16 Ekim 2025

Yetimlerin Demlik


    Kahveden çaya geçiş sürecinin Eğret'te nasıl yaşandığı tam olarak bilinmiyor. Önceleri, erişimin kolay olduğu zamanlarda rağbet kahveye imiş. Özellikle odalarda en gözde ikram bu. Evlerde de boy gösterdiği biliniyor, ama odalardaki kadar yaygın olmayabilir.

    Odalarda eksik olmayan misafirlere ikram ediliyor. Kilci Goca Hüseyin Sağlam'la ilgili 'telve' meselesini daha önce anlatmıştım, misafire kahve pişirme alışkanlığına dair benzer olaylara hemen her odada rastlanırmış. Dışarıdan gelen misafirler haricinde oda müdavimleri kendi aralarındaki sohbet esnasında da kahve içiyorlar. Keyfine içilen bu kahvelerin kişinin statüsüne göre çeşitlendiğiyle ilgili bir hikayeyi de Hayta Mahmut Özdemir'e dayandırarak anlatacağım, lakin şimdi değil...

    Evlerde, özellikle kadınlar arasında kahve içmek çok yaygın değilmiş, ama bu evlerde hiç kahve içilmezdi anlamına gelmez. Her yerde çok yaygınken oralara uğramaması mümkün değil. Belki fazla popüler değildi ve pişirme tekniği odalardakinden farklıydı. Rahmetli ninemin sıcak suya toz kahve katıp karıştırarak içtiğini hatırlıyorum...

    Odada, kahvehanede veya evde bir anda kahve bırakılıp çay içmeye başlanması gibi bir durum söz konusu değil. Bunun tedrici olarak gerçekleştiği düşünülüyor. Hatta Eğretli, çaya büsbütün yabancı da değilmiş. Özellikle çobanlar ağılda kekik gibi, çay otu (funda) gibi bitki çaylarını çok demlerler, bu alışkanlıklarını köye de getirirlermiş. Fakat bugünkü siyah çayın bilinirliği yok.

    Galiba 1960'lı yıllardan itibaren odalarda kahvenin yanında çay da boy göstermeye başlıyor. Belki bu kahvehanelerde çay yaygınlaşmasıyla aynı döneme rastlar. Fakat bu sıralar çay odalar için kahveden daha lüks sayılırmış. Yine de her odada bir çaydanlık bulunuyor.

    Biraz daha yaygınlaşınca odada her akşam çay demlenmeye başlanılıyor. Herkesin iştiyakla beklediği bu olay bir merasim yavaşlığıyla icra ediliyor... 

    Her şey sırasıyla dolavdan çıkarılacak. Önce gamanto çıkar, ispirto ile tutuşturulur ve gazyağı dolu karnından pompalanarak ocak harlandırılır. Çaydanlıktaki su yeterince kaynayana kadar beklenir. Çaydanlık kapağı dolduracak miktar çay atıldıktan sonra demlemeye bırakılırken, yüz gramlık çay paketi kapatılarak ertesi akşama kadar bekleyeceği dolav köşesine gamanto ile birlikte geri yerleştirilir. Bundan sonra yine dolavda ters çevrilmiş durumdaki bardaklar teker teker çıkarılır. Kaç taneyse her biri dizilerek içlerine kaşıklar çın çın atılır. Büyük ihtimal Tenikeci Hüseyin'in yaptığı özel kaşıkla birer ölçek şeker konur. Bu arada ümzüğüne kağıt sıkıştırılıp üzeri kirli peşkirle örtülü demlik, kapağı açılarak kontrol edilir. Dalmamışsa daldırılarak çaylar doldurulur. Bardak sayısına ve herkesin sosyal durumuna göre ilk turda içeceklere sunulur. İkinci postaya kalanlar da çaylarını içtikten sonra çaydanlık, şekerlik ve yıkanan bardaklar dolava yerleştirilerek çay merasimi sonlandırılır.

    İlk zamanlarda odalarda çay macerası aşağı yukarı böyleydi. Sonradan çay demleyen kişi sayısı arttıkça buna paralel olarak demleme ve çaydanlık sayısı da arttı. Sıraya bindirdiler ve her demleyişte herkes içebildi.

    Bu dönemde evlerde de çay yaygınlaştı, yalnız ilk zamanlar sıkıntılıydı. Şeker zaten vardı da, bir şekilde çay temin edilse bile evlerde demlik yoktu. Öyle ya, kırk yılda bir demlemek için çaydanlığa ne gerek vardı... İrtibatı olan evlere, odadaki demliği öndüş getirmek yeterliydi. Başkaları içinse, çay içmek için bunca meşakkat ve masrafa ne gerek vardı... İlk zamanlar için çay ancak özel günlerde demlenen bir içecekten öteye geçmedi...

    Seyrek yapılan işler için araç gereç bulundurmak adet değil, ayrıca ekonomik de değildi. Misal yılda bir bulgur kaynatma esnasında kullanmak üzere herkesin dört kulplu süzgeç bulundurması, yahut cenazenin kırkı ve yılında bişi etmek için büyük dığan sahibi olması hiç mantıklı değil. Köyde bir kaç tane olsa yetiyor, onları lazım olan herkes kullanıyordu. İşte Yetimlerin demlik de böyle bir ev aletiydi...

    Bu bakır devasa demliğin tarihi hakkında farklı rivayetler var. İlki çay içme alışkanlığının yerleşmeye başladığı zamanlarda temin edildiğine dair. Buna göre Yetimler büyük bir aile olarak gerekli diye düşünüp satın almışlar. Onun Hacımurat oğlu Şükrü dedelerinden kaldığına dair bir söylenti var. Şükrü Azbay'ın 1955'te öldüğünü düşündüğümüzde, henüz çay adetinin oluşmadığı o kadar eski dönemde çaydanlığın ne işe yaradığı izaha muhtaçtır. Belki siyah çay demlemenin Eğret'teki tarihi zannettiğimizden daha eskidir, veya ot çayları filan kaynatılıyor, yahut başka türlü şerbetleri çaydanlıkta hazırlıyorlardı, veyahut daha başka şeyler...

    Kaynağı ve tarihi ne olursa olsun Yetimlerde böyle bir demlik var. Bakırdan yapılmış, çok ağır... Ve çok büyük, bir demir (18 litre) kadar su alabiliyor... Zaten tanınmışlığının, şöhreti bugüne kadar ulaşmasının sebebi de bu boyutlarıyla ilgili olsa gerek...

    Herkes tarafından biliniyor, belki bütün evlere girmiş, herkes onun çayını içmiş. Kimin düğünü, nişanı, sözü varsa hemen Yetimlerin demliği istiyor. Veya mevlid gibi, ölüyeri gibi başka dernekler olduğunda davetlilere onun çayı ikram ediliyor. Yani kime lazımsa onun evine gidiyor mübarek. Bu kadar kalabalık davetliye çay yetiştirmek her babayiğit demliğin harcı değil...

    Yıl kaç bilmiyorum, Samancı (İsmail Saçak, ö.1964) kızını sözlüyor. Dolayısıyla kalabalık bir misafir topluluğunu ağırlamakta... Yetimlerin demliği getirmişler... Gamantonun üstünde kaynıyormuş galiba, bir sebeple oradan almak icap etmiş. Kulpundan tutup kaldırayım derken, Samancı'nın kolu küt diye kırılıvermiş... 

    Kimileri kırılmaya sebep olarak 'İsmail Ağa'da zaten kemik erimesi vardı, kolu zayıf olduğu için kırıldı' derken, kimileri de çaydanlığı yanlış tutmasına bağlamış. Fakat başka birilerine göre de zaten kendisi çok ağır olan büyük bakır çaydanlık, ağzına kadar doluyken iyice ağırlaşmış; Samancı'nın kolunu kıracak kadar...

    Doğrusunu Allah bilir, sonuçta Yetimlerin demliği kaldıracağım derken Samancı'nın kolu kırılmış...

    Kol kıran Yetimlerin demliğin akıbetine dair bir şey duymadım. Belki bir yerlere sıkışıp kalmış, varlığını hala sürdürüyordur...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder