Broşür çalışması devam etti bir yandan…
Çarşıda görülen ilan panoları var. Postane’nin önünde, Oruçoğlu Çarşısı’nın önünde, Anıtpark’ın önünde Süleyman ile ben pano yaptırdık. Buralarda Devrim ile ilgili çıkmış yazıları asıyorduk. Gazete ve dergilerde çıkan yazıları asıyorduk. Yazıları panolara asarken Süleyman Çalışkan ‘Biz kendimiz de yazabiliriz’ dedi.
Sizin başka görevleriniz de var mıydı?
Kurucu Meclis toplanacak, bir açık hava toplantısı yapılacak, bir de kapalı
salon toplantısı yapılacak. Sene 1961’de, ben miting yapmak üzere
görevlendirildim. 7 yıllık öğretmenim. O miting, buranın tarihinde öyle bir
miting olmadı. Meydan doldu, Uzun Çarşı, İstasyon Caddesi her taraf tıklım
tıklım oldu. Afyonkarahisar’da böyle bir miting görmedim. O mitingin tek konuşmacısı benim. 27 Mayıs’ı anlatacağım. İyi kötü bir şeyler
anlattım. Süleyman da Şafak Sineması’nda konuştu. Anlaşıldı ki biz 27 Mayıs’ın
koordinatörü durumundayız. Her şey bize bırakılmış, Valilik’e gelir genelgeler,
biz de gereken neyse yaparız. Köy ekipleri oluşturduk. Diyanetten bir kişi,
öğretmen ve muhtar yer aldı bu ekiplerde. Süleyman Konya’ya, memleketine gitti,
ben tek burada kaldım. Halkevi Başkanıyım, Öğretmenler Derneği Başkanıyım, 27
Mayıs’ın koordine ediyorum ve yazarlık yapıyorum. Yazarlık, o panolardan başladı.
İlk olarak hangi gazetede yazdınız?
Gazete olarak Gençliğin Sesi vardı, orada yazmaya başladım. Günlük gazeteydi.
Gençliğin Sesi’nde bir köşe yazmaya başladım. Rifat Seloğlu ve Muammer
Yalvaç’ın gazetesiydi. Devrim’i destekler nitelikte bir gazeteydi. O süreçte
gazeteciliğe ve köşe yazarlığına başlamış olduk. Yazılarım dolayısıyla Belediye
ile anlaşmazlığa düştüm. Belediye Başkanı, Vali. Hem Devrim ile ilgili
çalışmalar yapıyoruz, hem de şehirdeki özellikle kabzımallarla uğraşıyordum.
Ben kendimi saklamak için mahlas kullanmaya başladım. O zaman Belediye binası
olarak kullanılan binada toplantı düzenledi. Baktım orada 22 gazeteci var.
Belediye tenkitlerini anlatıyor. Biraz laf etti. Ben bir şey demedim, sustum.
Nusret Koçoğlu söz aldı. O söz aldıktan sonra ortam değişti. İl yönetimi ile
ilgili eleştirilerde bulundu. Rahmetli Koçoğlu’nun görüşleri hakim oldu.
Eleştiri daha genişledi. Diğer gazete Afyon Haber’di. Onlar Demokrat
Partiliydi. Gençliğin Sesi 4 sayfaydı. Gazete olarak ne zaman kapandı bilmiyorum
ama bizim gazeteciliğimiz devam etti. Bir taraftan çalışmalarımız da devam
ediyor.
Gençliğin Sesi adı gibi miydi?
Sempatik bir gazeteydi, Gençliğin Sesi. Temiz bir gazeteydi. O devirde Jop diye
bir gazete de vardı. O gazetede de yazdım. Jopçu’yu herkes tanır. Jopçu’nun
hiçbir işi yok. Asıl adı Mehmet Tokman. Jopçu, 1 yaprak haftalık gazete
çıkarır. Kimlerden kendisine yardım gelebileceğini hesaplar. Onlara atıflar
yapar. Şiirlerini bırakır, geri kalan bölümleri ben doldururum. Orada yazdım.
Ali Türk, Birlik gazetesini çıkarırdı. Birlik gazetesi, bazen yetiştiremezdi,
ben Kadınana’ya gelmiştim, bana rica ederdi. Ben yazardım. Benim ismim
geçmezdi.
İbrahim Küçükkurt’la tanıştınız sonra… İbrahim Küçükkurt’la tanışmamız nasıl oldu?
İbrahim ile tanışmamız YÜNTAŞ üzerinden oldu. Eskişehir’de matbaalarını sel
basmıştı. Afyonkarahisar’a gelmişti. Orada (harfler) çamurlar içinde. Onları
yıkayıp dizgiye veriyorlar. Her taraf çamur içinde. Şimdiki sistem yok, elle
diziyorlar. İbrahim, Afyonkarahisar’a geldi. YÜNTAŞ toplantısı yapıldı ama
sendika başkanı Emin Dikmen’i kimse deviremiyor. Buraya Balıkesir’den geldi.
Kimse onu yıkamıyor. Kooperatif kuruyor, bir kooperatif toplantısında İbrahim,
konuşma yaptı. Köylülüğe hakaret etti gibi anladım. Gençliğin Sesi gazetesinde
iç sayfa hariç tam sayfa buna ayırdım. Birinci sayfadan sonda 4’e de
aktarmışımdır.
Bu yazıdan sonra karşılaştınız mı İbrahim Küçükkurt’la?
Yabuz Apartmanı’nın hisse senedi gelmişti. Karşılıklı iki daire YÜNTAŞ’ın. Ben
götürdüm verdim. ‘Hoş geldin’ dedi. Çay kahve söyledi. Ondan sonra ayrılmadık
bir daha. 1960’lı yıllarda. O konuşmadan sonra dargınlık yaşamadık hiç. Zaman
zaman onunla da işbirliği yaptık. O entellektüel bir çevrenin adamıdır. Ben
hiçbir zaman görev istiyorum dememişimdir. Sümer’den Kadınana’ya tayinim
Atatürk Anıtı Yaptırma Derneği’nin faaliyetine yetişemediğim içindi. Üçüncü
adam bendim. ‘Rahatlasın, bize zaman ayırsın’ düşüncesiyle çift öğretim olan
okula tayinim çıkarılmıştı.
Dargınlık olmadığı gibi dostluk devam etti değil mi?
Matbaadaki harflerin o şekilde dizilmesi beni çok üzmüştü. Ben o sırada
Halkevleri adına Taşpınar dergisini çıkarıyorum. Taşpınar dergisini
Küçükkurt’ların matbaasına bastırdım. Çevre’yi çıkarmaya başladık.
Çevre, nasıl bir dergiydi?
Çevre Dergisi çıkardık. Acar Matbaası’na verdik. Yazıları verdik, yetişmedi
onların dediği saatte. Nöbeti bana bıraktılar. Sabaha kadar matbaacı ve ben.
Çevre çıktı. Açık bir siyasi görüşü yoktu. Tarafsız bir dergiydi. Kendi
çevremiz ve kalkınma ile ilgili bir dergiydi. O derginin orta sayfasını ben
yapıyorum. H.Şen’dir oradaki yazılarımdaki imza. O zaman askeri Vali yönetiyor
Afyonkarahisar’ı. Çevre’deki yazımı askeri Vali’ye şikayet etmişler. Vali
topluyor hepimizi. Matbaada da derginin bazı yerlerini boşaltıyorlar. Şikayete
konu yerleri çıkarıyorlar. Gazetecileri çağırıyor. Vali köpürüyor. Oysa ben
vilayetin nasıl kalkınması gerektiğini söylüyorum.
Çevre Dergisi, bir müddet çıktı. ‘Günlük yapalım’ dedi İbrahim. İsim bulmaya
çalışıyorlar. ‘Kocatepe var’ dedim. Telif hakkı var dediler, telif hakkının
olmadığını söyledim. O zaman benim teklifim kabul edildi. 27 Ağustos’ta
çıkacak, bunun duyurusu yapıldı. Bir gecikme oldu, 30 Ağustos’a kaldı. Hedef,
Afyon’un kurtuluşu yaş günü olmak üzere Kocatepe’yi yayın hayatına sokmaktı. 3
günlük bir erteleme oldu. O günden bugüne Kocatepeli olduk.
Kocatepe’deki çalışmalarımda genel bir özetleme yapardım. 3-4 gazete alırdık.
3-4 gazeteyi okuduktan sonra kendim bir metin yazardım. Özenle çalışırdım.
Her gün köşe yazısı yazar mıydınız?
Her gün yazıyordum. Hiç aksatmadım. 12 Eylül 1980 darbesine kadar yazdım.
1981’e kadar. Bir gün Nurettin Ersin, komutanlık yaptı. Takışık durumdaydık. O
da İbrahim’e çok güvenirdi. Ama Ersin ile ben anlaşamayız, onlar 27 Mayıs’a
karşıdır.
Nurettin Ersin, Afyonkarahisar’dan giderken gazeteye uğramış. Şükrü Küçükkurt
aradı beni, ‘ağabey bir şey diyeceğim, ama nasıl söyleyeceğimi bilemiyorum’
dedi. ‘Ne olacak, söyle’ dedim. Meğer Nurettin Ersin, ‘Arkadaşlık falan
dinlemem, gazeteyi kapatırım’ demiş. Musa Seyirci ile benim yazmamamı istemiş.
Arkasından da ben gözaltına alındım. Bir hafta karakolda nezarette kaldım.
Sonra oradan Ankara Emniyeti’ne gönderdiler. Oradan en erken koğuşa gidenlerden
biri oluyorum. Sendikal çalışmalarım nedeniyle hakkımda dava açıldı. 5 ay
kaldım Mamak’ta. Vali, Milli Eğitim’e ‘çağırın ve hemen emekli edin’ demiş.
Sıkıyönetim benim işime son verdi. Çalıştırması sakıncalıdır dedi, 1402 diye
bilinen uygulamayla işime son verdi. Sonra mesleğe dönüş hakkı tanındı. Ben
dönmedim göreve. Emekli oldum. Zaman zaman emekli olduktan sonra da yazdım.
Tutuklanma gerekçeniz neydi?
Genel Kongre’de doğaçlama olarak konuşmalarım var. 4 konuşma yapmışım.
Marksist-Leninist propaganda yapmak, TÖB-DER. Onu kitap haline getiriyor
TÖB-DER. O kitaptan bakıyorlar, 4 tane konuşma var. İddianame hâlâ vardır
bende. Askeri Yargıtay bozdu. İkinci kez suçlu bulundum. Askeri Yargıtay kesin
bozma yaptı. Beraat ettim. İşimi de kaybettim. Oysa benim konuşmalarım, vatanseverlik
üzerineydi. Ben memleketimin Sevr anlaşmasına doğru sürüklendiğini fark ederek
buna karşı çıktım.
Kocatepe Gazetesi’nde hangi konuları gündeme getirmiştiniz?
Genelde ideallerimi, güncel olayları yazdım. Bir dizi yazı hazırladım.
Uygarlığa Doğru dizisini yaptım. Zaman zaman da arkadaşlarıma anlatırım. Birçok
araştırma yaptım. Kocatepe Parkı’nın yapılması, yukarıdaki tepelerin Milli Park
olması, Hıdırlık’ın iyileştirilmesi gibi konuları gündeme getirdim. Kocatepe’de
sabaha karşı 5’te program yapılmasını önerdim.
Kitap yazmayı düşündünüz mü?
Kitap yazmayı düşünmedim. Hâlâ düşünmem.
Soyadınızın “Şenşaştımoğlu” olmasının da ilginç bir hikâyesi var. Nedir bu
hikâye?
1960 İhtilali’nden sonra Belediye Başkanlığı’nı eleştirirken ‘Şaştımoğlu’
mahlasını kullandım. Benim babama Şaştım Halil derler. Ben de ‘Şaştım’ın oğlu’
olurum. Babamın lakabını mahlas olarak kullanıyorum. O toplantıda Vali, bana
‘Kendini saklama, senin yazın belli olmaz mı’ dedi. Benim mahlasım çok
benimsendi. Memur, esnaf beni Şaştımoğlu olarak biliyor. Rahmetli Hukuk Doktoru
Ahmet Şensoy, beni tanırdı. ‘Senin soyadını değiştirelim’dedi. Mahkemeye
gittik. 1964-1965’ti. Soyadı tahsisi için gittik. Şen mi olacak, Şaştımoğlu mu?
‘Şenşaştımoğlu’ olsun dediler. Benim soyadımın mahkeme kararına göre Şen
Şaştımoğlu yazılması gerekir. ‘Dil bakımından soyadı ayrı yazılmaz’ dediler.
Şen olan soyadım Şenşaştımoğlu olarak değişti. 1960 İhtilali’nden sonra
yapılacak mitingde ‘Hüseyin Şen’ görevlidir denildi. O zaman soyadım Şen’di.
Hüseyin Şenşaştımoğlu, ne zaman doğdu?
Nüfus cüzdanımda 5 Mart 1934, Afyon yazılı. Oysa ben Anıtkayalı, o gün için
Eğretli’yim. Babam o köyün tek okumuş-yazmış insanı. Ayrıntılara önem verir,
gelişigüzel davranmaz.
7 yaş zorunluluğu vardı. Biz 6 yaş grubu olarak 3 arkadaş fahri olarak okuma
yazma öğrendik ama yaşımız tutmadığı için kaydedilmedik. O sene bir yaş gitti.
Bir yaş da evlenme muamelesine gittiğim zaman, burada bir nüfus müdürü vardı,
çok incelerdi. Bakıyor orada doğum 1934. O zamana kadar 1935 doğumluyum. 1934
doğumlu olsam kaydım olacak, bir sene önce mezun olacağım. Bir sene önce Köy
Enstitüsü’ne girip Köy Enstitüsü olarak mezun olacağım. Ben 1935 doğumlu olarak
mezun oluyorum, 1955’te evlenme muamelesine başladığım zaman 1934 oluyor.
Köy Enstitüsü’ne nasıl başladınız?
Eğret’de ilkokula başladım. Köy Enstitüsü’ne 1948’de girdim. Ben okumak
istiyordum. Fakat babam, ağabeyim okumama karşıydı. Bir 27 Ağustos günü,
Afyon’un kurtuluşuna gidiyorum diye yola çıktım. Trenle Akşehir’e, Akşehir’den
de Yalvaç’a gittim, öğretmenimi buldum. Okumak istiyorum dedim. Babama mektup
yazmış, gelsin okutacağım demiş. Geldik, Konya Sarayönü’ne Pratik Ziraat
Okulu’na vermek istediler. Olmadı. Sanat Okulu’na vermek istediler. Buraya
okumaya geleceğim, geri çevirdiler beni. Köyde kaldık. Susuz Osmaniye’ye mal
satardık. Orada Emin Çavuş diye bir tanıdığımız var. Emin Çavuş’un yanına Salih
Hoca diye bir eğitmen gelmiş. Salih Hoca’ya Çifteler Köy Enstitüsü’nden
Sekterer geliyor. Onu ziyarete geliyor. ‘Buralarda kimse yok mu’ diyor Salih
Hoca’ya. Emin Çavuş, babam köyden dönerken durduruyor ve durumu anlatıyor.
Babam geldi, ‘seni göndereceğiz’ dediler. Babam Eskişehir’e götürdü.
Hamidiye’ye gittik bulduk okulu. Banyo yaptırdılar. İmtihan yaptılar. 1948’de
birinci sınıfa başladım. Bizim Hamidiye’de 800 dolaylarında öğrenci var.
Mahmudiye resmen ilçe olunca orası kapatıldı. Bizim köylerde olmamız
gerekiyordu. Mahmudiye kapatılınca oradan bizim okula gelenler oldu. Bizim
okulda da dağıtım oldu. Ben o arada, yaz tatilinde beni çağırdılar. Böyle bir tayin
olmayınca Yalvaç’a gittim. Bayrama rastg eldi. Bayram sonu okula geldi. Arefe
günü Arifiye grubuna verilmişim, benim yerime orada olan bir kişiyi
göndermişler. Ben Çifteler’de kaldım.
İvriz’e gittiniz sonra…
Sonra Konya İvriz’e tayinim çıktı. Konya Ereğlisi’nin Toroslar yamacında,
yanında herhangi bir köy olmayan bir köy bu. Ertesi gün işe başladım. 1952’de
oldu. 5’inci sınıfa başlamış oluyorum. Son sınıf olarak oraya gidiyorum, ancak
mezun olmuyorum. Şubat ayında bir kanun çıkıyor, Köy Enstitüleri’nin
kaldırılmasıyla ilgili. Köy Enstitüleri kapatılıyor. Adı ilköğretim okulu oldu.
İlköğretim okulları 6 yıl. Bir sene de oradan gitti. İki sene boyunca son sınıf
olduk. Konya’dan 1954’te doğrudan ikmale kalmadan mezun oldum.
Afyonkarahisar’a geldim. Bütün buradaki memur kadrosu Ferah Kahvehanesi’ne
çıktı. Benim tayinim geldi. Benim tayinim Recep Yaşacak’ın da çalıştığı
Fethibey’e çıkmış. Öğrenci kaydı yapalım. Recep’in yazısıyla 18 Ağustos’ta
göreve başladım. Recep Bey oranın müdürü. Benim göreve başladığım yazıyı Milli
Eğitim’e bildirdi. Fethibey’de stajyerliğimiz kalktı. O sene ben merkeze
geldim. Kazım Bozkurt diye bir arkadaşım vardı, Köy Enstitüsü’nde bizden
büyüktü. Kalp hastasıydı, ağır hastalığı dolayısıyla yanında birisi olması
gerek. Yanına bir destek arıyor. Sen gelirsen ben de gelirim dedi. Tayinimizin
yapılmasını istedim. İkimizi birden Namık Kemal İlköğretim Okulu’na verdiler.
İki sene orada çalıştıktan sonra Sümer’e gittik. Sümer’i de açan kadro
içindeyim, o da benim yanıma geldi. Nereye gitsek beraber oluyoruz. O
hastalanınca Ankara’ya, İstanbul’a götürdüm.
Kadrolu başyazarlık da yaptınız, değil mi?
İkaz gazetesi, Afyon Haber, Gençliğin Sesi, Birlik birleşti. Gazeteler, Birlik
adıyla birleşti. O Birlik gazetesinin başyazarlığına beni getirdiler.
Birleşilen gazetede Birlik adıyla çıkan bütün yazılar bana aittir. Birlik
gazetesinin altında Birlik gazetesinin imzası olan bütün yazılar benim
görüşlerimi yansıtır. Patronlar kendi aralarında anlaşamadılar, ilanları kim
tutarsa o aldı. Dolayısıyla Birlik yürümedi. Diğer ortaklar alamıyor. Tahmin
ediyorum bir sene sonra Birlik dağıldı. 4 ortak var, resmi ilanları birlikte
paylaşmaları lazım. Ama kim ağır basıyorsa o ay ilanı o aldı. Benim 150 lira
aylığım var. O zamana göre bayağı iyi para. Ancak tahakkuk etmedi. Ücretimi
almadığım halde çalışmaya devam ediyorum. Bir gazetede ilk kez ayrı bir ücret
var. Tahakkuk etmemiş, ama bu önemli bir ayrıntı. Başyazarlık ücreti
bağladılar, oldu ya da olmadı ayrı bir şey. Kendi aralarında güvensizlik
nedeniyle bu iş yürümedi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder