30 Ekim 2025

Deli Hatca

 
    Deli İmam'dan önceki Cuma Camii imam hatibi, Daldal Hüseyin'in torunu Molla Mustafa idi. Aslında öyle olmamasına rağmen Delimamın görevlendirme kararnamesinde 'emmizade' oldukları belirtilmiş. Bu kaydın sebebi çok açıktır, zira Daldal Hüseyin bir Veyisoğlu idi. Dolayısıyla halef selef Molla Mustafa ve Delimam ikisi Veyislerdendir, emmi çocukları sayılırlar...

    Delimam'ı zaten biliyoruz, Molla Mustafa'nın kimliğini de belirleyelim. O, Deli Veyis'in abisi, Haceli'nin de emmisidir... Bu kısa tanımlamadan sonra hikayesine devam edelim... 

    Molla Mustafa 1886 yılında vefat ettiğinde çocuğu yoktu; ancak karısı Satı Hanım hamileydi, bir süre sonra merhum kocasının oğlunu doğurdu. O günün ilginç adetlerinden birine göre, henüz doğmadan yetim kalan erkek çocuklara babasının adını veriyorlardı. Küçük Mustafa'nın adı böylece belirlenmiş oldu. 

    Yeri gelmişken Satı Hanımın kimliğine değinmek gerekirse, O da Arzımanoğulları/Hacılar diye bilinen bir başka kalabalık sülaleden Hacı Küçük Mehmet kızıdır. Kardeşleri ise Hacı Mustafa ile Hacı Murat... Sülalesi ve akrabaları şunun için önemli, kocasından yadigar kalan biricik oğluyla birlikte artık babasından kalan Hacıların yurdunda yaşayacaktır... 

    Hacıların yurdunda büyütüp yetiştirdiği oğlunu, yine kardeşi Hacı Mustafa'nın kızı Hatice ile everdi. Böylece hala dayı çocukları yeni bir yuva kurmuş oldu. Burada damat Mustafa'nın kardeşi olmadığı hatırlanacaktır, ama Hatice kalabalık bir aileden geliyordu. Dört kız ve bir oğlan olmak üzere beş kardeşler... Bunlardan (üvey kardeş) Fatma, Davılcı Arif Azbay eşi; Dudu, Sarı Şükrü Patlar'ın annesi; Fadime, Çil Mahmut Omak annesi; tek oğlan ise Hacınınibram (Halil İbrahim Azbay)dır...

    Hacınınibram'ın ev ile Satı Hanımın evi bu yüzden bitişikti, Şemşilerin evin hemen altında yan yana... Yalnız Satı Hanım oğlu Mustafa'yı everdikten sonra çok yaşamadı, vazifesini bitirmiş insanların huzuruyla öte dünyaya göçtü. Kendi adını verdikleri kız torununu görüp görmediğini bilmiyoruz, zira Hatice'nin doğum tarihini bulamadık. Bunun sebebini ileride öğreneceksiniz...

    Mustafa'nın askerliği 1905/1906 gibi başlaması lazım. O vakitlerin askere alma sistemine göre dört yıllık temel askerliğin ertelenmesi söz konusu olmuyordu. Ancak rediflik sisteminden tamamen vazgeçilmemişti, temel askerliğin bitiminden sonra 5-6 yıllık rediflik süreci başlıyordu. İşte bu dönem bedelini ödemek suretiyle bir kaç kez ertelenebiliyor, ayrıca aralara uzun izinler de girebiliyordu. Son dönemde 12 yıla varan uzun askerlik hikayelerinin sırrı buradadır. Ayrıca 1. Dünya savaşının başlamasıyla seferberlik ilan edildiği unutulmamalıdır. Seferberlikte eli silah tutan herkes askere alınıyor, silah altındakilerin terhisleri de durduruluyordu...

    Her ne hal ise, Molla Mustafa ile Satı Hanımın biricik oğulları 1915 yılında askerdeydi... Cihan harbinin meşhur Çanakkale cephesinde... Kayıtlara göre "... 3. Kolordu, 19. Fırka, 57. Alay, 1. Tabur, 3. Bölük Piyade Eri iken, Şehir Emaneti Mecrûhin Askeri Hastanesinde, 12 Ekim 1915 günü şehit oldu... "

    Hatice Hanım kocasının şehadetinden sonra kızıyla yapayalnız kaldı. Tıpkı otuz yıl önce halası ve kaynanası Satı Hanım gibi... Lakin onun kadar şanslı olabilecek mi bakalım...

    Birinci dünya savaşı boyunca çeşitli cephelerde savaşan Eğretli asker sayısı 250'den fazla, 300 civarında.... Bunların ancak 60'a yakını Eğret'e dönebilmiş, gerisi şehit ve bu şehitlerin çoğu da evliydi... Yani birdenbire şehit sayısına yakın dul kadın oluşmuştu Eğret'te... Bu, sosyal dokuyu bütünüyle etkileyecek büyük bir rakamdı... Bunca kadın nasıl geçinecek, yetimler karnını nasıl doyuracaktı... Neyse ki köylü açıkta kimseyi bırakmıyor, dul kadınları ikinci eş olarak bile olsa birilerinin nikahına veriyorlardı... Hatta yakın köylere verilmiş şehit dulları bile var... 

    Tabii bu konuda çocuksuz dullar daha şanslı oluyor... Hatice Hanımın bir başkasına varmamasında kızı Satı'nın ne kadar etkisi oldu bilemeyiz. Oysa dul kaldığında henüz 25 yaşındaydı. Dinibütün ve becerikli ve hatta varlıklı bir kadındı. Kızıyla birlikte kocasının Molla Mustafa'dan gelen malları ile, kaynanası Satı halasının Hacılar kaynaklı mallarının tek varisiydi. Ayrıca babası Hacıların Hacı Mustafa'dan çıkan kendi mallarını da düşünmek lazım. Bütün bunları ne kadar varlıklı olduğunu anlayabilesiniz diye sayıp döküyorum. Buna rağmen o dönemde neden kocaya varmadığı muamma... Belki de bütün bu mal mülkü sebebiyledir...

    Ve biricik kızı Satı da öldü... O dönemde çocuk ölümleri çok fazlaydı... Bakımsızlıktan, sağlığa önem verilmemesinden, sefaletten veya daha başka sebeplerden çocuklar ölüyor, hatta bunların kaydı bile yapılmıyordu. Zaten Satı'nın kütükte kaydı yok, öyle bir çocuğun varlığından ve ölümünden ancak canlı şahitlikler sayesinde haberdar olduk.

    Mal mülk yalan... Hakiki tek varlığı kızını da kaybedince Hatice hanımın dünyası yıkılmış. Bunca acıya tek başına dayanmaya çalışmış, ama yalnızlığın bizatihi kendisi ayrı bir dert... Hafiften aklını aldırmaya başlamış...

    Derken Eğret'te Yunan işgali... Bu kara günleri aydınlık geçiren Eğretli yoktur; ama henüz otuzunu yeni aşmış, talihin şehit kocasından ve taze kızından kopardığı bu yalnız kadın için dünya karardıkça kararmış... Ayrıntıya girmiyorum, Gavur etmediğini bırakmamış... İşte o anda, kalan aklı da giden Hatice Hanım, olmuş Deli Hatca... Gavur gittikten sonra da toparlayamamış kendini...

    Belki onun yaşadıklarını aklı başında birinin taşıması mümkün olmazdı. Aklını almakla Kader yükünü hafifleştirdi, bunu da bilemeyiz; bundan sonra Deli Hatca oradan oraya sürüklenecektir...

    Gerçi bedenen sağlamdır; ama şuur, irade, akıl gibi değerlerden yoksun olunca beden ne yapsın... Karnını doyurmak gibi en hayati ihtiyaçları için bile başkalarına muhtaç olmuş. Sık sık komşularına gider karnım aç dermiş. Allah'tan vefalı komşuları varmış da horlamamışlar... Şimdi düşünelim, evin damın var, tarla takga ziyadesiyle; lakin işte onlar da bir şeye yaramıyor, varlık içinde yüzerken aç kalıyorsun...

    Artık Deli Hatca ya... Akıl olmayınca, aklın almayacağı bazı davranışlar göstermesi kaçınılmaz oluyor... Evine girip çıkarken gocagapıyı kullanmıyor da, onun altına kendi oyduğu ve ancak kendisinin sığabildiği bir oyuktan sürünerek geçiyor. Aynı şekilde haney evine de merdivenden değil başka bir delikten giriyor. Çoğu vaktini geçirdiği fırında olur olmaz söyleniyor, kuzu pişireceğim diye eteğinde getirdiği kedileri fırına atıyor ve daha neler neler...

    Bütün bunlar aklı başında birinin yapacağı şeyler değil. Başkaları, elalem, konu komşu için de tahammül edilecek gibi değildir. Gelvelakin sözkonusu Deli Hatca olunca pek ses etmiyorlar. Sonuçta yakın geçmişte başına gelen fecaatin farkındalar, nasıl delirdiğini biliyorlar...

    Deli Hatca da deliliğini bilecek kadar akıllıdır. Bir keresinde durumunu başına kakan yakınlarına çıkışmış: "Ben Deli Hatca'ysam; sen Deli Eşe, sen de Deli Fatma'sın!..."

    Başına gelenler sebebiyle üzerinde bir tür çıldırmışlık hali bulunabilir; fakat Deli Hatca hafızasından ve yeteneklerinden bir şey kaybetmiş değildir. Bunu pek göstermek istemese de, sorduklarında namaz sureleri ve daha fazlasını takır takır okurmuş... Uçkur örmeye çalışan bir kız çocuğunun elindekini almış ve "Uçkur böyle örülür" diye mükemmel bir iş çıkarmış. Bunlar hep Deli Hatca iken yapabildikleri...

    Gelgelelim, işte Deli Hatca'dır, ruhen hastadır... Bu kadının hastalığı tedavi edilemez miydi acaba? O zaman modern tıp şimdiki gibi gelişmiş değildi ve o kadarına bile erişim çok zordu, ama ruh hastalıkları yine de tedavi edilebiliyordu. Neylersin O daha Hatice Hanım iken bile kimsesiz ve sahipsizdi, şimdi Deli Hatca'yken kim ilgilensin...

    Nitekim yabancı bir Hoca onun durumunu fark etmiş. Komşularından birine "Yav bu kadın hasta, hiç yakını yok mu söyleseniz, kırk gün okursam iyileşir." gibi bir teklifte bulunmuş. Bu teklifi ilettikleri bir yakını "Teyzeme bundan sonra akıl ne lazım!" diyerek bu tedaviyi onaylamamış...

    Şu haliyle Deli Hatca yaşayabildiği kadar yaşamış. Resmi kayıtlar onun 1940 yılında, 50 yaşında vefat ettiğini gösteriyor. Belki bu haber cümlesi şöyle olmalıydı: Hacıların Arzımanoğlu Küçük Mehmet torunu, Cuma Camii imam hatibi Molla Mustafa'nın gelini Hatice Azbay, acılar ve elemler dünyasından kurtulup ebedi saadet yurduna göç eyledi.

    Bu hikayenin ayrıntılarının bize ulaşmasını sağlayan teyzemiz, Deli Hatca öldüğünde 13-14 yaşlarında bulunuyordu. Videoyu izlerken, o günün insanları için defalarca 'Neler çekmişler, neler'! diye hayıflandığını duydum. Bir asır önceki atalarımızın neler çektiğini bugünkü kuşağa aktarmak görevimiz olmalı...



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder