10 Kasım 2025

Gecmisten Gunumuze Egret İdaresi-8

     
    Yani bunca yıldır edebiyatla uğraşırım benzer bir cümle kurmak bir anda aklıma gelmezdi. İhsaniye ile köyleri arasındaki coğrafi yakınlık ve arada hiç bir engel bulunmadığını bundan daha iyi anlatmanın bir üst seviyesi masalsı ifadelerdir "Az gittik uz gittik, dere tepe düz gittik, bir de baktık ki..." yahut "Kuş uçmaz kervan geçmez yollar..." gibi... Yok, bu kadarına cüret etmemiş raportörler, ama şu "Nahiye merkezi ile köyler arasında kışın geçit vermiyen dağ ve sular olmadığı..." ifadesi de en az onlar kadar sorunlu...

    1930 yılında Eğret'te nahiye kurulmasından itibaren yaklaşık 30 yıllık Eğret idari işlerini ve onun İhsaniye ile ilişkisini inceledik. Geçen zamanda gelişen olaylarla ilgili, bu cümle ışığında, akla bazı sorular geliyor:

    - 1930 yılında Eğret Nahiye yapılırken, bağlı en az 22 köyü ile arasında 'aşılmaz sıra dağlar, geçilmez deryalar' mı vardı? Kararname zamanın Cumhurbaşkanı, Başbakanı ve İçişleri Bakanı tarafından buna rağmen mi imzalandı? Yoksa Eğret gayet merkezi ve ulaşımı kolay bir köy olduğu için mi böyle uygun görüldü?

    - Çevresinden Eğret köyüne doğru ulaşımı engelleyecek iki doğal yüzey şekli olarak Araplı Boğazı ile Süleyman Boğazı kaydedilmiş. Güneydeki Araplı Boğazı Bayramgazi'nin de güneyinde kaldığı için Eğret'e ulaşımında aksaklığa sebep olmaz. Kuzeydeki Süleyman Boğazı'nın da Osmanköy-Eğret bağlantısında hiç bir olumsuzluğu yok. Bunun dışında bağlı köyleriyle Eğret arasındaki arazi hafif engebeli kıraç topraklardır. Ve İhsaniye ile Eğret arasında bu bakımdan hiç bir fark yoktur. Raportörün benzeri sözleri Eğret için geçerli değil midir?

    - 1942'ye gelindiğinde coğrafyada ne gibi değişiklikler oldu da Eğret köyü nahiye merkezi için uygun olmaktan çıktı? Yoksa iklim değişti de Eğret ile köyleri arasını su mu bastı?

    - Nahiye merkezinin İhsaniye'ye nakli sırasında, yukarıdakine benzer cümlelerle neden en küçük bir gerekçe bile sunulmadı?

    Bir de, Eğret ile İhsaniye'nin hangisini ilçe yapsak, diye yetkililerin kararsız kalması var. Coğrafi olarak ikisi de eşit şartlarda olduğuna göre gelin ahaliye soralım demişler, Eğretliler istemeyince İhsaniye'ye alın ilçelik size kaldı denilmiş de falan filan... Bütün bunlara inanmamızı bekleyenlere de bir kaç sorum olabilir, ama şimdi ne faydası var...

    Bu konu üzerinde çok durduk, söz verdiğim hikayeyi anlatıp ilçelik meselesini kapatacağız. Sonra Eğret Kasabasının macerasına geçeceğiz...

        ***

    Hani köylüye güya 'köyünüzü kaza yapalım mı' diye sordukları 1957 yılında geçiyor olay... Hacapdıramanların Lomcu Hoca (Mehmet Selek), Tekke'nin yakınlarında oturuyormuş. Sığıreğleği denilen o meydan, şimdi olduğu gibi ta o vakitlerden beri milletin vakit geçirdiği bir yermiş. Ellisine merdiven dayamış Lomcu Hoca da belki ezan bekliyor, belki arkadaşlarıyla sohbet ediyordu...

    Şimdiki Galipbey caddesinden yukarı kendilerine doğru bir cip gelmekte olduğunu görmüşler. Aşağıdaki şose (susa)dan böyle araçlar gelip geçermiş, ama köye girdikleri pek nadirmiş. Bu yüzden yaklaşmakta olan cip şaşırtmış bizimkileri...

    Homurdanarak gelen cip, oturanların yanında durmuş. Selam verip ihtiyarlara yaklaşan iki üç kişi,  Hükümet yetkilisi olduklarını söylemişler. İhsaniye'ye gidecekler, ama yolu bilmiyorlarmış. (Demek ki yukarıdaki rapor daha hazırlanmamış, yoksa çok kullanışlı(!) Afyon-Kütahya ana şosesinden gelip İhsaniye köyüne kolayca ulaşmak varken neden Eğret yolunu seçsinler ki!)

    Neyse, bizimkiler yolu tarif etmişler, "Şurdan doğru gidin, Susuz'u geçtikten sonra devam edin, demiryolunu geçince karşınıza çıkar..." Yol tarifini anlamamış adamlar, "Biriniz bizimle gelip yol gösterse..." diye rica edince Lomcu Hoca binmiş cipin önüne, düşmüşler yola...

    Yol şimdiki gibi olmasa da sürekli at arabaları işliyor, en azından 15 yıldır yeni Nahiye merkezine at arabasıyla dolmuşçuluk yapılıyor. Motorlu araç geçişi ise çok çok nadir. Bunları yolun durumunu hayalinizde canlandırabilesiniz diye söylüyorum.

    Bayramgucağı mevkii ve Susuzosmaniye köyü sorunsuz geçiliyor. Bu arada yolcular cipte neler konuşur bilemiyoruz. Haytanınguyu'yu geçtikten sonraki derede cip çamura saplanıyor... Yetmiş sene evvelinden bahsediyoruz, o dönemde yüzey suları çekilmemiş, her taraf sulak çayır... En azından gündönümüne kadar böyle, sonra buharlaşmayla yazın ortasında anca kuruyor ortalık...

    Cipin suya çamura battığı mevki tam da böyle bir yermiş, bahar mevsiminde bulundukları için neredeyse hafif akan bir dere gibi... Memurlar telaşlı inmişler arabadan, ne yapacaklarını bilemez haldeler... Bir de bakmışlar ki Eğret'ten rehber olarak aldıkları Lomcu Hoca da inmiş, hatta geldikleri yönde Sususzosmaniye yoluna düşmüş bile...
    - 'Nereye gidiyorsun, biz burada ne yapacağız!' diye bağırmışlar. Bizim Hoca arkasına bile bakmadan;
    - 'Sular çekilince çıkarsınız.' demiş. 
    - 'Sular ne zaman çekilir?!'
    - 'Yaz gelince...'

        ***

    Hükümet yetkililerinin oradan nasıl kurtuldukları bilinmiyor. Susuz veya Karacahmetli birilerinin yardımını almış olmalılar. 

    Lomcu Mehmet Hoca 1973 yılında vefat etti, şu olay kendisinden rivayettir. Yaşandığı dönem ile İhsaniye'nin kaza yapılması süreci zamansal olarak örtüşüyor. Haytanınkuyu ilerisindeki derede mahzur kalan Memurlar, aslında rapor hazırlamak üzere Eğret ve İhsaniye'ye mi görevlendirilmişlerdi? Darda kaldıkları vakit Eğretli Hoca'nın yaptığı vefasızlığı raporlarına yansıtmış olabilirler mi? Ne bileyim raporda 'geçit vermeyen sular' filan denilince... 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder