Kekikle tanıştığımda Rize çayı henüz hayatımızda saltanatını kurmuş değildi. Kahve ondan daha yaygındı ve zaten bir süre sonra tüpgaz, margarin, gazyağı kuyruğu gibi çay kuyrukları da oluşmaya başlayacaktı. 100 gramlık paket çayları beklerken çuvaldan kesekağıdana konulmuş çayla dükkandan çıktığında mutlu oluyordu insanlar. Kahvelerde içiliyordu; ama evlerdeki hayata kendini yerleştiremeden böyle bir sıkıntı oluşmuştu. Onun yerine bizde kekik içilirdi.
Kekik çayını içiyorduk ama canlı bir bitki olarak onu hiç düşünmemiştim. Tanışma dediğim olay onu ilk defa ot olarak görmemdir. Herhalde 7-8 yaşlarındaydım, Söğütcük tepesine malları çevirmeye çıkmıştım. Gırañda, dikenler arasında sürünen bir ot dikkatimi çekti. Koparıp koklaya koklaya malları çevirdim, sonra cebime soktum ve unuttum. Evde çıkardığımda "hemen bugudacık mı getdiñ" deyip çaydanlığa atıp kaynattılar. Severek içtiğim kekikmiş meğer kopardığım.
Bundan sonra her fırsatta Söğütcükten kekik getirecektim. Yaşım ilerledikçe başka gırañlarda da yetiştiğini farkettim. Gördüğüm yerde kekik toplayıp cebime doldurmak merak haline gelmişti. Gırañ kekikleri güneşin annecinde fazla büyümez, en fazla dalları yere yapışık bir şekilde 8-10 santim kadar uzarlar. Yaprakları da pek küçük olur. Küçük, hep tozluymuş gibi görünen sert yapraklar. Ağzına kılığına bakmadan bir de çiçek açar gırañ kekiği. Yaprağı gibi çiçeği de solgundur. Kayaların arasından o suya nasıl erişiyor, o canlılığı yaprağına çiçeğine nasıl ulaştırıyor, bir muamma. Hepsinden önemlisi şu gösterişsiz haliyle o keskin ve güzel kokuyu neresinde barındırıyor? Çiçekte desem, daha çiçek açmadan türüm türüm tütüyor. Yaprağın içinde desem, yaprağı ezmeden kokuyu alıyorsun. Zaten yaprak dediğin de yaprağa benzese bari...
Gırañ kekikleri orda beklesin, ben asıl anlatacağıma geleyim. Bundan 10 yıl kadar önce Afyon'dan binlerce kilometre uzakta 75 yaşında biriyle karşılaşmıştım. Turgutlulu idi. "Nerelisin?" dediğinde, "Afyonluyum" diye kısa künye okudum. "Neresinden?", diye devam etti. "Bilmezsin, merkez bir köy" dedim. "Yav ben oraları iyi bilirim, sen söyle" diye ısrar edince; "Anıtkaya, eski adı Eğret" cevabını verdim. "Bak" dedi, "Sizin dağın kekiğini yiyen hayvanın etindeki lezzet, başka hiçbir hayvanda olmaz." Meğer adam 50-60'lı yıllarda yapağı, deri ticaretiyle uğraşmış, bizim buraları da karış karış biliyor.
O gün orada hem şişindim hem de elin adamı kadar memleketimi tanımadığımdan utandım. Uğrak yerimiz olan Dağımızdaki kekiklere daha bir dikkatle bakmaya başladım. Ormanla birlikte aşağılardan başlamak üzere hemen her yerde kekik vardı. Tepelere çıktıkça daha bir gürleşiyorlardı. Yaprakları gırañdakilerden daha canlı ve ferli, dalları daha bir uzun görünüyordu. Burada her yerde olduklarından daha fazla toplanabiliyordu. Artık her fırsatta poşetlerce yolabiliyorduk. Bu bollukta artık ayrımını da yapıyorduk. Çiçekler çay için, yapraklar ise baharat olarak yemekler için kullanılıyordu.
Çiçek deyince, kekik çiçeğindeki çeşitliliği de İlbulak kekiğinde gözlemledim. Kirli beyazla mor arasında ne kadar renk tonu varsa o kadar da kekik çiçeği çeşidi var. Gri, bej, boz, lila, eflatun... daha adını bilmediğim bir sürü renk. Çiçekler farklıysa kekiğin türü de farklıdır, farklı türdeki kekikleri de burada görmüş olduk.
Nisan-Mayıs gibi yapraklarıyla neşelenmeye başlayan kekiklerin çiçeğini arıyorsanız Temmuzu bekleyeceksiniz. Vakti geldiğinde, sürüngen kekik dallarından yukarıya dağru 5-6 santimlik çiçek dalları yükselir. Yalnız çiçek dallarını koparmak akıl karı değildir, sürüngen ana kekik kökenini bulup onu koparmak en iyisidir. Yapraklarını tarhanaya katar, çiçekleriyle çay demlersin. Dağdan bunları toplamak değil de, asıl iş ayıtlamaktadır. Sürüngen bir otu yerden avuçlayıp torbaya atıyorsun, çer çöp ne varsa beraber oluyor; elbet bunları ayırmak gerek.
Başka yerlerdeki kekik çeşitlerini de gördük. Koca koca uzuyorlar, yapraklar nane yaprağı gibi. Yolması kolay, ayıtlama derdi yok. Fakat bir eksiği var işte, bizimkinin kokusunu onlarda bulamıyorsun. Eğret dağ kekiğini dikenlerin arasından elini kanata kanata yoluyorsun; ama buna değiyor. İlbulak tepesine çıkarsan hayvanların da ağzının tadını bildiğini görürsün; onlar da kekik arıyor.
Covidle geçen şu son iki yılda kekiğin bilinirliği arttı. İnsanlar can havliyle her şeyi denemeye başladılar. Ben onlardan değildim. Değildim, çünkü kendisiyle yıllar önce dost olmuş ve bunca vakittir bu dostluğa halel getirecek bir şey yapmamıştım. Covidin en şiddetli safhasında ona biraz daha eğildim. Hiç bir şey yiyemediğim günlerde iki posta kekik çayı içmeyi ihmal etmedim. Bir de yeni keşfettiğim kekik suyundan günlük bir yudum içtim. Bu sene geçti ama; gelecek yıl damıtarak kekik suyu elde etmeyi deneyeceğim. Bunun için fazla kekik lazım; ama çokyıllık odunsu bir köke sahip olduğu için kopardığın yerden tekrar uzuyor. Kökünü kuruturum diye korkmaya gerek yok.
Turgutlulu yaşlı amca haklıymış, bizim dağın kekiği gibisi yok.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder