11 Eylül 2022

Öküzüm Ahara Düştü


    Bu başlık atılalı yirmi günden fazla oldu. Olayı dinlediğim akşam 'Tamam, yazının başlığı böyle olacak' demiş ve bunu yanımdakilere ilan etmişim.

    Aslında Kuyudaki Çobana eklemlenmesi gereken bir olay, şimdilik burada dursun bakalım.

    Konu nasıl oraya geldiyse, Almalı çeşmelerini konuşuyorduk... Belki asıl mevzu kuyulardı, sonra çeşmelere kaydı ve Dağdaki çeşmelerden söz açıldı. Her neyse, işte tam da burada o olayı anlattı... Berber Emmim anlattı biz güldük.

    Berber Ahmet, henüz berber değil, çocuk daha. Belki kuzu gütme deneyimi yaşanmamış... 1950'li yılların sonu olmalı. Abisinin aklı başında... Bunu da onun yanına katmışlar, doğru Dağa öküz gütmeye... 

    Abisinin aklı başında da olsa... Ne de olsa çocuk bunlar, kilometrelerce uzaktaki bir yere gönderilmeleri garip karşılanabilir; ama bugünün mantığıyla düşünmemek lazım. O yıllarda Dağ panayır gibi, köylünün yarısı orada mal güdüyor. Güvenlik sorunu yok yani...

    Önlerinde dört beş çift öküz varmış. İki kardeş oynaya çevire güdüyorlar. Demek ki daha harman başlamamış, Mayıs ayı filan olabilir. Yoksa iş gayıt vakti Dağda gütme mi olurmuş...

    O kadar kalabalığın yanında, köyün sığır sürülerinin de Dağda olduğunu unutmamak lazım. Üç sığırın her birinin yayıldığı mevkiler var. Birbirine karışmamak için o mevkilerden pek ayrılmıyorlar. Her sığırın öğleyin sulanacağı çeşmeler belirlenmiş, sürü kendi çeşmesine gidiyor. Yani, sığır gütmenin bile bir sistemi oluşturulmuş. Yine de Dağ çok kalabalık... Bu hem iyi, hem kötü...

    Almalı'daki iki çeşmede Buñar mahallesi sığırı sulanıyor. O yıllarda iki çeşme varmış orada. Galiba şimdi birisi diñmiş, birinin de yeri değişmiş... Bizimkiler de öküzlerini sulamak için vakti kolluyorlar, sığır oralardayken uğramamak lazım...

    Yukarı çeşmenin müsait olduğu bir vakit sürüyorlar öküzleri bayıra... O çeşmenin konumu biraz dengesiz diye söyleniyor. Her ne kadar aharların pozisyonu düzgün bir zemine oturtulmuşsa da arazinin kendisi meyilli. Sonuçta orası dağ... Üstelik koca sığır sürüsünün geliş gidişiyle aharların etrafı iyice bozuluyor, çamur oluyor...

    Öküzün birisi, yüksek tarafından ahara yanaşmaya çalışırken... Nasıl olduysa ayağı kayıyor, bir dizi aharın keninden dengilip hoop!... Öküz aharda tuş olmuş, karnı göğe bakıyor... Ne olduğunu anlamayan şaşkın hayvan can havliyle debelendikçe yerleşiyor ahara... Sair zamanda o biçimde koyman mümkün değil... Bir müddet bacaklarını debeledikten sonra bundan da vazgeçiyor, herhalde sırtı tabana oturdu; ama burnundan solumaya devam ediyor...

    Olan şuydu; sığırın çiğnemesinden oluşan çamur, arazinin engebesiyle birleşince kaygan bir zemin oluştu. O su içerken başka bir öküz geldi onu boynuzladı. Ağır vücutlu hayvan dengesini kaybetti ve sonuç bu... Fakat bunları düşünecek zaman değil, nasıl olduysa oldu... Öküzü ahardan çıkarmak lazım... Bu iki çocuğun hakından gelebileceği bir şey değil... Gerçi çocuk değil, büyük de olsalar onu çıkaramazlar... Yarım tonluk hayvan... Bir de hayvan, bacaklarıyla bir yerden güç alacak durumda olsa, belki onun yardımıyla becerebilirler; ama o da yok...

    Bu arada Ahmet Kabadayı başlıyor ağlamaya... Abisi onu mu sustursun, kurtarmak için elinden birşey gelmediği öküzle mi ilgilensin... İki kardeş, çaresizce beklemekten bir sonuç çıkmayacağı iyice anlaşılınca, az yukarıdaki büyüklerden yardım isteme fikri oluştu. Öyle ya, ortalık onca kalabalıkken niye bekleşiyorlardı ki!... Yalnız, Hasan Hüseyin başkalarından yardım istemeyi büyüklüğüne yediremedi; Ahmet'i yolladı imdata...

    Yanlarına vardığında sekiz on kişilik topluluk meselenin ciddiyetini hemen anladı. Gerçi ne olup bittiği tam idrak edilemedi, lakin iki gözü iki çeşme Böbülerin Ahmet, panik halindeydi. Hıçkırıkları arasında; Ahar!... Ağam!... Düştü!.. Kaydı!... Öküz!... gibi bir şeyler söylüyordu... Çeşmeye varana kadar durmayıp koştular.

    Öküzü o halde görünce mesele anlaşıldı. Ama bu koca hayvan buraya nasıl girmişti, bu gövde ahara nasıl sığmıştı, nasıl sırtüstü yatmayı başarmıştı... Sorunun daha çetrefillisi, nasıl çıkarılacaktı... Allahtan kalabalıktılar. Boynuzundan burnundan, kulağından kuyruğundan, tutabildikleri her yanına el attılar. İte kaka, çeke sürüye öküzü ayaklandırdılar...

    Öküz sersemlemişti; Ahmet sustu, Hasan Hüseyin rahatladı, millet dağıldı... Kazazede öküz, varıp öteye çöktü, boş bakışlarla geviş getirmeye başladı. Sırtında, kalçalarında ve kaburgalarında bere izleri vardı... O bereler uzun süre kaybolmadı. Zaten hayvan, o senenin kışında öldü. 

    Öküzü düştüğü ahardan çıkaranların kimler olduğunu sordum, Berber Emmim birkaçını hatırladı: Kahveci Süleyman Yırgal, Kelsaleğin Şaban Azbay, Bilallerin Salim Kaynar, Çulluların Mehmet Azbay, Hamdinin Süleyman Dadak...

    Berber Ahmet'in dışında, olayın kahramanlarının tamamı vefat etmiş... Almalı çeşmeleri hala yaşıyor mu bilinmez... Dağın böğrü, taş ocağı diye bir kaç yerinden yarılmış vaziyette... Köyün sığırı dağılalı çok oldu... Çocuklarımıza 'Aha öküz budur!' diye göstereceğimiz bir öküz bile kalmadı...

    'Öküz ahara mı düşermiş!' itirazını edeceklere diyecek bir şeyimiz yok...

    Hayat çok garip ve zaman çok hızlı...



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder