g etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
g etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Ocak 2021

Sözlük G

 

-G-

gaba: yumuşak

gaba daş: Ayazin köyü civarından çıkarılan kolay yontulduğu için inşaatta kullanılan bir taş (kaba taş)

gabadayı: 1.Yakışıklı delikanlı, 2.İriyarı hayvan, 3.Gelişimi güzel ekin

gaba düşmek: Yakışıksız düşmek, özentisiz olmak.

gaba et: kemiksiz et, löp et

gabak:1.kabak, 2.boynuzsuz koyun, keçi

gabaklamak: budamak, dallarını kesmek

gabala: götürü pazarlık

gabalama: tahminen, ortalama, kabaca

gabarcık: şişmiş sivilce

Gabarçukuru: Bir mevki ismi

gabarmak: Deri su toplayıp şişmek.

gabasını almek: Üstünkörü temizlemek.

gabatasarı: Ölçmeden biçmeden, hesaplamadan planlamadan yapılan iş.

gaba yel: Güneyden esen rüzgar, lodos

gaba yeri: kıç, üzerine oturulan kalça kısmı

gaba zeyin: kafası çalışmayan, zeki olmayan

gabbe: 1.Orospu (kahpe), 2.hain

gabbenalı: Küfür sözü, orospu çocuğu (kahpe analı)

gabbecik: Muhataba alay veya sitem amaçlı söylenen bir sözdür. “a gabbecik!” söyleyişi de vardır. (kahpecik)

gabêt: suç, kabahat

gabıcak: içine üzüm pekmezi konulan tahta kap

gabık: kabuk

gabırga: kaburga

gabran: arı kovanı

gacamak: 1.çentik; 2.Bir çubuğun düz olmaması, eğrilik veya budakla düzlüğünün kaybolması; Met oyununda met(çelik)in gacamaklı olması tercih edilir.

gacamaklı: (mec)kaliteli, istenen kıvam ve kalitede olan.

gacı gucu: Söylenmek istenmeyen bir şeyin yerine kullanılan ikileme.

gaçamak: mısır unundan yapılan bir yemek

gaçgın: Kaçak, kaçan kimse.

gaçıntı: Ark veya borudaki su sızıntısı.

gadâ/gadak/gadan: kadar

gadem ola: Uğurlar olsun, hayırlı olsun anlamında iyi dilek sözü. Kadem ola.

GademGuyusu: Kadem isimli birinin kazdığı kuyu ve o mıntıkaya verilen isim.

gadın: 1.kadın, 2.güzel, şık, hoş

gadındüğmesi: çiçekleri düğmeye benzeyen bir bitki, peygamber çiçeği

gadın gibi: çok güzel, eksiksiz, mükemmel anlamında her güzel şeyi nitelemek için bu benzetme kullanılır.

gadı yoran: Ünatçı, dik kafalı.

gafa: 1.kafa, baş; 2.Deleceye sap yüklerken her döleşimde köşeye ilk konulan bir annatlık sap yığını.

gafa kâdı: nüfus cüzdanı

gafalı: akıllı

gafası götümek: İnce emek isteyen işleri sıkılmadan yapabilmek, kafası götürmek.

gafile: Domino oyununda oyunun kilitlenmesi

gaga: Çocuk dilinde yumurta.

gageç: gaga

gağıl: 1.kabuklu tahıl; 2.ceviz büyüklüğünde sert toprak parçası, 3.çakıl

gağıltı: gürültü

gağşak: yerinden çıkmış, gevşemiş

gağşamak: yerinden çıkmak, gevşemek, laçkalaşmak

gâh! gâh!: koşum atlarını çağırma sözü

gaher: öfke, sitem, kahır

gaherli: öfkeli, dokundurmalı, başa kakıcı

Gaklık: 1.bir mevki adı, 2.Kaya oyuklarında yağmur suyunun toplanması hali, suyun kaya oyuklarında toplandığı yer.

gâlâ: Üzüntü, sıkıntı veren iş. (Evi sattık, gâlâsından gurtulamadık.)

galaba: 1.kalabalık, karışıklık; 2.çok fazla

galabeşlik: kalabalık

gala gala: Azlık bildirir.

galagalmak: Duruvermek, duraksamak.

galak: şapka siperi

galaklı takga: siperli şapka, kasket

galbır: kalbur

galcımak: Eller uzun süre su içinde kalmaktan dolayı deri buruş buruş olmak.

galbırdan geçirmek: Kalburla elemek.

galdır beni hopbecik: Sırtlarından birbirine kilitledikleri kollarıyla birbirini sırtlayan çocukların oynadığı oyun.

galdırmak: 1.tahrik etmek, fişteklemek, dolduruşa getirmek, kışkırtmak; 2.hasat etmek

galekdersiz: Ahlaksız, karaktersiz.

galender: İyi kalpli ve fakir kimse. (kalender)

galet: Kur’an okunurken yapılan hata, galat

galey: kalay

galeyci: kalaycı

galeylemek: (mec)küfretmek, kalaylamak

galgan: dikenli uzun ot, devedikeni

galgımak: hoplayıp zıplamak

galgıtmak: zıplatmak

galıba gelmek: Düve çiftleşme vakti geldiğini belli etmek.

galınelek: Kumaş gözenekleri büyük olan elek (kalın elek)

galıñ sağlığınan: Sağlıcakla kalın.

gali/galik: artık, bundan sonra, gayri

galkık: yüksek, dik (kalkık)

galkmek: Bir işe niyetlenmek, başlamak (düğüne galkdık)

galle: lahana yemeği, kapuska

galleş: hain, kalleş

gama: seksek ve kaydırak oyununda kazanılan birim sayı

gamalamak: Seksek ve kaydırak oyununda bir bölgeyi kazanmak.

gamanto: gaz ocağı, kamanito

gambır: 1.kambur, 2.Eğri ağaç, 3.Eğri olan herhangi bir şey

gamışa su yörümek: Erkek çocuk ergenlik çağına girmek.

gancık: 1.dişi hayvan; 2.(mec)sözünde durmayan, güvenilmez, hain

gancıklık etmek: Kalleşlik, döneklik etmek.

gan daşı: Berberin tıraş kesiğine bastırıp kanı durdurduğu gözenekli taş. Kan taşı.

ganel: yapay dere yatağı, kanal

gandaşı: Berberin tıraş kesiğine bastırıp kanı durdurduğu gözenekli taş. Kan taşı.

gandırıkcı: Yalancı, yanlış yönlendiren.

gandil: kandil

gandilli: (mec)Burnunda sürekli düşecek gibi sümük damlası bulunan kişi.

ganere:1.çok yiyen, boğazına düşkün, 2. Sürekli gezen kötü huylu kadın, 3.çok gezip evi beklemeyen köpek

ganêti gelmek: Aklı yatmak, inanmak.

ganevçe: Kaneviçe

gangasder: anarşist, mafya, gangster

gangın: suya doymuş

gañgiren: kangren

ganıbozuk: Soysuz, alçak.

ganı gaynamek: Sevmek, yakınlık duymak, beğenmek.

ganını iliğini gurutmek: Canından usandıracak kadar sıkıntı vermek.

gañırmak/gañıtdırmak: Bir şeyi kaldıraç gibi bir destekle veya zorlayarak yerinden oynatmaya, kaldırmaya çalışmak. (kanırtmak)

gañırtmeç: kaldıraç

ganiçli: İçi kırmızı renkte olan portakal. Kan içli

ganmak/ganışmak: Suya doymak (kanmak)

gannı: İçi kan kırmızı portakal (kanlı)

gansız: duygusuz, vicdansız

gan ter içinde galmek: Çok terli, yorgun ve perişan olmak.

gantin: Zayıf insan veya hayvan

gap: tabak (kap)

gapak: Hızarda ağaç tomrukların iki yanından çıkan düzgün olmayan, kabuklu tahta.

gapbe çocuğu/gapbe dölü: Piç

gapbelik etmek: Sözünden cayarak kötülük etmek.

gapcık: 1.buğday, nohut gibi tahıl tanelerinin dışındaki koruyucu katman, 2.haşhaş kapsülü, 3.mısır koçanı, 4.mermi kovanı

gapcıklı: Sünnet olmamış erkek çocuk.

gap çalmek: Bakır kapta yemek bozulmak.

gapgacak: tabak çanak, kap kacak

gapıbir goñşu: Yakın komşu, bitişikte oturan komşu.

gapı geçmece: Hiçbirini atlamadan, bütün kapılara uğrayarak.

gapıra: Peşinat, pey, kaparo.

gapışan gapışana: Kapış kapış satılma.

gapış gapış: Büyük bir istek göstererek, kapışarak ve çok hızlı.

gapışmak: 1.Satın almakta yarışmak, 2.Yağmalamak, 3.Yarışmak.

gapıt: kaput

Gapıyeri: Eskiden köye giriş kapılarından birinin bulunduğu yer, şimdi o mevkiye verilen isim.

gaplamak: Yorgana dikerek yüz geçirmek.

gaplık: raf, mutfak rafı

gar: kar

garaca: Soğan tohumu.(karaca)

gara çalmek: iftira atmak.

gara daş: Beton gibi suni olmayan doğal taş 

garadoğu: Buğday ve mısırda görülen bir çeşit mantar hastalığı.

gara düzen: ilkel bir şekilde, babadan kalma yöntemle

gara gavak: Kabuğu koyu renkli, çabuk büyüyen bir kavak cinsi.

gara gayıp: İz bırakmadan kaybolan.

garağeç: Meyvesiz ağaç (kara ağaç)

gara helva: un, yağ, şekerden yapılan basit tatlı

garainne: iğne gibi ince bir böcek

garaltı: 1.üstü kapalı yer, sığınak, siper; 2.Belli belirsiz görüntü

garaltılamak: saklamak, örtmek

garaltı olmek: 1.Bir şeyi koruyacak kadar siper olmak, 2.Bir şeyin görüntüsünü engellemek.

garannığa galmek: Varılacak yere varamadan akşam olmak.

garannık: karanlık

garannık gavışmek: Akşam olmak, ortalık kararmak.

Garannık Dere: Bir mevki adı

gara örtü: Çatı olmayan toprak dambeş.

gara patoz: taneyi samandan ayırmayan, savurmasız patoz

garayağız: esmer

gara yapı: Kerpiç ve çamurla yapılan bina.

garayol/garayolu: Toprak yol

gara üzüm: Sarı ve beyaz olmayan bütün üzümlere verilen genel isim.

garazor: Zorlukla, güçlükle yapılan iş. (kara zor)

gardeşlik: 1.üvey kardeş, 2.gelin kıza düğün boyunca eşlik eden arkadaşı, gelin sağdıcı

gardolabı: elbise dolabı, gardrop

garez: 1.kin, intikam düşüncesi, garaz; 2.Her türlü kötü niyet

garezlenmek: İntikam duygusuyla dolmak, kinlenlenmek

garga bokunu yimeden: Sabahleyin çok erken saatlerde.

gar galkmek: yağan kar bir süre sonra eriyerek yok olmak.

garıcı: oynamaktan vazgeçip oyunu bozan

garık: Sebze fidesi dikmek için ayrılmış, çevresi birazcık yükseltilmiş bahçe bölümü, tabla

garık gatık: Katık olacak şeyler, yiyecekler.

garı kırı: Kadın milleti

garılmak: Kümes hayvanları çiftleşmek.

garımak: vazgeçmek, oyunbozanlık etmek, döneklik etmek, mızıkçılık yapmak

garın: işkembe

garın tası: İşkembeyi çevreleyen et dokusu.

garınârısı: 1.Önceden yapılan bir kötülüğün içe oturmuş hali veya bunun intikam duygusu(Va bunuñ bi garınarısı); 2.Can sıkıcı şeyler  (Ne garınarısıysa!)

garın dikeni: kuruyunca işkembeye benzeyen diken

garın gardeşi: ana bir kardeş

garın tokluğuna: Karşılığında ücret olarak yemek yeme olan iş.

garışanı görüşeni olmamek: Başına buyruk, hiç kimseyle bağı olmamak.

garışdırgeç: kızgın külü karıştırma sopası (Meşe olanı tercih edilir.)

garışgan: Bilgiçlik taslayan, herşeye burnunu sokan.

gar kakmak: Dambeş üzerinde biriken karı aşağıya ittirip temizlemek.

garma: Sürtülmüş haşhaş ile şekeri az suyla karıştırarak yenilen yemek.

garmak: 1.Karıştırmak (Çamır garmak), 2.suya veya yemeğe doymak, daha yiyemez hale gelmek, 3.Bir hastalığa yakalanmak (Vereme garmış), 4.Vakti geçmek (Tohuma garmak, çoluk çocuğa garmak)

garman garışık: Çok karışık, karman çorman

garnı almamek: Çekememek, kıskanmak.

garnı ârımak: (mec)Başkalarının başarı ve iyiliğini hazmedememek.

garnıma mı yidim goynuma mı: hızlı ve telaşlı yenen yemekten memnuniyetsizlik ifadesi

garnınıñ yeli inmek: Rahatlamak. İntikam alınca yüreği soğumak.

garnı geniş: Kaygısız, tasasız, hiçbir şeyi kendine dert etmeyen.

garnınıñ yeli inmek: Bağırarak öfkesini yatıştırmak.

garpız: karpuz

garşı gelmek: 1.Karşısına çıkmak, karşılamak; 2.İtiraz etmek, kabul etmemek.

garşılık: cevap

garşılık vemek: Küçük büyüğüne saygısızca cevap vermek.

gart: 1.Yaşlı, ihtiyar kimse; 2.Yaşlı hayvan, 3.Taze olmayan bitki

gartalmak: 1.Yaşlanmak, 2.Bitki tohumlanarak yenmez hale gelmek.

gasalak: Kibirli, gururlu, kendini beğenmiş.

gasalmak: kasılmak, böbürlenmek

gasgara: kapkara

gasım çetirengi: Ekin ekmenin uygun olmadığı, 8 Kasımla başlayan soğuklar.

gasmak: 1.sıkıştırmak, 2.germek, 3.kabaca dikerek daraltmak, kısaltmak.

gasnak: kalburun tahtadan yapılmış çemberi, kasnak

gasnaklı: Çıtalara gerilerek yapılan uçurtma.

gaş: taşla örülmüş bahçe duvarı

gaş çekmek: araya duvar örmek

gaş gızım gaş: Sitem ve ayıplama sözü. (Gaş gızım gaş, heç öne mi olurmuş)

gaşını eğmek: Darıldığını, gücendiğini göstermek için somurtmak.

gaşşık: kaşık

gaşşık gibi: Düzgün yüklenmiş sap arabasını anlatır benzetme.

gaşşıklamak: Ara vermeden yemek, kaşıklamak.

gaşşıklık: kaşık konan küçük sepet

gat: Kumaş veya elbisede birim. (Beş gat donnuk aldık)

gatgala: 1.aklı başında olmayan, serseri, 2.kabaca, rastgele

gatgılı: Karışık, saf olmayan, hileli.

gatığetmek: Yemeği iktisatlı bir şekilde yemek, katık etmek.

gatık: ekmeğin yanında yenilecek şey

gatım: sürüye yeni hayvan grubu katma

gatımcı: sürüye katılan hayvanların sahibi

gatıntı: Sürüye dışarıdan katılan hayvan.

gatıran: katran

gatıran gibi: renk ve kıvam bakımından çok koyu

gatışık: İçinde başkasının hayvanlarının da bulunduğu sürü.

gatmer: katmer

gav: 1.ateş yakmada ilk kıvılcım tutuşturucu olarak kullanılan ağaç mantarından malzeme, 2.kabuk, 3.ağır olmayan, hafif

gâve: 1.kahve, 2.kahvehane

gavgadamı: Kavgacı (kavga adamı)

gav gibi: çok yumuşak, sıkı olmayan, çabuk dağılan

gavın: kavun

gavışmak: 1.Birleşmek, 2.İstişare ve danışma amaçlı biriyle görüşmek.

gavıt: Kavrulmuş nohut unu, leblebi tozu.

gavız: 1.Çeç çalkanırken gözerde kalan, 2.Dene yıkanırken geride kalan, 3.Arpa buğday tanelerinin kabuğu

gavız etmek: Fare buğdayı yiyerek toz haline getirmek.

gavil gurmak: İki kişi gizlice kararlaştırmak.

gavilleşmek: Bir karara varmak, sözleşmek.

gavlamak: 1.Bir şeyin kabuğu, suru kabarıp çatlamak, 2.İnsan derisi sıcaktan soyulmak.

gavlak: kabuğu soyulmuş, kavlamış

gavlatmak: Söğüt veya kavak dalından düdük yaparken, dal kabuğunun kırılmadan daldan soyulması için bıçak sapıyla hafif hafif dövmek.

gavramak: Bir şeyi sıkıca tutmak.

gavrık/gavruk: Sıcaktan yüzü esmerleşmiş kişi.

gavsıra: Yük taşımada kullanılan sepet, sele.

gavsırası dar: (mec) Kıskanç, dargarınlı.

gâvur Buñara mı geldi: Aceleye ne gerek var. (Burada Yunan işgalinin Buñar mevkinden başlamasına da telmih var)

gavur dölü/tômu(tohumu): küfür sözü

gâvur etmek: Bir şeyi boşa harcamak, heder etmek.

gâvur eziyeti: Acımasız zalimce davranmak.

gâvur garınnı: Kötü kalpli

gavur gibi: Kurnaz, bilgiç, akıllı

gavur küfürü: paskalya bayramı

gâvur hamamı gibi: Çok sıcak yer

gavurluk etmek: Yaramazlık yapmak, inat etmek, istenmeyen hareketler yapmak.

gâvur ölüsü gibi: Çok ağır, battal ve hantal olan şey.

gâvur tômu: Küfür sözü.

gavuruñ başı: Kötülükleri perde gerisinden planlayan asıl kişi

gavzınmak: 1.Kaşınmak, 2.Sıkıntıya düşüp çare aramak.

Gayalâ: Bir mevki adı, Kayalar

Gayamamı: 10 km güneyde, Araplı’da kayaların arasından çıkan sıcak suyla oluşan doğal hamam. Kaya Hamamı

gayar: küfür, sövgü

gayarlamak: küfretmek, sövmek.

gaydırak: seksek oyunu,

gaygına: yumurta ve un karışımının yağda kızartılmasıyla pişirilen yemek, krep, omlet.

gaygısız: Telaşsız, düşüncesiz, endişesiz, rahat kişi.

gayık: 1.yerinden oynamış, kaymış, 2.kar kızağı, 3.tırpanla sapını sıkıştıran ağaç kama

gayık gaymak: Kızakla veya kaygan ayakkabıyla karda kaymak.

gayılı: istifli, yığılı, dğzenli bir şekilde yerleştirilmiş

gayıl olmak/ gayıl gelmek: Kabul etmek, razı olmak, yetinmek, kâil olmak.

gayın: eşin erkek kardeşi, kayın

gayınna: eşin annesi, kaynana

gayınna dili: yassı yapraklı bir kaktüs çeşidi

gayınna gibi: Her şeye karışıp müdahale edenler için söylenir.

gayınnalık etmek: Herşeye burnunu sokmak.

gayınta: eşin babası, kaynata

gayırmak: 1.Korumak, esirgemek; 2.Karşılıklı iki kişiden birinin tarafını tutmak.

gayış: 1.Pantolona takılan kemer, 2.At koşum takımı.

gayış gibi: 1.Koparılamayacak kadar sert, 2.Kirden kapkara olmuş, çok kirli.

gayıt: iş güç

gayıt kürek/kağat kürek: Resmi bürokratik işlemler

gaykılmak: 1.Başını arkaya doğru çekerek geriye yaslanmak, 2.İnat etmek

gaymak: yığmak, dizmek, istiflemek

gaymak gibi: Beyaz, pürüzsüz.

gayneşik: Yosma, oynak kadın.

gaynı: kağnı

Gaynıyokuşu: Bir mevki adı

gayrak: yassı bileyi taşı, kayrak

Gayraklı: bir mevki adı

gayraklamak: belli aralıklarla tırpanı kayrak taşıyla bileylemek

gaysı: Yağmurdan selden sonra toprağın bağladığı sert kabuk.

gaysılanmak: Yağmurdan veya çok sulama sonucu toprak yüzü sertleşip çatlamak.

gaytarmak: İşte hile yapmak, tenbellik yapmak (kaytarmak)

gaz: kaz

gazak: Aşığın girintili çıkıntılı yüzü.

gazâñız geçmiş olsuñ: geçmiş olsun dileği

gaz ayağı: Çay kenarlarında yetişen ve taze iken yenen bir ot.

gazel: kuruyup dökülmüş yaprak

gazel olmek: Çok kuruyup gevremek.

gazı goz añnamek: Sözü yanlış ya da ters anlamak.

gazık: 1.Aksilik yapan kimse, inatçı; 2.Sandalye

gazımak: (mec)Alay etmek, dalga geçmek, işletmek.

gazıntı: Hamur teknesinin kıyılarında ve dibinde kalan hamurun kazınmasıyla yapılan ekmek.

gazıtmak: Saçını usturayla kestirmek.

gaz yağı: Fazlalığı alındıktan sonra eritilip dondurulan ve ekmek üstüne sürülerek yenen kaz yağı.

ge: gel

gebeş: şişman, göbekli ve kısa boylu

ge cü cü: Tavukları çağırma ünlemi

geçgin/geşgin: fazla, daha çok (10'dan geçgin dana aldı. (10'dan fazla)

geçirmek: 1.Yolcu etmek, uğurlamak; 2.Bir kimseye, korktuğu bölgeden geçene kadar nezaret etmek.

geçmek: 1.Ateş sönmeye yüz tutmak, 2.Bayatlamak

geçmiş: kokmuş, bayatlamış yiyecek

geçmiş ola: O fırsat bir daha ele geçmez anlamında söylenir.

gede: 1.ufak tefek adam, 2.ana rahmindeyken babası ölen çocuk.

Gedik: 1.Tarlanın düz olmayan engebeli yeri, 2. Eksik, 3.Dişlerinden bir veya birkaçı eksik olan. 4.sıradağda nispeten alçak bölge, vadi, geçit yeri 5.Bir mevki ismi

gedik açmek: Bir şeyde giderilmesi zor zarar oluşturmak.

gégek/gagak: Duvara asılmış ağaç çengel ya da ağacın askı olarak kullanılan budağı.

gegenez: Örendirenin bir ucuna takılıp pulluk demirine yapışan çamur, ot vs.yi sıyırmaya yarayan enli ve yassı demir.

ge girem: Eve buyur etme sözü, gel girelim

géğrek: Taze çocuk kaburga kemiği.

gelberi: 1.Harç, çamur, kireç karıştırılan uzun saplı demir araç; 2.Ağaç dallarını budamak için kullanılan uzun saplı keskin demir.

gelgit akıllı: Aklına eseni yapan karasız kişi.

gelivemek: köpek saldırmak, gelivermek

gelincik: Sincapa benzer, civciv kapmasıyla meşhur bir hayvan, 2.Haşhaşgillerden kırmızı-siyah çiçekli bir bitki, şakayık

gelin çıkarma: Gelini götürmek üzere kız evinden alma.

geline bakmek: Babası evinden alınıp yeni evine getirilen ve akşama kadar bir müddet “süzünen” gelini seyretmek.

gelin etmek: Evlendirmek

gelin geydirmek: gelin kıza elbise alışverişi yapmak

gelingız: yavuklu kız, müstakbel gelin

gelin indirmek: Gelini babası evinden alıp yeni evine getirmek.

gelin yazmek: geline makyaj yapmak

gelişatlı: Yetişkin, gelişmiş, gelişgin, gürbüz.

gelişgin: Yetişkin, gelişmiş, gelişatlı, gürbüz.

gelmek: vakti gelmek, kıvama ermek, hamur mayalanmak

gelmeli olmek: gelmek üzere olmak

gemini gevmek: 1.At ağzındaki gemi çiğnemek, 2.(mec)Hıncını, öcünü alamayan kimse kendini yemek.

gene: kene

géñiz: Burun boşluğunun arka kısmı.

géñzine gaçmek: Yemek yerken yiyecek nefes borusuna kaçmak.

gerdime: su teresi

gerelti: engel, koruyucu, siper

geréñ: verimsiz çorak toprak

gergi: araba için yapılmış, saman tahtalarının gergin durması ve aralarındaki açıklığın korunması için kullanılan bağlantı aracı

geri: 1.kara keçi kılından dokunmuş çadır, 2.kara keçi kılından dokunmuş, arabaya gerilerek tahıl taşınan büyük çuval

géri basmek: Atlar geri geri gitmek.

gerine gerine: Kolları açıp bedeni gergin bir duruma getirerek.

gérisiñ géri: Geldiği yere veya ters yöne doğru, geriye dönerek.

germe: Bir yeri bölmek, sınırı belli etmek için yapılan tahta perde.

germek: Önüne engel koymak, kapamak.

getmek: getirmek

geven: Kökü hayvanlara yem olarak verilen çok yıllık bir bitki.

gevmek: 1.kemik gibi sert şeyleri yutmaksızın ağzında dişlemek, 2.Bir şeyi ağzında dişleriyle çiğnmek, (gevelemek); 3.Makas vb. iyi kesmemek.

gevremek: kırılgan hale gelmek

gevşek: güçsüz, beceriksiz, sabırsız kimse

geycek: Elbise, çamaşır (giyecek)

geydirip guşatmek: Birine baştan aşağıya yeni giysiler giydirmek.

geydirmek: 1.Birine baştan ayağa üst baş alıp giydirmek, 2.Aniden kuvvetlice vurmak.

geyirik/geyirti: Ağızdan çıkan gaz.

geyrek: Kaburga kemiğinin alt kısmı.

gez: Duvar taşları arasına konulan harç.

gezenti: çok gezen

gezi: Öğrencilerin okul dışında bir yere gitmesi.

geziye gitmek: Öğrenciler topluca yemekli kır gezisine gitmek.

: kadınlara, bazan kocaya karşı hitap ünlemi

gıble: güney yönü, kıble

gıcık gapmek: Hiç hoşlanmamak, sinirlenmek.

gıç: 1.Ayak, baldır, bacak; 2.Arka taraf, kıç.

gıç atmek: at eşeğin arka ayaklarıyla çiftelemesi, göt atmak

gıçı gırık: Değersiz, önemsiz.

gıdak: çocuk dilinde tavuk veya yumurta

gıdaklamak: Tavuk yumurtlamak ve yumurtlarken ses çıkarmak.

gıdaynan: Çok az, tadımlık olarak (gıda ile)

gıdık: Çene altı, gerdan.

gıdık geçmek: gıdıklamadan etkilenmek

gıdık gıdık: Birini gıdıklarken söylenir.

gıdik: köpek, köpek eniği

gıdik gıdik: Köpekleri çağırma ünlemi.

gıdik gibi: Ansızın hırçınlaşan kişi için benzetme.

gıf: Çalışma isteği, çaba, gayret, coşku.

gıfı gaçmek: Şevkini kaybetmek.

gıgak: gaga

gıgaklamak: gagalamak

gıgılamak: Tavuk ses çıkarmak.

gılağı: Bilenen bıçağın ağzından çıkan kıl gibi kalıntı, çapak.

gılağsını almek: Bilenen bıçağın ağzındaki kalıntıyı alıp temizlemek.

gılavız: Yol gösteren (kılavuz)

gılçık: Ekin başaklarındaki kıl gibi uzun ve sert lif (kılçık)

gılçıklı: belalı

gıldırdamak: 1.Ölmeyecek kadar, geçimlik için çalışmak; 2.Hafif hareketlerle bir işi görmek, iş yapmaktan ziyade vakit geçirmek.

gılı gılına: Nerdeyse, ucu ucuna, ne eksik ne fazla, tam yeterli gelme durumu.

gılık gırtık: şu bu, öte beri

gılıklı: benzer, huyca benzeyen (Bubası gılıklı)

gılış: kılıç

gılik: 1.Bodur ardıç ağacı, 2.Ardıç ağacının meyvesi.

gıllanmak: Bir şeyden veya kişiden şüphelenmek, işkillenmek.

gıllik: küçük, minicik

gına: kına

gına gibi: Toz durumundaki şeyler için çok ince anlamında.

gınalamak: 1.Kına yakmak, 2.Boyamak.

gındillemek: Bir şeyler umarak sünepece dolaşmak.

gındilli: İstenmediği yerde bulunan.

gınecik: Ekin ve sebzelerde görülen bir hastalık. (kınacık)

gınnap: ketenden yapılan ip, kınnap

gıpdi: cimri (kıpti)

gır: 1.boz, gri veya sarıya çalan renk, 2.verimsiz arazi, kır

gırağı düşmek: Açık havalı gecelerde bitkileri soğuk vurmak.

gıran: salgın, ölümcül hastalık, kıran

gırañ: 1.Ekip biçmeye uygun olmayan hazineye ait arazi, 2.Tepe, tepe üstündeki düzlük alan; 3.Kıyı, kenar.

gıran giresice: İlenç sözü.

gıran girmek: 1.Kısa sürede çok sayıda ölmek, 2.Bir şey bulunmaz olmak.

gıran guymek: Zarar ermek, hasar yapmak.

gırañ sürmek: Tarlasının yanındaki hazineye ait araziyi sürme yoluyla haksızca kendi tarlasına katmak.

gırarmak: Saçı beyazlamaya başlamak.

gırç: 1.otların üzerine düşen çiğ, kırağı taneleri, 2.ağaç dallarına yağan karın buz tutmuş hali

gırçıl: gri/boz renge dönüşen, yer yer grileşen

gırçımak/gırçilmek: Çiğ, kırağı, ince taneli kar yağışı.

gırda bayırda: Arazide, iş sırasında

gıreç: Sulama imkanı olmayan verimsiz arazi (kıraç)

gıremis: Takı olarak kullanılan, beşibirlikten daha ince bir altın.

gır gafa: Saçları tamamen ağarmış kişi.

gırık: 1.Bir kadının gayrımeşru ilişki kurduğu erkek, 2.Yöresel oyun havası, kırık hava; 3.Çılgın, deli, çatlak.

gırıkdölü: hakaret, küfür sözü

gırık güdük: ufak tefek

gırılan yarılan: İş sırasında oluşan hasar

gırılasıca: geberesice anlamında bir ilenç sözü

gırılmak: 1.Salgın nedeniyle hayvanların telef olmak, 2.(mec)Çok şiddetli ve şamatalı kavga etmek, 3.Sayılamayacak kadar fazla olmak, kalabalıklaşmak.

gırıdak: 1.Gösterişe kaçan bir tazda yürümeyi seven, kırıtan.

gırıtmak: 1.Oynak oynak yürümek, cilvelenmek; 2.Başını dikerek gösteriş yapmak, 3.Bir yerde öylece durup beklemek.

gırkıcı/gırkımcı: koyun keçi kırkan kimse

gırkı garışmek: Bir çocuğun kırkı çıkmadan başka bir çocuk doğmak.

gırkık: Kırkılmış koyun, keçi.

gırkılmak: saç tıraşı olmak

gırkım: Koyun keçi kırkma işi ve vakti.

gırkını etmek: ölünün kırkıncı gününde sadaka amaçlı yiyecek dağıtıp dua etmek.

gırklanmak: Kırk tas su dökünerek maddi manevi arınmak.

gırklı: Henüz kırkını yeni doldurmuş taze çocuk.

gırklık: koyun keçi kırkmak için büyük makas

gırlangıç: Öküz arabalarında arka dingili eksene bağlayan çatal ağaç veya demir.

gırlı: yabancı

gırma: 1.melez, 2.bir çeşit tüfek

gırman: Melez hayvan

gırmızı galem çekmek: siciline olumsuz not düşmek, fişlemek

gırpık: Kırpılan, kesilen şeyin kalıntıları

gırtık: küçük parça, kırtık

gışla: Koyun keçi gibi hayvanların kışın veya geceleyin kaldığı kapalı yer, kışla.

gışlık: güzün ekilen ekin, kışlık

gıt: az, kıt

gıtganêt: Ucu ucuna, zar zor (kıt kanaat)

gıtlık: 1.Sıkıntı, darlık, açlık; 2.(mec) cimri

gıtlıkdan çıkmış gibi: Ölçüsüz, hapur hupur yemek.

gıvrak: Çevik, atik, çalışkan.

gıygıy: keman

gıyı: 1.kenar, uç; 2.ekmek ucu

gıyılamak: 1.Kumaş benzeri bir şeyin kenarlarını örerek düzeltmek, 2.Yazmanın kenarlarını oyalamak.

gıyılı: 1.kenarları dik olduğu için derin tepsi, 2.kenarları oyalanmış yazma

gıymatlı: değerli, kıymetli

gıymık: Küçük ve sivri tahta veya kemik parçası, yonga (kıymık)

gıyneşmek: kıpırdamak, kımıldamak.

gıyneşdirmek: 1.Kımıldatmak, yerinden oynatmak; 2.Kapı, pencereyi hafif aralamak.

gızak: çabuk sinirlenen, öfkelenen; her şeye kızan

gızañ: Kızışmış, çiftleşme havasına girmiş dişi kedi, köpek hatta yılan

gızaña gelmek: Kedi, köpek vb. hayvanaların dişisi erkek istemek.

gız bitirmek: Bir erkeğe kız isteyip söz almak.

gız evi: Düğünde gelin tarafı.

gız evi naz evi: Kız tarafının isteği çok olur.

gızhamamı: Düğünde kadınların hamam eğlencesi, kız hamamı

gızıkan: Gelin olmadan önce (kız iken)

gızı kısırağı: Ailesindeki bütün kızlar ve kadınlar.

Gızılcıközü: Bir mevki adı

Gızıldere: Bir mevki adı    

Gızılyar: Bir mevki adı

gızlâ bezi: Gelinlik dikmeye uygun yumuşak beyaz bez. (kızlar bezi)

gızlık: Üvey kız

gide gide: daha sonra, zamanla, gitgide

gidermek: Uzaklaştırmak, defetmek, yok etmek (arızayı gidermek)

gidi: Bir seslenme sözü

gidik: Bozulmuş, kullanım süresi bitmiş, tamir edilemeyecek durumdaki şey.

gidişat: Örgüde örnek alınan ilk nakışı koyduktan sonraki süreç.

gidişmek: kaşınmak.

gidişgen: çok kaşınan

gine: tekrar, yine

girişgen: Becerikli, atak, insan ilişkilerinde başarılı kişi.

girişik: sosyal

gitmek: batmak (Ayağıma diken gitdi)

go: bırak, koy

gobak: meşe ağacında güzün görülen poflamış, yuvarlak meyvemsi bir salgı

goca: 1.ihtiyar yaşlı; 2.büyük, iri

goca boğaz: Obur

goca buba: 1.amca, 2.babanın sağdıcı (Koca baba)

goca don: büyük şalvar

goca gapı: İki kanatlı avlu kapısı. Araba girebilecek kadar büyük kapı.

goca gışlı: Ayakları büyük kişi.

goca goyun: Altı yaşını geçmiş koyun.

gocainne/yorganinnesi: yorgan, çuval gibi kalın şeyleri dikmeye yarayan büyük iğne

gocana: Amcanın karısı, yenge (Koca Ana)

Gocabayır: Bir mevki adı

goca boğaz: Obur

goca buba: 1.amca, 2.babanın sağdıcı (Koca baba)

goca don: büyük şalvar

goca gapı: İki kanatlı avlu kapısı. Araba girebilecek kadar büyük kapı.

Gocagedik: Bir mevki ismi

Gocagır: Bir mevki ismi

goca goyun: Altı yaşını geçmiş koyun.

gocainne/yorganinnesi: yorgan, çuval gibi kalın şeyleri dikmeye yarayan büyük iğne

gocamak/gocalmak: ihtiyarlamak, yaşlanmak

Gocasan: Koca Hasan

goceye gitmek: Dul kadın evlenmek.

goç/goçak: cesur, delikanlı

goçgatımı: 1.Koyunların çiftleşme dönemi, 2.Bu dönemde sürüye koçların bırakılması

gofalmak: Meyvenin fazla olgunlaşarak içinin boşalması. Koflamak.

gogitsiñ: gerçi

goğ/govu: dedikodu, gıybet

goğcu: dedikoducu, laf getirip götüren, insanları birbirine düşüren, fitneci; koğucu

goğculuk etmek: Laf taşımak, insanların arasını açmak.

goğleşmek: Birinin ardından dedikodu etmek, gıybet etmek.

goğmak: kovmak

goğuk/goğsu: oyuk, boşluk

goğursak: Kısır inek.

gôlamak: Kovalamak

golan: Binek hayvanlarında semeri/eğeri sağlam tutması için hayvanın karnına bağlanan ip veya kayış.

golanyağı: kolonya

golçak: Kirman eğirirken kola sarılan yün, yapağı.

goley: kolay

goleyine gaçmek: Bir işin kestirme yolunu bulmaya çalışmak.

goleyine gelmek: O türlü yapmayı daha kolay bulmak.

goleyinenmi: kolay mı, kolaylıkla mı

goleyini bulmek: Kolayca yapmanın yolunu bulmak.

goleyi va: Çaresi var, anlamında kullanılır.

goleylemek: İşi hafiflemek.

golganat germek: Koruyup gözetmek, himaye etmek.

golluk: Çalışırken giysinin yenlerinin kirlenmemesi için, bezden yapılan, dirseğe kadar geçirilen, iki ucu lastikli koruma bezi.

goltuk gapısı: Sadece insan giriş çıkışına uygun küçük kapı.

goltuk kellesi: Buğdayın kökünden sonradan çıkan ve zamanında olgunlaşamayan başak.

goma!:Bak, bak hele! (hele goma şeklinde daha çok kullanılır)

gomak: Koymak, bırakmak, bırakıvermek

goñak: Saç derisinde oluşan kepek.

goñaklanmak: Saç kepeklenmek.

gonç: çorabın topuktan bileğe kadar olan bölümü

gondurmak: İşlemede işlenen renkleri birbiriyle uyumlu olarak yerli yerinde kullanmak, motifi tam yerine yerleştirmek.

goñşu: komşu

gopca: metal, çengelli düğme (kopça)

gopcelerı goyvemek: 1.Disiplinden uzaklaşmak, ciddiyeti kaybetmek, 2.Kendini tutamayıp katıla katıla gülmek. (kopçaları koyuvermek)

gopuk: serseri, külhanbeyi (kopuk)

gor: köz, kor

gorleşmek: Odun veya kömür köz haline gelmek.

gôrcu: korucu

gorku bokuna: Korkmaktan dolayı, cesaret edememek yüzünden.

Gôrma: Çiftçi Mallarını Koruma Derneğinin halk ağzındaki adı.

gôrma odası: Çiftçi Mallarını Koruma Derneğinin ve yetkililerinin bulunduğu köy odası.

gôrmeci: Çiftçi Mallarını Koruma Derneği görevlisi; reis, katip, korucu, bekçi

gorsañ: güya, sanki, hani

gorsañola: güya, plana göre

goru: sık orman (koru)

goruk: Olgunlaşmamış üzüm.

goruluk: Nispeten kalın meşelerin bulunduğu sık orman, koru

gorutmak: maliyetini kurtarmak

gosalak: Kasıntı, gururlu, kibirli kimse.

gosalmak: Şişmek, kasalmak, kibirlenmek.

gosdak: Çalımlı, gösterişli yürüyen.

gosdaklanmak: Kabararak, gösterişli yürümek.

goşmak: 1.Çiftçiliği bir tür hayvanla götürmek (Öküz goşuyon, sen ne goşuyoñ?), 2.Hayvanları arabaya, düvene, pulluğa vs. bağlamak.

goşum: atları arabaya koşmaya arayan deri donanım

goşumcu: koşum malzemeleri yapan sanatkar, saraç

gotura: Hayvanların beslendiği ve konakladığı seyyar kamp yeri.

gova: Kuyudan su çekmeye yarayan kap, kova.

govan: Balta, keser gibi aletlerin sap takılan deliği.

gôvemek: bırakmak, serbest bırakmak (koyuvermek)

govu: Dedikodu, birinin ardından çekiştirme.

goya: güya, sanki

goyak: Dağın yeşilliği bol olan, hayvanların genelde orada zaman geçirdiği kuytu, çukur yerleri.

goymak: Etkilemek, dokunmak, içlendirmek (Durdukça goyuyo baña)

goyulgun: Koyulaşmış, akışkan halini yitirmiş

goyup geşmek: Geride bırakmak, yarışta geçmek.

goz: Bir hakaret sözü, pezevenk

goza: kozalak, çam kozalağı

göbeği çatlamek: Bir işi yapmak için çok uğraşmak, çok güçlükleri yenmek.

göbeği düşmek: Ağır kaldırma, gaz birikmesi veya üzüntü sebebiyle karın kaslarının ağrıması.

göbek: Bir şeyin ortası

göbüle: Uzun müddet sürülmemiş, hazırlanmamış, ekilmemiş, boş tarla.

göce: yıkanıp dövülerek kabuğu çıkarılmış buğday

göce târnası: kabuksuz buğday kırığı (göce) ve yoğurtla yapılan tarhana

göcen: tavşan yavrusu

göç: evin eşyası

göçmek: 1.Taşınmak, göç etmek; 2.Çökmek, yıkılmak.

göçük: 1.Çökmüş toprak, 2.Yıkılmış, çökmüş bina, virane

göçüntü: toprak damlı binanın yıkılmasından sonra geriye kalan ahşap malzeme

göçüp gitmek: Ölmek

göçürmek: domates, biber vs. fidesi dikmek

göde: 1.yabani güvercin, 2.kısa boylu, şişman

göden: Bir tür küçük kurbağa.

gödeş: semiz, etli

göğ: gökyüzü

göğde/gövde: Ağacın taşıyıcı kalın kısmı.

göğdeli: iri yapılı, iri yarı

göğem: fındık büyüklüğünde, aşısız yabani erik

Göğemderesi: bir mevki adı

göğerçi/göğerçile: nem, rutubet

göğermek: Vurma ya da çarpma sonucu vücudun bir yeri morarmak.

göğerti: gök, yeşil görünen şey, yeşillik, ot

göğüslük: bebek önlüğü

gök: 1.mavi renk, 2.olgunlaşmamış sebze, meyve

gökcül: mavimsi, gök rengine çalan

gökgörmedik: görmemiş, sonradan görme, açgözlü

gök gözlü: Mavi veya yeşil gözlü

gölet: Yağmur, kar sularının birikmesiyle oluşan gölcük.

göl etmek: Çok su vermek

gölle: haşlanmış buğday veya mısır

gölle gaynatmek: Bulgur yapmak için veya yeme maksadıyla buğday veya mısır haşlamak.

göl olmek: Çok su birikmek, çok ıslanmak.

gömeç: ebegümeci

gömgök: 1.Çok yeşil, olgunlaşmamış; 2.Morarmış

gömgök olmek: Vücut morarmak.

gömme: 1.Kızgın külde pişirilmiş patetes, 2.Kızgın küle gömülerek pişirilmiş hamırsız ekmeği

gömlek: 1.Yılanın değiştirdiği deri, 2.Luks lambasında parlaklığı artıran kimyevi hassas kılıf, 3.Mısır koçanını sarmalayan yapraklar.

gömlek değişdirmek: Yılan deri değiştirmek.

gömü: Toprak altına gömülerek saklanan değerli şeyler, define

gömülgeç/gömülgen: Çok gömülen bataklık halinde çamurlu arazi.

gön: İşlenmemiş, ham, kalın deri.

göñnünü almek: Kırılan bir kimseyi sevindirerek hoşnut etmek.

göñül: gönül

göñül gomek: Gücenmek, alınmak.

göñüllemek: bir şeyler vererek memnun etmek

göñüllü: cana yakın, hatırlı

göñülsüz: isteksiz, istemeye istemeye

göpcük: Tarla, çuval, kese, oda gibi şeyler için köşe, kertik.

görcek gözüm yok: Görmek istemiyorum

görenek: 1.Töre, her çeşit toplumsal alışkanlık, gelenek (Görenekleri bönemiş); 2.görgü, terbiye (Göreneksiz herif, bubasınıñ yanında ciğara içiyo.)

görgü: 1.Göz tokluğu, elindekiyle yetinme; 2.Büyüklerden iyi terbiye alma durumu.

görmedik: Sonradan görme, görgüsüz. (gökgörmedik)

görümnük: İlk görülen bir şey için verilen hediye.

gösdermek: Bir örgü veya işlemenin nasıl yapılacağını uygulamalı olarak anlatmak.

göt: 1.arka, geri; 2.testi, bardak, küp gibi şeylerin dip kısmı

göt atmek: 1.at eşek gibi hayvanların zıplayarak arka ayaklarıyla çifte atması, 2.(mec)sevinçten zıplamak

götcep: pantolonun arka cebi

götden bacak: Kısa boylu şişman kimse.

götmek/götümek: götürmek

götü: eşyanın altı, tabanı

götü boklu: Pis, değersiz, beş para etmez.

götüñe sok: Argoda, senin olsun, ne yaparsan yap anlamında kullanılır.

götüngötün: geri geri, arka arka, kıçın kıçın.

götünü atmak: Bir arabanın arka tekerlerinden tutarak arka kısmının yerini değiştirmek.

götünü yırtmek: Bağırmak, feryat etmek.

götüre: Alışverişte toptan yapılan pazarlık veya toptan yapılan iş (götürü)

göynek: uzun, etekli, entari şeklinde erkek iç giysisi

göynü dönmek: Midesi bulanmak, kusacak gibi olmak.

göynü geçmek: İçi geçmek, uyuklamak

göynünü etmek: Yumuşak sözlerle razı ve memnun etmek.

göynü olmek: Sevip istemek, razı olmak, kabul etmek.

göynü olursa göynek geydiri: Canı isterse her işi yapabilir.

göynü yok orağa yan yan gider ırağa: Çalışmaya niyeti olmayan oradan uzaklaşır.

göz: 1.evin her bir odası, 2.Üzüm dalında meyve tomurcuğu, 3.nazar

göz ağartmek: Sinirinden ya da korkutmak için gözlerinin akını göstererek bakmak.

gözel: güzel

gözelim: Sevgi ve şefkat bildiren hitap ünlemi (güzelim)

gözemek:1.Örme ya da dokuma eşyanın delik yerini örerek yamamak, 2.eksilen fidanların yerine yenisini dikmek.

gözer: büyük gözenekli, deriden örülen büyük kalbur

gözetlemek: Gözkulak olmak, nezaret etmek, sakınmak, korumak.

göz gulak olmek: Birinin ya da bir şeyin korunmasında dikkatli olmak.

göz nuru dökmek: İnce işler için emek harcamak.

gözü açık gitmek: Beklediği şeyleri görmeden ölmek.

gözü akmek: Gözü yaralanıp kör olmak.

gözü gararmek: Yorgunluk veya halsizlikten gözleri iyi görmemek.

gözü göynü açılmek: Sıkıntıdan kurtulup ferahlamak.

gözüğen:1. Görünen, gözüken; 2.Anlaşıldığı kadarıyla, tahminen

gözü kesmek: Bir şeyi yapabilme konusunda kendine güvenmek.

gözüñe diziñe dursuñ: Nankörlük edene yapılan ilenç sözü.

gözünü ayırmamek: İstenmeyen davranışı yapmaması için birine dikkat etmek.

gözünüñ öñünden gitmemek: Hiç unutmamak.

gözü tavıkgarası olmek: Katarakt hastalığı olmak.

gözü yerde: Düşmeye meyyal, çok sık düşen şey.

göz va izan va: Bir şeyin görme ve akıl yoluyla anlaşılacağını anlatır.

gubarmak:1.gururlanmak, kibirlenmek, 2.dövüşmek üzere olan horoz veya hindi kabararak kavga pozisyonuna geçmek.

gucak: Kolları arasına alma durumu, kucak

gucak çocuğu: Henüz yürümeye başlamamış, kucakta gezdirilen çocuk.

gucak gucak: Yeni yürüyen çocuğu kucaklamaya çağırma sözü.

gudum galdırmek: Ortalığı dağıtmak, tozu dumana katmak.

gudübet: Uğursuz, biçimsiz, kaba kimse.

gudümsüz: uğursuz

gudüret: İlahi güç (kudret)

guğurmak: Güvercin boğuk sesle ötmek.

gula: Vücudu koyu sarı, kuyruk ve yelesi siyah at (kula)

gulağı ağır eşitmek: Kulağı iyi duymamak.

gulağına çalınmek: Kulağına gelmek, tesadüfen işitmek.

gulağına gitmek: Duymak, duyulmak.

gulağına guymak: Aklına sokmak, bir bilgiyi sızdırıp kişiyi bir duruma hazırlamak.

gulağına sokmek: Zamanı gelince hatırlaması için bir şey söylemek, fikir aşılamak.

gulağına sölemek: Başkalarının işitmeyeceği biçimde fısıldamak.

gulağında galmek: Unutmamak, hatırlamak.

gulağıñda olsuñ: Unutma

gulağını çekmek: Kötü davranışı bir daha yapmaması için ikaz etmek.

gulağını çiñiletmek: Birini anmak.

gulakdan dolma: Başkasından duyularak elde edilen bilgi.

gulâ tozu: Kulak arkası, kulak dibi

guldur: Bir testisli olan erkek.

gul haggı: İnsanların birbirine geçen hakları, emekleri.

gullap: 1.Kapıyı tutan, dövme demirden yapılmış menteşe; 2.Kapı sürgüsü.

gulunç: 1.Kürek kemiklerinin arası, 2.Sırt ağrısı, yel.

gulunç durmek: Soğuktan kasları kasılmak.

gul yapısı: İnsan eliyle yapılmış, eksikleri olabilecek şey.

gumbar: sucuk

gumdak: 1.mısır koçanı, 2.bebeklerin sarılıp sarmalanması durumu (kundak)

gumdakda: taze bebek

gumdaklamak: Bebeği tıpkı mısır koçanı gibi kat kat sarıp sarmalamak.

gumdarı: 1.Tanelerinin uçları sivri mısır, cin mısır; 2.Bir protesto, tepki sözü.

gum gibi gaynamek: Çok kalabalık olmak.

gunduz: 1.kemirgen hayvan, kunduz, 2.Bir yol bularak su künküne girmiş ve burada pülçüklenerek künkü tıkamış, biçim olarak kunduza benzer ağaç kökü.

Guran kitap beni çarpsıñ: Kuran üzerine yapılan yemin

gurbağı: kurbağa

gurdâzı bâlamek: Kaybolan koyunu kurt yememesi için hocaya okutmak. (kurt ağzı bağlamak)

gurk: 1.Sürekli tüylerini kabartarak “gurk gurk” sesler çıkarıp kuluçkaya yatma vaktinin geldiğini gösteren tavuk; 2.Kuluçkadan kalkıp civciv çıkarmış tavuk

gurk olmek: Tavuk kuluçkaya yatmak istemek.

gurk tavığı: Kuluçkaya yatan, artık yumurtlamayan tavuk.

gurk tavık gibi: Evden dışarı çıkmayan erkekler için kullanılan yakıştırma.

gurk yatmek: Kuluçkaya yatmak.

gurma golu: Kurmalı saatlerde zemberek çevirme kolu.

gurmak: Ayarlamak, tesis etmek (kurmak)

gurmalı: Kurarak ayarı yapılan mekanik saat.

gurna: musluk (kurna)

gurp: sap, kulp

gurs: Çukur yerlere dolan kar sürgünü.

gursak: 1.Mide, 2.İdrak, zeka

gursaksız: 1.İdraksiz, bir şeyin yararına mı zararına mı olduğunu ayırt edemeyen; 2.Kendine söylenen kötü sözlere karşılık vermeyen.

gurşun dökdürmek: Eritilmiş kurşunu dökerek fal baktırmak.

gurt: Küçük böcek, kurtçuk.

gurt atmek: Et veya yaraya karasineğin larva bırakması

gurt düşmek: 1.kurtlanmak, 2.şüphelenmek

gurtlanmak: Kıskanmak, çekememek.

gurtlu: kıskanç

gurtlugucak: salyangoz

gurtulmak: doğum yapmak

gurt yiniği: Yiyecek veya tahtada kurtçukların açtığı delik.

guru: Kurumuş, yakacak olarak kullanılan meşe dalları.

guru ayaz: Yağmursuz havadaki sert soğuk.

guru ekmek: Yanında katık olmayan ekmek.

guru iftira: Asılsız, hiçbir dayanaüı olmayan iftira.

guruluk: Yakacak odun konulan korunaklı yer.

gurum bâlamek: islenmek. (Kurum bağlamak)

guru yer: Üzerinde halı kilim olmayan toprak zemin.

guşâne: küçük kazan, kulpsuz büyük tencere

guş gibi: Çok hafif.

guş guş etmek: İki kişi çocuğu koltuklarından tutup uçurmak.

guşluk: sabahla öğle arası

guvvat: kuvvet

guvvatlı: Kuvvetli

guymak: içeri dahil etmek, içeriye koymak

guz/guzyer: Gölgelik, güneş almayan, genellikle kuzeye bakan yer.

guzine: fırınlı soba

guzu: Çocuklara karşı söylenen sevgi ve şefkat hitabı (kuzu)

guzu dişi: küçük taneli dolu

guzugöbeği: bir çeşit mantar

guzugulağı: Dağda ormanda yetişen ekşi yaprakları yenen bir ot.

guzuleci: kuzu doğuracak koyun, kuzulayıcı

guzuluk: kazandan küçük, tencereden büyük pişirme kabı

gübbüdü gübbüdü: Sert adımlarla koşarak

gübre leylonu: Az bulunur bir ambalaj olduğundan her şeye kullanılabilen kimyevi gübre çuvalı.

gübür: süprüntü, toz, çöp

gübürlenmek: pislenmek, kirlenmek

gübürlük: çöplük

güccücük:  küçücük

güccük: küçük

gücelmek: zorlaşmak (güçelmek)

gücetmek: Gücendirmek, üzüntü vermek.

gücü gücü yetene: Kimin gücü kime yeterse, hak hukuka değil güce dayanarak.

gücüle/gücüleyin: 1.güçlükle, zor bela, zar zor; 2.hemen, şimdi

gücün: güçlükle, zor bela, zar zor

gücürgenmek: Bir işi isteksiz, gönülsüz yapmak.

güdük: 1.Kısa, gelişmemiş; 2.içi yünle kaplanmış, kalın, yaşlı kadınlara ait giyecek

güdümeç: Kur’an okumayı öğrenen çocukların satırları takip etmek için kullandıkları uzun tavuk kemiği

güğerçile: rutubet, nem

güleşci: güreşçi

güleşyüzlü:  güler yüzlü, mütebessim (güleç yüzlü)

gülgülü: açık kırmızı, pembe

gülüş çığrış: neşeli bir şekilde ve kalabalık olarak

gülüşdürmek: güldürmek

gümbürdek: Koyunlara takılan büyük çan.

gün açılmek: Hava açılmak, güneş ortaya çıkmak

günağı gadâ sêmemek: Hiç sevmemek.

günaşığı/günaşık: ayçiçeği (güne aşık, gün aşığı)

gün batısı: Güneşin battığı yön, batı

gün doğusu: Güneşin doğduğu yön, doğu

gündoğan: 1.doğu yönü, 2.doğudan esen rüzgar

gün doğmek: 1.Güneş doğmak, 2.Ummadığı bir duruma erişmek, talihi yaver gitmek.

gün dönmek: Yılda iki kez günler uzayıp kısalmak.

gündönümü: Günlerin uzayıp kısalmaya başladığı 21 Haziran ve 21 Aralık günleri.

gündüz gözünnen: Henüz ortalık aydınlıkken (gündüz gözüyle)

gündüzleme: Yaramaz, haşarı erkek çocukları için “Annen-baban seni gündüz mü yaptı!” anlamında hakaret sözü.

günek: Yaprakları ve kökü yenen yabani bir ot.

güneş geçmek: Sıcak çarpmak,

güneşlik: Aydınlık, güneşli hava.

gün görmek: 1.Güneş ışığını alabilecek pozisyonda olmak, 2.(mec)Mutlu olmak.

gün inmek: Güneş batmak üzere olmak.

günübirliğine: Aynı gün içinde, sabah gidip akşam dönmek üzere.

günnemek/günnetmek: Güneşe tutmak, güneşte kurutmak.

günnük: yevmiye, günlük

günnükcü: Yevmiye ile çalışan, gündelikçi (günlükçü)

günü: haset, kıskançlık

günücü: kıskanç

günülemek: kıskanmak, özel olarak büyük kardeşin küçük kardeşini kıskanması

güpürtü: gürültü, boğuk ayak sesi veya kalp atışını niteleyen söz

güre: 1-3 yaş arasındaki tay.

gürelmek: çoğalmak, gürleşmek

Güssün: Gülsüm

gütmek: hayvan otlatmak

güve: Tahıllarda ve kumaşlarda oluşup onları kemiren kurtçuk.

güvelenmek: Yiyecek veya giyside güve kurdu oluşması.

güvenç: Dayanak, arka, torpil

güve tozu: naftalin

güvercin taklası: Arkaları birbirine dönük elleri dizlerinde olarak eğilen dört kişinin üzerinden takla atarak oynanan çocuk  takım oyunu.

güvermek: yeşermek

güveyilik: Kız tarafının damada verdiği giysiler.

güz mantarı: Sonbaharda çıkan mantar.