Böbüdede'nin abisi olan Veyisoğlu Veli'nin Mehmet adında tek oğlu vardır. Ondan da Veli (1889), Halil İbrahim (1895), Şükrü (1901) ve Ali Osman (1904) adlarında dört torunu... Evin en büyük oğlu Veli'ye kulak yapısından dolayı Doğveli (Doğu Veli) diyorlar. Diğer üç küçük kardeş için henüz bir lakaplama söz konusu değil.
Doğveli, Gocamat (Ahmet Tektaş)ın ablası Ayşe/Eşe ile evlendi. Yaşı gereği askerliği 1910 öncesinde başladığında çocukları yoktu. Temel askerliğinin bitmesine yakın ülke çoktan hiç bitmeyecekmiş gibi görünen savaşlar dönemine girmişti. 1913 Yılında Emine adını verdikleri bir kızı doğduğunda ise Doğveli'nin rediflik dönemi başladı...
Halil İbrahim de askere gitmeden evlendi. Hanımının kim olduğu bilinmiyor. Hikayesini öğrenince neden kimliği bilinmediği daha iyi kavranır. Halil İbrahim'in askerliği ile dünya savaşının başlaması aynı yıllara denk gelir.
Önce Doğveli'nin şehit olduğu haberi geldi. Belki kızı Emine'yi dünya gözüyle hiç göremedi, bilmiyoruz. Bu arada evin üçüncü oğlu Ahmet Şükrü de vefat ediyor... Şehadetler ve ölümler o sıralarda çok yaygın, herkesin başında olduğu için normal karşılanıyor. Elde kalanlarla hayata devam ediyor millet... Doğveli'nin karısını Hacıların Kelali/Dindin (Ali Azbay)a veriyorlar. Kelali ile şehit Doğveli hala dayı çocuğu oluyorlar. Bu bakımdan Eşe Hanımın yanında kızı Emine tay gitmiş olabilir. Bu kızcağızın akıbeti hakkında bilgi bulunmuyor, resmi kayıtlara göre 1933'te yirmi yaşındayken vefat etmiş.
Oğulları Doğveli ile Şükrü'nün kaybından sonra Veyisoğlu Mehmet ve ailesi bağrına taş basıyorlar. Ne de olsa geride iki oğlu daha var; biri askerde Halil İbrahim ve en küçükleri Ali Osman... Lakin harp bitiyor, mütareke oluyor; cephede kalan kalıyor, evine dönen dönüyor. Dönenlerin içinde Halil İbrahim yok, demek ki şehit oldu...
Büyük harp esnasında üç oğlunu kaybeden Veyisoğlu, en küçük oğluyla kalakaldı. Koca ev dağılmıştı. Bu arada Halil İbrahim'den dul kalan gelinini, küçük oğlu Ali Osman ile everdi. O vakitler öyle bir adet var işte... Harp sonunda çok fazla kadın dul kaldı, bunların karnını doyurup hayatta kalabilmek için birinin nikahına girmesi gerekiyordu. Madem öyle, hiç olmazsa şehidin kardeşiyle evlensin diye düşünüyorlardı. Şu ortamda yargılamamız doğru olmaz, o günün şartlarına göre değerlendirmek lazım...
Fakat düzen böyle kurulmuşken, aylar sonra Halil İbrahim çıkıp geliyor. Kafkas cephesinde çarpışırken esir düşmüş, harp bittiği halde kurtulup memleketine dönmesi meşakkatli olmuş. Çünkü o sırada Osmanlı da yıkılmış gibi bir şeydi... Esarette çektikleri bir şey değil, Eğret'e döndüğünde yıkılmış asıl... Ailesi de öyle, iki arada bir derede kalmışlar; öldü sandıkları oğullarına kavuştuklarına mı sevinsinler, karısını küçük kardeşine nikahladıklarına mı yansınlar... Ya karısı ile kardeşi Ali Osman, onlar da tarifsiz bir ruh haline bürünmüş olmalıdırlar...
Her şey ve herkes bu haldeyken, Halil İbrahim'e hayat zindan olmuş köyde duramamış. Ordu dağıtılmış olmasına rağmen bir yolunu bulup redif askerliğini tamamlamak üzere eski birliğine teslim olmuş. Bu olay tam olarak ne zaman gerçekleşti bilinmiyor. Maraş'ta uzun yıllar Çerçimehmet ile vazife yapıyorlar. Tekrar Eğret'e gelmesi İstiklal Harbinden hemen sonra diye tahmin ediliyor.
Yunan işgal etmiş, sonra kurtarılmış; Eğret'te bundan başka bir değişiklik yok. Halil İbrahim'e hayat yine zandan, dayanılacak gibi değil. Eski karısı, şimdi Ali Osman'ın hanımı olan kadın da dayanamamış zaten. Kısa bir süre sonra kahrından vefat ettiğini söylüyorlar. Bu talihsiz kadından günümüze bir iz kalmamış. Bu yüzden adı nedir, kimlerdendir bilinmiyor...
Aradan bir masum kadın çıkınca işler biraz normale dönmeye başlıyor. Halil İbrahim'i Çolömerin kızı Şerife; Ali Osman'ı da Daldallardan Gülsüm ile everiyorlar...
Gerek savaş ve esarette yaşadıkları, gerekse Eğret'te gıyabında olanlar, ne kadar normalleşirse normalleşsin Halil İbrahim'de derin izler bırakmış. Bundan sonra görme bozukluğu, işitme zayıflığı, dalgınlık, zihin dağınıklığı gibi değişik şeyler arkadaşı olmuş... Tabi küçük kardeşi Ali Osman'ın duygularına hiç girmiyoruz...
Babaları Veyisoğlu Mehmet 1930 yılında vefat ediyor. O vakte kadar birlikler, hatta ondan sonra da uzun süre birlikte yaşıyorlar. Anlatacağım olay babalarının ölümünden önce mi, yoksa sonra mı yaşandığı bilinmiyor; ama psikolojilerini yansıtması bakımından manidardır. Bunlar iki kardeş çifte mi ekine mi ne gidecekler. Birbirlerinden habersiz çıkıyorlar evden, aralarındaki iletişim ne kadar zayıf, dikkat et... Tarla Kötayolu'nda... Pulluk, saban, boyunduruk, şu bu, her ne lazımsa tarlada. Çünkü dünden kalan tarlayı sürecekler... Her şey tamam derken, oraya varınca anlıyorlar öküzleri getirmediklerini...
Abisinin şehit olmasından sonra ve kendisi askerden dönünce Halil İbrahim'e Doğveli diyorlar. Oysa adı Veli bile değildir. Bu lakap ile o kadar bütünleşmiş ki, bugün Doğveli diye bilinen kendisidir ve ailesine de Doğveller deniliyor. Doğveli Halil İbrahim Varlı 1964 yılında vefat etti.
Ali Osman ise Köse diye lakaplandı, torunları hala Köseler olarak bilinirler. Onun travmasının izleri de silinmemiş. Kadife görünümünün altında çok sert bir karaktere sahip olduğunu söylüyorlar. Veyislerin bağı beklerken, içinde yakaladığı Dolak Mehmet Kırım'ı bacaklarından azada asarak nasıl acımasızca dövdüğünü Dolak kendisi anlatmış. Kösedede Ali Osman Varlı da 1989 yılında vefat etti.
Cihan harbiyle ilgili anlatılanlar şimdi bize masal gibi geliyor. Oysa dedelerimizin ninelerimizin hayatında öyle bir acı tortu bırakmış ki... Neyse, hepsi tarih olup gittiler. Allah cümlesine rahmet etsin ve Allah onların yaşadıklarını bizlere yaşatmasın...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder