O dönemde her yerde perişanlık tütüyor. Cumalı’ya gelip yerleşen yeni aileler de güllük gülistanlık bir yer beklemiyor; yokluk, yoksulluk burada da aynı. Herkes karnını doyurma derdinde… Cumalı köylüsü iskan edilirken Eğret arazisinden verilen tarlalar onlar için bile yeterli değil. Ziraat yapamazlar yani… Bu yüzden çevre köylerde rızık aramaya başlamışlar…
Bir karıkocanın nasibine Bayramgazi düşmüş. Gitmişler oraya sığır denk gelmiş sığır gütmüşler, çoban durup koyun gütmüşler. Bir oğulları varmış, öylece yaşar giderlerken adam ölmüş… Ayşe Hanım elin memleketinde oğluyla bir başına kalmış…
Çanakkale gazisi Kekliklerin Türkmenoğlu Kelali o yıllarda birine çoban durmuş ağılda koyun güdüyor. Komşu köy çobanları birbirini tanıyorlar. Bu kimsesiz güzel dul kadınla evlenmek istiyor. (Ayşe Hanımın çok güzel çakır gözlü sarışın bir kadın olduğu torunu tarafından özellikle vurgulandı.) Ayşe Hanım da bu teklifi kabul edince evleniyorlar, artık ağılda yaşıyorlar…
Köydekilerin de bu durumdan haberi yok, yalnız kadın elbisesi de istediği bir gün bu malzemeleri büyük oğlu Resul (Hacıiresil) getirdiğinde Ayşe Hanımı görüyor ve gördüklerini köyde evdekilere anlatıyor. Meğer Kelali ilk eşi Dudu (Anadudu)dan sonra Dandırlı bir hanımla daha evlenmişmiş. Anadududan iki oğlu (Hacıiresil, Kelırmızan) ve Dandırlı Hanımından da bir kızı (Fatma/Fadime) var… Tabi Ayşe Hanımla evlenirken bunlardan hiç bahsetmemiş…
Resul’un anlattıklarını duyunca ikinci hanımı küplere biniyor. Kızını kucakladığı gibi ağıla varıyor. Baksa ki denildiği gibi bir kadın var… Kelalinin kandırdığı bu kadına karşı çok müşfik davranıyor, hatta;
-‘Bir fırının altı da yanar, üstü de yanar… Al bu basmaları da güle güle giy…’ diyerek kadını kabul edebileceğini söylüyor. Yalnız köydeki durumu, Kelalinin ilk hanımından iki oğlu olduğunu filan anlatıyor, kocasını affetmeyeceğini söyleyerek kucağındaki kızı da bırakıp Dandır’a çekip gidiyor… Koyundan gelen Kelali kızını orada görünce, meseleyi anlıyor. Hafif bir tartışma yaşanıyor yeni karısıyla aralarında; ‘niye evli olduğunu söylemedin’ filan diyor Ayşe Hanım. O da haklı olarak ‘söylesem bana gelmezdin’ diyor…
Bundan sonra Ayşe Hanımın Eğret günleri başlıyor… Eve varıyorlar, iki oğlan bir Nine… Kelalinin anası Kekliklerin Fadime Nine o sıralar sağ, fakat çok yaşlı… Terk edip giden Dandırlı kadından bir kız çocuğu, bir de kendi yanında tay gelen oğlu Ali var… Çok geçmeden kız çocuğu ölüyor, bir süre sonra da Ali vefat ediyor. Öldüğünde Ali yedi yaşındaymış… Ayşe Hanım fakirlikten fırın filan yakıyor… O günlerde hamile…
Hikayeye bak sen… Eğret’te bunlar olurken, Arapların İsmail (Şahısmeyil) Çanakkale’de asker… Deveci lakabını hak ettiği günlerde Biga’da askeriyenin deve katarına bakmakla görevli… Bu işte daha acemiymiş herhal, develerden çekinirmiş; bilmediği, tanımadığı bir hayvan çünkü… Avlularına ıhdırdıkları develerden onun korktuğunu gören kadın, elinde ayranla yardımına yetişmiş… Deveci, ayranı içerken onu getiren kadını birine benzetecek olmuş; düşünürken düşünürken, Kelalinin yeni eşi Ayşe Hanımın siması ile bu kadınınki aynı olduğunu anlamış ve bunu kadına söylemiş. Kadın da Ayşe adında bir kızı olduğunu, kocasıyla buradan ayrıldıklarını, nereye gittiklerini ve akıbetlerini bilmediğini söylemiş. Onun üzüntüsüyle ağlamaktan gözlerinin feri kaçtığını da eklemiş… Deveci, Eğret’e izne gittiğinde bunu kendine vazife edinmiş; Ayşe Hanımı fırından çağırtıp anasını babasını, köyünü sormuş. Ayşe’nin, Habibe Hanımın kızı olduğundan emin olunca durumu anlatmış. İzin dönüşünde Ayşe Hanımdan bir mektup götürmüş Biga’ya, orada da heyecanlı anlar yaşanmış… İsmail ile Habibe Hanım Karakol marifetiyle kızlarının yanlarına gelmesini istemişler. Daha doğrusu kaçırıldığını ileri sürüp şikayetçi olmuşlar. Yol parasını da gönderip, kızlarının getirilmesini istemişler…
Eğret’e dönelim… Kelali, ana babası bulunan karısının Biga ziyaretine sıcak bakmıyor. ‘Doğum yaptıktan sonra ben kendim götürürüm’ diyor… Ve bir kızı dünyaya geliyor. Adını Kezban koyuyorlar. Bu ismin Kelalide mühim bir hatırası var… Eğret dışına gelin giden karınkardeşinin adı… Çocuk kırkı çıkıp 5-6 aylık olunca yolculuğa dayanabileceğine kanaat getiriyor ve ailesini alıp Biga’ya gidiyor… Akyaprak Köyüne varıyorlar, ama dönüş için izin yok… Kızlarını bırakmıyor yaşlı ana baba, damatlarının da oraya yerleşmesini teklif ediyorlar. Eğret’te çocukları ve anası olduğundan bunu kabul etmiyor Kelali, köyüne yalnız dönüyor… Ertesi yıl tekrar geldiğinde artık Kezban da 1,5 yaşında. Lakin eşini yine bırakmıyorlar, hatta eve bile yaklaştırmıyor, boşandırıyorlar… Hukuken Kezban’ı babası alması gerekirken onu da annesi Ayşe Hanım vermek istemiyor; kızını kendine bıraksın diye Kelaliye tazminat bile ödüyor… Neticede Kelali Eğret’e yine eli boş dönüyor… Kezban 4-5 yaşlarındayken onu almak için bir deneme daha yapmış Kelali, yine başarılı olamamış; ama artık aklı eren Kezban, bu sefer babasının ardından ağlamış…
Bu arada Ayşe Hanımı, Çelikgürü köyünden üç çocuğuyla dul kalmış Yusuf adlı birine kocaya vermişler. Yusuf da Kelali gibi gazi, Yemen’de çarpışmış… Kelali ise kızıyla irtibat kopmaması için mektuplar yazmış. Kocası Yusuf, bu mektuplardan Ayşe Hanım ve kızını haberdar etmemiş; o da eşinin kendisini terk etmesinden korkuyor… Böylece yıllar geçmiş, Kezban büyümüş. Yusuf’un oğluyla evermek istedilerse de Ayşe Hanım buna karşı çıkmış… Aynı köyden Sabri adında başka bir delikanlıya vermişler… Böylece Kelalinin kızı Kezban dünyaevine girmiş oluyor…
1944/45 yılında Sabri Kocausta ile evlendiler. Bir kızları oldu öldü, sonra 1947’de Ahmet ve 1949 yılında Mehmet adını verdikleri iki oğulları oldu. Sabri fakirdi, koruculuk yapardı filan; ama bu dert değildi… Daha büyük bir sıkıntıları vardı. Kezban Hanımın nüfus kaydı ile ilgili olan bu problem yüzünden evlilik resmileşemiyordu yahut buna benzer bir şey… Yani baba olarak Kelalinin mudahalesi gerekiyordu. Oysa gelen mektupları babalığının imha etmesi sebebiyle babasıyla da irtibatı yoktu. Sağ mı ölü mü, bilmiyordu…
Komşularından biri Afyon’da askerdi. İzinde bulunduğu bir gün, Kezban Hanımın derdine derman olacak fikrini söyledi; Adliye’de bulunduğu için Eğretlilerle çok muhatap oluyordu. Kızının sağ, evli ve iki çocuk sahibi olduğu, fakat böyle böyle bir sıkıntısının bulunduğuna dair Kelaliye haber gönderecekti…
Öyle de yaptılar… Kızının sağlık haberlerini alan Kelali, Karakol aracılığıyla telgraf çekerek onları Eğret’e çağırdı… Geldiler… İşlerini halletmek üzere geldikleri babasının köyüne yerleşeceklerini bilemezlerdi…
Aslında Kezban Hanım Eğret’i sevmemiş, bir müddet sonra Biga’ya geri dönmek niyetindeymiş. Lakin kocası oradaki durumlarından da pek memnun olmadığı için aksini düşünüp buraya yerleşmek istediğini söylemiş… Eğret’te kendince bir şeyler çevirebileceğine gözü kesmiş olmalı… Galiba kayınbiraderleri Hacıiresil ile Kelırmızan da bu kararında etkili olmuşlar…
Memleketleri itibariyle lakapları da hazır olan Bigalılar, yerleştikten sonra Çakırlarla beraber hayvancılık yapmaya başlıyorlar… Eğret’e yerleşen Bigalıların buradaki hayatında Çakırların önemi büyük… Akyaprak olsun, Çelikgürü olsun; yüzyıl başlarında bu iki köye Rumeli muhacirleri yerleştirilmişti. Hatırlanacağı üzere Çakırların Fatma Ninesi de bir Rumeli Muhacirinin kızıydı ve o yıllarda hayatta idi. Bigalı Sabri’yi Eğret’e bağlayan bir etken de bu husus olabilir. Çakırlarla hayvancılıkla başlayan ortaklık, zahirecilikle devam etmiş ve tam 17 yıl sürmüş…
İlk yıllarda köyde değişik yerlerde durmuşlar. Mesela kızları Şaziye Bokuşakların evde doğmuş, yıl 1953… Sonra Samancıların evin altına kendilerine ait bir ev yapmışlar, damıyla samanlığıyla… 1963’te Afyon’a taşınınca evi Akbaşların Mustafa’ya satmışlar…
Afyon’a taşındıktan sonra da Çakırlarla zahire işinde ortaklıkları devam etmiş, ta ki oğlanlar evlenene kadar… Sonra bu işi oğlanlar hem Afyon’da hem Anıtkaya’da olmak üzere sürdürmüşler… Daha Afyon’a taşınmadan 1957 yılında Biga’dan Ayşe Ninenin ölüm haberi gelmiş. Ardından da Kelali Dede vefat ediyor…
Bigalı karı kocaya gelince... 1949 Yılında geçici olarak geldiği Eğret’e yerleşen Bigalı Sabri Kocausta, Afyon’da 1992 yılında vefat etti… Eşi Kezban Hanım ise, Eğretli Kelalinin kızı olmasına rağmen Biga’da kızının yanında 2015 yılında öldü… Aslen Bigalı Sabri’nin Afyon’da, bir yanıyla Eğretli Kezban Hanımın Biga’da vefatı düşündürücü…
Üç çocuğun evliliklerine bakalım: Büyük oğulları Ahmet Conahmetin kızı Ayşe ile evlendi, böylece Kelibanın Moruk Üzeyir Dalgıç ile bacanak oldular… Bu evlilik yoluyla Bigalı Ahmet Kocausta, neredeyse Anıtkayalı oldu… Üç kız iki oğlan olmak üzere beş çocukları dünyaya geldi. 1996 Yılında eşi Ayşe Hanım vefat ettikten sonra tekrar evlendi ve bir oğlu daha oldu… Bu dönemde Anıtkaya ile irtibatını koparmadı. Son zamanlarına kadar kendince zahire ticaretiyle uğraştı. Geçtiğimiz yıl (2022) vefat etti…
Ahmet’in küçüğü Mehmet, Afyonlu Şaziye Hanımla evlendi. Dört kızları oldu… Abisi gibi Mehmet de zahirecilikten ve Anıtkaya’dan vazgeçmedi… Abisinden bir yıl önce 2021 yılında vefat etti…
Bigalıların tek kızı Şaziye’ye gelince… Aslında Eğret’te doğduğu için Bigalılardan saymak ne kadar doğru, bilmiyorum. Lakin Kader onu Biga’ya çekti… 18 Yaşındayken amcaoğlusu ile evlenip İstanbul’a yerleşti. Ayşe, Fatma ve Zeynep adlarında üç kızları dünyaya geldi… Bu dönemde, çocukluğunun geçtiği Anıtkaya ile irtibatını kesmedi, fırsat buldukça ziyaret etti. Eşinin emekliliğinden sonra babasının memleketi olan Çelikgürü köyüne yerleştiler. Eşi vefat etti, Şaziye Hanım kızları ve torunlarıyla halen orada yaşıyor. Ancak her fırsatta Anıtkaya’ya olan sevgi ve özlemini dile getiriyor…
***
Alemdaroğlu sülalesinin Keklikler kolunda Kelali (Ali Tül) ana hikayesini tamamlayan Bigalılar macerası böyle… Bigalı Sabri Kocausta’nın kızı Şaziye Hanımın anlatımına dayanan bu hikayenin Anıtkaya’da anlatılan versiyonunda ufak tefek farklılıklar var. Mesela Devecinin Biga’dan haber getirmesi olayında, Kezban Hanımla kocası Sabri’nin Eğret’e gelmesi Deveciye bağlanıyor… Öyle olunca olay daha baştan değişmiş oluyor. Kelali savaş sırasında Biga’da iken evlenmiş ve Kezban orada doğmuş, sonra Deveci vasıtasıyla baba kız buluşmuş oluyorlar… Yine Anıtkaya’da anlatılan hikayeye göre; Eğret’e geldikten sonra Biga’ya dönmek isteyen kişi Sabri Bey, ona katılmayıp köyünde kalmak isteyen ise Kezban Hanımdır… Bütün bunların yanlışlığına dikkat çeken Şaziye Hanım, Annesinden kendi işittiği ve Ninesinin ikinci kişilere anlattıklarından öğrendiğine göre olayın doğrusunun yukarıdaki gibi olduğunu söylüyor…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder