Söğütcük'ün hemen ucundaki bayırda gırañ başlar. Aslında Gocagır'ın başlangıç noktası bu gırañ kabul edilebilir. Ali orada koyun güdüyormuş. Yaz günü; sabah yaylım bitirilip kuşluk vaktinde malı eve götürüyor, kendisi de gün boyu işine bakıyor.
O sabah daha güneş doğmamış, yavaş yavaş dağıtmadan hayvanı aşağıya Söğütcük düzlüğüne indirmeyi düşünüyor. Yan taraftaki tarlada Gavalcıların yulaf var, oraya da girmesinler diye bir yandan gözetliyor. Fakat ne kadar gözetlese de hayvan bu, bir tarafa dikkat ederken öte yandakini kontrol edemezsin. Ali'nin korktuğu başına gelmiş ve koyun tek tek dağılmaya başlamış.
Bu arada alacakaranlıkta bir kaç tane karaltı görmüş. Bunların ot olduğu belli de, gırañda bu kadar büyük ot bitmez ki... Burada yüksek ot olarak en fazla sığırguyruğu veya galgan dikeni çıkar, onların da karaltısı olmaz... Elindeki elektirik (el lambası)nın ışığını üzerlerine tutmuş, evet öyle, ot bunlar... Tuhafına gitmiş, kendini alamayıp otlara doğru yürümüş. Yanlarına varıp baksa ki, iki metre derinlikte bir çukur... Bu derinliği kazabilmek için ne kadar genişlik lazımsa, ona göre bir çukur tahayyül edin... Meğer bu çukurdan çıkan toprak üzerinde bitmiş uzaktan gördüğü otlar...
Otların sırrını çözmüş, ama bu derin ve koca çukurun hikmetini anlayamamış. Bu gırañda bu çukurun ne işi var? En sonunda definecilerin işi diye yorumlamış. Elektriği tutarak gizemli çukurun orasını burasını muayene ederken eşeğin kütürtüsünü işitmiş...
Eşeğin ağzından çıkan kütürtüden yulafa girdiğini anlamış. Çukuru koyverip ona doğru yönelmiş ve "Kırrrt! Çüşşş!" diyerek hayvanı ürkütmeye çalışmış. Başarılı da olmuş, eşek ürküp kaçmış... Ama bilin bakalım nereye? Şaşkın hayvan varıp bir küpürtüyle koca çukura düşmüş. Hadi bakalım...
Ali gülsün mü, ağlasın mı bilememiş. Fakat telaşlanmış, çünkü eşeğin oradan çıkarılması lazım. Ne kadar uğraştıysa olmamış. Böyle muntazam çukurdan çıkmak kolay mı. Hadi hayvan ön ayaklarını yukarı atabilse, kendisi de arkadan destekle çıkarabilir. Lakin hayvan bunu akıl edemez ki... Kan ter içinde kalmış, telaşı öfkeye dönüşmüş... Sonra öfke çaresizlikle birleşmiş. Bizimki bu vaziyette çukurun başına oturmuş;
"Bureyi gazanıñ daaa!.."
"Burda mal güdeniñ deee!.."
"Taaa! ..." diye kendi kendine gaherlenmiş...
Tabi bunun kimseye faydası yok, kendini rahatlatmış, o kadar... Dediğine göre abartısız orada iki saat kadar uğraşmış. Sonra nasıl olduysa talihsiz eşek toynaklarıyla eşinerek filan oradan kendi kendine çıkmayı başarmış.
Bu sırada gün doğmuş, ortalık aydınlanmış. Ali eşekle uğraşırken koyun çoktan suyunu içip Söğütcük düzlüğünü aşmış da Arpalık'a varmış bile...
Şu olaydaki duygu ve heyecan yoğunluğunu ben tam aktaramamış olabilirim. Siz okurken Ali Omak'ı dinlediğinizi hayal edin ve onun sesini, öfkesini, mimiklerini hesaba katın. O zaman bizim gülmekten kırılmamıza hak verirsiniz...

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder