Kendisiyle fiziki ortamda görüşmedik, ancak dijital iletişim marifetiyle bazı çalışmalarından haberdarım. Benimle paylaştığı kadarıyla bu çalışmalardan çok yararlandım, hala da işimi kolaylaştıran başvuru kaynaklarımdan biridir. Sülale araştırmaları sırasında Çakırların Mustafa Erdem Abinin çok arzuladığı bir husus; unutulmuş, kaybolmuş sülalelerin ortaya çıkarılmasıydı. Bu arzusunu bir kaç kez dile getirmişti... İşte Mehmet Ali Seçen Beyin sözünü ettiğim çalışması, unutulmuş bir çok sülalenin aydınlatılmasını sağladı.
Onun araştırması yalnız sülaleleri anlamamızı sağlamadı, günümüze söylence olarak gelen bazı olayları da belgelendirmiş oldu. Hatta büyüklerimizden duyduğumuz bazı insanların yerini, sülale çalışmasında belirleyemiyorduk; onun sayesinde taşlar yerine oturdu, kim kimdir, şimdi daha iyi biliyoruz...
Bobu Kezban, sadece efsane gibi bazı anlatımlarda kalmış, hafızalardan tamamen silinmek üzere olan bir karakter olarak karşıma çıktı. Dolaksızlardandı; ama kimin kızıydı, ana baba adı, doğum tarihi, hikayesi gibi hiç bir ayrıntının cevabını bulamıyordum. İşin garibi Dolaksızların kütüğünde de böyle birinin kaydı yoktu. Bacıdedenin defterinde 'Dolaksızın Topal Kızın ölümü' ibaresi vardı; lakin onda da isim belirtilmiyordu, acaba 'Topal Kız' Bobukezban olabilir miydi?
Durum bu kadar karışıkken Mehmet Ali Beyin çalışması, Bobu Kezban hikayesini belirginleştirdi.
Çolakosmanoğlu Salih, yani Dolaksız kızı Neslihan... Dolaksızın İsmail'in has kardeşi, Dolak Mehmet Kırım'ın baba bir kardeşi; sonuçta ikisinin de ablası... 1894 Yılında doğmuş... Kocalilerin Halil ile evleniyor... Bu Kocaliler, dipte Şekeralilerle akraba oluyor; malesef bunların hikayesi erken bittiği için, şimdi akrabalığı anlatmak güç...
Neslihan ile Halil yeni evlilerken, Cihan Harbi başlıyor; Halil askerliğinin rediflik döneminde olduğu için teskereye az var... Gelvelakin bu savaş öyle bir patlayış patlıyor ki, her şey alt üst... Bir kızı dünyaya geliyor, Halil'in bundan haberi var mıydı, o sırada cephede miydi, bu ayrıntıları bilemiyoruz; fakat Halil'in rahmetli anasının adını veriyorlar: Kezban... Lafı uzatmayalım, Halil Anafartalar'da şehit oluyor... Köydekiler bundan nasıl haberdar oldular? Belki geri dönen bir arkadaşı sayesinde...
Kocalilerin Halil'in Çanakkale'den sağ döndüğü; fakat bu dönüşe tam sağ selamet denilemeyeceği, köye geldiğinde zaten 'ölü gibi' olduğu ve kısa zaman sonra vefat ettiğine yönelik bir bilgi de var... Neticede 1916 yılına gelindiğinde Halil vefat etmişti... Dolaksızın Neslihan dul, kızı Kezban yetim kaldılar...
Aynı yıl içinde Toman Ahmet'in eşi de vefat etmişti... Neslihan Hanımın ona varması için şartlar oluştu. Gerçi o dönemde şehitlerden dul kalan çok sayıda kadın vardı Eğret'te. Her birinin başını sokacak, karnını doyuracak bir kapıya ihtiyacı vardı. Yani Tomanın eşi Ayşe Hanım vefat etmemiş olsa bile Neslihan, ikinci eş olarak ona gelebilirdi...
Aralarında en az 25 yaş farkı bulunan Tomanın evinde neler yaşandığını bilemiyoruz. Onun nazarından bakarsak; bir oğlu Çanakkale'de kalmış; biri delikanlı, diğeri diklenmiş iki oğlu ve biri Kezban'la yaşıt iki kızı var. Bunlar da Tomanın öksüzleri... Dolaksızın Neslihan işte böyle bir ortama geliyor... Dert değil tabi bunlar filan, başını sokacak bir yer bulmuş ya, ona bak sen... Fakat kendi yetimi Kezban büyüdükçe bir arızası belirmeye başlıyor. Kızcağızın belinde bir sıkıntısı var... Biraz daha büyüyünce omuzunda hafif bir kambur beliriyor... Ve konuşamıyor Kezban... Sağır dilsiz değil, ama konuşamıyor... Bugün olsa bütün bu sıkıntıların çaresine bakılabilirdi, neylersin ki bir asır öncesinden söz ediyoruz...
Toman 1929'da ölünce, Neslihan Hanım Kezban kızıyla yine ortada kalmış. Çocuğu olmadığı için bulunduğu evin yabancısı durumunda artık... Aliciklerin Kelçakıra vardı... Çakıriban (İbrahim Ata)nın babası olan Kelçakır ile de hemen ayrıldılar... Belki bir yerde tutunamayışının sebebi kızıydı... Çünkü artık 15-16 yaşına gelen kızının durumunda hiç bir düzelme olmadığı gibi gittikçe kötüleşiyordu. Büyüdükçe engelleri iyiden iyiye beliren Kezban'ın özel bakıma ve ilgiye ihtiyacı vardı. Anası bunları nasıl karşılasın, geçimlerini nasıl sağlasındı...
Son çare, kızını alıp anasının evine döndü... Laf olsun diye öyle diyoruz, bir yere döndüğü yok; zira Aliciklerle Dolaksızların ev aynı yurtta... Anasının evindeki durum şöyle; iki abisi Cihan Harbi şehitleri arasında yerini almış, onlardan sonra babası Dolaksız ölmüş, annesi (Çolakfatının görümcesi) ve bir kız kardeşi aynı yıl içinde, 1931'de yenice vefat etmişler, küçük kardeşi İsmail askerden yeni gelmiş evlenmek üzere, en küçükleri Dolak Mehmet ise daha askere gitmemiş...
Kardeşlerinin yanındayken Soyadı uygulamasında Neslihan Hanımı, önceki kocası Tomanın hanesine yazıyorlar. Kızı Kezban'ı da öyle... Yani Neslihan Köz ve Kezban Köz olarak kayıtlara geçiyorlar...
Kezban ayağını sürüyerek zorlukla yürüyor. Konuşmak istediğinde derdini anlatacak kadar bile ağzından söz çıkmıyor. Ne olduğu anlaşılmayan bir takım sesler çıkarıyor. Kimsenin bir şey anladığı yok... Pek dışarı da salmıyor zaten kızını Neslihan Hanım, dışarıya güvenmiyor... Bir tek anası anlıyor onu ve bir tek anası bakıyor ona... Onun yanında sakin ve huzurlu görünüyor... Anası olmasa ne yapardı bu kızcağız!...
1936 Yılında emrihak vuku buldu, Neslihan Hanım vefat etti... Yirmi yaşındaki Kezban kimsesiz sayılırdı. Gerçi dayıları vardı; ama büyük İsmail dayısı 1942'de öldü... Küçük dayısı ile neredeyse akrandılar, bununla beraber Dolak Mehmet'in durumu zaten malum...
Bundan böyle 'Bobu Kezban' olarak bilinecek. Bazıları 'Bıybıy' bazıları da 'Gıygı' derlermiş; ama yaygın lakabı Bobu olmuş... Bütün bu yakıştırmaların sebebi, malum konuşamama durumu. Her söylemek istediği şey, ağzından anlaşılmaz tuhaf sesler olarak çıkıyor. O sesi taklit ederek lakap yakıştırmışlar...
Tanıyanlar, kesinlikle bir zihinsel özrünün bulunmadığını söylüyorlar. Tek derdi, derdini anlatamamakmış... Beli ve sırtındaki fiziksel engelini bir yana bırakırsak, konuşamaması insanlarla iletişim sorununu beraberinde getirmiş. Dışlanmış, yalnızlığa terk edilmiş... Durumu onun açısından düşündüğümüzde ne acılarla boğuştuğu az çok anlaşılabilir...
Genellikle, kahvelerin önündeki kuyu civarında dolaşır; insanlara bir şeyler demeye çalışırmış. Bazıları eğlenir, alay eder, dalga geçerlermiş. Başka bazıları ağzını mezlenir, çıkardığı seslerle güya onu taklit edip gülüşürlermiş... Böyle duyarsız tiplere her toplumda ve her zaman rastlanabilir...
Herkes duyarsız değil tabi, bazıları da karnını doyurur, üstbaşını temizlermiş... Karnı acıktığı zaman Şemşilerin fırına varır, ekmek edenlerin bir parça pide yahut ekmek vermesini beklermiş... Allah var, fırında güzelce karnını doyururlarmış... Bir de Ramazanda, fitre zekat mevsiminde koruyup gözetirlermiş...
Her şeye rağmen o civardan geçen çocuklar (şimdi büyüdüler tabi) Bobukezbanın o halinden çok korktuklarını söylüyorlar. Onlara bir hilkat garibesi gibi görünürmüş...
Anasının ölümünden sonra, bu haliyle tam otuz yıl geçiriyor... 1966'da vefat ettiğinde elli yaşındaymış... Tam elli yıl, bu hayata katlanmış...
Elli yıl yaşadı mı, kocadı mı, süründü mü... Ne derseniz deyin...
Böyledir; bazıları dünyanın yükünü sırtında taşır, bazıları hayatı yük diye sırtına alır...
Böyledir; bazılarının yükü dünyadır, bazıları Dünya'nın sırtında yüktür...
Kezban garip doğdu, garip yaşadı, garip öldü... Sessizce bu dünyadan çekip gitti... Ola ki hatırlanmak ister, ola ki bir Fatiha bekler...
***
Mehmet Ali Seçen Bey'e kaç kere dedim; 'Sen farkında değilsin, ama yaptığın şey neleri ortaya çıkarıyor, bir bilsen.'
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder