26 Kasım 2022

Bızağlık

    
    Takanın Kahvede, eski ocaklığın yan tarafına ebür gübür koyarlardı. Maden suyu kasaları, temizlik malzemeleri, mevsim kışsa kömür tenekeleri filan... Koca heyula gibi buzdolabının yeri de orasıydı. Bir bakıma düzenlik gibi bir yerdi... Pek müşteri oturmamasının sebebi, sobadan uzak düştüğünden o bölümün soğuk kalması olabilir. Ayrıca kahvenin en dibi olarak karanlıkta kalıyordu...

    Her şeye rağmen oraya da bir masa atıldı. Yalnız genelde belli kişiler oturuyordu. Bunlar Ahmet'in arkadaş grubundan ve dolayısıyla yaşça daha küçük müşteriler oluyordu. E gençlerden bazı taşkınlıkların görülmesi normaldir, sık sık şamata şakırtı olurdu... Yine öyle bir anda Alçakların Adem Emmi, 'Şu bızağlıkdekilene bişey de' diye gülümseyerek onları Ahmet'e şikayet etmişti... Çocukların, gençlerin bulunduğu bölüme 'bızağlık' benzetmesini ilk o vakit duydum.

    Esasında bızağlık şu; Kışın inekler buzağılıyor, ama bütün mal maşat damda... Durdan sustan anlamaz ki buzağı... Allah muhafaza, hayvanların altında kalır, ezilir, ölmese de sakat kalır diye onlar için ayrı bir bölme ayarlanıyor. Varsa daha başka buzağılar, iki tahtayla ayrılmış bu bölmeye kapatılıyorlar. İnek sağılmadan önce veya belirli vakitlerde çıkarılıp emmesi sağlanıyor, sonra tekrar yerine... Keratalar sık acıktıkları için çok şamata yapıyorlar 'Beaaa! Meaaa!'...  İşte burası buzağılık... 

    Adem Emmiden duyduğum bızağlık yakıştırması ilginç olduğu kadar da anlamlıydı... Hatta daha iyi bir benzetme yapılamazdı yani... Amma bu ifade Adem Emminin buluşu değilmiş, buzağlığın da bir geçmişi varmış... 

    Beş vakit namaz için camiye gitme haricinde, erkeklerin bir araya geldiği yegane mekanın oda olduğu dönemler... Hele de kışın... Uzun gecelerde ve kısa gündüzlerde toplanma yeri... Odalarda yazılı kurala bağlanmasa da titizlikle uyulan hiyerarşik bir oturma düzeni var. Buna göre başköşe odayı işleten kişiye aittir. Yüksekçe bir yerde, tercihen sekide, en az bir yanı ağaç kolçaklı bir makam gibi düşünelim... Büyücek bir minder veya postun üzerinde oturur... Sonra odanın diğer müdavimleri, yaşına veya ilmine göre belirlenen bir yere otururlar. Kimse kendine ait olmayan bir yere oturamaz; bu, en başta adaba aykırı ve sonra orada bulunan büyüklere yapılmış bir saygısızlıktır. Odalar genelde bir sülaleye ait olduğu için cemaat de az çok sabittir. Arada sabit müdavimler dışında birileri misafir olarak gelirse, ona yer verileceği için geçici olarak oturma düzeninde değişikliğe gidilir.

    Hiyerarşi yalnız oturma düzeniyle ilgili değildir. Kendi yerine otururken istediğin gibi davranamazsın. Odada bulunduğun sürece her hareketine, sözüne, oturma pozisyonuna dikkat etmek zorundasın. Meğer ki o sırada odada senden büyük kimse bulunmaya... İşte o vakit, başköşe dışında istediğin yere istediğin gibi oturabilir istediğin üslupta konuşabilirsin... Oturuş tarzından dolayı çoluk çocuk sahibi niceleri azarlanmış, buna şahit olanlardan dinledim... Namaz kılan delikanlılardan birinin, namaz içinde yanlış bir hareketinden dolayı sonradan nasıl haşlandığını da anlattılar...

    Yalnız oralar sadece oturulan yerler değil ki... O kadar çok vakit geçirildiğine göre, görülecek bir sürü de iş olmalı... Soba sürekli odunla beslenecek, altı eşilecek, çalılar kırılacak... Gerektiğinde içerisi süpürülecek, kül tablaları boşaltılacak... Millet susayıp 'Bizi bi sula' dendiğinde sırayla herkese kaseyle su sunulacak... Çay demlenirken gamanto hazırlanacak, düzen takan ortaya yığılacak, çay servisi yapılacak... Sonra bardaklar yıkanacak... Her şey suya bağlı, sık sık iki kişi sırık ve tenekeyi alıp su getirecek... 40-50 Litrelik küp büyük sanma; boşalması, ezan okunmaya yakın herkesin alacağı bir abdeste bakar... Bütün bu işleri kim görecek peki?...

    Bütün bu işleri, oda içinde sabit bir yeri olmayan genç müdavimler görecek... Onların yeri bızağlıktır... Her odada değişebilir; ama genelde sobanın yanı, abdestliğin dibi, yemeniliğe yakın yerler bızağlıktır... Hizmet görecek kişiler (gençler, çocuklar) orada diz çöküp bekler... Onlar da hayatından memnundur, çünkü bızağlıkta da olsa odada büyüklerle o havayı teneffüs etmek ayrıcalıktır... Çoğu zaman demirbaşların tabi olduğu disiplinin dışında tutulurlar, bazı yaramazlıklarına göz yumulur, ne de olsa bızağlıktadırlar. Yine de yaramazlıkları hiç bir zaman saygısızlık boyutuna varmaz...

    Bızağlıktakilere neden hoşgörülü davrandıklarını anlayamadım. Bunun hikmetini sorduğumda biri dedi ki: 'Zaruret halinde bir öküzle bir keleyi çift olarak koşabilirsin. Böyle zamanlarda koşumda bir aksilik olursa, örendireyi keleye değil öküze dürt... Kele ne öğrenirse yanındaki öküzden öğrenir. Yanlış yapıyorsa, bunun sorumlusu öküzdür...'

    Zaman geçip kahveler yaygınlaşmaya, odalar fonksiyonlarını yitirmeye başlayınca, bızağlık da tam kadro kahveye taşındı... Az bir vakit daha geçti, odaları yakanlar göçtü; odalar söndü...

    Geçenlerde bir şey için İşofların odaya gittiydik... Bir kaç saat oturmak icap etti... Gayet saygılı bir delikanlı da sürekli oradaydı, hizmet ediyordu... Çok sevindim, çoğu güzel yanı ve tabi ki bazağlığıyla köyodası geri dönmüş gibiydi...



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder