Harmandan kalkmış olmak, 'İş bitti, her şey tamama erdi, paydos!' demek değildi. Belki o yılın hasadı bitmiş oluyor; ama hayat devam ediyor ve yeni bir yıl kendiliğinden ve sessizce başlıyordu. Eğret takviminde mevsim ve yıl geçişleri keskin çizgilerle değil, yumuşak ve belli belirsiz olurdu. Zaten insanların buna bir müdahalesi olamaz; bazen yaz bittiği ve kış başladığı bile herşey olup bittikten sonra farkedilirdi. Güneş durdurulamadığı gibi zamanın da önüne geçilemezdi. Hala öyle değil mi...
Eğret takvimindeki iki mevsim, yaz ve kış sürekli birbirini kovalayıp duruyor. 6 Mayıs hıdrellezle karşılanan yaz, 7 Kasımda ömrünü tamamlarken; hemen ertesi günü, 8 Kasımda kış başlıyor. İş takviminin yeni yılı ise ekim ile, yani toprağa tohum saçmakla başlıyor. "Ekinler" denilen bu dönemden buğday ekim zamanını anlamak gerekir. Tam olarak vakti ise Ekim-Kasım aylarıdır.
Sonbaharda ekilen ekine "kışlık" adı veriliyor. Eğer bu dönemde ekmeyi yetiştiremediysen kış sonrası baharında da ekim yapılabilir. Buna da "yazlık" diyorlar. Genellikle yazlık ekinler diğerine göre daha zayıf oluyor. İleşberlik biraz da kumara benzediği için; bazen de bir bakıyorsun kışlıklar yazlığa göre zayıf kalıyor. Yine de mümkün olduğu kadar ekinler Ekim-Kasım döneminde bitirilmeye çalışılır. Toprağın tavı yakalanır, yeşerdikten sonra bol karlı bir kış geçirilirse kışlık buğdayın değme keyfine. Bu yüzden ileşber, yağmur ne kadar çok olursa olsun, ille de kar yağmasını ister. Ona göre kar, ekin için yorgan görevindedir.
Bizzat ekin ekmiş değilim; lakin kışlık buğday ekimine birkaç kez şahit oldum. Ekim işi tohum saçmakla başlardı. Tohum dolu tef sol koltuğunda, gevşek yumruk yaptığı sağ avucuyla bir sağa bir sola yarım dönerek tohum saçanı görüp de ritmine hayran olmamak elde değildi. Mehter takımında kudüm çalan birini düşünün, iki adımda bir durmasa aynen tohum saçanın yürüyüşündedir. Avuçladığı buğdayı saçarken parmak aralarındaki açıklığı kullandığını hemen farkedersin. Avucundakini tamamen bitirmeden tefe daldırır, bu arada fazlalığı atıp yeniden avucunu doldurur. Aynı anda adımını da attığından belli bir mesafe katetmiştir, beklemeden diğer yana yeni uvuçladığını saçması gerekir. Bu iş tefteki tohum bitene kadar devam eder durur. Tohum çuvalının yanına gelmeden de tef boşalmaz. Yılların tecrübesiyle el-ayak-göz bütünlüğü mükemmeldir. Vücudun organları otomatikleşmiş olduğunu, tohum saçarken aynı zamanda tarlayı adımladıklarını duyduğumda anlamıştım.
Tohum saçıldıktan sonra sürme ve sürgülemeye geçilir. Sürerek toprak alt-üst edilir, böylece zemin yüzeyindeki tohum toprak altına alınır. Sürgüleme yapılınca da herşeye rağmen açıkta kalan tohumlar örtülür ve de zemin düzeltilmiş olunur. Çocukluğumda gözlemlediğim ekin ekmelerden aklımda kalan; Üyükyolu'nda alıç ve boş fişek toplamak, Uzundere'de sürgüye binmek ve hava güneşli olmasına rağmen bol bol üşümektir. Demek ki bu dönem güz sonu, kış başlangıcıydı.
Yine bu zamanlarda büyükler kendi aralarında, sakındıkları bir şeyden söz ederlerdi. "Gasım çetirengi" dedikleri o şey, ekin ekmenin doğru olmadığı bir dönemmiş. Bir hafta, bilemedin 10 gün kadar süren bu dönemde ekilen ekinler boşa gider, tohumlar heba olurmuş. Bu yüzden Kasım çetirengi gözetilir, o dönemde ekime ara verilirdi. Sonradan öğrendim ki bu dönem 8-20 Kasım arasıdır.
Kış mevsiminin başladığı 8 Kasımdan itibaren çok şiddetli 10 günlük döneme "çetireng" demişler. Elbette asırların tecrübesiyle bu sonuca ulaşılmış. Yaklaşık on günlük bu süre, yaban domuzlarının çiftleşme zamanıymış. Bazı hayvanların çiftleşmesine 'çatışma' dendiği düşünülürse; 'çetirenk' adının bu domuz kızışma dönemiyle bir ilgisi olabilir...
Atalardan gördükleri kadarıyla çetirengde ekmemeye dikkat etmişler. Dediklerine göre bu şiddetli soğuklarda saçılan tohum donduğu için yeşeremiyor. Gayet mantıklı bir çıkarım.
Başka bir fikre göre; çetirengde ekim tehlikesi tohumun donmasıyla ilgili değil. Çetireng ekininin büyüme süreci öyle bir vakte denk geliyor ki baharda çiçeklenme gerçekleşmiyor, asıl sakıncalı durum bu. Bu tehlikeden kurtulmanın yolu Kasım çetirenginde ekmemek.
Yine eskilerden rivayet edildiğine göre kasım çetirenginde ekildiğinde Çatalüyük tarafındaki Gobakguyusu, Gavasguyusu, Söğütcük, Omarcık, Yörükçeşmesi ve Çayırlar'a kadar süren dere boyundaki ekinleri, çiçek zamanında ya duman vurur ya kırağı; kesinlikle mahsul kaldırılamaz...
Şimdilerde hakim olan görüşe göre ise çetireng dönemi tamamen sakıncalı değil. Şöyle ki, bu vakitte ekilen ekin bazen çok verimli olabiliyor. Tabi tutarsa... Belki bu yüzden, belki de çetirenge inanmadıkları için bugün insanlar Kasım çetirengini pek de önemsemiyorlar. Haklı olabilirler, zira mevsimler de değişti; öyle yıllar oluyor ki Ocaktan önce kar yağmazken, bazen Ekim ayında dondurucu soğuk görebiliyoruz.
Çetirenk geçtikten sonra ekim daha tehlikesiz oluyor. Anıtkayalılar bu konuda aşırı derecede cesur davranmışlar. Hatta "Zemherinin 27'sinde (17 Ocak) isterse buza saç, çıkarsa çıkar, çıkmazsa bunu oğluna bile söyleme, irezil olursun" diye darbımesel haline gelmiş bir söylenti dolaşır.
Her şeye rağmen ekim vaktini kaçıranlar olabilir. Biraz meşguliyet biraz da vurdumduymazlıktan olsa gerek, Esnan'ın Veli Seyrek de bir sene ekim sezonunu ıskalamış. Yine de tarlaya gidip olduğu kadarıyla deyip tohumunu saçmış. Nasıl olduysa o sene herkesin ekini zayıfken onunki pek güzel olmuş. Tekniğini merak edip 'Hangi tavda ektin' diye soranlara 'Veli tavında' diye muzip bir cevap vermiş. O günden beri asıl ekim vaktini kaçıranların gecikmeli ekimine 'Veli tavı' deniliyor...
Tabi zamanın şartlarına göre insanlar eskiden daha çok çalışırlarmış. Nadas yaygın bir uygulama... Ayrıca ikileme, üçleme gibi defalarca ekilecek tarlayı sürenler var. Ne kadar çok sürülürse o kadar ekime hazır hale geliyor ve ona göre de verim artıyor. Bazen bunu abartanlara da rastlanırmış... Sıntırhüseyin İhsaniye'ye buğday satmaya gitmiş. Ofis aracılığuyla devlete mi, yoksa iskele de vagonlara filan mı yıkıyor nedir... Görevli memur tartmış deneyi, inanamamış bir daha tartmış, sonra bir daha... Yanlış olmasın diye tekrar tekrar tartmasının sebebi, sıradan denelerin iki katından daha ağır gelmesidir. Bunun hikmetini sormuş Memur, ister istemez... Hüseyin Sımsıkı 'İşin sırrı şu öküzlerde, tarlayı tam beş kere sürdüler' diye Memurun merakını gidermiş...
Yeni teknikler ve zamanın şartları gereği eski alışkanlıklar bırakıldı. Yalnız Anıtkaya'da ekinler eskiden beri "kuruya" ekiliyor. Yağmur yağmasını beklemeden yapılan bu ekim tekniğine dayanarak insanlar bırak çetireng gözetmeyi, Eylülde ekime başlıyorlar. Zaten çetireng-metireng tarih olmuş durumda...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder