11 Ekim 2021

Kutu

    Gocagapıdan girmek yerine gaştan atladılar. Evde kimse olmadığından emindiler, yaz günü herkes gıra gitmişti. Tam vaktiydi, ne kadar varsa hepsini alacaklardı. Çalacaklardı yani, bu bir soygundu çünkü. Sermayesiyle övünüp duruyordu, cascavlak kalmak neymiş görsündü bakalım. Girişte sol taraftaki fışgılığa yöneldiler. İşte oradaydı. Bir teneke dolusuydu. Hayret, hiç aramadılar, elleriyle koymuş gibi buldular. Acaba suç ortağı önceden keşif mi yapmıştı. Şimdi bunları düşünmenin sırası değildi. Hemen olay mahallini terk etmeliydiler. Hışır gibi tenekeyle girdikleri yoldan çıkamazlardı. Gocagapının açıldığı meydan bomboştu. 1975 yılının bu yaz gününde, küçük soyguncular kendi evlerinden çıkar gibi serbestçe çıkıp gittiler.

    Hemen her yerde çocuklar bir dönem gazoz kapağıyla oynamıştır. Çocukluğumuzda biz de oynadık, adına kısaca 'kutu' derdik. Onunla oynadığımız oyun da kutu oynamaydı. Sahip olduğun kutular senin sermayendi ve oyunun amacı da rakibin kutusunu ütmekti.


    Kutuların değeri markasına göre değişirdi. Ekonomideki piyasa kavramı daha o zamanlar bizim kutu oyununda yerini bulmuştu. Bol miktarda bulunan Kızılay Maden Suyu kutusunun değeri 1 ise, diğerleri 2'lik, 3'lük, 5'lik, 10'luk... devam eder giderdi. 'Kızılay'dan sonra 'Neşelen' gelirdi, sonra 'Uludağ', 'Efes', 'Ersu', 'Meysu', 'Tamek', 'Pepsi', 'Cocacola', 'Cincibir', 'Sensun', 'Fruko', 'Kınık', 'Tuborg'...  Bunların dolu şişe fiyatı bizi ilgilendirmiyordu, oyunda kutunun değerini belirleyen onun az bulunmasıydı. Mesela Kızılay ile Kınık maden suyunun fiyatı aynı olabilirdi; ama Kınık kutusu nadirattan olduğu için çok değerliydi.

    İki farklı kutu oyunu var; 'atmalı' ve 'dikmeli'. 

Kendi kutunu rakibininkine doğru atarsın. Amaç bir karış ve daha az uzaklığına düşürmektir. Burada ölçü birimi kendi karışındır. Ölçersin, mesafe denk ise bir kutusunu alırsın. Eğer bir karıştan uzakta ise kaybedersin. Çünkü atış sırası rakibindedir ve o kadar yakından ıskalaması imkansızdır. Atmalı oyunda atış yaptığın kutu çok önemlidir, ne kadar ağır olursa istediğin yere oturtmak o kadar kolaylaşır. Sırf atış yapmak için özel kutular ayarlanır. İç içe geçirilen birkaç kutu dövülerek düzleştirilir. Bu şekilde ağırlığı artırılan kutulara "atcek" denir. En değerli kutu olarak, bütün kutular üttürdükten sonra ancak atceği kaybedebilirsin. Atceğini üttürmek, bir oyuncunun düşebileceği en zelil durumdur.

    Dikmeli kutuda, belli miktar kutu yere çizilen bir daire içine veya bir çizgi üzerine üst üste dizilir. Dikmek budur. Sonra belirlenen bir mesafeden atış yapılarak kutular dikildiği yerden dışarı çıkarılmaya çalışılacak. Atışlar 'leplik' denilen yassı taşlarla yapılır. Lepliklerin yalabık olması, iyi kaymasını ve böylece daha fazla kutuyu çıkarmasını sağlar. Leplikler bu yüzden gayraktan seçilirdi. Daha sonra mermer parçaları ortaya çıktı, onlar oyuncuya büyük avantaj sağlıyor derken... Ağır demir plakaları leplik olarak kullanan bir çocuk bizi soyup soğana çevirmişti. O leplikle atış yapan Apdılla'ya dersini başka türlü verdik. 

    Amcamdan duyduğum bir bilgi: Bizden bir önceki nesile ait birkaç çocuk, bir bayram günü sel yolağına  düşüvermişler, Dağ'a kadar... Leplik getirmeye gidiyorlar...

 1970'lerde bir çocuğun dünyasında kutunun yeri ve önemi anlaşıldı sanırım. Sabahın köründe, daha sığır-bızağı sürülürken kahvelerin önüne ilk giden biz olmak isterdik. Geceden süpürülüp atılan kutuları toplamak için. Sonra onların içindeki mantar contaları sökme faslı başlardı. Bir bütün olarak çıkarmak isterdik nedense. Sonraları mantar contadan vazgecip plastiğe döndüklerinde o zevkten de mahrum kaldık.

    Bir keresinde Gazlıgöl hamamından erken çıkmıştık. Bir düğünün gızhamamıydı herhal. Daha milletin çıkıp toplanmasına çok vardı. Pis suyun aktığı derince bir derenin kenarında o güne kadar görmediğimiz çeşit çeşit yüzlerce kutu şıldır şıldır bize bakıyordu. Durur muyuz! Hemen atladık, eski gurpsuz bir bakırcaya doldurduk güzelce. Yok hamamdan yeni çıkmışız, yok mis gibi yıkanmışız, hiç umurumuzda değildi. Motur arabasının köşesine sıkıştırdığımız bir kova dolusu pis kutuyla ne kadar mutluyduk.

    1975 yılının o sıcak yaz gününde, Abdullah'ın bir teneke kutusunu çalan Osman ile bendim. Çoğunu o demir leplikle bizden ütmüştü zaten. Yine de izleri yok etmek için hepsini delip tele dizdik. Kolye gibi telden çıkarıp çıkarıp ütülüyorduk. Belki de hepsini yine ona üttürdük; ama soyguncuların kim olduğunu Abdullah hiç bir zaman anlayamadı.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder