Çeşme aharına serinleme bahanesiyle başını daldırıp çaktırmadan su yudumlama; ikindi sonrası, Gocagulağınguyu'dan su getirme; İftar topu kollama; camide teravih maceraları; gece uykulu kulaklarla Kelhalil'in davulun bir yaklaşan, bir uzaklaşan sesini takip etme; yine uyku sersemliğiyle ere kalkma, döke şaşa besdil hoşafı kaşıklama; temşitler başlayınca ağzını çalkalama... Yaz aylarına denk gelen Ramazanların bir çok yılında, bu saydıklarımın her biri ayrı başlıkta anlatılmaya değer hatıralar oldu.
Bilerek temşit yazdım; çünkü Anıtkaya'da 'temcid' kelimesi hala böyle söylenir. Hani şimdi imsak vaktini bildiren sabah ezanından önce bir iki dakikalık sela veriliyor ya, işte eskiden öyle değildi; en az onbeş dakika sürerdi ezana geçiş faslı, ve buna temşit derlerdi.
Temşitler verilmeye başlaması demek, 'imsaka çok az kaldı, hazırlıklarını tamamla, son lokmalarını yut' anlamına gelirdi. Salavat, tekbir, kaside, ilahi... artık hocanın repertuarına kalmış, ne hazırladıysa onları dinlerdik...
Temşit veren hocaların önceden ciddi bir hazırlık yaptığını düşünürdüm. En azından, neler okuyacaklarını belirler, belli bir sıraya koyarlarmıştır. Belki de kendince ellerine hatırlatma notları da alırlardı. Hiç şaşırmadıklarına göre böyle olmalıydı. Acaba şaşırıyorlardı da usta bir manevrayla toparlayıp, bu konuda hiç bilgisi olmayan biz dinleyicilere mükemmellik izlenimi mi veriyorlardı. Keşke gidip onların okudukları anki hallerini görebilseydim; lakin o alacakaranlıkta dışarı çıkmak ürpertici geliyordu.
Bir de zaten yarı açık yarı kapalı gözlerle yediğimiz er ekmeğinden sonra verilen bu temşitleri, haliyle yarı uyur yarı uyanık bir vaziyette dinlerdim. O haldeyken dinlediğim bir ilahi sözü, özellikle bana söylenmiş gibi gelmişti. O günden beri unutmadığım o ilahi, 'Seherlerde uyuma uyan gardaş / Seherlerde sen nura boyan gardaş...' dizeleriyle başladı... Sonuna kadar dinlemek için kendimi ne kadar zorlasam yine de uyumuştum.
Temcitlerin iki dakikaya indirildiği ve içinin de boşaltıldığı günümüzde ister istemez çocukluk hatıralarına sığınıyoruz. Ramazanların ayrılmaz bir parçasıydı onlar ve tekrar dinlemek için onbir ay beklemek zorundaydınız. Ammaa....
Bir 6 Mayıs akşamı, daha doğrusu gecesi... Zamanın İmam Hatip talebeleri, Anıtkaya'daki 'alaylı' hocalarla toplanmışlar. Alaylılar Kör Halilin Halil İbrahim Kirkit, Halimenin Mehmetin İlyas Kıy... Mektepliler ise Mardakların Hüseyin Saki, Hilmi Hocanın İbrahim Sancak, Kel Arzımanın Cemil Azbay, Kedivelilerin İbramın Ramazan Ildız filan... İstikbalin imamı bu gençler, okulda öğrendiklerini camide uygulayabilmek için fırsat kolluyorlar ve izin zamanlarında köydeki hoca arkadaşlarıyla bolca vakit geçiriyorlar. Amaçları, öğrendiklerini camide, odada vb. yerlerde tatbik etmek...
Yatsıdan sonra geç vakte kadar, odada ferfine yapmışlar. Ekipte Berber Ahmet Kabadayı da var. Hocalığı yoksa da hocalarla oturup kalkacak kadar donanımlı biri Berber... Bir de onlarla akran sayılıyor, çocukluktan beri arkadaşlar... Ekip olarak odaların da müdavimleri... Odaları fakülteye çevirenler bunlar yani...
Ferfineden sonra mideler dolunca uykuları gelir gibi olmuş bizimkilerin... Gözkapakları ağırlaşmış, istemsiz esnemeler başlamış. Bazıları köşelere büzülmeye, bir kaçı hafiften uzanmaya niyetlenir olmuş. Durumu farkeden Berber, mudahele etmek istemiş.
- Sakın ha! Uyumak yok, hatta uyuklamak bile yok. Bir uyursak mümkün değil namaza kalkamayız. O zaman köylü 'Berber Ahmet, hocaları uyuttu da namazı kaçırdılar' demez mi!
Uyku tatlı tabii... Burada uyuyamayacaklarını anlayan bazıları eve gitmek istediyse de Berber buna da mani oldu.
- Şimdi evlere gidersek uyuruz, yine namaza kalkamayız...
Durum çetrefilleşti. Uyku bütün ağırlığıyla heyula gibi üstlerine çökmüş; lakin adam uyutmuyor da bırakmıyor da... Hocalar böyle düşünürken çözüm önerisi yine Berberden gelir:
- Bakın, yarın mübarek Hıdrellez günü... Siz şimdi güzelce abdest tazeleyin, uykunuz açılır. İkişerli üç gruba ayrılın ve Yeşil Cami, Cuma Camisi ve Bunar Camisine gidip ezanlara kadar temşit verin...
Bir şeyler okumak için fırsat kollayan gençler buna dünden razıdır. Berberin dediğini yaparlar. O gece Anıtkayalılar sabah ezanlarına kadar temcite doyar. Aşklı şevkli gençler, koro halinde veya solo olarak; bildikleri bütün kaside, naat, ilahi ne varsa onlarla inletirler köyü...
Bu arada işler planlandığı gibi gitmez. Zira bir süre sonra ortadaki Goca Camiden de sela-tekbir-naat sesleri yükselmeye başlar. Halbuki planda bu camiden temcid yayını yoktur. Çünkü imamı resmidir ve yeni atandığı için huyu suyu bilinmiyor. Ne olur ne olmaz diye Goca Cami operasyon dışı bırakılmıştır... Ne oldu da plan dışına çıkılıp oradan da temşit okundu acaba?!
Bu beklenmedik durumun sebebi Hıdrellez sabahı anlaşılır. Sabah namazından sonra Berber Ahmet dükkanını açar. Biraz sonra Goca Caminin imamı Kütahyalı İbrahim Hoca gelir. Temşitin sebebini soran Berbere şöyle cevap verir:
- Anıtkaya'daki görevine yeni başlayan bir imam olarak, o vakitte minarelerden yükselen temciti duyunca, herhalde buranın adeti böyle, Hıdrellez sabahı temcit veriyorlar, diye ben de kalkıp camiye koştum ve temcite başladım...
Tamam. Temcit; güllaç gibi, teravih gibi Ramazana özel bir şey... Amma Anıtkaya'da, bir kereye mahsus da olsa Hıdrellez Temşiti verilmiş... Hem de üç camiden...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder