04 Ağustos 2024

Terziler

 
    17. Yüzyıl ortaları 1859 yılında, Eğret köyüne bir tüccar geliyor. Yalvaçlı Osman Ağa diye tarif edilen kumaş tüccarı doğrudan buraya mı geldi, yoksa geçerken konaklamak maksadıyla mı uğradı bilinmiyor; ama geceyi Hacı Musa'nın odada geçirdiği kaydedilmiş. Olaydan haberdar olmamızın sebebi, kadıya intikal eden bir hırsızlık vakasıdır. Üç büyük bohça içindeki 20 astar ve 92 astar bezi gece çalınmış... 

    Hırsızlar bulunuyor, itiraf ediyorlar filan; ama mevzu o değil, o kumaşların Eğret'e getirilmiş olması ve çalmaya değer bulunmasıdır. Üç dört asır öncenin Eğret'inde kumaşın önemli bir meta olduğunu gösterir bu olay...

    Elbette Eğret'te bu işin endüstrisi yoktu. İnsanların temel giyinme ihtiyaçları için gerekliydi kumaş. Takke, çorap, fanila gibi şeyler örgüyle; keçe, kilim, namazlık, geri gibi şeyler dokumayla hallediliyordu. Bununla beraber döşek, yorgan, yastık, şalvar, içdonu, göynek, entari içinse kumaş gerekiyordu. Nitekim 19. yüzyıla kadar hazır kumaştan dikilen bu malzemeler bir değeri haizdi ki, miras paylaşımlarında eski olsun yeni olsun her biri özenle kaydedilmiş.

    Kumaş malzemeden yapılan her giysi ve nesne doğal olarak elle dikiliyordu ve herkes kendisi dikiyordu. Mesela o dönemlerde Eğret'te bir yorgancı olacağını zannetmiyorum. Terzilik mesleğinin geçmişi de o kadar eski olmasa gerek. Kadınlar evin sıkma, göynek, şalvar, entarilerini kendileri dikmiştir. Tabi bunlar tahmin, aksi yönde bir bulgu ortaya çıkmadıkça geçerli bir tahmin. 

    Köyde dikiş makinesinin tarihi de bilinmiyor. Tahminime göre Cumhuriyet'ten önce varsa bile ticari değil kişisel kullanım amaçlıdır. O yıllarda terzi, elbise gibi kavramlara çok alışık değiller, ihtiyaç da yok zaten. Kıyafet devriminde yalnız şapka zorunluluğu biraz giyinmede sıkıntı oluşturmuş. Çünkü şapka/kasket takma mecburiyeti var, bu hazır/ithal ürünlere de ulaşmak çok zor ve pahalı... 

    Giyinmenin diğer alanlarında bir sıkıntı yok... Yok; ama şapka, giyinme kültüründe yavaş yavaş temel değişikliklerin işaretçisi oldu, zorlama olmadan bu kültür yerleşmeye meyyal görünüyordu. İşte tam da bu dönemde, 1930 gibi Eğret'te ilk terzi dükkanı açılmış. Hamzaların Süleyman Kaya'nın dükkanı, Selimlerin yurtta, Dayıların ev civarındaymış. 

    İlk olması açısından önemli olan bu dükkan nasıl çalıştı, iş yaptı mı, ustalık nasıldı, ne dikilirdi bu ayrıntıları bilemiyoruz. Hanımı vefat edince iki oğluyla dul kalan terzi Süleyman Kaya'nın düzen bozulmuş. Yeni hanımı Afyonlu olduğu için oraya taşınmak zorunda kalmış. Afyon'da terziliği sürdürdü mü bilmiyoruz, torununun söylediğine göre manifaturacılığa yönelmiş. Belki de tüccar terzi idi... Eğret'in ilk terzisi 1946 yılında vefat etti...

    Onun boşluğu Eğret nahiyesinde acaba nasıl dolduruldu, bu sorunun cevabı yok. Yalnız 1930'lu yıllarda artık iyiden iyiye yeni giyim kültürü oluştuğu anlaşılıyor. Yine de bu yeni tip elbiseler çok pahalı... 1941 Yılı olması lazım, Macurali Dedem üzerinde öyle bir elbiseyle askerden dönüyor ki, köyde bir benzeri yok. Satıp üstüne biraz katarak evlenmiş, bir kat elbise ne kadar değerli var sen hesap et...

    Köyde o yıllarda terzi olduğuna yönelik bilgi bulamadım. Bir kaç tane elle döndürülen kollu dikiş makinesi evlerde kadınlar tarafından kullanılıyor. Dikebilen çoluk çocuğunun giysilerini dikiyor. Bir de kızların çeyizlerini 'gıyılama' filan yapıyorlar.

    O makinelerden biri, Arif Emmimin evinde Hatice Gocanam tarafından kullanılıyor. Biraz da maharetli olduğu için mahallenin kızları başına üşüşür, çeyizlerini yığarlarmış. O sırada Mevlüt Emmimin yaşı küçük, aralarına karışıp yardım ediyormuş. Bir kaç yılda işi kapmış, geçmiş makinenin başına. Sıkıştığı yerde Gocanam devreye giriyormuş, ama Emmim de o yaşta neredeyse usta olmuş. Küçük kardeşini de (Babam oluyor) kışkırtarak Körhocadedemin huzuruna çıkmışlar. Böyle böyle bize bir makine al, çeyizlikleri dikerek parasını çıkarırız demişler. Dedem razı gelmemiş, allem edip kallem edip onu da yola getirmişler. Çoktan araştırmasını yaptıkları Güdüğizzet'in makineyi 100 demir arpa karşılığında almışlar. 

    Yıl 1950'lerin ilk yarısı... Söküp takıyoruz derken makine aksamını da tanıyıp mühendislik stajlarını da bitirmişler. Bu arada oldukça iş yapmışlar. Evin dibindeki dükkan kesmemiş, Pazaryerine Hüseyinhoca'nın dükkanların birine taşınmışlar. Sonra Mevlüt Emmimin askerliği, evliliği ve İzmir'e göçü var. Orada da hem terzilik, hem makine tamirini sürdürdü. 2013 Yılındaki vefatına kadar Terzi Mevlüt diye bilindi. 

    Babamın köydeki terziliği devam etmiş, işler de iyiymiş. Hafız'ın dükkanın üst katına taşınıyorlar. Gambırmuhtar (o vakitler kamburluk filan yok) bunun kalfası, Sağıroğlunun Salim de çırağıymış. Rahmetli Salim Abi bir keresinde 'Seni ben büyüttüm.' dediydi. Ben hatırlamıyorum, ama o zamanlar dükkandan çıkmazmışım. Neyse, burada işler süper... Sadece Anıtkaya değil, etraf köylerden de bol müşterileri var. Hatta Afyonspor'un forma işini alıp dikiyorlar filan... 

    Asıl voleyi kasketten vurmuşlar. Kanun gereği şapka mecburi, köylü fötr takmayacağına göre galaklı takga (kasket) lazım. Konfeksiyon işi henüz yaygın değil, bu yüzden kaskete talep hiç bitmiyor. Mukavvadan kalıp siperleri filan hatırlıyorum, demek ki son dönemlere rastlıyor bu iş... Babamın düzen de bozulunca dükkanı kapatıp köyden ayrılıyor. Kütahya'da, İzmir'de kısa süreli terzilikleri var, ama eski canlılık bir daha bulunmuyor... 

    İki kardeş, aynı zamanda halalarının kızı olan yengelerinden öğrendikleri dikiş dikme işiyle terzi oluyorlar. Askerde de terzi olarak işliğe ayrılınca ustalaşıyorlar. Onların terzilik macerası böyle...

    Eşzamanlı olarak Anıtkaya'da başka terziler de var, onların en meşhuru Tatıresil'in Lütfi Omak'tır. Gerçi bu ismiyle hiç bilinmez, onu köylü 'Terzitopal' diye tanımlamış. Dükkanı ara sokakta olsa da merkezi bir yerdeydi, Pazaryerinin hemen altındaki Daldalların kuyunun karşısındaydı. Tuna'nın evin altındaki bu dükkan, caminin dengindeki merdivenlerden pazara girip çıkanların gözünün önünde olurdu. Zaten o ara sokak da pazarın bir parçası sayıldığı için cumartesi günleri insan kum gibi kaynardı. Sair zamanlarda ise Usta'ya köyün öğretmenleri işlik ederdi, zira yanında bir çırak bulundurduğunu hatırlamıyorum. O işini tastamam yapan yalnız bir ustaydı. Diktiği takım elbisenin dökümü ve kalıbı hep beğenilmiştir. Şimdi rahmetli olan biri demişti 'Topalın diktiği ponturu iki azgın köpek çekiştirse, sökemez; gumeş yırtılır gine de sökülmez.'

    Terziseydi'nin dükkan ise Lütfi'ninkiyle sırt sırta vermiş sayılır, Galip Bey caddesine bakar. Evinin hemen altındaki bu dükkanda terzilik yaptığını pek hatırlamıyorum. Aklımın ermediği zamanlardaki çalışması nasıldı bilemem. Oysa makinesi, alet edevatı, kumaşları, ütüsü vb. her şeyi denkti; lakabı bile Terziseydi idi. Rahmetli vefatından iki sene önce yaptığımız bir görüşmede bunu itiraf etmiş, kendisinin gezmeye daha meraklı olduğunu, Ortadoğu'da neredeyse gitmediği ülke kalmadığını, terziliğe de işte meraktan yöneldiğini söylemişti. Önünde iki ayva ağacıyla hatırda kalan dükkanını kapatalı yıllar olmuştu, ama top top kumaşlar hala rafları süslüyordu. Bilmem ki hala öyle midir...

    Terzi İzzet Koç'un dükkan da Ortaokulun karşısındaki evlerinin önündeydi. Mavi mi desem, yeşil mi desem, ilginç renkteki ilk takım elbisemi O dikmişti. Galiba 1979, teravihten sonra gidip ölçümüzü verdik. Şu gün provaya gidecektik, böylece ilk defa duyduğumuz bu kelimenin ne demek olduğunu o gün öğrendik. Sonra bir prova, bir daha... Arefe akşamı aldık yelekli elbiseyi, ama nasıl heyecanlıyım. Ağustos gününe denk gelen bayram yemeğinden sonra ceketi çıkardık, öğleye doğru da yeleği attık. Zaten cuma namazı (bayram cumaya denk gelmişti) için abdest alırken fark ettim, ayağımdaki pantolonun rengi değişmişti. Yok, kumaşın kalitesizliğinden değil... Dayanamayıp toz toprak içinde oyuna daldığım, bayram yemeğinde damlattığım yağların da o tozu toplaması sebebiyle düzensiz benekler oluşmasından renk değişmişti... Terziizzet ondan sonra terziliği bırakıp bakkal dükkanı açtı, sonra muhtarlık filan derken yine makinenin başına oturdu. Onun dükkanından hiç bir zaman şen kahkaha sesleri eksik olmadı...

    Sonraki iki takımı Musa Türkmenoğlu dikti. Onun dükkan yine Galipbey Caddesi üzerinde, fakat daha yukarıdaydı. Terzilik mesleğini dikiş makinesi işe özdeşleştirmişiz, Terzimusa'nın dükkan önünde Takguşların Halil İbrahim Abiyi elinde iğne iplik dikiş dikerken görünce çok şaşırmıştım. Çünkü o şekilde kadınlar dikerdi. Meğer Terzimusa'nın çırağıymış ve her terzide elle dikilmesi gereken işler olurmuş...

    Terzimusa'nın dükkanı gençlerin uğrak yeri olarak anlatıyorlar. Bunu duyduktan sonra hatırladım, gerçekten de sürekli açık duran kapıdan görüldüğü kadarıyla orası hep kalabalıktı. Biraz da gençlerin arzusu istikametinde siparişler alır, gençler de aradığını onda bulurmuş. Mesela bir ara şeker çuvalından pantolon dikme modası başlatmışlar. Böyle uçuk kaçık genç fikirleri... Tabi bunda Terzi'nin kendisi de genç olmasının payı vardır...

    Hep eksantrik fikirler çıkacak değil, bir dönem de gayet vakur görünüşlü bir giyim modeli yaygınlaşmıştı. Aslında bu da bir çeşit takım elbise idi, ama ceketin yerine gömlek monte edilmiş. Elbiselik kumaştan gömlek dikildiğinde, o da bir çeşit ceket sayılabilir, fakat astar, tela şu bu olmayınca yazlık/mevsimlik elbise gibi bir şey oluyor. Hangi terzi başlattı bilmiyorum, galiba bundan en çok diken Terzimusa oldu...

    Gençlerin dükkanı oda gibi kullandığı dönemde özellikle akşamları yemeği yiyen kendini oraya atarmış. Elbette her şey muhabbet için değil, bu arada adamın mesleki işleri de yürüyor; hem muhabbet hem ticaret yani... Bir gün Gocamatların Ramazan Tektaş (Tanınmış diyorlar) biraz geç kalmış. Geldiğinde 'Nerdesin!' filan diye hesap soracak olmuşlar... Sebebini anlatmış: Meğer bunların öküzler dambeşe çıkmış, onları çevirip indirmek zahmetli olduğundan gecikmiş. Mal değil mi bu, laftan sözden anlamazmış. Dambeşten indirdikten sonra dama bağlamak da kendisine düşmüşmüş filan... O ciddi ciddi böyle anlatıyor, ahali de ciddi ciddi dinliyormuş. En sonunda makinenin başındaki Terzimusa dayanamayıp 'Le heç öküz dambeşe mi çıkâ!' diye itiraz edince herkes basmış kahkahayı...

    Meslek can çekişmeye başladığı anlaşılınca Terzimusa işini İhsaniye'ye taşıdı. Yine Terzimusa idi, ama yaptığı şey terzilik değil tuhafiyecilikti. Böylece Terzimusa'nın emekliliği, Muhammet'in de oraya yerleşmesinin yolu açılmış oldu.

    Anıtkaya'nın terzilerini işlerken Anıtkayalı terzileri konunun dışında tutmak doğru olmaz. Bunlar Afyon'u mesken tutmuş bir kaç terziden ibarettir, ama her biri mesleğinde yıldızlaşmış... 

    İlkini 1978 yılının sonbaharında tanıdım. Davut Tür Abi mütebessim çehresiyle, şimdi de hala aynı işhanında bulunan dükkanındaydı. Kendi işinin patronu, hem de bizim köylü, böyle birinin tanıdığı olmak tarifsiz duygu kaynağıydı. Bizimle birlikte dışarı çıktı, evine götürüp karnımızı doyurdu, işimizi gördü. Üç yıl sonra lise için Afyon'a gittik, o binaya her girdiğimizde, Terzidavut'u her gördüğümüzde o günkü duygu gelip bağrıma oturmuştur. Uzun yıllar çalıştığı dükkanında çok çayını içtik, diktiği elbiseyi giydik. Aynı bina içinde yer değiştirse de dükkanını hiç kapatmadı. Şimdilerde bayanlar için hizmet veriyor ve oğlu çalıştırıyor. Terzidavut krizini kırmak için de olsa dükkanda görünüyor...

    Aynı binanın Uzunçarşı'ya bakan camların birinde, farkedilmemesi imkansız kocaman harflerle 'Tüccar Terzi Süleyman Saçan' yazıyordu. Afyon'da çok meşhur olduğunu öğrendiğim bu kişi de Anıtkayalıymış. Sırf kimdir görmek için binaya girdik, karizma bir adam duruyordu, tabi ki bilemedim; ama Uzunçarşı'dan her geçtiğimde arkadaşlarıma o yazıyı işaret edip köylüm olduğunu belirtmenin ayrı bir zevki vardı... Emekli olalı uzun yıllar oldu tabi ki. Geçenlerde o hislerimi kendisine söyledim, O da bir hoş oldu...

    Yine aynı binadaki Terzi İzzet Kök'ün bizim köylü olduğunu soyadından çıkarmıştım. Körüslerin Akömer'in oğluymuş... Aslında Süleyman Saçan'ın çırağı olan İzzet Kök ile tanışıp görüşmek nasip olmadan vefat etti...

    Yılıkların Mehmet Öztürk'ü de o işhanında hatırlıyor gibiyim. Aslında köyde Terzimusa'nın yanında mı, ayrı bir dükkanda mı gördüm; yoksa o gördüğüm Mürsel Öztürk müydü, bak bunlardan pek emin değilim. Yalnız Mehmet Öztürk de hala Terzimehmet diye bilinir.

    En azından Anıtkaya'da bitmiş bir meslek mahalli olarak terzi dükkanını bugünün çocuklarına tarif etmek gerekiyor. Aksi halde baştan beri anlattıklarımız havada kalır. Kırk elli yıl önce bir terzi dükkanına girildiğinde dikkat çeken ilk şey terzinin boynundaki mezro olurdu herhalde. Sürekli ölçü almak zorunda olan usta, mezroyu arayıp dumaktansa boynuna asıyor...

    Bilindiği gibi Anıtkaya'ya elektrik 1973 yılında geldi. Önemli terzi gereçlerinden biri olan ütü o yıllarda kömür ile ısıtılıyordu. Ütü yapılacak işler biriktirilip kömür yakılır, kızdırılan ütü ile hepsi aradan çıkarılırmış. Yoksa her iş için ayrı ayrı kömür yakmak mantıklı ve ekonomik değil. Ütüyü her pozisyonda işe basabilmeye pratik kolaylık sağlayan, galiba sıpa dedikleri özel bir sehpayı da anmak lazım...

    Terzi makasları da çok haşmetli görünür. İki bıçak tutturması perçinle değil kocaman vidayla yapılır. Bu makaslar kırt kırt değil, hart hart keser. Bazen üst üste koydukları dört beş kat kumaşa diş geçirmek o kadar kolay değil. Bir bileyci gelmişti köye, Babam makası verirken 'Ağzını bozarsan ödersin ha!' deyince adam bilemekten vazgeçti. Terzi için önemli malzemelerden birisi makas...

    Tuhaf tuhaf eğri büğrü cetveller, renk renk ip sarılı tokmak/makaralar, iğne batmasının panzehiri boy boy yüzükler, her boyut ve renkte düğme kutuları ve hepsinden önemlisi raflara istiflenmiş renk renk desen desen kumaşlar ve ille de kumaş işaretlemeye beyaz ince sabun ve... ve... ve...

    Pîri İdris Nebi kabul edilen terziliğin Eğret geçmişi bir asır önce gibi görünüyor. Yalnız köyümüzdeki hayatı bir asra yayılamamış. Şimdilerde can çekişiyor gibi görünüyor, tamamen yitip gitmeden söylenmesi gerekenleri derlemiş olalım...



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder