30 Ekim 2021

Telve

    Eğret'te oda müdavimleri genellikle kendi sülale odalarına devam ediyordu. Köyden geçerken konaklamak maksadıyla gelenler müstesna. Onlar varsa bir epbabı, onun odasını buluyor. Daha önce misafir olarak bulunup da iyi muamele görmüşse yine ilk tercihi orası oluyor. Bir de köye giriş yerine göre ilk karşısına çıkan odaya girenler vardı ki bunlar genellikle ilk defa gelenlerden çıkıyor. Mesela Karacahmet-Döğer tarafından gelenler Alagır'daki odalara; Dandır yönünden gelenler Söğütcük odalarına yöneliyorlar. Afyon veya Kütahya istikametinden gelenler de yolu üzerlerindeki uygun odalara varıyorlardı.

    Omarcıkların eski oda, şimdi Bödülerin evin olduğu yerdeki. Goca oda diye biliniyordu. İçine hiç girmediydim; ama yıkılmadan önce önünden geçmişliğim çoktur. Olay burada geçiyor.

    Gocaüseyin (Kilci'nin babası, namıdiğer Suluüseyin, Hüseyin Sağlam) misafirlerinin karnını doyurduktan sonra cezveyi ateşe sürüyor. O yıllarda daha çay saltanatını kuramamış, kahve hüküm sürmekte. Gerçi yokluk zamanlarında onun yerine nohut tozunu filan kahve niyetine içiyorlar; ama ehlikeyif için en geçerli ikram kahve. Sunumdaki konfor belki bugünkü gibi değildi; fincan yerine kupa, ocak yerine mangal vs. ile idare ediliyordu; ancak ikramın özü değişmiyordu, sıcaklık ve samimiyetle...

    Kahveler içilip henüz muhabbet koyulaşmadan içeri bir yabancı girdi. Geç kalmış bir yolcuydu belli ki. İlk defa görülüyordu. "Hoşgeldin-beşgittin, merabayın" faslından sonra "aç mısın-tok musun" soruldu. Toktu. Aç olsaydı Gocaüseyin evden bir sıfra daha getirtecekti. Şu durumda misafire kahve ikramına geçilmeliydi. Diğer misafirlerle içilen kahvenin bulaşıkları da ortadayken, onu ayırmak olmazdı.

    Üstteki kulak mandalı kaydırarak dolav kapağını açtığı anda ter bastı. Kahve kavanozu bomboştu. Az önceki postada tamamını kullandığını nasıl da unutmuştu. Ne yapacaktı şimdi? Hayır, kendileri içmemiş olsa mühim değildi, misafire kahve sunmak gibi bir mecburiyet yoktu ki! Ama işte kendi içtiklerinin izi meydandayken bir kişiyi ayırıp ona vermemek çok incitici bir davranış olurdu. Misafirin incinmesi ise Gocaüseyin'i misliyle incitirdi. Terlemesi bu iç sıkıntısındandı.

    Çaresizliğini belli etmemek için sırtını cemaate döndü. Eli ayağına dolaşmıştı. Gözü, kupalardaki telvelere ilişti. Bu vartadan çıkışın başka yolu yoktu. Kaşıkla alabildiği kadarını cezveye attı. Ateşe sürerken "inşallah kimse görmemiştir" diye geçirdi içinden. Gelvelakin bir çift göz  her şeyi farketmişti. Kahvesini yudumlarken, sonradan gelen misafirin yüzündeki hınzır gülümsemeyi de yalnız Gocaüseyin farkedebildi.
    ...
    O yıl yine kıtlık oldu. Son yıllarda böyleydi; yağmur kıt, toprak verimsiz, hasılat bereketsiz oluyordu. Kış çıkmadan ambarlar boşalıyor, köylü bir yerlerden azıklık tedariki yolunu arıyordu. Kimde varsa, harman veresiye yalvar yakar bir kile buğday bulabilirsen kendini şanslı sayardın.

    "Kütahya taraflarında bir köyde, ağa varanı boş çevirmiyormuş" haberi gelince Eğretliler de oraya yöneldi. Kıtlık buraya uğramamış gibiydi. Hakikaten azıklığını alan dönüyordu. Kimse boş çevrilmiyor, birer kile herkese veriliyordu. Bekleyiş esnasında ağanın sesi duyuldu: "Oğlum Hüseyin Ağa'nın gerisini doldurun!" Gocaüseyin şaşırdı; niyeydi ki, başkalarına bir kile buğday verilirken kendisine bir araba...  Ağayı tanıyacak gibi oldu, fakat çıkaramadı. "Kimse kim" dedi, memnuniyetinden başka şey düşünecek halde değildi.

    Dene dolu arabayla oradan ayrılırken Ağa dedi ki: "Odanda ağırladığın misafirlerle birlikte yersiniz." İçinde 'oda-misafir-ağırlamak' kelimeleri bulunan bu sözü işitince kafası dank etti. Adam, bir gece çaresizlikten kahve yerine telve ikram ettiği misafirdi. Kahvesini yudumlarken yüzünde beliren hınzır tebessüm aynısıyla tekrar karşısındaydı.
    ...
    Olay Yusuf(as) Kıssasından alınmış bir hikaye gibi değil mi? Duyduğumda ben de öyle demiştim.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder