Genel sözlük hakkında söylediğimiz her şey bu sözlük için de geçerlidir. Planlama, derleme, tarama, düzenleme vs. çalışmaları, aynen Genel Sözlük sürecidir. Sonunda kategorik olarak iki sözlük şeklinde bölmeyi uygun gördüm. İki cilt olarak da düşünülebilir.
aç barak: Muhtaç ama onursuz, başkasına ait yiyeceğe teklifsizce saldıran.
adam başı: Her kişiye, her birine bir düşecek şekilde.
adı batasıca: İlenç sözü
adı belli: aşikar, açık, bilinen
adı belli olmek: Bir şeyin fiyatı veya miktarı belli olmak, bilinmek.
adı çıkmek: Bir erkek veya kadınla kötü anlamda dedikodu malzemesi olmak.
adıma vurmek: Bir yeri adımlayarak ölçmek.
adım sekdirmemek: Gözden kaçırmamak, iyi izlemek.
adına çekmek: İsmini aldığı kişiye huyca benzemek.
adını dekgetirememek: İsmini hatırlayamamak.
adını gomek: Bir şeyin parasal değerini belirlemek.
afakanı galkmek: sinirlenmek
âferim veme höşmerim ve: Kuru kuru lafla teşvik yerine, bir şeyler vererek teşvik etmenin daha uygun olduğunu belirten söz.
ağalık etmek: Bahşiş vermek, ikramda bulunmak, hesabı ödemek.
ağı dağılamek: Zehirli tırtıl bedeni kaşındırmak.
ağı gomek: Bahçe veya tarladaki mahsulü zehirlemek.
ağır canlı: Çok yavaş davranan kimse.
ağır durmek: Hafifmeşreplik yapmamak, ağırbaşlı davranmak.
ağırlık almak: Başlık parası almak.
ağırlık çökmek: Uykusu gelir gibi olmak, gevşeklik gelmek.
ağıynan düyü: Çok acı yemek ve yiyecekler için kullanılır.
ağız aramek: Birini konuşturup belli etmeden gerekli bilgiyi edinmek.
ağızbir etmek: Aynı şeyleri söyleme konusunda önceden anlaşmak.
ağız değiştirmek: Önce söylediğinin tersini söylemek.
ağızdadı: Gönül rahatlığı, huzur, dirlik düzenlik.
ağız onuñ emme laf onuñ deyi: Başkasına ait bir fikri dillendiren kişiyi anlatır.
ağız öretmek: Akıl vermek.
ağzı açık: Şaşkın, bön, alık.
ağzı hart diye düşmek: Beklentilerin boşa çıkması sonucu hayal kırıklığı yaşamak.
ağzına almamek: Bir şeyin adını anmamak, söylememek, söz konusu etmemek.
ağzına bakmek: Birinin sözüne göre davranmak.
ağzına gadâ: İçinde boş yer kalmamak üzere.
ağzına sürmemek: Bir şeyden hiç yememek, içmemek.
ağzından gaçırmek: Gizlediği bir şeyi boş bulunup söyleyivermek.
ağzını açmek: Oyalanmak, sebepsiz geç kalmak.
ağzını mezlenmek: Söylediklerini taklit ederek dalga geçmek.
ağzınıñ çalımı: Söylemeye çalışıp imalarda bulunup bir türlü net olarak belirtilmeyen ifade, meram.
ağzınıñ tasarı yok: Düşünmeden ağzına geleni söyleme durumu.
ah almek: Birinin bedduasını almak.
ahı çıkmek: Zulme uğrayan birinin ilenci etkisini göstermek.
akarı kokarı olmamek: Gözle görülür herhangi bir kusuru olmamak.
akdar dönder etmek: Bir şeyi alt üst etmek, karıştırmak, savurmak, boşaltmak, devretmek, çevirmek.
akı bokunu ödememek: Yapılan işten zarar etmek.
akıl almek: Birine danışmak, yol göstermesini istemek.
akılbâli olmek: Buluğa ermek, ergenlik dönemine ulaşmak, sorumluluk alacak yaşa varmak.
akılda dutmek: Bir şeyi unutmamak.
akılda galmek: Bir şey hatırlanmak, akılda yer etmek.
akıldan çıkarmek: Bir şeyi unutmak.
akıldan geçirmek: Bir şeyi yapmayı tasarlamak.
akıldan gitmemek: Sürekli hatırlamak, unutmamak.
akıl etmek: Herhangi bir önlem ya da çareyi vaktinde düşünebilmek.
akıllılık etmek: Yerinde ve uygun davranmak.
akım derken bokum demek: Sözünü yolunca söyleyememek.
akıl ôretmek: Danışılan konuda bir kimseye yol göstermek.
aklı başında: Olgun ve akıllı davranan.
aklı başından gitmek: Korkudan ne yapacağını şaşırmak.
aklı ermek: Hayatın gerçeklerini kavrayabilecek yaşta olmak.
aklı gitmek: Çok korkmak.
aklı kesmek/aklı yatmek: Bir şeyin olabileceğine, yapılabileceğine inanmak.
Aklımda durcene garnımda dursuñ: Akla takılan bir yiyeceği yemek daha doğrudur.
aklına dakılmek: Bir şey sürekli kafasını meşgul etmek.
aklına esmek: Birdenbire bir şey yapmaya karar vermek.
aklına girmek: Birini bir konuda etkilemek.
aklına gomek: Bir şeyi yapmaya kesin karar vermek.
aklına sokmek: Bir düşünce doğrultusunda birini yönlendirmek.
aklına uymek: Birinin hiç de akıllıca olmayan görüşüne göre iş yapmak.
aklına yatmek: Uygun bulmak.
aklında galmek: Unutmamak, hatırlamak.
aklından çıkmek: Unutmak, hatırlamamak.
aklını aldırmek: Deli gibi olmak.
aklı sonadan gelmek: Yaptığı bir şeyin yanlışlığını anlayıp geri dönmek.
akmasa da damlâ: Az da olsa bir gelir iyidir.
aksi gibi: maalesef, yazık ki
aksiliği dutmek: Güçlük çıkarmak, inadında direnmek.
al abdesiñi gıl namazıñı: Sadcece ibadet et, başka şeylere karışma.
alaca belece: Karışık renkelerden oluşmuş.
alaca belece görmek: Az görmek, bulanık görmek.
alaca düşmek: Meyve olgunlaşmaya başlamak.
alacalı bulacalı: Karmakarışık renkli.
alada gitmek: Ahlat toplayıp getirmeye gitmek.
alagomak: 1.Alıkoymak, bırakmamak; 2.Hakkı olmadığı halde ve beklenmedik bir anda bir şeyi alıp sahiplenmek.
alan talan etmek: Yağmalamak, dağıtmak.
alat silkmek: Uzun sırıkla yerden veya ağaca çıkarak silkeleyerek meyvelerin dökülmesini sağlamak.
alemi vâ mı: Yakışık alır mı, ugun düşer mi?
alemi yok: Yakışıksız davranışları kınama sözü.
alındırış etmek: İlgi göstermek, ilgilenmek.
Allah’amanet: Birini överken söylenir.
Allah aratmasıñ: Buna da şükür hiç omamasından iyidir.
Allaha şükür: Halinden memnuniyeti anlatmak için kullanılır.
Allah bir: Yemin sözü.
Allahdan umut kesilmez: Genellikle ağır hastalar için söylenir.
Allah demek: Çocuk dilinde namaz kılmak.
Allah dert verip derman aratmasıñ: Allah hasta edip doktor, ilaç aratmasın.
Allah düşmanıma vemesiñ: Düşülen durumun kötülüğünü anlatır.
Allah êsiğetmesiñ: Allah yokluğunu göstermesin.
Allah etmesiñ: Olması istenmeyen bir olaydan söz ederken söylenir.
Allah etmeye: Allah korusun, böyle bir felaketi sizin başınıza vermesin.
Allah eyiliğiñi vesiñ: Hoş olmayan bir davranışı hoşgörüyle karışık karşılamayı anlatır.
Allah gabıletsiñ: Sevap sayılan bir davranış için.
Allah gecinden vesiñ: Allah sana ölümü çok geç zamanda versin.
Allah gorusuñ: Allah kötü duruma düşürmesin.
Allah gösdermesiñ: Böyle bir şeyin olmasını istemem.
Allah gurufdiradan saklasıñ: Allah hiçbir dayanağı olmayan iftiraya uğratmasın.
Allah Halibrâm berkatı vesiñ: Allah bereketli etsin duası.
Allah herkeşiñ göynüne göre vesiñ: Allah herkesin isteğini yerine getirsin.
Allahıñ bildiğini guldan mı saklıcen: Gerçeği söylerim anlamında.
Allhıñ emri: Kesinlikle olacak şeyler için söylenir.
Allahıñ hekmeti: Beklenmeyen, nedeni anlaşılmayan ya da şaşılan şeyler için söylenir.
Allahıñı seveseñ: Baz en yemin, yalvarma; bazen usanç, sevinç gibi duyguları anlatır.
Allahıñ işine bak: Bak işler ne duruma geldi anlamında kullanılır.
Allah izin verise: Bir aksilik çıkmazsa.
Allah Kerim: Ümit ve avunma duası.
Allah kısmet edese: Allah izin verirse.
Allah ne vediyse: Yiyecek olarak ne varsa, ne bulunursa.
Allah sabır ecir vesiñ: Başsağlığı dileği.
Allah seni inandırsıñ: İnanılması zor bir şeyi anlatırken yemin yerine söylenir.
Allah öğmüş de yaratmış: Çok güzel kimseler için söylenir.
Allah râmet eylesiñ: Ölü anılırken söylenir.
Allah taksiratını affetsiñ: Allah ölenin kusurlarını bağışlasın.
Allah va: Doğrusunu söylemek gerekirse.
Allah vere de: İnşallah, Allah’tan dilerim ki
Allah vergisi: Yaratılıştan gelen yetenek.
Allah yazdıysa bozsuñ: Kendisine önerilen bir şeyi hiçbir zaman yapmayacağını anlatır.
Allah yörü ya gulum demiş: İşi rast gidip zengin olanlara denir.
Allalem: Galiba, herhalde (Allahu alem)
altın bilezik: Para getiren zanaat, meslek, hüner.
altında galmamek: Gördüğü bir iyiliği karşılıksız bırakmamak.
altını değişdirmek: Bebeğin kirlettiği bezi yenisiyle değiştirmek.
aman deyen: Sakın böyle bir şey yapma anlamında ikaz sözü.
ana avrat düz gitmek: Bir kimsenin soyuna sopuna küfretmek.
anam avradım olsuñ: Bir işi ne pahasına olursa olsun yapacağını anlatan kaba söz.
anañ gözel mi: Beni kandıramazsın anlamında bir tepki sözü.
anañıñ dini: Birinin bıktırıcı saçma soruları karşısında söylenen tepki sözü.
anası danası: Soyu sopu, bütün ailesi.
ana tarafı: Annesinin soyu
ana yarısı: Teyze
añ biçmek/bişmek: Tarla kenarındaki otları biçmek.
añı beñi olmek: şaşırmak, şaşkınlaşmak, şaşakalmak
añız bozmek: Añızlı tarlayı sürmek.
annat dayamek: 1.Annatı delecenin altına koyarak onu direk gibi kullanarak arabanın yıkılmasını önlemek. 2.(mec) Birine maddi manevi destek olmak.
annı annına: İki katına, yüzde yüz faizle.
annını garışların: Küçümseyerek meydan okumak.
annınıñ terinnen gazanmek: Hileye başvurmadan kendi emeğiyle, namusuyla kazanmak.
añ sürmek: Hakkı olmadığı halde tarla sınırını sürerek mülkiyetine geçirmek.
apış gurmek: Bağdaş kurup oturmak.
apışıp galmek: Çok şaşırmak, ne yapacağını bilememek.
araba çinnemek: Sap arabasını yerleştirmek.
arabeyi devirmek: (mec) erkeklerde ihtilam olmak, hamamcı olmak
arabeyi indirmek: Yüklü arabanın yükünü boşaltmak.
arabeyi yağlamak: İşlerin yoğun olduğu zamanlarda, yazın arabanın teker, yastık gibi yerlerine yağ sürüp metal aksamın daha kolay çalışmasını sağlamak.
arası soğumek: Aradan zaman geçerek işin önemi azalmak.
ardı gelmek: Soyu kurumak, tükenmek, yok olmak.
ârete gitmek: Ölmek.
areye soğukluk girmek: İki kişi arasındaki sevg, saygı, dostluk bağları zedelenmek.
areyi açmek: Aradaki mesafe gittikçe artmak.
areyip sormemek: Hiç ilgilenmemek, ilgiyi kesmek.
ardı kesilmek: Sona ermek, son bulmak, tükenmek, gelmez olmak.
arka arka: Geri geri
arka arkiye: Birbiri ardından, birbirini izleyerek, peş peşe.
arka çıkmek: Birini kayırmak.
arka olmek: Birine destek olmak, onu korumak.
arkasını dayamek: Birinden destek görmek, onun koruyuculuğuna sığınmak.
arkası olmemek: Onu koruyacak, destekleyecek kimseden yoksun olmak.
artığésik: Helalleşmede söylenir. (Artığesik helal et)
asgıntı olmek: Biriyle yakınlık kurmak için yüzsüzce çabalamak.
asgıya çıkmek: Evlenecek çiftin resmen ilan edilmesi.
asi gelmek: Söz dinlememek, karşı çıkmak.
aslasdarı: Bir şeyin iç yüzü, gerçeği.
aslı çıkmamek: Bir olayın gerçek olmadığı anlaşılmak.
aslı va mı: Doğru mu?
aslı yok: yalan
âşamı etmek: Bütün günü geçirmiş olmak, akşamlamak.
aşkeş bişirmek: Yemek ve sofra hazırlamak.
atılıp gitmek: Birden bire bayılmak.
avırdı çökmek: Aşırı zayıfladığı yğzğnden belli olmak.
ayağa galkmek: Hasta yataktan çıkmak, iyileşmek.
ayağaltı: Çok gelip geçilen, işlek yer.
ayağaltında doleşmek: İşe yaramadığı halde ortalıkta bulunarak çalışanlara da engel olmak.
ayakbağı: Bir işe gidilmesine engel olan kimse.
ayakda galmek: Meşgul olmak.
ayakda gomek: Zahmet vermek, yük olmak.
ayak diremek: Fikrinde ısrar etmek, inat etmek.
ayak sürümek: 1.Bir yere gitmekte gönülsüz olmak, 2.Bir işi yapmaktan kaçınmak.
ayak üstü: Hemen o anda.
ayak ucu: Yatılan bir yerin ayak uzatılan yönü.
ayaza çekmek: Yağış sonrası kuru soğuk başlamak.
aydınnık içinde gal: Gözün aydın diyen kişiye karşı iyi dilek sözü.
ayıbetmek: Yakışıksızca davranamak.
ayı gibi: İriyarı, kaba saba, anlayışı kıt kimse.
ayın oyun etmek: Dalavere yapmak, aldatmak.
aykırı gitmek: 1.Yanlış, ters yoldan gitmek; 2.Karşı çıkmak, itiraz etmek, denilenin tersini yapmak.
aynı gapıya çıkmek: Aynı sonucu vermek.
az deyi: Göründüğü gibi uslu, kendi halinde değil.
az görmek: Azımsamak, eksik bulmak.
âzına gılığına bakmadan: Küçümseme ifade eden ve zarf olarak kullanılan bir deyim.
âzıñ datlansıñ: İkram edilen şeker veya tatlının gerekçesi olarak söylenir.
-B-
badca gapısı açık galmek: Pantolon düğmeleri iliklenmemiş olmak.
bağaş dutuşmek: İddiaya girmek, bahis tutuşmak. (vâ mısıñ bağaşına!)
bahara goyvemek: Büyükbaş hayvanların kırda otlama sezonunu açmak.
baharını almek: Hayvan kırda otlamak, bol bol taze ot yemek.
bak bak: Bir söz veya durum karşısındaki şaşkınlığı anlatır.
bakılak olmek: Emanet bırakılan bir şeye göz kulak olma, dikkat etmek.
bakıp görmek: Bir işin bir isteğin yerine getirilmesi için çareler araştırmak.
bakla dökmek: Bakla ile fal bakmak.
bal baklâsı: En lezzetli farzedilen yemek.
balık oynamek: Yıldırım düşmek, şimşek çakmak.
bârı yuka: Merhametli, yufka yürekli.
başadak vesiñ: Nişan ve evliliklerde tebrik ve dua sözü.
başa kakmek: Yapılan bir iyiliği yüzüne söyleyerek birinin gönlünü kırmak.
başaşşağı: tepetaklak
başa vamek: Bitirmek, sonuçlandırmak, tamamlamak.
başı gülmek: mutlu, mesut olmak
başına gayırmek: Başının çaresine bakmak.
başında durmek: Bir hasta veya yaşlıya bakmak.
başıñdangalsıñ/başından galasıca: bir beddua
başını bâlamek: Genç kız ile oğlanın nişanlandığını duyurmak.
başını beklemek: Yanından ayrımamak.
başını çırpmek: Kadınların başını hafifçe bağlaması.
başını gırkdırmek: Saç tıraşı olmak.
başını bâlamek: Birini nişanlamak veya evlendirmek.
başını sokmek: Barınacak bir yer bulmak.
başını yakmek: Birini tehlikeli bir duruma sokmak.
başşak değnemek: Hasattan sonra tarlada, bahçede kalan tahıl veya meyveyi toplamak.
başucu: Yatılan bir yerin baş konulan kısmı.
bayıra sarmek: Yokuş yukarı çıkmak.
bazar dağılmek: Cumartesi günü pazar tezgahları toplanıp, alışveriş bitmek.
békar durmek: Ücret karşılığında bütün çift çubuk işlerini yapmak üzere anlaşmak.
bela okumek: Kötülüğü istenen biri için beddua etmek.
bél bâlamek: Güvenmek, dayanmak.
bel bel bakmek: Alık alık, şaşkın şaşkın bakmak.
béli gelmek: Erkek cinsi münasebette boşalmak.
bel vemek: Döşme veya direk eğrilmek.
béñ düşmek: Özellikle kara üzümde olgunlaşma belirtisi olarak benekler oluşmak.
berkâtlı olsuñ: Yemek yiyen, yiyecek hazırlayan veya ürün kaldıranlara söylenir.
besdil çıkarmek: Dağ eriğinden pestil yapmak.
besdili çıkmek: çok yorulmak.
beş gardeş: Tokat, şamar.
bet beñiz atmek: Yüzünün rengi sararmak, solmak.
beti berkâtı gaçmek: Eski bolluğu kalmamak.
beygir çakmek: Atı otlaması veya bulunduğu yerden uzaklaşmaması için zincirle bir yere sabitlemek.
bez yumek: Bebeğin kirli alt bezlerini yeniden kullanmak üzere yıkamak.
bıçağa gelmek: Hayvan kesilecek kadar büyümek.
bıtırak gibi: Çok ve sık olan şeylerin bolluğunu anlatmada kullanılır.
bi adımlık yer: Çok yakın yerleri anlatmada kullanılır.
bi âlem: Çok değişik, bambaşka, kendine özgü niteliği olan.
bi boy: Durmadan, sürekli.
bi çivt lafı olmek: Bir konuda söyleyeceği bulunmak.
biçimine gelmek: uygun düşmek
biçimine getimek: En uygun zamanı kollayıp gerçekleştirmek.
bidâ: 1.İkinci kez, 2.bundan sonra.
bide çekdirmek: Pide ziyafeti vermek.
bi deyi biñ kere: Genelde Allah razı olsun dileğini pekiştirmede kullanılır.
bi dikişde: Bardak veya şişeyi baş aşağı ederek bir defada içmek.
bi günden bi güne: Bir kez olsun.
bi kele melem olmamak: Bir işe yaramamak, faydasız, hayırsız olmak. (Bir kele merhem olmamak)
bildiğini unutdurmek: Şaşkınlıktan bildiği bir şeyi yapamama, şok haline girmek.
bilip bilmeyip: bilmeden, aslını araştırmadan
bilmeden bilişdirmeden: işin iç yüzünü araştırmadan
bi oturuşda: Bir öğün yemek süresinde.
birbirine guymak: Aralarına fitne sokarak insanların kapışmasını sağlamak.
biri sürüyo, biri sürgülüyo: İşbirliği yaparak iki kişi insanlarla dalga geçiyor (Biri tarlayı sürüyor diğeri sürgülüyor)
biri yidi oyuna gitdi, biri yidi goyuna gitdi: Her şeyi ortada bırakıp dağıldılar.
bi solukda: Çarçabuk, hemen.
bisürü: Pek çok, bir yığın.
bişcek daşcek: Yemeği yapılacak sebze. (Bazardan bişcek daşcek bişeyle al)
bişey almak: Büyükler çocuklara verdikleri paranın gerekçesini böyle açıklar. (Dükkandan bişey al.)
biti gannanmek: Yoksul bir kimse kısa sürede para kazanıp durumunu düzeltmek.
bi türlü: Hiçbir biçimde, hiçbir yolla, asla.
biyerde: Bir bakıma, belli bir noktada
biyol/buyol: Bu sefer, bu kez.
biyoş olmek: Hüzünlenmek, şaşırmak
biñdebir: Pek seyrek olarak, nadiren.
biñ pişman olmek: Yaptığı bir iş sonucu çok pişman olmak.
boğazı inmek: Bademcikleri şişip boğazı ağrımak.
boğazına cizilmek: 1.Üzüntüden ya da kızgınlıktan lokmaları yutamamak, 2.(mec)Yemekten tat alamamak.
boğazına cizmek: Yapılan bir hareket sonucu iştahı kaçırmak.
boğazını almek: Boğazı tıkanmak.
boğazı ötmek: Karnı acıktığını belli etmek.
bok etmek: Berbat etmek, düzeltilmesi imkansız hale sokmak.
bok gibi: Çok fazla para için söylenir.
bok götümek: Bir yer pislik içinde olmak.
borç dert/borcarç: Borçlanarak.
boşan da semeriñi yi: Çok obur kimseler için kullanılır.
boş geçmek: Önem vermemek, aldırmamak.
botca atmek: Kız tarafı oğlan tarafına hediyeleri geri gönderip nişanı bozmak.
boya çekmek: Boyu uzamak, boylanmak.
boy epdesi: Gusül
boynu altında galsıñ: İlenç sözü.
boynunuñ borcu: Birinin yapmak zorunda olduğu iş.
böyükepdes: İnsan dışkısı, kaka.
böyük gonuşmek: Yapamayacağı, başaramayacağı konu hakkında kesin konuşmak.
böyük gütcük bilmemek: Büyüğüne saygı, küçüğüne merhamet göstermez olmak, sürekli kalp kırmak.
böyüklük sende galsıñ: Büyüklüğünü göster, affet.
böyük yemin etmek: Geri dönülmez şartlarla yemin sözü söylemek.
böyün bañese yarin saña: Bugün bendeki kötü durum yarın başkasına da gelebilir.
böyün yârin: Çok yakında
buba bir: Aynı babadan dünyaya gelmiş kardeşler.
buba yarısı: Amca
bubam mezerden galkcek: Asla
buleşik suyu gibi: Tadı tuzu olmayan sulu yiyecek ve içecekler için söyler.
bulgur gaynatmek: Kış hazırlığı olarak buğdayı; yıkama, kaynatma, kurutma, soyma, ayıklama, kırma işlemlerinden oluşan süreç.
bulgur gazanı gibi gaynamek: Yerinde duramamak, kıpır kıpır olmak.
bulgurpüsgürtmesi: Vücutta kaşıntılı kızarıklıklarla kendini gösteren deri hastalığı, ürtiker. Ehline okunup bulgur püskürttürme ve perhizle tedavi edilir.
bulgur salmek: Kaynamakta olan suya bulgur koyup pişmeye bırakmak.
bulup da bunamek: Elindeki nimetlere karşı nankörce davranmak, bulduğunu beğenmemek.
burgu salmak: sondaj yapmak
burnuna girmek: Tehdit için söylenen söz.
burnunu atmek: Sümkürerek burnunu temizlemek.
burnunu çekmek: Sümüğünü çekmek.
burnunuñ dikine gitmek: Başkalarının dediğine bakmadan bildiğini yapmak.
burnunu sürtmek: Birini sıkıntıya sokup kibrini kırmak.
Bu yel böyle eserse, bu keser de böyle keserse...: Şartlar böyle devam ederse bir şey değişmez.
buz kesmek: Vücudu buz gibi olmak, çok üşümek.
büylek dutmek: Büğelek sineğinin hayvanı ısırıp kaçırması.
büylek dutmuş gibi: Büğelek sineği ısırmış gibi rahatsız olma.
-C-
cambıl cumbul: Su içinde hareket eden şeylerin çıkardığı sesi anlatır.
canı galmek: çok imrenmek, içi gitmek
canından yanasıca: ilenç sözü
canıñ galsıñ: Birisini imrendirmek için söylenir.
canı geçmek: içi geçmek, uyuklamak
canıma deysiñ: Kendi sevinciyle başkasını üzme maksadıyla söylenir.
canına deysiñ: Ruhu şad olsun anlamında kullanılır.
canıña deysiñ: Bir şey yerken karşısındakini imrendirmek için söylenir.
canını sevdiğim: Kutsallığına inanılan varlıklardan bahsederken söylenen saygı ifadesi.
car car ötmek: Gevezelik etmek.
cenazeyi galdırmek: Ölüyü gömmek üzere götürmek.
cenevi: Yürek
cenevi galkmek: Heyecan ve üzüntüden göğsü ağrımak, kalp çarpıntı yapmak.
cıcığını çıkarmek: Ezip berbat etmek.
cılkı çıkmek: her şeyiyle bozulmak
cıngı çıkatdırmek/cıngı saçmek: Çok kızdığından çevresindekilere bağırmak.
cıs olmek: Çocuk dilinde yanmak.
ciğerinden yanasıca: ilenç sözü
cimcik aşı etmek: Etini morartacak kadar çok çimdiklemek.
cingen çadırı: Çicekleri çadıra benzer bir bitki.
cingen gavgası: Çok gürültülü ve çabuk sonlanan kavga.
cinine gitmek: Birine çok kızmak, onunla yıldızı barışmamak, gıcık kapmak, sevmemek.
cizi çekmek: Pullukla bir defa gidip gelmek.
ciziden çıkmak: sapıtmak, abuk sabuk konuşmak
ciziye gelmek: Doğru yolu bulmak.
cumbul cumbul: Çok sulu şeyleri anlatmada kullanılır.
-Ç-
çakıldak düşmek: Ölümüne yakın hastanın gırtlağında hırıltı oluşmak.
çalgı dutmek: Düğün ve eğlenceye müzik için bir grupla anlaşmak.
çalımına gelmek: Biçimine gelmek, uygun düşmek
çalımına getimek: Uygun bir zaman ve durum bulmak.
çalıyı depesinden sürümek: Tersine iş yapmak.
çamıra gitmek: çamur banyosuna gitmek.
çamır garmek: Dambeşi sıvamak için çorağı çamurlaştırıp kıvam bulması için beklemeye bırakmak.
çanak çömlek patladı: Çocuk oyunlarında oyunun bozulduğunu anlatır.
çañına ot dıkamek: Susturmak, sesini kesmek.
çap etmek: ikiye bölmek
çapeyi çıkarmek: Sığır iki yaşına girmek, kurban için olgunlaşmak.
çaresine bakmek: Gereken ne ise onu yapmak, çözüm yolunu bulmak.
Çarşamba çanağına çevirmek: Kırıp dökmek, dağıtmak, parçalamak.
çavdar çekmek: Buğdaydan daha uzun olan çavdarları, ekin daha yeşil iken koparıp temizlemek.
çekişe çekişe bazalık etmek: Kıyasıya pazarlık, inatçı pazarlık etmek.
çeñesini çekmek: Ölen bir kimsenin çenesini başına tülbentle düğümlemek.
çéñiz almek: Gelin almadan önce kız evine gidilip indirilen çeyizi teslim alıp erkek evine getirmek.
çeñiz asmek: Gelinin çeyizini sergilemek üzere duvara dizmek.
çéñize bakmek: Sergilenmek üzere asılan çeyizi incelemek.
çéñiz gaynısı: İndirilen çeyizi götüren kağnı, araba.
çéñiz indirmek: Sergilenen çeyizi sergiden indirip toplamak.
çéş çıkarmek: Harmanı savurup deneyi yığmak.
çevre almak/vermek: Kız tarafının erkek tarafına cevaplarının olumlu olduğu anlamına gelen merasim.
çığımçığım çığırmek: çok bağırmak
çıkım çıkmek: Çapalama veya nohut mercimek yolmada toplu olarak bir çıkımlık iş yapmak.
çıkıp da gidivemek: Ansızın kaçmaya başlamak.
çikin olmek: bozulmak, kokmak, bayatlamak, eskimek, yaşlanmak, zayıflamak
çinneyip geçmek: Gereken ilgi ve saygıyı göstermemek.
çiş dutmek: Çocuğa tuvalet eğitimi vermek.
çivi gibi: Çok soğuk.
çivi kesmek: Çok üşümek.
çivt çıbık: Tarım yapmak için gerekli araç gereçler.
çivt dikiş: Sınıfta kalıp aynı sınıfı tekrar etmek.
çivte gitmek: Çift sürmek için tarlaya gitmek.
çivte goşmek: Hayvanları pulluğa koşmak.
çivt sürmek: Pullukla toprağı ekilebilir duruma getirmek.
çok çok: Olsa olsa, en fazla, azami.
çok sözlü: Çok konuşan geveze.
çulunu almek: Av köpeğinin sırtındaki örtüyü alarak ona koşma talimatı vermek.
çuvalâzı açıvemek: Rahatça içine tahıl koyması için birine yardım amacıyla çuvalı açık tutmak.
çükünü kesdirmek: Sünnet olmak, sünnet ettirmek.
çükü şişmek: Çok istediği bir şeyi yiyemeyen çocuğun bir yerlerinin şişeceğine inanılır.
-D-
dabanca atmek: Tabancayla ateş etmek.
daban tatdası: Arabanın zeminine konulan tahta.
dadı gaçmek: Güzel bir durum kötüleşmek, zevki kalmamak.
dadı gelmek: Hoşa gider bir tat kazanmak, beğenilir zevk verir hale gelmek.
dadını gaçırmek: İyi giden bir durumu bozmak, münasebetsizlik etmek.
dadı yok: Durumdan zevk almama sözü.
dağa gitmek: Arabayla dağa giderek yakacak meşe getirmek.
dağda doñuzu êsik: Çok zengin.
dağ eriği: Geç olgunlaşan, küçük, sarı, şekeri az, pestili yapılan yabani erik.
dah/adah gitmek: Çocuklar için gezmeye, attaya gitmek.
dakı dakıvemek: Ardı ardına vurmak.
dalına basmek: Hoşlanmadığı bir şey yaparak birini kızdırmak.
dama girmek: Cezaevine düşmek.
damağını galdırmek: Korkmuş birinin damağına parmakla basarak korkusunu gidermek.
damarı dutmek: Aksiliği tutmak, huysuzluğu üzerinde olmak.
dambeş akmak: Yağmur kar suları çorak aralarından sızarak aşağıya akmak.
dambeş sıvamak: Yağmur geçirmemesi için çorakla dambeşi sağlamlaştırmak.
dam deliği: ahırdan dışarıya hayvan tersi atmaya yarayan delik, bok deliği
damı damlamaz, çocuğu âlamaz: Kendisini oyalayacak iş ve çoluk çocuğu yok, bu yüzden kaygısız.
danıp danışmak: Sorup fikir almak.
dañına dañına: inadına, kızdıracak şekilde
dañına gitmek: sinirine dokunmak
dar atmek: Aceleyle bir yere sığınmak, kaçmak.
dar garınlı: kıskanç
dar vakit: Sıkışık zaman, ikindiden sonra akşam ezanına yakın zaman.
daşa çıkmek: Evlilik resmi işlemlerini başlatmak üzere şehre gitmek.
daşıra gitmek: haddini aşmak, sınırı zorlamak
daşlı köy: mezarlık
datdemek: 1.Sürü hayvanı veya koşum hayvanını yürütmek için komut vermek. 2.(mec) motorlu aracı sürmek (dah demek)
datdevemek: Kaba, kontrolsüz ve hızlı bir şekilde birinin üzerine birşeyler salmak. (dah deyivermek)
dat vemek: Bıkkınlık, usanç, bezginlik verecek biçimde aynı şeyleri tekrar etmek (tat vermek)
davşan gulağı: 1.Çift, 2.Tavla oyununda çift sayı, mars.
dayama tatdası: arabanın yan tahtaları
dedesakalı: Yaprakları yenilen, baharda çıkan bir ot.
dediğim dedik çaldığım düdük: Fikrinde direnip başkalrının sözüne aldırmadığını anlatır.
deggelmek(denk gelmek): 1.uymak, yakışmak, üzerine oturmak; 2.rast gelmek, tesadüf etmek, karşılaşmak; 3.maddi yönden müsait olmak
deggetmek: isabet ettirmek, denk getirmek, fırsat yakalamak, kıstırmak
değişik yapmek: birbirinin kardeşiyle evlenmek
delece vurmek: Ekini biçme aşamasını bitirip sap çekmek için arabaya delece koyma seviyesine gelmek.
deleceyi indirmek: Sap çekme işi bittiğinden deleceyi indirip tahtaları koymak.
deli goyun: Beynindeki kurttan dolayı dengesi bozulup et tutmayan koyun.
delilik etmek: Delice davranmak.
deliniñ derdi çörek: Saplantı haline gelen istekler için kullanılır.
deli olmek: 1.Çok sinirlenmek, 2.Çok sevmek.
deliye daş anmek: Aklına bir şey getirerek onu tahrik etmek
demediğini gomamek: Aklına gelen her şeyi söylemek.
demesine getmek: Düşüncesini dolaylı olarak söylemek.
dene börülce: kuru fasulye
dene deneye eş, bi gaşık dene aş olur: atasözü
dene dutmek: 1.Başaktaki taneler dolgunlaşmak; 2.Taşımak veya satmak üzere arabaya buğday yüklemek.
dene götmek: Kendi evinden harçlık yapmak amacıyla arpa buğday çalmak.
dene dökmek: Taneler çok olmak, bol ürün vermek.
dene yıkamek: Un veya bulgur yapmak için buğdayı bol suda yıkayıp toz topraktan temizlemek.
deñize varıp gelmesem, ekeniñ ardından hemen çıkarın: Nohutun ağzından söylenmiş bir söz. Bitkinin tuzlu olduğunu, topraktan tuzu temin etmek için bir süre beklemese aslında hemen çimleneceğini anlatır.
depe depe: Yığma, ağzına kadar dolu.
deperotu: havuç
depesüsdü: Baş aşağı (tepesi üstü)
derdi deviye dek/denk: Derdi deve kadar büyük veya derdi bir devenin taşıyabileceği büyüklükte anlamına gelir.
derman gelmemek: Söz dinletememek, güç yetirememek.
dermanı kesilmek: Yorgunluktan, halsizlikten gücü azalmak.
desde dırmık: Annat ve tırmık kullanarak biçilen ekini deste etme işi.
desde etmek: Biçilen ekini deste haline getirmek.
deve buynu: Ok ile boyunduruğu birbirine bağlayan, eğri demir veya ağaç kısım.
deve dabanı: Baharda pembe çiçek açtığında kökündeki küçük yumru yenilebilen ve ağızda kekremsi bir tat bırakan bitki.
deve yapmek: 1.Düğünlerde gençlerin topluca deve maketi yaparak oynadıkları köy oyunu; 2.Çocuğun elindeki yiyeceği kapma bahanesi.
deve zevlesi: iriyarı ve hantal kişi
devirini sürmek: Ölünün hesap edilen namaz ve oruç borçlarının kefaretini sadaka olarak ödemek.
deyen gitdi: Az önceki dediklerimden ve iddialarımdan vazgeçtim, anlamında bir sitemli tepki sözü.
dıdınıñ dıdısı: Uzak akraba
dığan ağızlı: alt çenesi dışarı doğru çıkkın yapıda olan
dığan cücüsü: gaygına, krep
dığdınıñ dığdısı, keseriñ düğdüsü: Akla en son gelecek, önemsiz kişi.
dığıl dığıl: Birbirine yapışmamış, tane tane.
dımıl dımıl: çok parlak ve temiz nesneler için kullanılan sıfat
dırnak gadâ: Küçük çocuktan bahsederken söylenir.
dışa çıkmak/dışa gitmek: Tuvalete gitmek, abdest bozmak.
dışarıyı süpürmek: Her sabah sokakta kendi kapısının önünün genel temizliğini yapmak.
dibinde bitmek: Yanıbaşında birden bire ortaya çıkmak.
dibine dutmek: Pişen yemek tencere veya tava dibine yapışmak.
dibini gazımak: (mec) Olayın aslını öğrenmek için ince ayrıntılarını araştırmak.
dik gafa: İnatçı
dik gelmek: Muhalefet etmek, itiraz etmek, kafa tutmak, diklenmek
dikine gitmek: Yapılan uyarıları dinlemeyip bildiği gibi davranmak.
dili açılmek: Bir sebeple konuşamayan kimse konuşmaya başlamak.
dili ağırleşmek: Hastalık nedeniyle güçlükle konuşmak.
dili dönmemek: Bir sözciği doğru dürüst söyleyememek.
dili durmamek: Çok konuşmak, söylenmemesi gereken şeyleri de söylemek.
dilinden gurtulamamek: Birinin eleştiri, sitem, sataşmasına maruz kalmak.
diline firdetmek: bir şeyi sürekli tekrarlamak, vird etmek
diliniñ ucunnan: gönülsüz, yarım ağızla
dilli düdük: Geveze, çok konuşan.
diñelip galmek: 1. Birdenbire ağrı oluşmak, 2.Ses yayılmak, ortalığı kaplamak.
dini gaçmek: Örgüde bir ilmek çözülünce bütün bir sıra sökülmek.
dinimanı para: Paradan başka düşüncesi olmayan kimse için söylenir.
din iman toz duman: Dini değerlere dokunarak küfretmek.
dinine yandığım: Öfkeli duyguları belirtmede kullanılan sövgü sözü.
dip dede: atalar, dedeler; dedenin dedesi
dip dibe: komşu, yan yana
dipi gazığı: Bedence sağlıklı.
dipi gibi: güçlü, kuvvetli, sağlıklı
dipsiz kile boş ambar: Çalışıp çabalamalar, emekler sonuç vermediğinde söylenir.
dirsek çürütmek: Okuyup öğrenmek, bir işte ömür boyu emek tüketmek.
dişe daş çıkmek: Alışılmışın dışında tepki veren sert biriyle karşılaşmak.
diş evi: Düğenin altında çakmak taşlarının çakıldığı oyuklar.
diş göllesi: Çocuğun diş çıkarmasını kutlamak için haşlanan buğday veya mısır.
dişi goymamek: Yaşlılıktan veya yiyeceğin sertliğinden dolayı dişler kesmemek.
diz boyu: Dize kadar, çok fazla.
dizleri kesilmek: Dizlerinde güç kalmamak.
dobura dobur: Dolambaçlı yollara sapmadan gerçeği söyleme.
doğru durmek: Uslu durmak, yaramazlık yapmamak.
dombey eriği: Kuş yumurtasına benzer, üzerinde dikey bir çizgi bulunan, mor renkli erik türü.
domine demek: Domino oyununda son taşı vurup kazanmak.
doña çekmek: Hava ayazdan suları donduracak kadar soğumak.
donunuñ ağını toplayamamek: Kendi işini bile göremeyecek kadar beceriksiz olmak.
doñuzeliniñ körü: Uygunsuz sözlere karşı tersleme sözü.
doñuz pancarı: Yaprakarı pancara benzer fakat kökü çok acı, genelde domuzların yediği bir dağ bitkisi.
doñ yağı: Hayvanın iç yağlarının eritilip dondurulmasıyla elde edilen yağ.
döküle galasıca: İlenç sözü.
döküp düşünmek: İyice araştırıp etraflıca düşünmek ve karar verme aşamasına gelmek.
döl dökmek: Sebzeler ürün vermeye başlamak.
döl döş: Soy sop, nesil; çoluk çocuk.
döle yatmek: Sebzeler ürün vermeden önce çiçek açmak.
döllü döşlü olsuñ: yeni evlenenlere edilen dua
dölüm başı: Çift sürmeye başlanılan yer.
dördelli bayılmek: sereserpe yatmak
dört gurplu: Büyük hamur yoğurma teknesi (dört kulplu)
döyerbiçer: biçerdöğer
dubakam: “Biraz bekle, az sabırlı ol” anlamında edat. (dur bakalım)
dubaken: “Sen çekil, işe ben el atayım” anlamında edat. (dur bakayım)
dubi: dur hele
dulgarı çocuğu: Babasız büyüdüğü için terbiyesiz ve görgüsüz olan çocuk.
duman atdırmek: Kasıp kavurmak, kırıp geçirmek.
duragomek: Beklemek, sabretmek.
durumu bozulmek: İşi ya da parasal gücü kötüleşmek.
durumu düzelmek: İşi ya da parasal gücü iyileşmek.
dusen: Tehdit, öfke ve intikam beklentisi içeren bir söz, (dur sen)
duz bızılamek: Çok kaygılanmak, tasalanmak.
duzağısı: Yenilemeyecek kadar tuzlu.
düğün arpasınnan at tavlanmaz: Henüz elde olmayan şeye güvenerek gelecek şekillendirilmez.
dükgan açık galmek: Pantolon düğmeleri iliklenmemiş olmak.
dün gibi: Çok yakın zamanda olmuş, yaşanmış gibi.
düñür gitmek: Bir erkek için kız istemeye gitmek.
düñya evine girmek: Evlenmek.
düñya malı: Servet, mal mülk.
dürüp bıkmek: Kumaş benzeri şeyleri katlayarak yerleştirmek.
düyene goşmek: Hayvanları harman sürmek için düvene koşmak.
düyen sürmek: Düvenle harman sürmek.
düyününde galbırınan hoşaf daşımek: Bekar bir kimseye büyük bir yardımda bulunma sözü.
düzen takan: alet edevat, araç gereç
-E-
ébakam: Sabır tavsiye etme sözü (eh bakalım)
ebir gübür: Değersiz nesne, çer çöp.
ebizemzeminen yunmuş: Günahsız, kusursuz kimse.
ecelinnen ölmek: Hayatı doğal olarak sona ermek.
ecirini gaçırmek: İyi bir davranışın manevi karşılığını alamamak.
ecit mecit: 1.Tuhaf ve korkunç görüntü, 2.Bulanık, belirsiz görmeyi anlatır (yecuc mecuc)
Eğret’de deyil de ağretde mi décen: Doğruyu bu dünyada değil de ahrette mi söyleyceğim?
ekin bozmak: Beklenen gelişimi gösteremeyen ekili tarlayı sürüp, başka bir şey ekerek orayı yeniden değerlendirmek.
ekmediğiñ yerde bitê: Umulmayan ve istenilmeyen yerde karşılaşılan kimseler için söylenir.
ekmeğaşı: Bayat ekmekleri sebzeli suyla ıslatarak yapılan yemek. (ekmek aşı)
ekmeğetmek/etmeğetmek: Unu eleme, hamur yoğurma, mayalanmasını bekleme, fırını kızdırma, hamuru yazma, pişirme süreçlerinin tamamına verilen ad. (ekmek etmek)
ekmeğinden etmek: Birini işinden atmak veya buna sebep olmak.
ekmeğine mani olmek: Birinin kazanç sağlama yolunu engellemek.
ekmeğinnen oynamek: Birinin işini kaybetmesine sebep olmak.
ekmeğufağı: Ufalanmış ekmek kırıntısı.
ekmek aş hazırlamek: Bütün donanımıyla sofra hazırlamak.
ekmek gıyısı: yuvarlak ekmekten kesilen ilk dilim
ekmek Guran çarpsıñ: Karşısındakini inandırabilmek için edilen yemin.
ekmeksiz evden gatmer çıkarmek: Maharetiyle hesapta olmayan güzelliklere ulaşmak.
ekmek yimek: Yemek yemek, karnını doyurmak.
él adama ne der!: Başkalarının tepkisinden korkma sözü.
el adamı: işlerini yürütmek için yeterli malzemeye sahip olmayıp başkalarındaki alet edevata muhtaç olan kimse
él akıl gapâkan sen nokul gapmışıñ: Akılsızlığını yüze vurma sözü.
el almek/elini almek: Büyüklerden birinin görevini, alışkanlığını, kabiliyetini devam ettirmek.
elavıç: Birinin varı yoğu, her şeyi. (el avuç)
él âzına bakmek: Başkasının fikrine göre hareket eden.
él âzına bakan sel âzına yuva yapâmış: Başkasının sözüyle hareket eden kaybeder.
el bezi: Yemekten sonra elleri silmek için kullanılan ıslak/kuru bez.
el çırpmek: Alkışlamak.
el değişdirmek: 1.Kundaktaki çocukların el ve ayaklarını çaprazlama birbirine değdirerek idman yaptırmak, 2.İşi diğer elle yaparak yorulan eli dinlendirmek.
élden ayrı: Geleneklere uymayıp kendi başına iş yapan, kimseye benzemeyen.
elden ge: Tebrik sözü.
elden goldan geçdi: Değişilen veya satılan bir şeyden geriye dönüş olamayacağını belirtir.
el deymeni: Elle çevrilen iki taşın arasında bulgur göce kıran küçük değirmen.
el dığanı: küçük tava
ele ayağa düşmek: İhtiyarlamak, maddi manevi başkalarının yardımına muhtaç olmak.
elebakım: Başkalarının yardımıyla hayatını devam ettiren.
éle güne garşı: Herkese, elaleme karşı, herkesin önünde.
elekci garısı gibi: Çok gezen kişilere söylenir.
el el üsdünde kimiñ eli va: Bu sözü söyleyerek oynanan bir çocuk oyunu.
el evine gitmek: gelin olup yabancı eve gitmek
el gadâ: Küçük, küçücük.
eli ayağı boşanmek: Çok korkmak.
eli ayağı dutmek: Beden gücü yerinde olmak, iş yapabilecek güçte olmak.
eli bolarmek: Para sıkıntısından kurtulmak, eline para geçmek.
el içine çıkmek: sosyalleşmek, insanlara katılmak
eli érmek: Bir iş yapmaya zaman ve fırsat bulmak.
elif kâdı: Kuran öğrenecek çocukların ilk ders kitabı, alfabe.
eliñde bıdak mı va!: Eliyle bir şeyleri döküp kıran sakar kişilere tepki sözü.
elinde galmek: Vuracakken zarar görüp suç üzerine kalmak.
elinden almek: kurtarmak
elinden gelmek: Yapabilmek, beceri sahibi olmak.
eline dönmek: Birisine dilediğince hizmet etmek, her istediğini yapmak.
eliñe mi yapışcek!: Bir işi yapsan ne olur, anlamında sitem sözü.
eline düşmek: Kendisine hıncı bulunan birine muhtaç duruma gelmek.
élinen gelen düğün bayram: Topluluğa toptan gelen bir sıkıntıya şikayetsiz katlanma.
elini almek: Kendinden büyük birine benzeyerek onun yaptığı işi sürdürmek.
eliniñ altında: Her zaman kolayca yararlanabileceği yerde ve yakınlıkta.
eliñ ôlu: El, yabancı kimse, başkaları.
eli selek: cömert
eli soğumek: Uzun süre ara verildiği için el becerisini kaybetmek.
éliñ ununnan anañın gırkını yapma: Başkasının malıyla kendi işini görme.
éllere galasıca: İlenç sözü.
ellialtıya boğmek: Konuyu saptırarak ortalığı karıştırmak, demogoji yapmak.
ellicik etmek: karşısındakinin sahip olmadığı bir nesneyi onu imrendirecek şekilde teşhir etmek
éllik gavuru: Aynı yerde ikamet eden, tanıdık gayrımüslim.
el öpme: Dini bayramlarda büyükleri ziyaret ve onlarla bayramlaşma.
el öpmelik: Geline kayınpeder veya kaynana tarafından verilen hediye.
el örencesi: Oya, nakış, örgü, işleme vb. elişi yapanların ilk yaptığı iş (el öğrencesi)
él örnek: adamakıllı, gerçek (Ele örnek olacak kalitede)
el ucu: Çoğu yenip bir kısmı bırakılmış ekmek parçası.
el ulağı: Ailede ufak tefek getir götür işlerini yapan yaşça küçük kimse.
elvere de: İnşallah. Bir şeyin mümkün olması ve en iyi ihtimalde gerçekleşmesi dileği.
el sende: Birrbirine elle değip oynanan bir çocuk oyunu.
emen emen: çok zahmet çekerek
emeneşgen: üşenmeden, yorulmadan
emme işsin ha: Ne biçim adamsın
emri Hak vâki olmek: ölmek
éñ aşşağı: En az olarak, hiç olmazsa.
enayi adam: Bir durumu yakıştıramama ünlemi.
éngücü: 1.Elbette, şüphesiz, herhalde, her ne olursa olsun, nasıl olsa, ister istemez; 2. Eninde sonunda, sonuçta, sonuç olarak
Erkek Fatma: Davranışları erkek gibi olan kadın.
epdes bozmek: Küçük ya da büyük abdestini yapmak, hacet gidermek.
epdes suyu: abdest almak için ayrılmış ibrikteki su
epdes suyu gibi: soğuk olmayan su
epdes yok namaz yok: Dindar olmayan kimse
epdiş gibi: Bir şeyin büyüklük veya küçüklüğünü anlatmak için kullanılan benzetme sözü.
érağeç: Tek at koşulan arabalarda iki ucu oka bağlanan ağaç (eğri ağaç)
ére galkmek: sahura kalkmak
ér ekmeği: sahur yemeği
esbap daşı: Üzerinde çamaşır yıkanan, tezgah gibi yükseltilmiş, büyükçe, yassı, tek parça taş.
esgiden âretdemiş, şindi Êretde: İyi biriymiş gibi görünen ama mazisi karanlık kişi.
esgisi gibi: Önceden olduğu gibi.
êsik gedik: Ufak tefek eksiklikler, gerekli olan ufak tefek şeyler.
esselat verilmek: Ezandan önce sela okunmak.
éşi turşu: Yemek yanında bulundurulan garnitürleri anlatan ikileme.
eşşeğölüsü gibi: Çok ağır ve çok büyük şey.
eşşek gadâ: Yaşça başça büyük.
eşşek turpu: hardal otu da denen, sarı çiçekli bir ot
et dutmek: Şişmanlamak
etekbezi: kundak bezinin içine, bebeğin bacaklarına sarılan bez
etme dediğini etmek: İkaz edildiği bir hareketi inadına yapmak.
ev bark: Aile, çoluk çocuk.
evelallah: Allahın yardımıyla.
ev görme: Yeni eve hayırlı olsun ziyareti.
ev görmelik: Yeni eve yapılan ilk ziyarette götürülen hediye.
ev içercek: tüm aile olarak, mâaile
ev içerisi: ev halkı
evilgavil olmek: gizlice anlaşmak, sözleşmek
evlek kesmek: Tarlayı sürmeye başlarken, önce pullukla bir evleklik bölümleri belirlemek.
evsâbı: evin erkeği, ev sahibi
eyetmek(iyi etmek): 1.Yapılan işi onama sözü. Bazan vurgu ile tam tersi protesto anlamı da verilebilir; 2.Tedavi etmek, iyileştirmek.
eyi bakam: tasdik veya teselli etme sözü (iyi bakalım)
eyidemir: Oyma ve delme işlerinde kullanılan keskin uçlu demir.
eyôlkitabı:”Ey Oğul” diye başlayan bölümlerden oluşmuş, dini nasihat kitabı.
eyilik bilmez: Nankör
ezizallah: Ezan duası (Aziz Allah)
ezzet mezzet âretde beni gözlet: Çocuklar yüksek bir yerden atlarken veya tehlikeli bir şeye girişirken söyledikleri korunma duası.
-F-
fakir dilimi: Kalın dilinmiş köy ekmeği.
faşıl fuşul: Düzensiz, döke saça.
feyili bozuk: Kötü kalpli, kötü niyetli
fık fık: Bir şeyin ateş üstünde kaynamasını anlatır, fıkır fıkır
fıkır fıkır gaynamek: Yerinde duramamak, çok hareketli olmak.
fındık büber: Küçük ama çok acı bir tür biber.
fırın fışgısı: Ekmek yaparken fırında yakılacak kuru gübre, saman, çer çöp vs.
fırın köpeği: 1.Pişen yiyeceğe alıştığı için fırın çevresinden ayrılmayan köpek, 2.(mec) Beleşçiliğe alışmış, sürekl, başkalarından bir beklenti içinde olan kişi.
fıydırmalı met: 15-20 santim uzunluğundaki met’in, yere kazılan çukurun üzerine uzatılıp daha kalın ve büyük değnekle uzağa fırlatılmasına ve bu sefer çukurun üzerine uzatılan değneği metle vurmaya dayanan bir çelik-çomak oyunu.
fıyık çalmek: Islık çalmak
fidan atmak: Bir bahçeye fidan dikmek.
firdetmek: bir sözü diline dolamak, sürekli tekrar etmek, vird etmek
firek büberi: Küçük, kırmızı, yuvarlak, çok acı biber.
fitil olmek: çok kızmak
fitire tası/fitire gabı: bir fitire büyüklüğünde tas, kap
-G-
gabadayı: 1.Yakışıklı delikanlı, 2.İriyarı hayvan, 3.Gelişimi güzel ekin
gaba düşmek: Yakışıksız düşmek, özentisiz olmak.
gaba et: İnsanın kalça kısmındaki et.
gabasını almek: Üstünkörü temizlemek.
gaba yel: Güneyden esen rüzgar, lodos.
gaba yeri: kıç, üzerine oturulan kalça kısmı
gaba zeyin: kafası çalışmayan, zeki olmayan
gabbenalı: Küfür sözü, orospu çocuğu (kahpe analı)
gacı gucu: Söylenmek istenmeyen bir şeyin yerine kullanılan ikileme.
gademola: Uğurlar olsun, hayırlı olsun anlamında iyi dilek sözü. Kadem ola.
gadı yoran: Ünatçı, dik kafalı.
gadın gibi: Çok güzel, mükemmel.
gadındüğmesi: çiçekleri düğmeye benzeyen bir bitki, peygamber çiçeği
gafa kâdı: nüfus cüzdanı
gafası götümek: İnce emek isteyen işleri sıkılmadan yapabilmek, kafası götürmek.
gafle etmek: Domino oyununda oyunu kilitlemek.
gâh! gâh!: koşum atlarını çağırma sözü
gala gala: Azlık bildirir.
galaklı takga: siperli şapka, kasket
galbırdan geçirmek: Kalburla elemek.
galdır beni hopbecik: Sırtlarından birbirine kilitledikleri kollarıyla birbirini sırtlayan çocukların oynadığı oyun.
galıba gelmek: Düve çiftleşme vakti geldiğini belli etmek.
galıñ sağlığınan: Sağlıcakla kalın.
gamışa su yörümek: Erkek çocuk ergenlik çağına girmek.
gancıklık etmek: Kalleşlik, döneklik etmek.
gan daşı: Berberin tıraş kesiğine bastırıp kanı durdurduğu gözenekli taş. Kan taşı.
gandilleri yakmek: Burunun iki deliğinden iki sümük ucu kandil dili gibi çıkmak.
ganêti gelmek: Aklı yatmak, inanmak.
ganıbozuk: Soysuz, alçak.
ganı gaynamek: Sevmek, yakınlık duymak, beğenmek.
ganını iliğini gurutmek: Canından usandıracak kadar sıkıntı vermek.
gan ter içinde galmek: Çok terli, yorgun ve perişan olmak.
gapbe çocuğu/gapbe dölü: Piç
gapbelik etmek: Sözünden cayarak kötülük etmek.
gap çalmek: Bakır kapta yemek bozulmak.
gapıbir goñşu: Yakın komşu, bitişikte oturan komşu.
gapı geçmece: Hiçbirini atlamadan, bütün kapılara uğrayarak.
gapışan gapışana: Kapış kapış satılma.
gapış gapış: Büyük bir istek göstererek, kapışarak ve çok hızlı.
gara çalmek: iftira atmak.
garadoğu: Buğday ve mısırda görülen bir çeşit mantar hastalığı.
gara düzen: ilkel bir şekilde, babadan kalma yöntemle
gara gavak: Kabuğu koyu renkli, çabuk büyüyen bir kavak cinsi.
gara gayıp: İz bırakmadan kaybolan.
garağeç: Meyvesiz ağaç (kara ağaç)
gara helva: un, yağ, şekerden yapılan basit tatlı
garainne: iğne gibi ince bir böcek
garaltı olmek: 1.Bir şeyi koruyacak kadar siper olmak, 2.Bir şeyin görüntüsünü engellemek.
garannığa galmek: Varılacak yere varamadan akşam olmak.
garannık gavışmek: Akşam olmak, ortalık kararmak.
gara örtü: Çatı olmayan toprak dambeş.
gara patoz: taneyi samandan ayırmayan, savurmasız patoz
garayağız: esmer
gara yapı: Kerpiç ve çamurla yapılan bina.
garayol/garayolu: Toprak yol
gara üzüm: Sarı ve beyaz olmayan bütün üzümlere verilen genel isim.
garga beyni: Kara pekmez dökerek yapılan soğuk tatlı, kar helvası (karga beyni)
garga bokunu yimeden: Sabahleyin çok erken saatlerde.
gar galkmek: yağan kar bir süre sonra eriyerek yok olmak.
garık gatık: Katık olacak şeyler, yiyecekler.
garıntası: İşkembeyi çevreleyen et dokusu.
garınârısı: 1.Önceden yapılan bir kötülüğün içe oturmuş hali veya bunun intikam duygusu(Va bunuñ bi garınarısı); 2.Can sıkıcı şeyler (Ne garınarısıysa!)
garın dikeni: kuruyunca işkembeye benzeyen diken
garın gardeşi: ana bir kardeş
garın tokluğuna: Ayrıca bir ücret almadan, sadece karnını doyurma karşılığında çalışmak.
garışanı görüşeni olmamek: Başına buyruk, hiç kimseyle bağı olmamak.
gar kakmak: Dambeş üzerinde biriken karı aşağıya ittirip temizlemek.
garman garışık: Çok karışık, karman çorman
garnı almamek: Çekememek, kıskanmak.
garnı ârımak: (mec)Başkalarının başarı ve iyiliğini hazmedememek.
garnıma mı yidim goynuma mı: hızlı ve telaşlı yenen yemekten memnuniyetsizlik ifadesi
garnınıñ yeli inmek: Rahatlamak. İntikam alınca yüreği soğumak.
garnı geniş: Kaygısız, tasasız, hiçbir şeyi kendine dert etmeyen.
garnınıñ yeli inmek: Bağırarak öfkesini yatıştırmak.
garşı gelmek: 1.Karşısına çıkmak, karşılamak; 2.İtiraz etmek, kabul etmemek.
garşılık vemek: Küçük büyüğüne saygısızca cevap vermek.
gasım çetirengi: Ekin ekmenin uygun olmadığı, eski takvimle Kasım ayına denk gelen soğuklar.
gaş çekmek: araya duvar örmek
gaş gızım gaş: Sitem ve ayıplama sözü. (Gaş gızım gaş, heç öne mi olurmuş)
gaşını eğmek: Darıldığını, gücendiğini göstermek için somurtmak.
gatığetmek: Yemeği iktisatlı bir şekilde yemek, katık etmek.
gatıran gibi: renk ve kıvam bakımından çok koyu
gavgadamı: Kavgacı (kavga adamı)
gav gibi: Çok kuru, kolayca tutuşan şeyler için kullanılır.
gavız etmek: Fare buğdayı yiyerek toz haline getirmek.
gavil gurmak: İki kişi gizlice kararlaştırmak.
gavsırası dar: Çekemememezlik gösteren, kıskanç, dargarınlı.
gâvur Buñara mı geldi: Aceleye ne gerek var. (Burada Yunan işgalinin Buñar mevkinden başlamasına da telmih var)
gâvur dölü: Birinin ailesini aşağılama sözü.
gâvur etmek: Bir şeyi boşa harcamak, heder etmek.
gâvur eziyeti: Acımasız zalimce davranmak.
gâvur garınnı: Kötü kalpli
gavur gibi: Kurnaz, bilgiç, akıllı
gavurküfürü: paskalya bayramı
gâvur hamamı gibi: Çok sıcak yer
gâvurluk etmek: Çok inatçı ve acımasız davranmak.
gâvur ölüsü gibi: Çok ağır, battal ve hantal olan şey.
gâvur tômu: Küfür sözü.
gayınnalık etmek: Herşeye burnunu sokmak.
gazı goz añnamek: Sözü yanlış ya da ters anlamak.
gayık gaymak: Kızakla veya kaygan ayakkabıyla karda kaymak.
gayıl olmak/ gayıl gelmek: Kabul etmek, razı olmak, yetinmek, kâil olmak.
gayınna dili: yassı yapraklı bir kaktüs çeşidi
gayınna gibi: Her şeye karışıp müdahale edenler için söylenir.
gayış gibi: 1.Koparılamayacak kadar sert, 2.Kirden kapkara olmuş, çok kirli.
gayıt kürek/kağat kürek: Resmi bürokratik işlemler
gaymak gibi: Beyaz, pürüzsüz.
gazâñız geçmiş olsuñ: geçmiş olsun dileği
gazayağı: Çay kenarlarında yetişen ve taze iken yenen bir ot.
gazel olmek: Çok kuruyup gevremek.
gazı goz añnamek: Söylenen şeyleri yanlış anlamak.
gazyağı: Fazlalığı alındıktan sonra eritilip dondurulan ve ekmek üstüne sürülerek yenen kaz yağı.
ge cü cü: Tavukları çağırma ünlemi
geçmiş ola: O fırsat bir daha ele geçmez anlamında söylenir.
gedik açmek: Bir şeyde giderilmesi zor zarar oluşturmak.
ge girem: Eve buyur etme sözü, gel girelim
gelgit akıllı: Aklına eseni yapan karasız kişi.
gelin çıkarma: Gelini götürmek üzere kız evinden alma.
geline bakmek: Babası evinden alınıp yeni evine getirilen ve akşama kadar bir müddet “süzünen” gelini seyretmek.
gelin etmek: Evlendirmek
gelin geydirmek: gelin kıza elbise alışverişi yapmak
gelingız: yavuklu kız, müstakbel gelin
gelin indirmek: Gelini babası evinden alıp yeni evine getirmek.
gelin yazmek: geline makyaj yapmak
gelmeli olmek: gelmek üzere olmak
gemini gevmek: 1.At ağzındaki gemi çiğnemek, 2.(mec)Hıncını, öcünü alamayan kimse kendini yemek.
géñzine gaçmek: Yemek yerken yiyecek nefes borusuna kaçmak.
géri basmek: Atlar geri geri gitmek.
gerine gerine: Kolları açıp bedeni gergin bir duruma getirerek.
gérisiñ gériye: Geldiği yere veya ters yöne doğru, geriye dönerek.
get hadi yanıñdan: Bir söze veya duruma itiraz ünlemi.
geydirip guşatmek: Birine baştan aşağıya yeni giysiler giydirmek.
geziye gitmek: Öğrenciler topluca yemekli kır gezisine gitmek.
gıcık gapmek: Hiç hoşlanmamak, sinirlenmek.
gıç atmek: at eşeğin arka ayaklarıyla çiftelemesi, göt atmak
gıçı gırık: Değersiz, önemsiz.
gıdık geçmek: gıdıklamadan etkilenmek
gıdık gıdık: Birini gıdıklarken söylenir.
gıdik gıdik: Köpekleri çağırma ünlemi.
gıdik gibi: Ansızın hırçınlaşan kişi için benzetme.
gıfı gaçmek: Şevkini kaybetmek, çalışma isteği duymamak.
gılağsını almek: Bilenen bıçağın ağzındaki kalıntıyı alıp temizlemek.
gılı gılına: Tamı tamına, tastamam.
gılık gırtık: şu bu, öte beri
gına gibi: Toz durumundaki şeyler için çok ince anlamında.
gırağı düşmek: Açık havalı gecelerde bitkileri soğuk vurmak.
gıran giresice: İlenç sözü.
gıran girmek: 1.Kısa sürede çok sayıda ölmek, 2.Bir şey bulunmaz olmak.
gıran guymek: Zarar ermek, hasar yapmak.
gırañ sürmek: Tarlasının yanındaki hazineye ait araziyi sürme yoluyla haksızca kendi tarlasına katmak.
gırda bayırda: Arazide, iş sırasında
gır gafa: Saçları tamamen ağarmış kişi.
gırığını ayrı go: Cam, bardak, testi gibi şeyleri kıran kişiye söylenir.
gırıkdölü: hakaret, küfür sözü
gırık güdük: ufak tefek
gırkı garışmek: Bir çocuğun kırkı çıkmadan başka bir çocuk doğmak.
gırkını etmek: ölünün kırkıncı gününde sadaka amaçlı yiyecek dağıtıp dua etmek.
gırmızı galem çekmek: siciline olumsuz not düşmek, fişlemek
gıtganêt: Ucu ucuna, zar zor (kıt kanaat)
gıygıy: keman
gızaña gelmek: Kedi, köpek vb. hayvanaların dişisi erkek istemek.
gız bitirmek: Bir erkeğe kız isteyip söz almak.
gız evi: Düğünde gelin tarafı.
gız evi naz evi: Kız tarafının isteği çok olur.
gızhamamı: Düğünde kadınların hamam eğlencesi, kız hamamı
gızı kısırağı: Ailesindeki bütün kızlar ve kadınlar.
gızlâ bezi: Gelinlik dikmeye uygun yumuşak beyaz bez. (kızlar bezi)
gide gide: daha sonra, zamanla, gitgide
goca boğaz: Obur
goca buba: 1.amca, 2.babanın sağdıcı (Koca baba)
goca don: büyük şalvar
goca gapı: İki kanatlı avlu kapısı. Araba girebilecek kadar büyük kapı.
goca gışlı: Ayakları büyük kişi.
goca goyun: Altı yaşını geçmiş koyun.
gocainne/yorganinnesi: yorgan, çuval gibi kalın şeyleri dikmeye yarayan büyük iğne
gocana: Amcanın karısı, yenge (Koca Ana)
goceye gitmek: Dul kadın evlenmek.
goçgatımı: 1.Koyunların çiftleşme dönemi, 2.Bu dönemde sürüye koçların bırakılması
gogitsiñ: gerçi
goğculuk etmek: Laf taşımak, insanların arasını açmak.
goleyine gaçmek: Bir işin kestirme yolunu bulmaya çalışmak.
goleyine gelmek: O türlü yapmayı daha kolay bulmak.
goleyinenmi: kolay mı, kolaylıkla mı
goleyini bulmek: Kolayca yapmanın yolunu bulmak.
goleyi va: Çaresi var, anlamında kullanılır.
golganat germek: Koruyup gözetmek, himaye etmek.
goltuk gapısı: Sadece insan giriş çıkışına uygun küçük kapı.
goltuk kellesi: Buğdayın kökünden sonradan çıkan ve zamanında olgunlaşamayan başak.
gopcelerı goyvemek: 1.Disiplinden uzaklaşmak, ciddiyeti kaybetmek, 2.Kendini tutamayıp katıla katıla gülmek. (kopçaları koyuvermek)
gorku bokuna: Korkmaktan dolayı, cesaret edememek yüzünden.
gôrma odası: Çiftçi Mallarını Koruma Derneğinin ve yetkililerinin bulunduğu köy odası.
gorsañola: güya, plana göre
goyup geşmek: Geride bırakmak, yarışta geçmek.
göbeği çatlamek: Bir işi yapmak için çok uğraşmak, çok güçlükleri yenmek.
göbeği düşmek: Ağır kaldırma, gaz birikmesi veya üzüntü sebebiyle karın kaslarının ağrıması.
göce târnası: kabuksuz buğday kırığı (göce) ve yoğurtla yapılan tarhana
göçüp gitmek: Ölmek
gök görmedik: Görmemiş, sonradan görme.
gök gözlü: Gözleri mavi ve yeşil olan.
gölle gaynatmek: Bulgur yapmak için veya yeme maksadıyla buğday veya mısır haşlamak.
göl olmek: Çok su birikmek, çok ıslanmak.
gömgök olmek: Vücut morarmak.
gömlek değişdirmek: Yılan deri değiştirmek.
göñnünü almek: Kırılan bir kimseyi sevindirerek hoşnut etmek.
göñül gomek: Gücenmek, alınmak.
görcek gözüm yok: Görmek istemiyorum
göt atmek: 1.at eşek gibi hayvanların zıplayarak arka ayaklarıyla çifte atması, 2.(mec)sevinçten zıplamak
götcep: pantolonun arka cebi
götden bacak: Kısa boylu şişman kimse.
götü boklu: Pis, değersiz, beş para etmez.
götün götün: Geri geri, kıçın kıçın.
götüñe sok: Argoda, senin olsun, ne yaparsan yap anlamında kullanılır.
götünü atmak: Bir arabanın arka tekerlerinden tutarak arka kısmının yerini değiştirmek.
götünü yırtmek: Bağırmak, feryat etmek.
göynü dönmek: Midesi bulanmak, kusacak gibi olmak.
göynü geçmek: İçi geçmek, uyuklamak
göynünü etmek: Yumuşak sözlerle razı ve memnun etmek.
göynü olmek: Sevip istemek, razı olmak, kabul etmek.
göynü olursa göynek geydiri: Canı isterse her işi yapabilir.
göz ağartmek: Sinirinden ya da korkutmak için gözlerinin akını göstererek bakmak.
gözelim ağlameyi gülmeynen geçirmek: Çocuk ağlayacağı yerde, büyüklerinin etkisiyle gülmek.
göz gulak olmek: Birnin ya da bir şeyin korunmasında dikkatli olmak.
göz nuru dökmek: İnce işler için emek harcamak.
gözü açık gitmek: Beklediği şeyleri görmeden ölmek.
gözü akmek: Gözü yaralanıp kör olmak.
gözü gararmek: Yorgunluk veya halsizlikten gözleri iyi görmemek.
gözü göynü açılmek: Sıkıntıdan kurtulup ferahlamak.
gözü kesmek: Bir şeyi yapabilme konusunda kendine güvenmek.
gözüñe diziñe dursuñ: Nankörlük edene yapılan ilenç sözü.
gözünü ayırmamek: İstenmeyen davranışı yapmaması için birine dikkat etmek.
gözünüñ öñünden gitmemek: Hiç unutmamak.
gözü tavıkgarası olmek: Katarakt hastalığı olmak.
gözü yerde: Düşmeye meyyal, çok sık düşen şey.
göz va izan va: Bir şeyin görme ve akıl yoluyla anlaşılacağını anlatır.
gucak çocuğu: Henüz yürümeye başlamamış, kucakta gezdirilen çocuk.
gucak gucak: Gözleri kapatarak çocuğu kollarına çağırma sözü.
gudum galdırmek: Ortalığı dağıtmak, tozu dumana katmak.
gulağı ağır eşitmek: Kulağı iyi duymamak.
gulağına çalınmek: Kulağına gelmek, tesadüfen işitmek.
gulağına gitmek: Duymak, duyulmak.
gulağına guymak: Aklına sokmak, bir bilgiyi sızdırıp kişiyi bir duruma hazırlamak.
gulağına sokmek: Zamanı gelince hatırlaması için bir şey söylemek, fikir aşılamak.
gulağına sölemek: Başkalarının işitmeyeceği biçimde fısıldamak.
gulağında galmek: Unutmamak, hatırlamak.
gulağıñda olsuñ: Unutma
gulağını çekmek: Kötü davranışı bir daha yapmaması için ikaz etmek.
gulağını çiñiletmek: Birini anmak.
gulakdan dolma: Başkasından duyularak elde edilen bilgi.
gulâ tozu: Kulak arkası, kulak dibi
gul haggı: İnsanların birbirine geçen hakları, emekleri.
gulunç durmek: Soğuktan kasları kasılmak.
gul yapısı: İnsan eliyle yapılmış, eksikleri olabilecek şey.
gum gibi gaynamek: Çok kalabalık olmak.
Guran kitap beni çarpsıñ: Kuran üzerine yapılan yemin
gurdâzı bâlamek: Kaybolan koyunu kurt yememesi için hocaya okutmak. (kurt ağzı bağlamak)
gurk olmek: Tavuk kuluçkaya yatmak istemek.
gurk tavığı: Kuluçkaya yatan, artık yumurtlamayan tavuk.
gurk tavık gibi: Evden dışarı çıkmayan erkekler için kullanılan yakıştırma.
gurk yatmek: Kuluçkaya yatmak.
gurma golu: Kurmalı saatlerde zemberek çevirme kolu.
gurşun dökdürmek: Eritilmiş kurşunu dökerek fal baktırmak.
gurt atmek: Et veya yaraya karasineğin larva bırakması
gurt düşmek: 1.kurtlanmak, 2.şüphelenmek
gurtlugucak: salyangoz
gurt yiniği: Yiyecek veya tahtada kurtçukların açtığı delik.
guru ayaz: Yağmursuz havadaki sert soğuk.
guru ekmek: Yanında katık olmayan ekmek.
guru iftira: Asılsız, hiçbir dayanaüı olmayan iftira.
gurum bâlamek: islenmek. (Kurum bağlamak)
guru yer: Üzerinde halı kilim olmayan toprak zemin.
guş gibi: Çok hafif.
guş guş etmek: İki kişi çocuğu koltuklarından tutup uçurmak.
guzu dişi: küçük taneli dolu
guzugöbeği: bir çeşit mantar
guzugulağı: Dağda ormanda yetişen ekşi yaprakları yenen bir ot.
gübbüdü gübbüdü: Sert adımlarla koşarak
gücü gücü yetene: Kimin gücü kime yeterse, hak hukuka değil güce dayanarak.
gülüş çığrış: neşeli bir şekilde ve kalabalık olarak
gün açılmek: Hava açılmak, güneş ortaya çıkmak
günağı gadâ sêmemek: Hiç sevmemek.
günaşığı/günaşık: ayçiçeği (güne aşık, gün aşığı)
gün batısı: Güneşin battığı yön, batı
gün doğusu: Güneşin doğduğu yön, doğu
gündoğan: 1.doğu yönü, 2.doğudan esen rüzgar
gün doğmek: 1.Güneş doğmak, 2.Ummadığı bir duruma erişmek, talihi yaver gitmek.
gün dönmek: Yılda iki kez günler uzayıp kısalmak.
gündönümü: Günlerin uzayıp kısalmaya başladığı 21 Haziran ve 21 Aralık günleri.
gündüz gözünnen: Henüz ortalık aydınlıkken (gündüz gözüyle)
güneş geçmek: Sıcak çarpmak,
gün görmek: 1.Güneş ışığını alabilecek pozisyonda olmak, 2.(mec)Mutlu olmak.
gün inmek: Güneş batmak üzere olmak.
günübirliğine: Aynı gün içinde, sabah gidip akşam dönmek üzere.
güvercin taklası: Arkaları birbirine dönük elleri dizlerinde olarak eğilen dört kişinin üzerinden takla atarak oynanan çocuk takım oyunu.
güz mantarı: Sonbaharda çıkan mantar.
-H-
habakam debakam: Hiç durmadan, sürekli olarak (Ha bakalım, de bakalım)
habaken: Tamam mı, anladın mı anlamında tembih onaylatma sözü (Hadi bakayım)
haba yumek: Kilim ve halı yıkamak.
ha bire: Durmadan, ara vermeden sürekli.
ha biri: İsmi lazım değil, ismini vermek istemediğim biri.
hadeyince: Çabucak, anında
hadibakam: Telaş ve üzüntü bildirir ünlem (hadi bakalım)
hadibaken: İstenileni yapması için tembihleme sözü (hadi bakayım)
hadi gâli: Şaşırma ünlemi
hadigoyuna: Koyun köpeğini ait olduğu yere, sürünün başına kovma sözü.
ha işde: Şöyle böyle, orta halli, idare eder.
hakına bokuna: Kar-zarar hesabı tam yapılamamış, karambole girilmiş iş.
hakından gelmek: 1.Zor bir işi başarı ile sonuçlandırmak, 2.Cezalandırmak, yenmek.
hak toplamek: Aynî ücreti yıllık olarak tahsil etmek. Genellikle harman kalktıktan sonra buğday olarak alınır.
hale yola gomek: Bir şeyi veya durumu düzeltmek, işleri yoluna koymak.
Halibram berkatı: Halilibrahim bereketi.
hamam gibi: Çok sıcak
hamamcı olmek: Gusül abdesti gerekmek.
ham düye: İlk kez buzulayan düve.
ham etmek: Çocuk dilinde yemek.
hamır aşı: evde kesilmiş makarna, erişte
hamır mendili: Ekmek yaparken hamur altına veya tekne üstüne kullanılan yaygı.
hamır yazmek: Fırına verilmek üzere hamurun ekmek büyüklüğünde yuvarlanarak parçalanıp mendil üzerine dizilmesi.
hanabakam: pekiştirilmiş hani edatı (hani bakalım)
hangı biri: Çok olanlardan hangisi?
han gibi: çok büyük, çok geniş
hapaz hapaz: Avuç avuç anlamında çokluk bildirir.
hap demek: Çocuk dilinde yemek.
harmancı durmek: Birisiyle sadece harman işlerini görmek üzere anlaşmak.
harmandan galkmek: Sapın tarladan harman yerine gelmesiyle başlayan hasat işlemlerinin sona ermesi.
harman davran: İşlerin hemen yapılması gerektiğini anlatır ikileme.
harman dırmığı: Nispeten küçük, sadece arkası sıyırgı olarak kullanılan tırmık.
harman galkmak: (mec)Sofradaki yemeklerin bitirilmesi.
harman süpürgesi: Çok sert ottan yapılan, çimler arasındaki buğday tanelerini bile toplayabilen dikey olarak bağlanmış, özel tasarım süpürge.
harman veresiye: Parasını harmandan sonra ödemek üzere yapılan alışveriş.
harmanyeri: Döven sürme, savurma, çalkama vs. hasat ile ilgili bütün işlemlerin yapıldığı yer.
hartos martos: Birbirini ite kaka kavga etme.
hasır olmek: Tarladaki ekin çok çiğnenmekten biçilip hasat edilemeyecek duruma gelmek.
haşadı çıkmek: çok yorulmak
haşeş çapaları: 1.Tarlada toplu olarak yapılan, yılın ilk işi. 2.Haşhaşların çapalandığı zaman, dönem.
haşeş daşı: üzerinde haşhaş ezilen taş.
haşeş dilmek: Taze haşhaş kapsüllerini, sakızını almak üzere özel bıçakla çizmek.
haşeş garması: Sürtülmüş haşhaşın şeker-su ile karıştırılmasıyla elde edilen, hem yemek hem de tatlı niyetine yenilen karışım.
haşeş gırmek: Olgunlaşmış haşhaşı kapsüllerini kırmak suretiyle hasat etmek.
haşindi: Hemen şimdi.
haşşöne: Bir durumu onaylama veya durumdan duyulan memnuniyet ünlemi (hah şöyle)
hatıl gafalı: Söyleneni geç ve zor anlayan anlamında hakaret sözü.
hatır almek: Gönlünü hoş etmek.
hatır hatır: Şiddetli kaşınmayı anlatır
hatırını gırmek: Birinin kalbini kırmak, onu üzmek, gücendirmek.
havını almek: Bazı yeni giyecekleri kullanmadan önce yıkamak.
haya giden: inatçı, burnunun dikine giden
hayay: “güya, sanki” ye yakın anlam veren bir edat. (Hayay biz yemeği bişirdik falan demedim)
hayırgör: Alışverişin kesinleştiğini gösteren el sıkışma.
hayır haber: ses seda, haber
hayırı galmemek: İşe yaramaz, kullanılamaz duruma gelmek.
hayırı olmamek: 1.Dermansız güçsüz kalmak, 2.Bir yararı dokunmamak.
hayır işi: Allah rızası için yapılan iş.
hayırlara garşı varam: Rüya için “hayır olsuñ” diyene verilen cevap.
Hécaza gitmek: Hacca gitmek.
hele bi: Korkutma, uyarma ya da vaat anlatır.
hele le: Şaşırma ünlemi
helle melle etmek: 1.Üstünkörü de olsa işi yoluna koymak; 2.Tencereden çıkarılan yemeği karıştırıp parçalamak.
hellicik/ellicik etmek: imrendirmek, özendirmek
hep berebâ: Elbirliğiyle, hep birlikte
herdâyim: her zaman, daima
herepsi: hepsi, tamamı, (her hepsi)
herifcioğlu: Kendisinden bahsedilen ve saygıyı haketmeyen kişi.
heryanı: Küçüklük veya azlık bildirir. (Her yanı üç dilim yedim.)
hesabına gelmek: Çıkarına uygun bulunmak.
hesap görmek: Alacak vereceği karşılaştırıp ödeşmek, borcunu ödemek.
heykel gibi: 1.Çok büyük, 2.Hareketsiz, duygusuz, durgun.
hılt olmek: gıcık olmak, hoşlanmamak, çok kıskanmak
hırt garınnı: Kıskanç.
hışır gibi: Çok ağır.
hocalâ yemişi: Bodur yabanıl bir ağaç ve onun küçük kırmızı meyveleri.
hopbecik etmek: Çocuk severken yukarı atıp tutmak.
hop etmek: Çocuk dilinde çocuğu zıplatmak.
hora geçmek: İşe yaramak, makbule geçmek.
hor gullanmek: Bir şeyi eskir yıpranır diye düşünmeden kullanmak.
hoşaf gibi: Yorgunluk, bitkinlik anlatır benzetme.
hoydur hoydur: başıboş gezip dolaşmak için söylenir
hökümallağına gitmek: Başsağlığı dilemeye gitmek (Elhükmü lillah)
höküm geymek: Kendisine mahkemece ceza verilmek.
hönkür hönkür : Şiddetli ağlama, hüngür hüngür ağlama.
hu hucu: Bir tarikat geleneğine bağlı olarak toplanıp zikreden.
huy edinmek: Bir şeyi alışkanlık haline getirmek.
-I-
ırât döşşeğinde ölmek: Evinde, sıkıntısız, eceliyle ölmek.
ırât etmek: Dinlenmek, sıkıntısız durumda olmak, ferahlamak.
ırâtı beyde yok: Çok rahat
ırâtına bakmek: İşini bitirip keyif yapmak.
ırâtını bozmek: Tedirgin etmek, keyfini kaçırmak.
ırazı gelmek: Uygun bulmak, kabul etmek.
ırık gelmek: şansı açılmak
ırıkı gaçmak: şansı, uğuru kaybolmak, morali bozulmak
ırzı gırık: Namussuz
ıscak geçmek: Başına güneş çarpmak.
ıscak gızmak: Öğle sıcağı bastırmak.
-İ-
icara vemek: Tarlayı kiraya vermek.
içdonu: Pantolonun altına giyilen içlik.
içi geçmek: uyuklamak
içi ılımek: ürpermek
ikidilli: yere ve zaman göre farklı konuşan, münafık
iki emek etmek: gereksizce aynı işi iki kere yapmak, silbaştan bir daha yapmak
ikiyebir: sık sık, ikidebir
ilaca yaramamek: Boşa gitmek, heba olmak.
ilan âzında gibi çığırmek: Çok büyük bir tehlikedeymiş gibi bağırmak (Yılan ağzında gibi)
ileri geri: Ivır zıvır
ilikevi/iliğevi: elbisenin düğmesinin geçtiği delik, düğme deliği
ilik oynamek: Sermayesi düğme olan oyun oynamak.
ilkevela: En önce, ilk önce.
ilman duzu: limon tuzu
ilman gibi: çok ekşi
ilyen takga: fötr şapka
imanı gevremek: Çok zahmet çekip fazla yorulmak.
inam etmek: güvenmek, inanmak
inadım inat adım Kel Murat: Çok inatçılık edenleri anlatmada kullanılır.
ince dalan: uzun, ince ve güzel vücuda sahip olan
incelek: Unu ince elemeye yarayan elek (ince elek)
indirli bindirli: Engebeli arazi veya yüzeyi düzgün olmayan şey.
iniş aşşağı: Bayırdan aşağı doğru.
ip burnu/ it burnu: Kuşburnu meyvesi
irêne gomek: Ödünç para için değerli bir şeyini rehin vermek.
İresil Buba: Resulbaba Tepesi.
irezillik çekmek: Sıkıntı, eziyet çekmak.
irezil olmek: Ortalıkta sahipsiz kalmak, rezil olmak.
irili ufaklı: Büyük küçük karışık.
îsana beñzemedik: Hakaret sözü
îsan gibi: İnsana yakışır biçimde.
îsan îsanıñ ağısını alır: Derteleşmek insanı rahatlatır.
îsan yañılmadan yeñilmezmiş: Hata yapan mağlup olur.
İscêsar eşşeği gibi: Çok fazla inatçılık yapan kimse. (İscehisar)
isdop etmek: Motor durmak, duruvermek.
iş buyurmek: Yapılacak bir iş için emir vermek.
iş çıkarmek: Hesapta olmayan sıkıntılara neden olmak.
iş çıkatdırmek: Planda olmadığı halde hesapsızca yeni gaileler açmak.
işden galmek: Boşa meşgul olarak çalışamaz hale gelmek.
işde yüzü: Kendisi burada
işgayıt vatdı: Çiftçilik işlerinin en yoğun olduğu dönem. (iş kayıt vakti)
işgötü: İş disiplini, çalışma azmi, isteği.
iş görmek: Birini sıkıntıdan kurtarmak.
işim iş gaşşığım gümüş: İşi tam istediği gibi olmak.
işiñ görülsüñ: Benim çıkarım yok, maksadım senin işini halletmek.
işiniñ adı ne: Nasıl olsa işi yok, vakti müsait.
iş kesmek: Zorluk çıkarmak.
itdirseği: gözkapağında çıkan sivilce, arpacık
itiñ götüne sokmek: Ağır sözler söyleyerek rezil etmek.
iyidemir/iğdemir: ağaç oymada kullanılan ucu keskin demir
izi gurumamek: Kısa süre içinde, öncekinin tam tersini yapmak veya söylemek.
İzmir mıkı: En büyük çivi.
-K-
kakıla galmek: Yığılmak, birikmek, dolmak.
kâyası mısıñ: Sana ne, seni ne ilgilendirir
kâyası olma: Seni ilgilendirmez, burnunu sokma.
keat gibi: Çok ince
keçi inadı: Bir türlü yumuşamayan inat.
kefin parası olsuñ: Haksızca kaybedilen paranın ardından edilen beddua
kelem dolması: Lahana sarması
kelkâya: Münasebetsiz, her şeye burnunu sokan (kel kahya)
kelkör: İyi kötü, nasıl olursa olsun.
kellan: Keloğlan
kelle çıkarmek: Arpa buğday başaklanmak.
kelle soğan: Kuru soğan.
kel kâya: Yetkisi ve bilgisi olmadığı halde her şeye karışan, burnunu sokan.
kemik atmek: Oylamak, susturmak için birine bir şey vererek veya bir sözle avutmak.
kendini gurtarmek: Kendini geçindirecek duruma gelmek.
kerbar böceği: uğurböceği
kerbar gibi: Koyu sarı, kehribara benzer.
kerpiş kesmek: Kalıplara balçığı dökerek kerpiç yapmak.
kesdenkele: kertenkele
keser görmüş de tasar görmemiş: Ölçüsüz dengesiz hareket eden kişiyi anlatır.
kese yoğurdu: Süzülmüş yoğurt.
keşine gülmek: Kötü duruma düşen birisinin o haline sevinmek.
kıh etmek: Çocuk dilinde hayvan kesmek veya bıçak bir şeyi kesmek.
kırı kırı: 1.Eşek çağırma ünlemi, 2.Bir şeyi yapma zorunluluğunu anlatır. (Kırı kırı gelceñiz, gelmeñ de gören!)
kısagollu: Tişört, kısa kollu gömlek.
kıyır kıyır: Sebze ve meyvelerde tazelik anlatır.
kimdirenci: Sık sık sorulan kim sorusuna verilen protesto cevabı.
kime dôôn: Hey sana söylüyorum, sözümü dinle anlamında uyarı sözü. (Kime diyorum!)
kime döoñ: Uyarılarım dikkate alınmıyor anlamında yakınma sözü (Kime diyorsun!)
kimi kimisesi: Yakınlarından olan kişiler.
kir götürü: Üzerindeki kiri belli etmeyecek renkte olan.
kirli çıkı: Ne yapıp edip bir kıyıya biraz para koyabilen kişi.
kirman eğirmek: Kirman ile yün eğirmek.
kişi başı: Bir toplulukta her bir kimseye düşen miktar.
kitaba el basmek: Kurana dokunarak yemin etmek.
kokar ibubuk: ibibik kuşu, çavuş kuşu, hüdhüd
köken atmek: Nane, çilek gibi bazı sebzeler kökten sürerek çoğalmak.
kök sökdürmek: Çok güçlük çıkarmak, uğraştırmak.
köme köme: Yığın yığın, çok kalabalık, küme küme.
köpekbalığı: Yumurtadan yeni çıkmış kurbağa yavrusu.
köpek samırsağı: Yabani sarımsak.
köpôlu/köpôlusu: itoğlu it gibi bir hakaret sözü (kelp oğlu)
köprü gurmek: Güreşçi tuş olmamak için baş ve ayaklarıyla direnmek, köprü durumunda kalmak.
köpük helvası: Sıcak su ile karıştırıldığında köpüren çöğen kökünden yapılmış yaz tatlısı.
kör duman: Çok yoğun sis.
kör gandil: Işığı çok az kandil.
kör guyu: Suyu olmayan, kurumuş kuyu.
kör olasıca: İlenme sözü.
kösdek olmek: Engel olmak.
kösdübek dabancası: Köstebek avlamak için kurulan kapan.
köşe gapmaca: Birbirinin yerini kapmaya çalışan çocukların oynadığı oyun.
kötü olmek: 1.Beğenilmemek, takdir edilmemek; 2.Sağlığı bozulmak, hasta ağırlaşmak.
kötüye çekmek: Yanlış, hoşa gitmeyen bir anlam yüklemek.
köy yeri: İnsan yoğunluğu olarak köy hali.
küfül küfül: Serinletici rüzgar esintisini niteleme sözü.
küldürköme: Hep birden, toplu olarak.
kül gibi: Benzi soluk, renksiz.
küseniñ payı datlı olur: Küsüp de yemeyen kişinin hakkını yemeye dair bir atasözü.
küt etmek: Aniden küt diye ses çıkararak kırılmak.
kütük gibi: Çok şişmiş.
-L-
laf eşitmek: Azarlanmak, paylanamak.
lafına uymek: Dediğini yapmak, tavsiyesine göre hareket etmek.
lak lak etmek: 1.Şundan bundan konuşmak; 2.Arka üstü yatan kimse ayaklarıyla çocuğu kaldırmak.
lekine girmek: Kaybedilenleri kazanma seviyesine gelmiş olup henüz kara geçememiş olma durumu.
lélek gagağı: Uzun yapraklarının uçları kuruyunca kıvrılan ot.
lıkgadak otumek: Hamur pişmemek, çiğ kalmak.
lom lom inmek: Damdan düşercesine ağır sözler söylemek.
lömbüdü lömbüdü: Ağır ağır sallanarak yürümeyi anlatır.
-M-
macıngök: Ham, olgunlaşmamış.
mâfolmek: Berbat olmak, onulmaz duruma gelmek, mahvolmak.
mahana bulmek: Sebep göstermek, bahane bulmak.
mah! mah!: Köpeği çağırma ünlemi.
makes bağı: Çatıya eğik olarak konulan direk.
malamat etmek: Birinin ayıbını ortaya çıkararak onu utandırmak.
malbazarı: Hayvan pazarı
mal cannısı: 1.Mala çok düşkün olan kimse, 2.Hayvanlarla ilgilenmeyi seven kişi.
mallara bakmek: Hayvanları yemlemek, sulamak, altını temizlemek gibi işler.
mani mani oynatmek: Her istediğini yaptırmak, parmağında oynatmak.
mantar dabancası: zararsız mantar mermisi atan, bayramlara has çocuk tabancası, tıraka
mari donu: Ensiz şalvar
maya gabı: Hamur mayası saklamak için kullanılan kap.
mayalı bükme: Mayalanmış hamurla yapılan börek.
mayır muyur: Net, belirgin olmayan durumlar ve sözler için.
mâyiniye gitmek: Asker alımından önce Askerlik Şubesinde muayene olmak.
mefât etmek: ölmek, vefat etmek
mehel galmamek: Gerek kalmamak, gereği olmamak.
mehel görmek: Uygun bulmak, layık görmek.
mehel yok: Gerek yok, lüzumsuz.
melem gibi: krem kıvamında olan
melem olmek: 1.Bir derde çare olmak (merhem), 2.Krem kıvamında ezilmek.
mel mel bakmek: Boş boş, aptal aptal bakmak.
memeden ayırmek: Çocuğu emzirme sürecini tamamlamak. Sütten kesmek.
memede olmek: Henüz annesini emerek beslenen bebek için.
memeden kesmek: Çocuğu artık emzirmemek.
mendil atmek/gapmek: Düğünlerde gelin erkek evine girerken, yüksekçe bir yerde damat ve sağdıcın, içine çerez ve bahşiş doldurulmuş el mendili çıkısını kalabalığa atması ve seyircilerin bu mendili yakalamasıdır.
merabası olmek: Bir kimseyle şöyle böyle tanışıklığı olmak.
meram añnamek: Halden anlamak, uyumlu davranmak.
mesarif görmek: Alışveriş yapmak.
mesarifi çekmek: Bir iş için yapılan harcamaları ödemek.
meşegülü: kasımpatı, karizantem.
metdap gaçgını: Okuldan kaçmayı alışkanlık haline getiren öğrenci.
metdeynek: çelik çomak
mıcık gibi: Sıkı etli, semiz kimse/hayvan.
mılığını eğmek: Surat asmak, somurtmak, kırgınlığını belli etmek.
mıncığını çıkarmek: Meyve vb şeyleri ezip suyunu çıkarmak.
mındar gitmek: 1.Hayvanın kesmeye yetişemeden, kan akıtamadan ölmesi, 2.(mec)İnsanın yıkanmadan ansızın ölme olasılığı
mındariliği: Hayvan kesilirken, zamansız koparıldığında hayvanın murdar olacağına inanılan damar. Şahdamar.
mırığı düşmek: Bir sebeple suratı asılmak, morali bozulmak.
mırığı gırık: morali bozuk, yüzü asık
mollolu gabağı: Yemeği yapılan ince, uzun, beyaz kabak. (mollaoğlu)
morduman gavuru: Çok aksi ve aşırı geçimsiz kimse.
mukdar çakmağı: çakmak taşından çıkan kıvılcımın benzinli fitili tutuşturmasıyla çalışan çakmak
mumak gibi: çok tatlı, lezzetli
Musaf çarpsıñ: Yemin sözü
muzmar bellemek: Zıt gitmek, sık sık rahatsız etmek, tebelleş olmak.
-N-
nacap: Nasıl, niçin, neden (ne acep)
nâ ne deyen: Ne desem boş (Naha ne diyeyim)
nazı geçmek: İstemediği şeyleri bile yaptıracak kadar samimi olmak.
nébilem: Nereden bilelim, haberimiz yok ki (ne bilelim)
nébilén: Kararsızlık sözü (ne bileyim)
ne dadı va: Sürmekte olan bir durumdan hoşnutsuzluğu anlatır (Gapat şu irediyoyu, ne dadı va)
nêdén: “nêdiyoñ “ hal hatır sorusuna verilen cevap, her zamanki gibi (ne edeyim)
ne diye: Niçin, ne amaçla?
nêdiyoñ: Hal hatır sorma sözü, nasılsın, ne yapıyorsun.
nedöoñ: Ne diyorsun?
neen neen nen: Çocuk uyutulurken söylenen ninninin ritmi.
ne garın ârısıysa: Adı söylenemeyen, hatırlanamayan şeyler için söylenir.
négıdâ: ne kadar
nennen demek: Çocuk dilinde uyumak.
nên nên nen: Çocuğu uyutma, ninni söyleme ünlemi.
nênoñ: karışma! Sana ne! (Öfkeyle söylenir) (ne eyliyorsun)
nerde çalgı orda galgı: İşi gücü oyun eğlence olan kimseyi anlatır.
nérden gelmiş: Bir itiraz ve kabul etmeme ünlemi (Nerden gelmiş de sizin oluyomuş bu tarla!)
nétcén: istemem, ne yapacağım, işime yaramaz (ne edeceğim)
nétcéñ: ne yapacaksın (ne edeceksin)
nétcéñiz: ne yapacaksınız (ne edeceksiniz)
nétcéz: Ne yapacağız (ne edeceğiz)
ne ütüyoñ: Ne tat alıyorsun, çıkarın ne, niçin yapıyorsun
né va: değil mi anlamında onaylatma ünlemi (ne var)
ne yalan söliyen: İşin doğrusunu söylemek gerekirse.
néynicéñ/nênicéñ: sana ne, üzerine vazife değil (ne eyleyeceksin)
néyniyén/nênén: bana ne, beni ilgilendirmez (ne eyleyeceğim)
ne yüzünen: Hiç utanıp sıkılmadan.
nişan gomek: Bir şeyi daha sonra tanıyabilme veya ölçme amacıyla işaretlemek.
nobal atmek: Sorumluluk yükleyerek zor durumda bırakmak.
nobalı boynuña: Ben karışmam, sorumluluk sana ait.
noldum delisi olmek: Sonradan görüp de şımarmak.
noot yolması: Nohut hasadı.
nöbet gapmek: Sıra almak, sıraya girmek.
-O-
ocak güyümü: Sürekli ocakta veya soba üstünde tutulan, sıcak su kaynağı güğüm.
ocâ sönesice: Çocukları azarlama sözü.
odabaşı: Düğünde çalgıcılara kılavuzluk yapan, onların odada konaklamalarına nezaret eden görevli.
oda dutmek: Ekmek veya tepsiyi ateşin daha şiddetli olduğu yere sürmek.
odocak: Ev bark gibi bir ikileme (od ocak)
odu ocâ sönesice: İlenme sözü.
oguda: o kadar
oğmeç çorbası: Ovalayarak elde edilen hamur parçalarından yapılan çorba
oğulbalı: Yeni kovandan alınan, beyaz, dolgun petekli ilk bal.
oğul vemek: 1.Kovandan o seneki yeni kuşak arının toplu olarak çıkıp başka bir yere yerleşmesi, 2.(mec)çok kalabalık olmak
oğul veri gibi: Çok kalabalık böcek.
okgayışı: okun bağlandığı kemer
okgokgopilav: baykuş, (çıkardığı ses buna benzetilmiş: okka okka pilav)
ôlan evi: Düğünde erkek tarafı.
ôlanhamamı: Düğünde erkeklerin hamam eğlencesi, oğlan hamamı
olmadan gidesice: Genç yaşta ölmesi için edilen beddua
olmeye gomiye ermiyesice: Pekiştirmeli beddua (olmayasıca, koymayasıca, ermeyesice)
olmaz olasıca: Yokluğu varlığından iyidir anlamında söylenir.
ondan keri: Ondan sonra, ondan dolayı.
orağa gitmek: Yevmiye usulü birine tırpanla orak biçmeye gitmek.
orta garer: Aşırı olmayan, orta derecede.
ortalık ağarmek: Gün ışımak, sabah olmaya başlamak.
ortalık gararmek: Akşam olmak.
orta ok: Arabalarda arka dingili ön dingile bağlayan ok.
ortasını bulmek: Uzlaştırmak, orta yol bulmak.
orucu sünmek: Orucu bozulma aşamasına gelmek.
oruç yimek: Oruç tutmamak.
ossurgan böceği: Yürürken kötü bir koku salgılayan siyah böcek.
ot aşı: Baharda içine bulgur katılarak yeşil otlarla yapılan yemek.
ot gazmek: Baharda, yenecek bazı otları bıçakla kökünden koparıp toplamak.
ot orakları: 1.Çayırlar mevkindeki otların biçilmesi, 2.Gündönümü sonrası ilk Cuma günü başlayan ve yaklaşık 15 gün süren dönem.
ot tômu: 1.Buğday arasına karışan ve siyah tohumları olan bir ot, 2.Hakaret sözü. (ot tohumu)
otumeye gitmek: akşam oturmasına gitmek (kadınlar arasında yapılır)
oturup galkmek: Arkadaşlık etmek.
otuzbir çekmek: Masturbasyon yapmak.
oyuma girmek: Çıkım çıkarken öndeki bir bölgeyi oyma tekniğini kullanmak.
oyun çıkatdırmek: Çocuklar gösteri yapar gibi oynamak.
oyusam: Halbuki, oysa, oysa ki.
ozman : Madem, öyleyse (o zaman)
-Ö-
ödü bokuna garışmek: Çok korkmak
öküz aleyisselam: Aptal, bön.
öküz gibi: aptal, anlayışsız.
ȫlen olmek: Uyanmak veya işe başlamak için çok gecikmek. (ȫlen oldu bizimki daha galkmadı)
ölen üstü: Öğleye doğru, öğle vakti.
ölmüş eşşek aramek: Bir malı yok pahasına almaya çalışmak.
ölü evi: cenaze çıkan ev
ölü evi gibi: Aşırı sessizlik, sakinlik ve hüznün hakim olduğu ortamları anlatır benzetme.
ölü fiyatına: Değerinden çok ucuza.
ölü ölmek: Birinin vefat etmesi.
ölüyeri: Cenazenin haftası içinde verilen ölü yemeği.
ölür müsüñ öldürü müsüñ: Çok kızılan bir durumda çaresizliği anlatır.
ömrü vefa etmemek: Amacına ulaşamadan ölmek.
öndüç etmek: Dönüşümlü olarak bir işte yardımlaşmak.
öne ya: Kuşkusuz, elbette, doğal olarak.
öñgol: Hayvanlarda ön bacak.
öñüne diñelmek: Gelin yakını erkek çocuk bahşiş almak için gelin arabasının önünde durmak.
öñüne düşmek: Bir işte birilerine yol göstermek.
öñüne geçmek: Bahşiş almak için gelin arabasının önüne geçmek.
örneğini çıkarmek: El işinde tıpkısını yapmak.
örnek almek: Model olarak kullanmak üzere el işini ödünç almak.
örs-çekiş: Orakçı torbasının olmazsa olmaz ikilisi, tırpan çekiçleme aletleri.
örükleme olmek: Bir deri hastalığına yakalanmak.
ösüz doyuran: Normalin üstünde büyük kapü bardak vb. için söylenir.
öteberi: Her türlü nesne, medde, erzak için kullanılan ikileme.
ötebete: şu bu, öteberi
öte düñya: Ahiret, öteki dünya.
ötesi berisi: Nesi var nesi yoksa her şeyi.
ötögün: Dünden önceki gün. (öteki gün)
ötüyaka: öbür taraf, diğer yan
öveyana gibi: Şiddetli azarlamayı anlatır (üvey ana gibi)
özek demiri: Arabalarda ön dingili oka bağlayan demir.
özek ziggesi: Arabalarda dingilleri birbirine bağlayan kalın çivi, zigge.
özü sözü bir: Sözleriyle davranışları aynı doğrultuda olan kimse.
-P-
palas pandıras: paldır küldür, plansız, ölçüsüz
para çevirmek: Düğünde oynayanın başının çevresinde para döndürerek bahşiş vermek.
para gapdırmek: Parasının başkasının eline geçmesine meydan vermek.
para getimek: Kazanç sağlamak.
parası çıkışmamek: Harcama için parası yetişmemek.
parasını çıkarmek: Harcanan parayı karşılayacak kadar kazanç sağlamak.
para yimek: Hesapsız harcama yapmak.
parça kesek: bölük pörçük, parça parça
paşa çayı: Küçük çocuklara içirilen soğuk ve açık çay.
paşa sirkeni: Bir çeşit yabani ıspanak.
peçi peçi: Keçileri çağırma ünlemi
pençe mıkı: Ayakkabıya pençe vurmada kullanılan büyük başlı kısa boylu çivi.
pençe vurmek: Ayakkabıya pençe yapmak.
perşembe gelini: Üç gün sürdükten sonra Perşembe gelin inmesiyle sona eren düğün.
peştatda: Kuran okurken veya ders alırken üzerine kitap konan küçük sehpa (peş tahta)
petür pütür: Pürüzlü yüzeyler için söylenir.
peygamber bazarlığı: Ölçmeden tartmadan yapılan pazarlık.
pey parası: Peşinat olarak verilen para.
pılıpırtı: giysi ve küçük ev eşyaları için kullanılır
pilav dökmek: Düğünde, cenazede pilav ziyafeti vermek.
pire gibi: Hareketli, çevik kimse.
pis bıyık: Bıyığı hoş ve güzel görünmeyen kimse.
pisem pisem: Kediyi çağırma ünlemi.
pisi pisi: Kedi çağırma ünlemi.
put gibi durmek: Sessiz, sakin, hiç kımıldamadan durmak.
pütür pütür: Düzgün olmayan yüzeyleri anlatmak için söylenir (Barmaklam pütür pütür oldu)
-R-
-S-
saatler olsuñ: Traş olan ya da hamamdan çıkana söylenir (sıhhatler olsun)
sabahda sabah: Sabaha kadar.
sacırağı/sacırak: sacayağı
saçak altı: 1.Duvar kenarında, tam olarak saçağın altına denk gelen, güneş ve yağmurdan korunaklı yer; 2.(mec)Hafif korunaklı yer, sığınak.
sadeyağ: tereyağı
sadırazam: Cevizli lokum.
sâdış diñelmek: Damadın yanında usulden sağdıç olarak durmak.
sağıl dağıl olmek: 1.Sağılan koyunlar serbestçe sağım alanından çıkmak, 2.(mec)Her biri bir yere giderek topluluk dağılmak.
sağırgulağı: Köy içinde duvar kenarlarında çıkan, tohumları uyuşturucu etkili bir ot.
sakızlı/sakızlı ümmet: Gereksiz yere konuyu ve sözü uzatan.
salına girmek: Cenazeyi taşımak için saf oluşturmak.
salıngeç gurmek: İpli salıncak düzeneği yapmak.
salmafıtçı: Üzerine ip sarılarak döndürülen topaç.
salma/salgı salmek: Vergi koymak.
saman çinnemek: Saman arabasında veya samanlıkta tepinerek samanı sıkıştırmak.
saman deliği: Samanlık duvarında, arabayı yanaştırıp samanı boşaltacak büyüklükte pencereye benzer delik.
saman dökmek: Saman vererek hayvanları yemlemek.
saman eşmek: Arabadan saman indirmek ve samanlığa yerleştirmek.
saman gafa: Akılsız, aptal.
saman gibi: Tatsız tuzsuz, yavan.
saman saşgı: Harmanda taneden sonra geriye kalan sap, saman vs.
saman sepedi: Saman taşımaya yarayan büyük sepet, sele.
saman tatdası: Saman gibi hafif ve hacimli şeyleri daha fazla taşıyabilmek için arabaya konulan, normalden daha büyük yan (dayama) tahtası
saman tatdası vurmak: Saman çekmek için arabanın tahtalarını değiştirmek.
saña kemik atan yok: Bu konuda sana söz hakkı vermedik, sus, anlamında söylenir.
sañgadak gidesice: İlenç sözü.
sapa gitmek: Tarladan harmana sap çekme işi.
sap çekmek: Biçilen ekini tarladan harmana getirmek.
sap yiyip saman sıçmek: Ne dediğini ne yaptığını bilmemek.
sarıbuydey: Unu, bulguru, makarnası makbul, koyu sarı renkli bir buğday türü.
sarıcarı: sarı renkli yabani arı
sarı çiyan: Sinsi, hain, sarışın kimse.
sarımsak döymek: (mec)Koşum hayvanları olduğu yerde durarark adım atmak. (havanda sarımsak döver gibi)
satımkar olmek: Satmaya niyetlenmek, satmak istemek.
sassı sassı kokmek: Çürük, küf gibi kokmak.
satıp savmek: Gereken para için mallarını yok pahasına satmak.
sayılı goyun çabık êsilir: Sürekli sayılan para veya malın bereketsiz olduğunu anlatan atasözü.
sayılı gün: Sayısı belli, az sayıdaki günler, Ramazan ayı.
selâlâ verilmek: Ezandan önce sela okunmak.
sel götümek: Aşırı yağmur yüzünden su altında kalmak.
senesi gelmek: Üzerinden bir yıl geçmek.
senet sepet: Senet ve senet yerine geçen resmi belgeler.
sen gidêken ben geliyodum: Ben senden çok bilirim bunları, beni aldatamazsın.
sergi sermek: Kurutmak için bulgur, tarhana gibi şeyleri haba kilim üzerine sermek.
sevaba girmek: Hayırlı bir davranışta bulunmak.
sıfra gomek: Misafire yemek ikram etmek.
sıfreyi galdırmek: Yemekten sonra yer sofrasını toplamak.
sığıra sürmek: İnekleri sabahleyin köyün ortak sürüsüne katmak.
sığır dağılmak: Akşama yakın sığır sürüsü köye girerek her bir hayvan evlerine yönelmek.
sığır eğleği: Sığırların yaylıma gitmek üzere sabah toplandıkları yer.
sığırguyruğu: Boyu bir metre uzayan, sarı çiçek açan, geniş yapraklı çok yıllık bir bitki.
sığır gütmek: Köyün ortak sığır sürüsünü ücret karşılığı otlatmak.
sığırıbızağıyı sürmek: Büyükbaş hayvanları, köyün diğer hayvanlarıyla birlikte otlaması için sabah evden çıkarmak.
sığırıñ öñüne geçmek: Evi bulamayan hayvanı getirmek üzere sığır dağılırken karşılamak.
sığır sidiği: Zikzaklı bir örgü modeli.
sıkı durmek: Güçlü dayanıklı olmak, dikkatli bulunmak.
sıkı dutmek: Önem vermek.
sıkış depiş: Zorlukla sığarak, çok sıkışık olarak.
sıkıya gelememek: Zor bir duruma dayanamamak.
sıkı yapışmek: Kuvvetlice, sıkıca tutmak.
sıpabuyduran: Güneşli ama soğuk kış havası.
sırasını savmek: Görevini yerine getirmek.
sırçabarmak: Küçük parmak, serçe parmak.
sıreyi düzmek: Ekilen tohum sırada belirecek kadar filizlenmek.
sırtına almek: Birini sırtında taşımak.
sırtına binmek: Birinin sırtında kendini taşıtmak.
sırtını çinnetmek: Yel, kulunç veya yorgunluk nedeniyle birine sırtını çiğneterek rahatlamak.
sırtını sığeşlemek: (mec)takdir etmek, teselli etmek, moral vermek
siçanguyruğu: Sıvının az aktığını anlatır.
sidikliğini bağlatmek: Karısıyla münasebetini engellemek için erkeğe büyü yapmak.
sidik zoru olmek: Çişini tutamamak, sık sık tuvalete gitmek.
siğil atmek: Kurbağadan siğil bulaşmak.
s.ki çarşafa doleşmek: Beceriksizliğinden ne yapacağını şaşırmak.
s.ki daşşağına dek: Çok iyi durumda, işi tıkırında.
sile sile: Ağzına kadar dolu, tam dolu.
sineğipi: Sinek denilen büyük çamdan oyma su kaplarından ikisinin ağırlığını çekecek sağlamlıkta kendir örmesi ip. (sinek ipi)
siyim siyim: Yağmurun ince ince yağış şekli.
soğuk geçmek: Üşüterek hastalanmak.
soğuk vurmek: Şiddetli soğuk etkisiyle bitkiler ölmek.
sokugafa: Başı öne eğik dolaşan, içten pazarlıklı kimse.
soluğalmek: Dinlenmek.
soluğu gabarmek: Yorgunluktan nefes almakta zorlanmak.
soluk soluk: Ara ara, dinlene dinlene
sônadan görme gavurdan dönme: Eski inanç ve alışkanlıklar kolay değiştirilmez.
soñ kesen: Evin en küçük çocuğu.
soñu gelmek: Doğum sonrası plezentanın düşmesi.
soñ zaman: Bir sürecin son vakitleri. (Irâmetlik soñ zaman iyice çökdüydü)
sopayassırı: dayaklık, sopayı hak eden
sormaşeker: Ağızda sorularak eritilen sert şeker.
sormuk çiçeği: Pembe renkli çiçeklerinin kökü tatlı olduğu için emilen bir orkide türü.
soyunku soya, sümüğüñkü sümüğe: Herkes aslına çeker.
Söğüdaltı: Dere boyunca devam eden ağaçlık bölgeye verilen ad.
söz bir Allah bir: Allahın birliğiyle sözüne edilen yemin.
söze bakmek: Önerileri dinlemek, uyumlu ve uslu olmak.
söz temsili: Sözün gelişi, örneğin.
sözünden çıkmamek: Birinin sözüne uymak, davranışlarını ona uydurmak.
sucuk gomek: Mahalle fırınında sucuk pişirmek.
su dökmek: Küçük apdestini yapmak, işemek.
su dökünmek: Boy abdesti almak.
su gaçırmek: Kap veya boru su sızdırmak.
su gapmek: Yara içine su alarak azmak.
sulfolmek: Uzlaşmak, anlaşmak.
su nanesi: Sulak alanlarda çıkan yaban nanesi.
su saldırmek: Artezyen kuyusu açmak için sondaj yaptırmak.
su selası: Cenazenin yıkanmakta olduğunu bildiren sela.
su sulamek: Herhangi bir yeri, tarlayı sulamak.
su tası: bardak
so yolağı: Suyun aktığı yer, mecra.
suyolu: Şiş ile örgüde bir motif.
su yörümek: Ağacın dallarının sulanması.
suyuna gitmek: İtiraz etmeden, yumuşak davranarak istediğini yaptırmak.
suyunu dökmek: Hoca cenazeyi yıkarken ona yardım edip su dökmek.
suyu seli galmamek: Suyu bitmek, suyunu çekmek.
sünet etmek: Söğüt dalından düdük yaparken kabuğun fazlalığını kesmek.
süsbüberi: Küçük ama çok acı biber.
süsüne bakmek: Bir şeyi hiç kullanmayıp öylece bekletmek.
süvarilik vurmek: Pantolonun en fazla yıpranan arka ve diz kısımlarını yamatmak.
-Ş-
şak etmek: 1.ikiye bölmek, 2.Tomruğu uzunlamasına dilimlere ayırmak.
şamata etmek: Ağız dalaşı, laf kavgası etmek.
şamata şakırtı: Rahatsız edici sesler, patırtı kütürtü.
şar şor: Gayrı ciddi, sulu hareketler için söylenir.
şart olsuñ: Kuvvetli yemin sözü.
şavılı gaymek: 1.statik dengeyi kaybetmek, yıkılacak gibi durmak; 2.(mec)İnsan vücudunun eğri durması.
şâyâ çıkmek: Söylenti, kötü şöhreti yayılmak (şayia)
şeriñe nenni: Sesinle uğraşılmaz, başa çıkılmaz.
şeytanıñ bol olsuñ: Kumarda, şansın bol olsun anlamında.
şeytan uçurtması: kasnaksız, sırf kağıttan yapılan uçurtma
şıdı şıdı bakmak: Belli ederek dik dik bakmak.
şıldır şıldır: Bakış için kullanılır
şişini indirmek: Havasını çıkararak kabarıklığını gidermek.
şiv gitmek: 1.Dikişte eğri dikmek, 2.(mec)Doğru yolda gitmeyen, sapkın; 3.Parasal yönden ipin ucunu kaçırmak.
Şubatıñ sıpası Martıñ arpası: Şubatta döllenen sıpa ile Martta ekilen arpanın kalitesi.
şugudâ/şugudâcık: şu kadar, azıcık
-T-
taharna garmek: Yoğurt göce ve naneyi karıştırarak tarhana hazırlamak.
takır takır gurumek: 1.Bir şey güneşte çok durmaktan fazla kurumak, 2.Sıkıntı ve kederden çok fazla zayıflamak.
taktak: Yerel üretim su motorlu, römorklu araba.
talvara gitmek: Mola vermek
tañ tañ: Şiddetli öksürüğü anlatmak için söylenir.
tañyeri ağarmek: Şafak sökmek, ortalık ağarmaya başlamak.
tarla paklamek: Biçilmiş ekini annat tırmıkla yığın yaparak tarlayı ekinden temizlemek.
tarlatakga: Bağ-bahçe gibi araziler için kullanılan bir ikileme
tatdalıköy: Öbür dünya, ahiret, mezarlık.
tatdalıköyü boylamek: ölmek
tatdeye galkmek: Öğrenci öğretmenin talimatıyla karatahta önüne gelmek.
tava gelmek: Hayvan çiftleşmeye hazır olmak.
tavığıñ uyanığı horuza civci gütdürü: Çocuklara bakan erkeklere takılmak için söylenir.
tavıkgarası: görme zorluğu, katarakt (tavuk karası)
tavık gibi dünemek: Erkenden yatmak.
tavıkgötü: Ayak tabanında çıkan köklü siyil.
tav tav: ara ara
tâvütlü metdup: Taahhütlü mektup
taygelmek: İkinci evliliğini yapan kadın, kocasının evine giderken yanında ilk eşinden çocuğunu da götürmek.
tay tay durmek: Yeni yürümeye başlayan çocuk ayakta durmak.
tedarikli bulunmek: Parasal olarak hazırlıklı olmak.
tefini germek: Müşkül duruma düşürmek, acı çektirmek.
tekâze etmek: Sitem etmek, başa kakmak.
tek durmek: Yaramazlık etmemek, uslu durmak.
tek durmamek: Kendisini tutamayıp yasaklı iş yapmak.
teker çekdirmek: Araba tekerini, şınasını kestirip germek suretiyle sağlamlaştırmak.
tekesakalı: İnce uzun püsküllü yaprakları yenen bir kır otu.
tekne gazıntısı: Yaşlı ana babanın son çocuğu.
tek tek geymek: Çift giyilmesi gereken ayakkabı, çorap vs. farklı farklı giyilmek.
telaşe mamuru: gereksiz yere telaşlanan ve çevresini telaşa veren kimse.
tel çekmek: 1.Telgraf çekmek, 2.Tarlanın çevresine dikenli telle çevirmek.
telelva: Pişmaniye (tel helva)
tel gazığı: Tarla çevresine dikenli tel çekmede kullanılan ağaç direk.
tellal bağıtdırmek: Bir haberi tellal aracılığıyla duyurmak.
tembek etmek: Tembihlemek.
tembel tenike: Ders çalışmayı sevmeyen öğrenci.
temize gitmek: Temyiz mahkemesine başvurmak.
temşitlê verilmek: İmsak vaktini bildiren ilahi, salavat vs. okumak.
teneşire gelesice: İlenç sözü.
tepil tüpül: Yeni yürüyen çocuğun düşe kalka ilerlemesi.
tepsi etmek: Fırında bükme börek türü şeyler pişirmek
tereziye vurmek: Karşılaştırmak, iyice tartarak düşünmek.
ter olsuñ/teryaman olsuñ: Oh olsun, beter olsun.
ters atmek: Boklukta biriken tersi taşımak
teri soğumak: Dinlenmek, nefeslenmek.
ters çekmek: Hayvan gübresini alıp tarlaya götürmek.
tersi bokdur: Bahsedilen kişi o işi yapabilir.
tersi devrilmek: Şaşkınlıktan yer ve yön duygusunu yitirmek.
tézçabık: Çok çabuk, hemen.
tıkır almek: Alay etmek, dalga geçmek.
tiğteber: meteliksiz, züğürt (tiğ ü teber şah-ı merdan)
tingil tokmak gılmek: takla atmak
tiñ tiñ: Tırıs koşan at.
toğoma garmek: Kartlaşmak.
tok eviñ aç kedisi: Herşeyleri varken açgözlülük eden çoçuk.
tok garnına: Karnı tok iken.
toklubaşı: Yemeği yapılan, hamur işlerinde kullanılan, sert ve tüylü yapraklı yabani bir ot.
toprağı çekmek: Memlekete dönüşün ardından hemen ölmek.
topsâsı: stad, futbol sahası (top sahası)
torba dakmek: 1.İşe mola verince koşum hayvanlarının başına, içi yem veya saman dolu torbayı takarak dinlenirken yemlenmesini sağlamak. 2.(mec)Dinlenmek
tosul tosul: Nefes darlığı çeken kişinin soluk alıp vermesi.
tosun gibi: Sağlıklı, gürbüz kimse.
tuluk çıkarmek: Hayvanın derisini yırtmadan yüzmek.
tuluk gibi: Çok şişman, çok şişkin.
türkü yakmek: Önemli bir olayı türküye konu ederek bestelemek.
türüm türüm tütmek: Çevreye güzel koklular salmak, güzel kokmak.
tüssü vemek: Çok kötü kokmak.
tüy gibi: çok hafif
tüyü bozuk: Saçları, kaşları, kirpikleri açık sarı renkte olan erkek.
tüyünü dökmek: Hayvan hastalık veya başka sebebten tüyünü yenilemek.
-U-
ucu gaşmek: 1.Uçkur veya don lastiğinin ucu kaçıp belde durmamak, 2.(mec)Bir işin yapılması, problemin çözülmesi güçleşmek.
ucun ucun: Yavaş yavaş, azar azar.
ucu ucuna: Ancak, yetişecek kadar.
ufak su: Çiş, idrar, küçük abdest.
ufak su dökmek: Çişini yapmak.
uğragabı: Uğra konulan kap.
umaca olmek: 1.Umduğunu bulamamak, hayal kırıklığına uğramak; 2.Umduğu yiyeceği bulamamaktan vücutta şişme şeklinde görülen rahatsızlık.
unevi: Un ve diğer yiyecek erzakların konulduğu oda.
unevlası: Un, yağ, şekerden yapılan helva.
un ufak etmek: Çok küçük parçalara ayırmak.
urgan çekmek: Sap, odun gibi havaleli yüklerle arabayı yükledikten sonra, son iş olarak urganla bağlamak.
usdeye gitmek: Zanaat öğrenmek için bir ustanın yanına sürekli gitmek.
usdurası belinde: Belalı
utanıbarlanmaz: Utanması sıkılması olmayan (utanıp arlanmaz)
uyku dünek yok: Hiç dinlenme, uyuma fırsatı yok.
uyku semesi: Uyku sersemliği.
-Ü-
ülker vurması: Ülker denen bahar-yaz geçiş soğuğunun özellikle nohutları çarpması.
ününü goyvemek: Bağıra bağıra ağlamak.
üryañda mı gördüñ: Sabah çok erken bir şey yapanlara söylenir.
üsbaş: Elbise, giyecek.
üsde çıkmek: Suçlu olduğu halde kendini suçlayanları suçlayarak kendini aklamak.
üsdüme mi çıkceñ: Teklifsizce yanına yaklaşan kişiye söylenir.
üsdüne garı getimek: Karısı varken bir karı daha almak.
üsdüne geçirmek: Bir taşınmazın tapusunu kendi adına yazdırmak.
üsdüne olmek: Hamile kadın aybaşı olmak.
üsdü olmek: Kadın aybaşı olmak.
-V-
vâdesi yetmek: Ömür süresi bitmek, ölmek.
vañıl vañıl: Boğuk gürültüyü anlatır.
var ol: Yaşa anlamında tezahürat ünlemi.
vasıñôsuñ: Dert etme, kafana takma anlamında teselli sözü. (Varsın olsun)
vatdı olmek: Parasal yönden iyi durumda olmak (vakti olmak)
verebura: Habire, durmadan.
vergi algı: Mali konulardaki bürokratik işlemler.
vıgır vıgır: Kımıltılarla kıpraşma durumundaki böcek, kurtçuk vs için çok, çok fazla.
vidi vidi: Çok küçük, ufacık.
-Y-
yaba gibi: Daha çok ellerin büyüklüğünü anlatmada kullanılan benzetme.
yabana gitmek: Köyden ayrılıp başka bir köye veya yerleşim yerine gitmek.
yağcı dükkanı: İçinde haşhaşı kavurmak için bir ocak, preslemek için büyük dikey bir mengenenin bulunduğu işletme. Yağhane
yağır gibi: Çok kirli, yağla karışık kirli.
yağır olmek: Çok kirlenmek.
yağıynan gavrılmek: Geliri geçimine zar zor yetmek.
yağmasa da gürlemek: Bir şeyi yapmasa da yapacağını söylemek, yerine getirmese de çok vaatde bulunmak.
yakasız göynek geymek: Kefenlenmek, ölmek.
yakotu: Yaprakları çiğnendiğinde istifra yaptırdığı için mide rahatsızlığına iyi geldiğine inanılan acı bir ot. (yakı otu)
yalama olmek: Aygıt eskiyip, yıpranıp çalışmaz olmak.
yalanıña gıran girsiñ: Söylediklerinin hepsi yalan, buna bir son ver.
yalan yok: Söylenenlerin doğruluğunu pekiştirme ve kendisiyle ilgili bir itiraf durumunu belirten bir söz.
yalınayak: Üzerine vazife olmayan işlere karışan.
yalınayak başı gabak: uygun kıyafet ve donanımı olmadan
yalınbidesi: sade pide
yalınbidesi gibi: Haddi olmayan şeyler söyleyen kişilerin dilini anlatır.
yâmırlı günde bi tas su vemez: İyilik namına küçük bir jest bile yapmaz.
yana çıkmek: Birinin yanlısı olmak, onu desteklemek.
yangalırsıñ: Alay ve tepki amaçlı bir işi yapamayacağını anlatır (Çift süreceğini söyleyen birine: Baya süre süre yangalırsıñ)
yangayış: Arabaya veya pulluğa koşulan atları falakaya bağlayan kayışlar.
yangırmek: Ata veya eşeğe iki ayağı da aynı tarafa sallayacak şekilde binmek.
yânışıñ va: Yanılıyorsun, yanlış biliyorsun
yânışsıñ: Yanılıyorsun, yanlış konuşuyorsun.
yânış yûnuş: Abartılı yanlış işleri anlatmada kullanılan ikileme.
yanı yöresi: Birinin fiziki çevresi, veya sosyal seviyesi (Onuñ yanına yöresine yakleşilmez)
yaprak basmek: Bağ yaprağını salamura yapmak.
yaprak sarmek: Bağ yaprağı sarması yapmak.
yârennik etmek: Muhabbet etmek, söyleşmek, birlikte vakit geçirmek.
yarıbeli: İnsan boyunun yarısı, bele kadar, bel boyu.
yarımağa: Tam olarak ağalık yapamayan.
yarım hâfız: Kuran’ın ancak bir kısmını ezberleyebilmiş kişi.
yarımintan: Tenekenin dörtte biri kadar tahıl ölçeği.
yârin bürgün: Yakın bir gelecekte, yakında.
yârinden sôna: Ertesi gün, yarından sonra.
yaşı beñzemesiñ: Genç yaşta ölen birine benzetilen kişi için söylenir.
yatağı bozuk: Ahlaksız, namussuz
yatırına sözüm yok: Bir yer hakkında kötü sözler söylerken kutsallarını istisna tutmayı ifade eder.
yatyaban: Memleketten uzak her yer, gurbet.
yatzıbar ekmeği: Gece geç vakitte yenen yemek.
yatdığı yeri beyenmek: Yorgunluktan bitkin düşüp derin uykuya dalmak.
yayan yapıldak: Hiçbir binek veya araç kullanmadan, yaya olarak
yedeğine almek: Bir hayvanı bağlayıp ardından çekip götürmek.
Yédigardeşlê: Yedi yıldızdan oluşan takımyıldızı, Büyük Ayı.
yek yeke: İki kişi karşılıklı olarak, başkaları işe karışmadan.
yéldir yéldir: Acele acele
yél durmek: Terli iken alınan soğuk ile kaslar kasılmak.
yéleyéle: Telaşlı telaşlı ve çabuk çabuk
yel gibi: Hızlı
yeliñ atdığı, guşuñ sıçdığı: Kökeni ve nesli belli olmadığı imasında bulunarak hakaret etme sözü.
yél yél: acele acele
yélyépelek: Alelacele, aceleyle
yemin etsem başım ârımaz: Bahsettiğim şeyin doğruluğuna yemin edebilirim.
yemini yerini bulmek: Yeminle verilen sözü bozmamak için göstermelik davranmak.
yeriñ dibine batsıñ: Yok olsun.
yerini sêmek: Bitki bulunduğu yerde gelişmek.
yérini yapmek: 1.Yatağı hazırlamak, 2.Kabul ettirmek istediği bir şey için sözle hazırlık yapmak.
yerliyetikli: Adımakıllı, iyice, tamamen.
yéryaran: bir çeşit mantar
yetere bâlamek: Bitirmek, son vermek.
yığılagalmek: 1.Çoğalmak, 2.Bayılmak, kendinden geçip yere yıkılmak.
yığın daşı: Tarladan toplanıp öbek öbek toplanmış taşlar.
yıldız gaymek: Göktaşı parlayarak çizgi halinde iz bırakıp düşmek.
yıl harmansız olmaz: Ne kadar verimsiz olursa olsun, çiftçilik yapan herkesin az çok mutlaka hasadı olur.
yımırta topuk: Orta yükseklikte ve az sivri ökçe.
yırıldak vemek: Çok kötü, iğrenç kokmak.
yırtık dondan çıkâ gibi: Durup dururken, hiç gereği yokken söze girmek.
yicek işcek: Erzak, yiyecek içecek.
yimeden gidesice: İlenç sözü
yimeden gitsiñ: Haksız yere yiyecek bir şeyler alan veya gönülsüzce yiyecek ikram etmek zorunda kaldığı kişiye söylenir.
yir içer hasda, çorba gomaz tasda: (Yer içer hasta, çorba koymaz tasta)
yiril yiril: Çok kötü koku için.
yir misiñ yimez misiñ: Öldüresiye dövmek.
yiygi dutmak: Yıllık yiyecek miktarı ayırmak.
Yoğurtlu ak dolma gibi bakmek: Anlamsız anlamsız, şaşkınca aval aval bakınmak
yok yôsul: Yoksulluk içinde olan, çok fakir.
yola gitmek: Yolculuğa çıkmak.
yoldan gelmek: Yolculuktan dönmek.
yolgazıyan: buldozer
yolyordam: Görgü, görenek, usul erkan.
Yonan tômu: Bir küfür sözü.
yopyôsul/yokyôsul: çok fakir (yok yoksul)
yorgan çarşafı: Dikerek yorgana geçirilen kılıf, nevresim
yorgan gaplamek: Temizlenen çarşafı dikerek yorgana geçirmek
yorgan innesi: Yorgan kaplamak veya yüz geçirmek için büyük iğne.
yorgan yüzü: Yorganın astarı kapatıldıktan sonra görünen dış kısmındaki kumaş.
yorgunu yokuşa sürmek: Zor bir işi daha da zorlaştıran şartlar ileri sürmek.
Yozgunuñ adımı: Adımları çok büyük olmasıyla meşhur birine yapılan telmih.
yukaböreği: Kuru yufkadan yapılan börek.
yumruk gadâ: Bedence ve yaşça küçük kimseler için söylenir.
yunmuş yıkanmış: Ondan çok daha iyi anlamında karşılaştırma sözü.
yuyup yuyup yıkamek: Sözle yerin dibine sokmak, ağzına geleni söylemek.
yüğüre gelmek: İneğin tava gelmesi, çiftleşme vaktinin gelmesi
yüke gelmek: Hayvan yük taşıyacak kadar büyümek.
yüreği baymek: çok üzülmek
yüreğine inmek: Bir şeye ölecekmiş gibi üzülmek.
yüreği soğumek: Düşmanının felakete uğraması nedeniyle ferahlamak.
yüzbar etmek: İki kişiyi bir araya getirerek yüzleştirmek.
yüzgarası: Utanılacak şey.
yüzgörümlüğü: Damadın veya damat yakınlarının geline verdiği hediye.
yüzlemek: Yorgan astarının üzerine gerçek kumaşı dikmek.
yüzlü görünmek: Öyle görünmediği halde hatırlı görünmek için yaltaklanmak.
yüzük dakmek: Nişanlanmak.
yüzüngoyun: Yüzünün üstüne yatacak şekilde, yüzükoyun.
yüzünü eğmek: Suratını asmak
yüz yazmek: yüze makyaj yapmak
yüzü yok: Daha önce birçok şey istediği için yeni bir şey istemeye utanmak.
yüz yüze bakmek: Her zaman görüşür konuşur olmak.
-Z-
zabdetmek: Kuvvetlice tutmak, sahip olmak, bırakmamak.
zararı yok: Oldukça iyi.
zebil etmek: Herkese bol bol ve bedavadan dağıtmak.
zebil gibi: Çok fazla, aşırı miktarda (sebil gibi)
zéncirkemiği: Bel kemiği, omurga.
zerzebil olmak: Perişan olmak, büyük sıkıntı içinde bulunmak.
zeyir zıkgım olsuñ: Nankörlük eden veya malını gasbedene ilenç sözü.
zıfıra vurdurmek: Saçı sıfır numara tarakla çok kısa kestirmek.
zıfırdan başlamek: En baştan, hiçbir şeye sahip olmadan bir işe girişmek.
zırt zırt: sık sık
zibidi çıkmek: çok ıslanmak
zibit gibi: bütün giysileriyle ıslanmış olarak, sırılsıklam
zibit olmek: yağmur altında veya başka bir şekilde tamamen ıslanmak
zifir gibi: çok karanlık
zindan gibi: Çok karanlık.
ziyana girmek: 1.Hayvan ekili tarlaya girmek, 2.(mec)Sözü ve konuyu sakıncalı bir alana getirmek.
ziyan yaymek: Hayvanlarını başkasının ekili tarlasında otlatmak.
zopayassırı: dayağı hak eden
zoruna gitmek: Gücüne gitmek, onuruna dokunmak.
zoruzoruna: Binbir güçlükle