Alemdaroğlu Ahmet'in tek kızı Fadime Olucak'a gelin gitti. Kocası Karaca Halil'in Olucak ve çevresinde büyük itibarı vardı. Özellikle Altıntaş Ovasında tanınır, bilinir, saygı görürdü. Efted/Yolçatı ve başka köylerde mülklere de sahipti.
Garaca Halil ile Alemdar kızı Fadime'nin evliliğinden olan üç oğlanın büyüğü Seydi, 20. yüzyılın başında doğdu. Variyetli bir evin büyük oğlu olarak yetiştirildi. Osmanköy'den ilk evliliğini yaptı. Eşi Akile'nin babası da Efted zenginlerinden...
Çevre köylerdeki gerek tarla takga, gerekse başka malları sebebiyle sürekli at sırtında geziyor Seydi. Tabi Cihan harbi zamanı olduğu için genel bir sefalet çökmüş memleket üzerine. Her taraftan acı haberler geliyor. 1918 yılında mağlubiyet resmileşince sağdan soldan işgal haberleri de yayılmaya başlıyor.
Seydi'nin bir ayağı da Eğret'te... Dayısına Alemdaroğlu Ali Bey diyorlar, onun itibarı da yüksek. Dayısı Ali Bey'in kızı Havva ile evlenmesi tam da mütareke dönemine rastlıyor. Yeşilömerler ile Kayınpederi/Dayısının ev arasına yerleşiyor. Sonradan burası Garacanın ev olarak bilinecek. Eğretli Cemal Hoca'nın evi de o arada. Ticaretle de uğraşıyor ve bu ticarete zamanla Ali Bey de bulaştığı için lakapları 'Kantinler' olacak.
Bir vakit sonra, Yunanın İzmir'i işgal ettiği ve adım adım bu taraflara geldiği haberi yayılıyor. Zaten mağlup olmuş perişan durumdaki ordu, anlaşma gereği lağvedilmiş. Yunan geliyor, onun karşısında duracak askerin yok. Egenin efeleri, kendilerince müfrezeler oluşturup en azından Yunanı rahatsız etmek istiyor ve böylece her tarafta çeteler ortaya çıkıyor. İşgalcilerin ilerleyişini durduramıyorlar; ama eli kolu bağlı oturmaktan iyidir, diyorlar.
Bütün iyi niyetleri ve kahramanlık hislerine rağmen çeteler kesinlikle askerin yerini tutamıyor. Askerlik disiplin demek, bir defa bunlar kesinlikle disiplinden uzaklar. Başlarındaki ağa, reis, çavuş her neyse, liderlerinden korktukları kadar disiplinliler. O korkudan uzaklaştıkça düzen tertip kalmıyor, tam bir başıbozuk tayfasına dönüşüyorlar. Ayrıca bunların kendilerine yiyecek giyecek, hayvanlarına yem, silahlarına mermi lazım. İhtiyaçları bitmiyor ki. Bugün bu köyden, yarın şu köyden derken, milletin elinde avucunda ne varsa el koyuyorlar. Köylü gönüllü vermezse, zorla gasp olayları da sık yaşanıyor. Ayrıyeten zaman zaman bu başıbozuk tayfasından nadir de olsa ırza saldırı olayları da geliyor. Köylüler bütün bu olumsuz durumları sebebiyle efelerden, çetelerden şikayetçiler; lakin diğer yandan Yunan'a karşı koyabilecek başka bir güç de yok.
Bizim Seydi'nin çetesi işte böyle bir ortamda ortaya çıkıyor. Altıntaş ovasında zaten belli bir itibarı vardı. Çetesiyle birlikte bu sahayı daha da genişletiyor; daha batıda, Yunan'la sıcak çatışmaya girebileceği noktalara kadar varıyorlar.
Seydi Çavuşun grubu, Yunanla çarpışırken çete; yerli halkla ilişkilerde ise eşkıya gibi davranıyor, tıpkı diğer çeteler gibi. Her ne kadar Seydi Çavuş böyle bir şey istemese de zaman zaman yaşanacak olumsuzluklara da engel olamıyor. Seydi Çavuşun torunu Terzi Seydi Yavuz anlatıyor:
'Seksenli yıllarda Gediz'de bir ihtiyarla karşılaştım. Eğretli olduğumuzu öğrenince heyecanlandı, yüz hatları değişti. Seydi Çavuş'u sordu, torunu olduğumu öğrenince kendinden geçti. Meğer onun çetesindenmiş. 'Oralarda, buralarda çok at koşturduk' dedi. Köyün birisine ekmek getirmesi için birilerini yollamış Çavuş. Girdikleri evde bir kadına rahatsızlık vermiş birisi. Bunu duyunca öyle bir celallenmiş ki Seydi Çavuş... Adam, 'Vallahi bilmemne dağında bana vurdurdu' dedi. 'Vurmazsanız, ben sizi vururum!' diye emrini pekiştirmiş. Kadına sarkıntılık eden adamını ölümle cezalandırmış. 'Girdiğiniz yere adam gibi girin, adam gibi çıkın!' diye de tembihlermiş adamlarını.'
Ne kadar disiplini sağlamaya çalışsalar da bu tip olayların önüne geçememiş hiç bir çete. Çerkes Ethem dahil... Zaten bugün Seydi Çavuş'tan bahsedenler onu 'eşkıya' diye nitelendiriyor. Gerçi bu kelimeye olumlu bir mana yüklüyorlar; ama ne de olsa eşkıya eşkıyadır. Sen vatanı koruma niyetiyle yola çık, bir asır sonra sana eşkıya desinler...
Bu arada Ankara'da yeni bir Meclis açıldı. Bu yeni kurulan bir devletin işaretiydi ve kurumları da oluşturulmaya başlandı. En acil kurum ordu idi. Eskinin artıklarından ve eldeki dağınık kuvvetlerden düzenli bir ordu oluşturmak zor olacaktı; ama elzemdi. Çetelerle Yunanın hakkından gelmek mümkün görünmüyordu çünkü.
Mevcut çeteler önce Kuvva'ya sonra orduya katılmaları konusunda güzellikle ikna edilmeye çalışıldı. Bu da zor bir işti zira başına buyruk hareket etmeye alışmış insanları disipline davet ediyorsun. Kim gönüllü olarak böyle bir şeye yanaşır ki? Ayrıca kendilerinden yaşça ve rütbece altta gördükleri subayların komutasına girmek de onlara ağır geliyordu.
Bu yüzden çetelerin orduya katılımı şöyle dursun, aksine asker kaçaklarında artış yaşandı. Onlar da ya mevcut çetelere katılıyor, ya da yeni çeteler oluşturuyorlardı. Bunun güzellikle halledilecek bir yanı kalmamıştı, Ankara Hükümeti tarafından bu çetelerin zorla dağıtılıp imhası kararı alındı. Çetelerin üzerine zaptiyeler gönderildi.
'Yunan daha buraya gelmeden önce, Teğmen mi Yüzbaşı mı ne, Ayıcı Arif denilen bir Zaptiye Kumandanı Seydi Çavuş'un peşinde... Bayatlı Arif, ayılarla güreşip onları yendiği için bu lakapla anılıyormuş, iri yarı bir adam. Olucak'a varıyor bulamıyor, Efted'e varıyor bulamıyor... Eğret'e geliyorlar.'
'O sırada Seydi Çavuş Eğret'te... Anası Fadime Nineden urbalarını istiyor, güzelce giyinip kuşanıyor... Ölüme gidiyor adam... Evden çıkıyor, Eminlerin tekkeyi dönüp sığır eğleğine dalıyor. Ayıcı Arif'in adamları da Hatiplerin odadalar... Elindeki silahta ne kadar mermi varsa 'Taaak! Taaak! Taaak!' boşaltıyor. Avazı çıktığı kadar da kükrüyor 'Eyy Ayıcı Arif! Çık!..' Kısa bir duraklamadan sonra devam ediyor, 'Sen zabtiyeysen, ben de zaptiyeyim, çık!..' Bu meydan okumadan sonra çıkıyorlar, ama Seydi Çavuş'a yine bir şey yapamıyorlar, çünkü silahını doldurup yine ateşe başlamış. Yumrukların Musa Çavuş'u işte bu arada vuruyorlar, kardeşi Çolak Ali kaçıyor.'
'Komşuları Yeşilömerlerin Ömer Dede cura çalarmış, onun gelmesini istiyor, sığıreğleğine. Yeşilömer çalıyor, o zeybek oynuyor, döne döne. Kendisini öldürmek için emir almış zaptiyeler karşısında olduğu halde, o zeybek oynuyor... Bu rahatlık karşısında zaptiyeler ona dokunmama sözü veriyorlar. Seydi Çavuş da yanlarından geçip Hacımahmutların evlere doğru çekip gidiyor.'
Çakır Mehmet'ten nakledilen bu olayda dikkat çeken husus, Seydi Çavuş'un 'Sen zaptiyeysen, ben de zaptiyeyim!' çıkışıdır. Burada, 'Ben de sizdenim, bu vatanın kurtuluşu için uğraşıyorum' serzenişi var. Ayıcı Arif de öyle anlamış olacak ki gitmesine izin veriyor.
İşgalden sonra aynı yiğitlikle Yunanlılarla mücadeleye devam ediyor. Yunan defedildikten sonra Seydi Çavuş Eğret'e tamamen yerleşmiş. Vefat ettiği 1945 yılına kadar Eğret'te yaşamış.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder