12 Ekim 2021

Arabayı Eşkiyaya Sardırmış

     Yunan defedilmiş ama bu sefer de millet kıtlıkla imtihanda. Dediklerine göre 7 yıl sürmüş bu kıtlık. Yağmur da yağmayınca kuraklık bunun tuzu biberi oluyor, tohum bulsalar yiygi sıkıntı, yiygiye ayırsalar tohum sıkıntı. Geven kazdıkları günler. Sonra bu kıtlık küresel ekonomik krizle birleşiyor, 1930'lardan itibaren hafif toparlanma emareleri görülüyor.

    Milletin karnını doyurma derdinde olduğu o yıllarda Mâzin'in Ömer, Hatiboğlu Mahmut'ta (Molla Osman'ın babası) bekar. Günümüz insanı asgari ücretle bir işe girdiğinde ne kadar mutlu oluyorsa, o günlerde bir kapıya bekar duranlar daha fazla mutlu oluyorlar, kıyas edilsin. Bu yüzden bekar durmak çok yaygın.

    Bahar veya güz olmalı, Ağa oduna yolluyor Ömer'i. Tek başına dombey arabasını doldurup gelecek. Tabi bir kişinin araba sarması zor iş. Keseceksin, budayacaksın, yerden yükleyeceksin. Daha önce de defalarca getirmiş, Ömer alışkın bu işlere. Yine de her oduna gittiğinde Ağa huzursuzlanıyor, akşama doğru Mezeböğrü'nde endişeli gözlerle arabanın yolunu gözlüyor. Endişelenmekte haklı, ne kadar cassur olsa da tek başına bir insanın başına türlü şeyler gelebilir. Allah muhafaza, araba devrilse mesela...

    Yola çıkarırken o gün de yine binbir tenbihte bulunuyordu Hatiboğlu. Dombeyler koşulduktan sonra heybeyi getirip arabaya koydular. Balta da buradaydı, su sineği de... Eksik yoktu; fakat heybenin iki gözü de ekmek doluydu. Ömer 'Kim yicek bugudâ ekmeği Ağa' diyerek fazlasını çıkarmaya çalışırken, Hatiboğlu onu durdurdu: 'Le ôlum, gırda bayırda aç olan da gelir, tok olan da... Yanında bulunsun, ne olur ne olmaz!'

***            ***

    Herifler normal olarak ses gelen tarafa yöneldiler. Belli ki birileri odun kesiyordu, zira ormanda yankılanan boğuk bir balta sesiydi. Nasıl olsa bu oduncularda yiyecek vardır, hepsini alır öğünü savarız diye düşündü. 'Bizden guvatlı mı olcekle!" diye söylendi. Yanındaki "Ne dedin ağam?" diye soracakken bir el işaretiyle herkesi durdurdu. "Bana bakın len, ilkevela kaç kişilemiş onu bilem, sona netcemize bakarız." Adamları tamam der gibi susuştular.

    Sekiz kişiydiler. Yunan kaçtıktan sonra, yeni kurulan devletin düzeni oturmamış, ekonomik ve sosyal çalkantılarla beraber ipini koparan dağa çıkar olmuştu. Yanındaki yedi kişinin her birinin sayısız suçu vardı. Dağlarda eşkıyalık yapmaktan başka seçeneği yok gibiydi hiç birinin. Ayrıca suçsuz bile olsalar köylerine gidip de ne yapacaklardı ki. Her biri farklı köylerdendi; ama gördükleri köylerde insanların hali meydandaydı, dönseler kendileri de kuru ekmeğe muhtaç olacaklardı. En iyisi yol kesip soygun yapmaktı. Gerçi milletin de gaspedilecek birşeyi yoktu ya. Ancak karınlarını doyuruyorlardı işte. Bir de... Sanki biraz bedavacılığa alışmışlardı, iş ve disiplin zor geliyordu.

    "Adam yalınız" dedi haberci. Rahatladı. Atı yedeğinde gosala gosala yürümeye başladı. Seslerini kısma gereği de duymuyorlardı artık. Güle eğlene, bağıra çağıra yaklaşıyorlardı. İşte adam da göründü. Kendilerinden habersiz habire kesiyordu. Küçük bir ormana girdiler, adam kayboldu. Bir dakika geçmeden yine görünür oldu. Hala kesiyordu.

***            ***

    Biraz daha kesip budamaya başlayacaktı, daha sonra da yüklemeye. Acıkmıştı da lakin kesimi bitirmeden yemeyecekti. İki kucak daha kesse yeterdi, o zamana kadar durmayacaktı. Ama durdu... Kulağına bir ses çalar gibi olmuştu. Birileri kahkaha mı atıyordu? Evet öyleydi ve sesler yaklaşıyordu. Önce ormanın içinde üç atlıyı farketti, atını yedeğine almış bir gostağı takip ediyorlardı. Sonra gerilerden dört atlı daha çıktı. Eşkıyalardı. Ömer endişelendi.

    Endişesinde haklıydı, öndeki gosdak yürüyen hem gülüyor hem söyleniyordu: 'Şu dombey ne datlıdır len, hu ha ha ha!' Kalabalıktan bir başka ses onu yedekledi, 'Önden ciğerini yiyem ağam!...' Bir diğeri 'Gönünden de çarık yapam!...' Her haykırıştan sonra kahkahalar yükseliyordu. Dombeyin birine göz koymuşlardı belli. Ömer'in onlara karşı koyacak hali yoktu, yoksa gözlerini kırpmadan canına kıyarlardı.

    Adamlardan biri arabadaki heybeyi getirince reis irkildi. Adamları dört bir yanı şüpheli gözlerle kolaçan ederken reis Ömer'in yakasına yapıştı. 'Ötekile nerde len?' Ömer yalnız olduğunu, tek başına geldiğini, başkaları olsa onlardan bir iz bulunacağını anlatmaya çalışsa da adam ikna olacak gibi değildi. 'Buguda ekmeği tek başına mı yicedin len!'... Durum anlaşılmıştı, Hatiboğlu'nun ısrarla heybeyi doldurması yüzündendi bütün bunlar. Eşkıyalar o kadar ekmeği görünce kalabalık bir grup olduğunu sanmışlardı. Şimdi işin aslını nasıl anlatacaktı. 

    Sabah yola çıkarken olan biten ne ise olduğu gibi anlattı. Ağanın söyledikleri de dahil. Garip ama reis ikna olmuş görünüyordu, sakinleşmişti. Adamlarını çağırdı, heybenin başına yumuştular. Biraz önce dombey üzerine zevzeklik edenler iştahla kuru ekmek yiyordu. Reis ise "'Aç gelen olur, tok gelen olur' deyen adamın ekmeği yinir" diye söyleniyordu. Dombeyden vazgeçmiş görünüyorlardı. Ekmeği bitirdiler. Ömer 'Artık giderler' diye geçirdi içinden. Gitmediler.

    Karnı doyan reis gürledi: "'Aç gelen olur, tok gelen olur' deyen adamın arabası yüklenir!.."  Emri duyan eşkıyalardan biri tarayı aldı, biri baltayı; biri de arabaya çıktı. Diğerleri kucak kucak arabanın çevresine taşıdılar. Hem şamata ettiler hem çalıştılar, kısa sürede araba sarılmıştı. Urganı çektiler, dombeyleri koştular. Olup biteni şaşkınlıkla izleyen Ömer'i arabaya bindirip uğurladılar.

***            ***

    Hatiboğlu Mahmut ikindiyi kılınca hemen Mezerböğrü'ne çıktı. İçinde bir sıkıntı vardı, akşamı bekleyemedi. Allah vere de bekarın başına bir şey gelmeyeydi. Endişeli gözleri ufuktaydı. Uzaktan bir garaltı belirdi, Ömer olamazdı, daha erkendi. Karaltı yaklaştıkça arabanın çok yüksek olduğunu farketti. Artık o olmadığına emin olmuştu. Araba daha da yaklaşınca dombeylerini tanıdı, araba üstündeki Ömer'i de. Rahatlamıştı, eli götünde evinin yolunu tuttu. Fakat bu kadar kısa sürede bu kadar çok odunu... tek başına... işte bunu anlayamamıştı.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder