14 Nisan 2022

Gurtlugucak

  

    Yedi sekiz yaşlarında ya vardım ya yoktum. Gatçayır'da  bahçe belliyorduk. Daha doğrusu, millet belliyor ben onların yanında oyun oynuyordum. O civardan da fazla uzaklaşmıyorum, kaybolurum filan diye. Küçük kafama bazı şeyler ilginç geliyor, onların peşine düşüyorum. 

    Tekmeliğine tepip toprağa sapladıkları sivri küreğe 'bel' demeleri ilginçti mesela. Sanki bulabilecekmişim gibi bunun sebebini arardım. Sonra, bir tepikte açılan çukur birkaç dakika içinde nasıl suyla dolabiliyordu. Madem toprak altında bu kadar su var, neden yerüstündeki doğal çukurlarda birikmez de doluşmak için belin tepiğini bekler?

    Beyhude yere cevap aradığım soruları bir kenara bırakıp bazen de gördüklerimin peşine düşerdim. Yan taraftaki arkta bulunan tuhaf balıklar bunlardandı, ıslak otların arasında zıp zıp kaçışan kurbağa yavruları bunlardandı. Bu minik kurbağaların, arkta balık zannettiğim kocabaşların birkaç gün sonraki hali olduğunu anlamama daha yıllar vardı. 

    Balıklar(!) ve minik kurbağalarla oynarken Dedem bana seslendi:

    - İbram, ge şunnarı topla da Dellan'a satam len!

    Gösterdikleri, balık ve kurbağadan daha ilgi çekici yaratıklardı. Otların arasından bir kaç tane alıp önüme attı. Mora çalan kahverengi ile çürümüş saman renginden iki şerit sarmal  bir topaktı ayağımın dibindekiler. Neredeyse benim yumruğum büyüklüğündeki bu şeylerden ürktüm biraz. Zararsız olduklarını anlayınca yakından bakmaya başladım. 

    Kızgınlığından burnundan soluyan birinin buruşuk dudaklarını andıran bir et parçası yavaşça hareket ediyordu. Onlar da benim zararsız olduğumu zannetmiş olacak ki, buruşuk dudak açılmaya başladı. Açıldı uzadı, açıldı uzadı... Ortası kemik kutusunda kalmak üzere, öne ve arkaya iki parça olarak ayrıldı. Ve hareket etmeye başladı. Sürünüyor muydu, yürüyor muydu, yüzüyor muydu? Yoksa bunların hepsinden bir parça var mıydı bu harekette, anlayamadım.

    Bu yavaşlıkla benden kaçacak halleri yoktu, yine de tutup getirdim kerataları... Ben tutunca et parçaları tekrar kutusuna kaçtılar. Hareketsiz kaldıklarını anlayınca yavaş yavaş tekrar çıkarmaya başladılar. Bu kez etten boynuzları dikkatimi çekti. Dokunduğumda içeri kaçan ince sevimli boynuzlardı. Öküz boynuzu gibi kemikten ve ucu sivri değil; etten, dümdüz ve ucu debirdek değneği gibi küt idi. Bir şeye değince, doğal ceplerine girmeleri hoşuma gitmiş, elimdeki ot çöpünü değdirip bu hareketlerini izliyordum.

    - Eğlenme de topla oğlum gurtlugucakları, dükkandan bişey alırsın!

    Dedemin bu uyarısıyla zevkli oyunumu bırakıp, tuhaf görünüşlü, tuhaf hareketli bu yeni oyuncakları toplamaya giriştim. Ne de olsa bu da bir çeşit oyun olacaktı. 

    Gurtlugucak dendiğini de o gün öğrenmiş oldum. Sonradan Temel Türkçede salyangoz, sümüklüböcek gibi isimlerinin olduğunu, yöresel ağızlarda daha başka şekillerde adlandırıldığını da öğrenecektim. Lakin hiç biri Anıtkaya'da söylenen 'gurtlugucak' sözündeki kadar güzel bir anlam yüklenemediği bir gerçek.

    Ne kadar topladım bilmiyorum, galiba biraz da Dedem yardım ettiydi. Dedemin 'Dellan' dediği, Pazaryerindeki Ağa Mehmet'in dükkana götürdük. Miktarını bilmiyorum aldığım paranın, Yeni Mısdığın dükkandan ceplerim dolu çıkmıştım. 

    Gurtlugucakla tanışıp ilk defa toplayıp sattığım o yıl başka toplamadım. Tek başıma oralara gidecek durumda değildim henüz. Yine de parası tatlı gelmişti.

    Demek ertesi yıl artık büyümüşüz. İkişer üçer olup, ciddi ciddi gıurtlugucak toplamaya çıktık. Kuşluk vaktine kadar, bir iki kilo ne toplanmışsa getirip Ağa Mehmet'e satıyorduk. Başka alıcılar da çıktıysa da hiç biri onun kadar istikrarlı gurtlugucak alıcısı olmadı. Adamın bir sürü lakabı vardı, bunlara bir de 'Böcekçi Mehmet' eklendi. 

    Nisan-Mayıs aylarında yaklaşık bir aylık bir dönemde çıkardık bu işe. O dönem de tam da nisan yağmurları dönemi. Bunlar da yağışlı havayı seviyor, o dönemde ortalıkta cirit atıyorlar. Sabah erken çıkmak lazım, biraz soğuk oluyor; ama ne bulacaksan erken bulacaksın. Hele yağmur yağıyorsa çok bereketli olur. Zibidin çıkar tabii...

    Elinde bir değnek, dizlerine kadar ıslanmışsın o halde bile aramaya devam ediyorsun. Şaşırtıcı gelebilir size, bir çeşit bağımlılık halidir bu, bırakamazsın. Üstelik topladığını taşıma meşakkati de cabası. Şimdi 25 kuruştan satılan poşetler o zamanlar yok, bulursan gübre naylonuna dolduruyorsun..

    Evleri Söğütaltı'na yakın olanlar şanslıdır, erken işe koyulurlar. Ben gurtlugucak toplama hususunda Gocadişlinin Adem'i geçeni görmedim. Biz taş çatlasa 2 kilo toplayabilirken, Adem'in 5-6 kilo yaptığı olurdu. Bunları kuşluk vaktine kadar yapar, getirir Ağa mehmet'e sattıktan sonra bir çocuğun rutin hayatına geri dönerdik.

    O yıl köyün hocalarından biri (ismi bende saklı) yakaladı beni. 'Sen muhtaç mısın?' diye sordu. Ansızın gelen bu sorunun amacını ve anlamını kavrayamadığımdan afalladım. Şaşkınlığımdan yararlanıp devam etti: 'Eğer muhtaç değilsen, gurtlugucak toplama.'... Meğer bir gün önce, getirdiklerimizi Basmacı Mehmet'e tarttırırken görmüş, beni tenhada yakalayınca da diyeceğini demiş. Bir cevap bekliyor; ama ne diyeceğim ki... Muhtaç mıyım, bilmiyorum... Muhtaç ne demek onu da bilmiyorum... O vakitler harçlık denen kavram yok misal... Cumartesi günü için 25 kuruş istihkakımız var, o kadar. Düğünlerde gelin inerken saçılan paralardan kaparsan, yahut hacılar giderken saçılanlardan... öyle paran oluyor. Ha, bir de çok gerekli olursa folluk kolluyorsun, tavuk yumurtladığı anda doğru dükkana... Ne bileyim ben, muhtaç mıyım değil miyim!...

    Hocaya aldırmadım, o yıl ve sonraki yıllarda gurtlugucak toplamaya devam... Dedim ya, para tatlıydı... Oysa ki herkes bizim gibi değilmiş, başkasının uyarısı bile gerekmeden  kendi kendini sorgulayarak bu işten vazgeçmişler. Diyor ki 'Kaç kere Yırtımcı Mehmet'in kapısından döndüm, topladıklarımı götürüp bahçelere bıraktım...' 

    Bu hayvancıklardan bahsederken çoğu iğrenç yaratıklarmış gibi düşünür. (Bence hiç de öyle değil, gayet sevimli şeyler) Görünüşü ve salyasından dolayı öyle düşünüyor olabilirler. Onların kerih görülmesinde, yemenin haram sayılması da bir etken olabilir. Bir de 'Müslüman mahallesinde salyangoz satmak' deyimi hep kötü şeyler çağrıştırıyor. Bütün bunlar birleşince, gurtlugucak toplamak hoş görülemeyecek bir iş olarak yerleşmiş gibi duruyor. Oysa bir bakıma balık avlamaktan farksız gibi... Yalnız salyangozu yemek haram ise, toplamak da haram olmaz mı? Peki salyangoz yemenin haramlığına dair bir hüküm?... Hasılı kelam benim kafam hala karışık...

    Ne olursa olsun, biz çocuklar için iyi bir gelir kaynağıydı. Kısa bir dönem için geçerli olsa da... O yirmi otuz günlük dönemde ceplerimiz para görürdü. Daha kaç yıl topladım hatırlamıyorum; ama Galle Mehmet'in dükkanda çuvallara doldurulan gurtlugucakların her gece mızıladıkları söylentisi yayıldıkça içimi bir burukluk kapladığını da itiraf etmeliyim.

    Bazen nemli yerlerde bir gurtlugucağı antenlerini açmış sürünürken gördüğümde, onları toplayıp paraya çevirdiğimiz günler aklıma gelir... Belli belirsiz bir vicdan azabıyla birlikte...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder