18 Ekim 2025

Buz Gibiymiş!

 
    Aslında Anıtkaya mutfağında bamya çorbasına yer yoktu. Evlerde zaten bilinmezdi de, düğün yemeklerinin kralı kötdü dolması ile pirinç pilavı ikilisi olup yanlarına bazen kuru fasülye ile hoşafı alırlardı. Bu düzen ne zaman bozuldu da araya bamya girdi bilemiyorum, uzun bir süre düğün sofralarını süsledi. Meşhur Afyon gezeklerinde sofraya en son bamyanın geldiğini söylüyorlar, bize de oradan geçmiş olmalı...

    Ekşi/mayhoş tadıyla kendini belli eden bamyanın belki bundan daha belirgin özelliği sıcaklığıydı. Ortadaki tastan ilk alınan bir kaç kaşıkta ağzınız mutlaka yanar. Yok, yanmak ne kelime; diliniz, damağınız, avurdunuz, ağzınızın her bir köşesi dağlanır resmen. Bu özelliğini keşfettikten sonra ona karşı daha temkinli yaklaşmaya başladık, kaşıklarımız geri durdu; nefeslenmesini bekledik...

    Yemeğin içine katılan malzemelerden de kaynaklanıyor olabilir, ama bamyanın sıcak kalmasının asıl sebebi üzerindeki yağ tabakasıymış. Bütün yüzeyi kaplayarak yemeği öyle bir örtüyor ki hava ile temas mümkün değil. Dolayısıyla ısı kaybı yok... Peki ne zaman soğuyacak bamya? Bir kaç kaşık alınırken yağ tabakası delinecek, bu arada yemek ısısı havaya karışırken soğuk hava içeri girmiş olacak. Önce ılıma sonra soğuma dediğimiz olay böyle gerçekleşiyor. Bamya tasındaki yağ (ve haliyle yemek) azaldıkça soğuyacak ve onu yiyebilmek mümkün olacak...

    Sofrada bamyaya karşı çekinik durmak, onu ilk kaşıklayanlardan olmamak için azami dikkat göstermenin sebebi budur. Kimse ağzının yanmasını istemez... 

    Yakıcı bamya bulunan sofralarda onun bu özelliğini bilmeyen acemilere kötü bir şaka yapma adeti böyle başladı. İlk defa bamya yiyecek yabancının, tasa ilk kaşık daldıran kişi olması sabırla beklenir. Eğer yabancı yanaşmıyorsa bunun için yönlendirme yapılır. Aralarında oyunbozan bulunmayan sofradakilerden biri kendini feda ederek bir kaşık alır. Ağzının yanışına aldırmadan;

    - "Buz gibiymiş yav!" diyerek hayıflanır. Yine de çok lezzetli olduğunu filan belirterek anlatımı ballandırır, ta ki meraklı yabancı bu lezzetli yemeği tatsın. Tedbirsizce kaşıklayan acemi misafirin yanakları al al olacak kadar yandığını görünce gülüşürler... Bamya yangınına maruz kalmadıysanız bu şakadaki fecaati bilemezsiniz...

    Arpalık'taki yeni yaptıkları evin avlusunda, rahmetli Talip Azbay'ın düğün yemeğindeydik. Aramızda köyde oturan öğretmenlerin de bulunduğu altı yedi kişilik bir masadayız. O yıllarda öğretmen arkadaşlarla Anıtkaya halkı arasında sıcak ve samimi ilişki oluştuğundan cenaze, düğün gibi merasimlere katılırlardı. Tabi içli dışlı olunca, yeri geldiğinde seviyeli şakalaşmalar da kaçınılmaz oluyor... Nihayet birisi malum şakaya başvurdu, "Buz gibiymiş yav!" diyerek ortaya bıraktı. Bakalım kim düşecek tuzağa diye beklemeye kalmadı, Matematikçi Mesut Taşdemir birden kaşığını daldırdı... Keşke bu kadar tezcanlı olmasaydı, nefesi kesildi resmen...

    Hararetin bütün yükünü bamyaya sardırmak haksızlık olur. Elli yıl önce hayatımızda bamya mı vardı sanki, ama yine de ağzımızı yakacak bir şey buluyorduk. Fizik kuralını hatırlayalım, üstü yağ tabakasıyla örtülü yemek geç soğur. Bu kural yalnız bamya için değil, bütün yemekler için geçerlidir; sulu patates, kuru fasulye, çorba... 

    Hele de çorba... Misal ocaktan yeni indirilmiş oğmeç çorbasına, soğanla yakılmış yağ döküldüğünü düşünün, halberi soğumaz... İşte sofrada böyle bir çorba varmış. İçlerinden biri ilk kaşığı almış... Almış ama, ne alış... Yazık ne yutmuş, ne çıkarabilmiş adam... Ağzının yangınıyla yaşaran gözlerini tavana dikmiş, öylece kalakalmış... Neden sonra zor bela yutunca ağzını açmış ve öyle bir feryat koyvermiş ki, deme gitsin... Şaşırmış diğerleri;

    - "Ne ağlayıp figan ediyon?" diye meseleyi anlamaya çalışmışlar. Bizimki;

    - "Anamın bubamın öldüğü aklıma geldi." diye cevaplamış. Böylece olağanüstü bir şey olmadığına kanaat getirenlerden biri de çorbaya daldırdığı kaşıktan ağzı yanınca hanyayı konyayı anlamış. O kızgınlıkla; 

    - "Ananı bubanı garışdırceğine çorbadan yandım desen ya, hey herif!" diye çıkışsa da bunun ağız yanığına bir faydası olmamış.

    Mustafa Ayas'tan duyduğum bu olayın kaynağı belli değil; bamya hikayesiyle örtüşüyor, bizim köyde yaşanmış olabilir... 

    Nitekim böyle olabileceğine delil, hikayenin iki yeni versiyonu geldi. İlki Omarcıkların Feyzullah Sağlam'dan nakil. Buna göre sıcak çorbadan kaşıklayınca ağzı yanan misafir gözünü tavana dikmiş. Evsahibi de buna şaşırıp 'N'oldu bilader?' diye sorunca adamın cevabı 'Şu döşmeler nereden diye baktıydım...' olmuş... İşin aslını bilen evsahibi durur mu, 'Al da üfür dağından geldi' diyerek gülmüş...

    İkinci versiyon yine Omarcıklardan Dik Hasan Kaya merhumun bizzat yaşadığı bir olay, kendisi Ahmet Külte'ye anlatmış, biz de ona kulak verelim:
    "Gavalcının İban (İbrahim Aracı) ile Hasan Ağa erkenden sapa giderler. Galiba Gavalcıya çalışıyorlar, öğle yemeğine onların eve gelmişler. Onlar ellerini yıkayana kadar Hatice teyzem mercimekli bulgur pilavını yeni ocaktan indirmiş. Sofra hazırlanır, pilav da ortaya gelir. Rahmetli Dikhasan iyi acıkmış,  pilavın üstünde pek buhar filan olmadığını görünce daldırmış kaşığı... Ağzına alınca olan olmuş, pilav aşırı sıcak... 'Üf! Üf! Üf! diye sağa çevirmiş, sola çevirmiş, çıkaramamış da... Kaldırmış başını yukarı... Gavalcı ne olduğunu sorunca 'Bu döşmeleri nerden getirdiniz?' demiş.  İşte o vakit rahmetli Gavalcı; 'Üf dağından Hasan, Üf dağından!' diye gülmüş. Rahmetli Dikhasan emmi olayı anlattıktan sonra 'Hiç böyle kötü duruma düşmediydim.' demişti."



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder