23 Mart 2022

Döğerli Mücellit Hoca


    Eğret ile yaşıt Cuma Camisini çekip çeviren bir Cami-i Şerif Vakfı var. Bu vakıf, başlangıçtan itibaren, şimdinin yaşatma dernekleri gibi, caminin ayakta kalmasını sağlamış. Hem fiziki hem de manevi olarak...

    Vakfın bu istikametteki hizmetlerinin başında, camide sürekli bir imam, bir hatip bulunmasını sağlamak geliyor. Düşünün, hatip ve imam kadrosu tahsis ediliyor ve bu kadrolar hiç boş kalmıyor. Bazen Eğret'ten, gerektiğinde Eğret dışından liyakatli hocalar bulunup istihdam ediliyor.

    İmamlar Tanzimat'a kadar köy idaresinde ayanların yanında söz sahibi oluyorlar. Tanzimat'la birlikte, bu kez muhtarların yanında yine yetkili durumdalar. Mesela Eğret'e dair mahkeme kayıtlarından anlıyoruz ki tarafların, şahitlerin ifadelerinden başka son olarak İmamın fikri alınıyor... Ayrıca sonradan oluşturulan İhtiyar Heyetinin de doğal üyesi konumundalar. Kısaca imam, köyün idari kişiliklerinden birisi...

    Onu önemli kılan idari konumundan daha çok ilmiye sınıfına mensubiyetidir. Halk, kendisine 'Hoca' der ve ilmine hürmeten onu hep baştacı eder. Her türlü sıkıntısında başvuru merciidir.

    Ahmet Efendi de bir dönem Eğret İmamı olarak vazife yapmışlardan biridir. Döğerlidir... Eğretliler tarafından 'Döğerli Mücellit Hoca' olarak biliniyor. Adının Ahmet olduğunun bile farkında olmayabilirler, zira kendisinden hep bu şekilde bahsediliyor.

    Her meslek mensubunun, işiyle ilgili özel araç gereci olur. İmamların veya ilmiye mensubu başkalarının gereci de kitaplar... Bu yüzden hocalar, kitapla ilgili güzel sanat veya zenaatlarla da ilgilenirlerdi. Bazıları hattat olur, bazıları tezhibci... Bazısı ebru ile ilgilenir, bazısı minyatürle... Ya da bunların her birinden az çok anlar da, birinde uzmanlaşır. Ahmet Efendi, ciltçiliğiyle öne çıkmış. İşte bu sebeple, adıyla değil; ciltçiliğiyle bilinmiş... Mücellit demişler... 

     Hangi yıllar arasında Eğret'te bulunduğuna dair kesin bir kayıt yok. Bazı mahkeme kayıtlarında 1904-1910 arasında 'İmam Ahmet Efendi ibni Mehmet' biçiminde adı geçiyor. 1910 sonrası kayıtlarda başka imamların kayıtlı olması onun Eğret'ten ayrıldığını göstermez. Zira o yıllarda Eğret'e ikinci bir cami olarak Goca Cami yapılmıştı, yani birden fazla imam vardı...

    Şimdi 'Ulucami' dediğimiz 'Gocacami' tam da onun Eğret'te bulunduğu yıllarda yapıldı. Eğret halkının bu sıradaki coşkusuna yakından tanık oldu. Bu coşku onu hem memnun etti hem de hüzünlendirdi... Bir gün, sabah namazından sonra Sağırların Ali Osman Hoca, onu odada gözleri yaşlı buldu. Namazdan sonra böyle Sağırların odaya gelir, kuşluk vaktine kadar orada otururlardı. Mücellit Hoca, o gün herkesten önce gelip efkarlanmıştı anlaşılan. Dayanamadı sordu Ali Osman Hoca: 
    -Hocam ne ağlıyorsun, Eğret Köyünden sana birşey deyen mi oldu?
    -Yok, kim ne diyecek... O kadar şevkle çalışıyorlar ki, Yunana hastane yaptıklarının farkında değiller... Ona ağlıyorum..

    Sağırların odada yaşanan bu olaydan 10 yıl sonra... Mücellit Hoca Eğret'ten ayrıldı. Ali Osman Hoca cephede Yunanla cebelleşiyor. Eğret işgal edilmiş. Gocacami Yunanların hastanesi...

    Döğerli Mücellit Hoca'nın geleceğe yönelik benzer öngörüleri var. Yakında büyük bir savaş çıkacağını ve Eğret'ten çok şehit olacağını söylediğinde bırak cihan harbini, Balkan bozgunu bile yaşanmamıştı... Birinci Dünya Savaşında ikiyüzden fazla şehit verildiği ifade ediliyor. Daha uzak geleceğe dair bir öngörüsünü torunları naklediyor. Manzume gibi söylemiş:
    Sene bin dokuz yüz seksen...
    Yaşamanın manası kalmayacak...
    Açık kabir bulursan, gir ört üstünü...
    Zaman gelecek, evin ortasında ateş yakacaklar;
    Şeytanı baş köşeye oturtacaklar...
    Dünyanın bir ucundan karşılıklı konuşacaklar...

    Hocanın yakın bir köyden, Döğer'den olması, başka imamlara göre Eğret halkı tarafından daha fazla sevilmesinde başlıca etken olabilir. Köyde vazife yapmış o kadar imamın arasında Döğerli Mücellit Hocanın hatırlanıyor olması da bunu gösterir. Köyde kendi sülalesine adını veren ve 'Deli İmam' diye anılan İbrahim Efendi ile birlikte aynı camide aynı dönemde vazife yapmaları da mühim bir husustur. Cuma Camisinin imamı Ahmet Efendi, hatibi ise İbrahim Efendi... İdari yapıdaki resmi konumunun dışında ahali tarafından ekstra hürmet görmesi, onun halkla bütünleştiğini de gösterir.

    Muhtarın yanında, bazı konularda inisiyatif kullanabildiğini, meşhur çalgıcı Belceli Topal Hüseyin'in Eğret Müezzini tayin edilmesi olayında görmek mümkün. Öyle bir yetkisi olmadığı halde, bir rica ile olmayan müezzinlik kadrosu açtırabiliyor. Tabi bu olayda muhtar-imam uyumunun yanında halkla bütünleşmeye de dikkat etmeli. Müezzin tayin ettirdikten sonra, köyün bütün odalarının sakalığı görevini veriyor, ayrıyeten medresede yanında bulunmasını istiyor Topalın. Birini topluma kazandırma, onun hem dünyasını hem ahiretini kurtarmaya yönelik çaba gösterme ve bütün bunları yaparken başkalarına örnek olma... Bir olay incelendiğinde içinde neler neler barındırıyor. Müezzinin bir yıllık hakını cebinden karşılaması da cabası...

    Eminlerin Odada yaşanan Çaylıoğlu Topal Hüseyin'i keşfetme hadisesinde, Mücellit Hoca'nın başka bir yönünün ortaya çıktığını ıskalamamak lazım. Hoca'da iyi bir müzik kulağı varmış. Onun bu sanatçı kişiliğinin temelini yansıtan ilginç bir olayı da yine torunlarından dinledim:

      Eğret'e gelmeden önceki gençlik dönemleri.... Sandıklı taraflarından dönüyorlarmış bir gün. Yanında ya hocası ya da hocası gibi muhterem bir zat var. Corul corul yağmur yağıyor; ama öyle böyle değil... Bir köyde sığınacak saçak altı arıyorlar. Bir kaç kapıyı çalsalar da kimse almıyor içeri... Bir evden çalgı sesi işitiliyor. Normal zamanlarda semtine uğramayacakları bir yere benziyor; ama çaresizce çalıyorlar kapıyı... Sıcak bir ortam... Biri sazı tıngırdatmakta... Ahmet duramamış, "Şu teli şu kadar gerdir, berikini şöyle gevşet..." derken uzaktan saza bir güzel düzen vermiş. Ozan, bakmış ki karşısındaki boş değil, uzatmış sazı Ahmet'e, "Sen anlıyorsun herhal, çal bakalım." Ahmet hayır dememiş, vurmuş gözüne, hem çalmış hem söylemiş... Bu arada bir güzel ağırlanmışlar. Yağmur dinip oradan ayrılırlarken Hocası fısıltıyla sormuş: "Len Ahmet, sende böyle marifetler de mi vardı?"... "Ne eden Hocam" demiş Ahmet, "Kelpin tam sırası geldi!"

    2000 Yılından önceydi galiba, Milli Eğitim Müfettişi Mustafa Avcil, 'Benim bu köyde akrabalarım var, soyadları Kırbaş...' dediğinde sözünü ettiği akrabalarının Naymeler olduğu anlaşılmıştı. Yakınlıklarını da izah etmişti de, denetim stresinden olsa gerek, pek anlayamamıştım. Meğer kendisi Mücellit Hoca'nın torunuymuş. 

    Anıtkaya'daki torunlarına gelince... Mücellit Ahmet Efendi, Eğret'te iken kızı Naime'yi Elciklerin Ramazan'a veriyor. İşte bundan sonra 'Naymeler' dediklerimiz de Hoca'nın kızı tarafından Eğret'teki torunları oluyor. Bu arada, Naime Hanım'ın 1895 doğumlu olduğunu düşünerek, Hoca'nın Eğret'te bulunduğu dönem hakkında bir fikir daha yürütülebilir...

    Eğret dönemi sonrasındaki hayatı hakkında fazla bilgimiz yok. Said ve Abdurrahman Babayiğit adında iki oğlu olduğu, onların dışında Döğer'de de kızlarının bulunduğu, yukarıda adı geçen Mustafa Avcil'in kızlarından birinin çocuğu olduğunu öğrendim. 

    Cumhuriyetten sonra, İstiklal Mahkemelerinin cadı avı başlattığı dönemde, bir arkadaşıyla bunu tutup götürüyorlar. Adı mahkeme olsa da İstiklal Mahkemeleri mahkeme filan değil, çadır tiyatrosu... Birini mahkemeye çıkardılarsa hüküm belli... İdam... Durumu bilen yanındaki Hoca arkadaşı çok telaşlı, tedirgin... Nasıl olmasın, cellat bekliyor az ötede... Mücellit Ahmet Efendi ise gayet rahat 'Sakin ol' diyor 'Bir sebep çıkar, kurtuluruz...' Derken biri gelip celladın kulağına fısıldıyor... Cellat fırlayıp gidiyor... Meğer oğlu dambeşten düşmüş, onun haberini vermişler. O arada bizim iki Hocayı da serbest bırakıyorlar.

    İstiklal Mahkemesi olayından iki yıl sonra vefat etmiş, Döğerli Mücellit Ahmet Efendi... Takriben 1930 gibi olmalı... Ölmeden önce yeşil yeşil istifra ettiğini söylüyorlar...



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder