalarından ayıracak incelikte narin bir görüntüye sahiptir. Eski köy camilerinin (hatta şehirlerdeki küçük mescitlerin) minareleri güdüktür. Selatin Camileri gibi belli başlı büyük camilerin minaresi müstesna, minareler genellikle kısa boylu tutulurdu. Misal, Cuma Camisinin şimdiki minaresi yenidir; orijinal hali büyük ihtimal küçük bir şeydi...

    Yirminci yüzyıl başında yapılmış bir köy camisinin minaresi olarak düşünüldüğünde; Gocacami minaresi oldukça yüksek, ama narin ve nazenin bir yapıya sahiptir. Sürekli gözümüzün önünde olduğundan bu güzelliği fark etmemiş olabilirsin; kaldır başını, bir daha bak...

    Yunan geldiğinde Mücellit Hoca sağ mıydı, neredeydi bilinmez... Dediği çıktı, bu sağlam ve o günün şartlarında konforlu binayı hastaneye çevirdiler... Eğretli, neliklerle yaptıkları Gocacaminin gavur elindeki bu garip haline elbette gizli gizli gözyaşı dökmüştür. Tıpkı on yıl önce Mücellit Hocanın döktüğü gibi... Belki kulak verenler, bizzat caminin hıçkırıklarını da işitmiştir...

    İşgalcilerin Eğret'e dair çektikleri fotoğrafların çoğunda Gocacami görünüyor, zaten görünmemesi imkansız gibi. Yalnız onun yakın plan çekimi yok, hep uzaktan, hep uzaktan... Ona odaklanıp yakından çekseler, gösterişli mabede tecavüzleri açığa çıkacağından böyle davranmış olabilirler..

    Yunan gittikten sonra gazi Gocacami de halkla birlikte yaralarını sarmaya başlar. Minareden ezanlar yükselir, eski haline döner. Cemaatle şenlenir, cenazeyle hüzünlenir. Cumacamisi onun kadar şanslı olmadığı için toparlanamamış, yük tamamen Gocacaminin omuzlarına binmiştir. Kutsal yükün hakkını verir, hatta daha inşasından beri ona yoldaşlık eden yan taraftaki medreseyle el ele verirler. Çocukların Kur'an eğitiminde burası başat rol oynayacaktır... Bir dönem vazifesi sekteye uğrasa da, neredeyse bütün çocukların yolu medreseden geçmiştir.

    Medrese deyince akıllara ilk gelen Terlemezhoca (Ali Osman Terlemez)dir. Bizim çocukluğumuz galiba o devrin sonuna rastlıyor, bu yüzden pek hatıramız yoktur. Önceki nesiller Terlemezhoca ve dayaklarını iyi hatırlıyorlar. Falakasıyla meşhurmuş rahmetli...

    Takgasların Çakırhasan, oğlu Ramazan Öncül'e hafızlık talim ettiriyormuş. Çocuk, Terlemezin dayaklarından bizar olup hocasını babasına şikayet etmiş. Çakır, ikindi namazına bu sebeple öfkeli gitmiş. Namaz sonrası çıkacakken, hocaya yaklaşıp oğlunu neden bu kadar çok dövdüğünün hesabını sormaya kalkmış... Hay sormaz olaydı... Terlemezhoca;
    - 'Goñşular dutuñ şunu, yatırıñ yere!' demiş... Cemaat denileni yapmış. Bu arada yan taraftaki medreseden falakayı getirip yerdeki Çakıra bağlamışlar... Vermiş sopayı, vermiş sopayı... Yaaa, Gocacami nelere sahne olmuş...

    Hoca, çocukları sıraya koyarmış, ezan okumaları için... Sıra kimdeyse minareye o çıkar, ezanı okuyup inermiş... Hem hoca minareye çıkmaktan kurtuldu, hem çocuklar talim ettirildi... İyi bir yöntem yani. Talebeler de sıranın kendisine gelmesini sabırsızlıkla bekliyorlar, onlar işin eğitiminde değil, eğlencesindeler... Gel gör ki Gavas (İbrahim Sarğın), hocanın bu eğitim yönteminden habersiz minareye çıkıp çıkıp ezanı okuyor. Her şey alt üst oluyor. Hoca Gavasa bir şey diyemiyor, çocukları azarlıyor, niye sıranıza sahip çıkmıyorsunuz diye... Gödenlerin Bakkalsüleyman (Süleyman Dadak)ta sıranın olduğu bir gün, Gavası sabote etmek için bir plan yapmışlar. Minare merdiven basamaklarına burçak sepilemişler... Gavasın düşüp düşmediğini söylemiyor Süleyman Dayı, ama ihtiyar o günden sonra bir daha ezana karışmamış...

    Eski zamanlarda böyle çok olaya şahit olan Gocacaminin benim hafızama ilk yansıması, hayal meyal bir görüntüdür... Galiba bir bayram sabahı idi, bayram namazına gitmiş olmalıyız. Gürül gürül cemaat... Benim gözüm sol tarafta boylu boyunca uzanan balkon şeklindeki ikinci katta takılı kaldı... Sağ tarafta da aynısından var mıydı, başka bölümler nasıldı, namaz kılmış mıydım, kıldıysam malum tekbirlerde yanılmış mıydım... Hiç bir şey hatırlamıyorum, üst kat balkonundan başka... O görüntü hafızama o kadar kazınmış ki, sebepsiz yere gıcırtılı, köhne, ahşap tırabzanlarıyla  hala rüyalarımı süslediği olur...

    Üst kat balkonunu bir daha göremedim, o hayal meyal görüntünün bir kopyasını oluşturamadık. Nedense köyün büyükleri çatıyı yıkarak Gocacamiyi tamir etmeye karar vermişler. Harala gürele bir inşaat başladı. Yetmiş yıl önce ilk yapıldığı gibi köylü seferber oldu... Tarla bağışlandı, ağaçlar kesildi, tahtalar dilindi, demirler yığıldı... Harç makinesini ve asansörü ilk defa o zaman gördük. Kalıp çakıldı, demir döşendi, beton atıldı... Kocaman bir kubbe çıktı ortaya...

    Yetkim olsa, yeni cami projelerinde kubbeyi yasaklarım... Bizim geleneksel mimarimizde kümbet var, ama kubbe yaygın değil... Bu yüzden bilhassa camiye kubbeyi hiç yakıştıramıyorum. Hele tek kubbe, minarenin yanında kabak gibi duruyor... Neylersin ki bizim Gocacami böyle bir kubbeye maruz kaldı. Yunan'dan sonra Gocacaminin gördüğü ikinci zulüm, bu kubbedir...

    Eski zamanlarını hatırlayamadığım için bilmiyorum, ama kubbeden sonra cami ısınmaz oldu. O kadar yüksek binayı ısıtmak elbette mümkün olmaz, bir de kubbe boşluğu var... İlk kıştan sonra kubbe tavanında sarı lekeler oluştu. Kar ve yağmur suyunu içeri alıyor, kubbe akıyordu. Lekeler uzun süre öyle kaldı... Yıllar sonra çözümü kubbeyi bakırla kaplamakta buldular. Hayır Cemiyeti öncülüğünde kızıl bakır levhalar giydirildi de kubbe çıplak görünümden kurtuldu hem de içeriye su sızdırmadı...

    Gocacaminin hikayesi anlatılırken tevhid sancağından bahsedilmezse o hikaye eksik kalır. Bir zamanlar seymanların onu taşıma hakkını elde etmek için kıyasıya yarıştığı sancağın yeri Gocacami imiş. İhaleyi kazanan seymanbaşı kütüklüğüyle birlikte Gocacamiden alır, düğün bitince aldığı yere geri bırakırmış. Biz onu, hacı uğurlama ve karşılamada açıldığı haliyle hatırlıyoruz. 28 Şubat döneminin kasvetli günlerinde tek başına açmaya korktukları için yanında albayrak taşıdıklarını Hüseyin Saki Hocadan duymuştum. Sonra o sancağa ne oldu, bilen yok... 

    Sözün burasında Gocacami hocalarını da anmak lazım. 1922 Öncesi Cemal Eğretli Hocayı biliyoruz... Araştırmadım, ama hatırladığım kadarıyla Kütahyalı İbrahim Hoca vardı. Sonra bir başka İbrahim Hoca kazada vefat etmişti. Çevresinde kendine göre bir genç cemaat kitlesi oluşturan Üzeyir Hoca iz bıraktı... Sonra uzun süre Hüseyin Saki Hoca dönemi yaşandı... 

    Bütün bu dönemler boyunca hafızama yer etmiş, sesleri hala orada çınlayan müezzinler... Gobakların Arif Kopan, onun yanında Bükürün Adem Ölçer... Deliyakıbın Halil İbrahim Kopan, onun yanında Seydinin Mustafa Selen... Ve şimdi Şaşdımların İlker Şen... Her biri Gocacaminin bir parçası gibiler...

    * Fotoğraf kaynak, ERT Arşivi


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder