Gavur Pancarı diyorlar, kavanuzun içinde bir şeyin ezmesi gibi duruyor. İşin doğrusu pek de güzel görünmüyor. Getiren kadın nineme diyor ki 'Sabah akşam bir kaşık ye, sakın fazla kaçırma! Ağı gibi, çok yiyemezsin zaten...'
Beş altı yaşlarındaydım galiba, gavur pancarının adını ilk duyduğumda. Kökünü ezip bal ile karıştırmışlar, kötü bir ezme gibi görünüyor dediğim bu... Bal katmalarının sebebi onu yenebilir hale getirmekmiş. Ağı gibi değil, ağının kendisiymiş aslında... Acılığının şifa olduğunu düşündüler demek ki. Yalnız ninemin hangi rahatsızlığına binaen yediğini bilemiyorum şimdi...
Dağa 'guruya' gittiğimizde gösterdi bunu... Dağdan odun getirmek izne tabiydi; ama kurumuş dalları getirirsen kimse bir şey demezdi. Öyle nizami odun için dağa gitmenin adı 'guruya gitmek'ti... Odun toplarken orman içinde gösterişli koca koca yaprakları sorduğumda Ninem onların gavur pancarı olduğunu söylemişti. Adını daha önce duyduğum Hazreti mekanında da görmüş olduk.
Hemen hemen her orman içinde mutlaka onlardan vardı. Tek tük değil, kalabalık bir aile gibiydiler. Bazılarının dibi eşelenmiş, sanki çapayla kazılmış gibi görünüyordu. 'Domuzlar...' dedi Ninem... Çok severmiş domuzlar bunları. Toprak içindeki yumrusunu, asıl pancar kısmını almak için de böyle eşer dururmuş... O kadar yemesine rağmen daha bir sürü pancar vardı... 'Sen sakın yeme' dedi Ninem, 'Çok acıdır.'... Bu uyarıyı dikkate aldım, daha yaprağını ısırmışlığım yok...
- 'Nasıl da büyümüş guzugulakları' deyince, Şaban iştahla yemeye başlamış. Bir müddet yedikten sonra işkillenmiş.
- 'Le Irmızanâ, bu heç guzugulağına benzemiyo' deyip elindekileri bırakmış ama, çoktan ağzı yüzü kabarmış...
Gavur pancarı denmesinin sebebi acılığı olabilir. Nasıl zehir gibi acı bibere Firenk biberi deniliyorsa, buna da sırf o sebeple gavur yakıştırması yapılmıştır... Firenk biberi değilmiş; ama acılığıyla onu aratmayan biberi burnunu çeke çeke hem yer hem söylenirmiş rahmetli İresil Hoca: 'Vay gavur büber vay!'... Çok acı oldu mu gavur oluyor... Şaka bir yana, sadece bizim köyde bu isimle anılıyor. Ufak bir araştırma yaptım, bizimkine en yakın adlandırma 'dağ pancarı' biçiminde. En yaygın olan 'yılan yastığı' ve 'yılan pancarı' demeleri... Bu yılan vurgusunun sebebi de acı oluşu herhalde. Yılanın zehiri ile bununki bir tutulmuş neredeyse... Bununla karşılaştırılırsa bizim 'gavur pancarı' dememiz hafif bile kalıyor...
Biz ısırmaya bile korkarken elin adamları çorbasını yapıyormuş. Hangi köyde nasıl yapıyorlar, ayrıntı yok. Yapraklarını bir kaç işlemden geçirdikten sonra bir çeşit ot aşı yapıyorlardır herhalde. Oysa duyduğumuza göre bunun yaprağını hayvanlar bile yemiyor, sırf acısından dolayı... Yani domuz bile kökünü yiyorken... Olsa olsa şifa aramak maksadıyla yenen bir yemek olur o...
Karakışın en şiddetli kısa bir dönemi hariç tutulursa gavur pancarı sürekli koca yapraklarıyla arzı endam ediyor. Onun hep bol miktarda görünmesinin bir sebebi de hayvanların yemek için pek itibar etmemesiymiş. Onca güzel görüntüsüne rağmen onlar da biliyor tabi ne menem şey olduğunu. Yalnız bir keresinde olgun adımlarla çıtır çıtır ilerleyen bir tosbağının, zehirli yaprağı iştahla yediğini görmüşler... Kim? Güdüğizzetin Nuri ile herhalde Böbülerin Veli... Şaşırıyorlar tabi, hiç duyulmamış, görülmemiş bir şey... Hayvanı ürkütmeden takip etmek için uzakta kalıyorlar... Tosbağı güzelce karnını doyurduktan sonra, gazellerin arasından ilerlemiş, varıp başka bir otu yemeye başlamış. Ondan da yeteri kadar yedikten sonra işine bakmış... Bizimkiler varıp yanaştığı o ikinci ota varmışlar hemen, ne bu diye... Sütleğen otu... Merak edenler fotoğrafına baksın, ondan da çok olur bizim Dağda... Anlamışlar ki gavurpancarının panzehiri sütleğendir... Yine de test etmek istemişler... Ertesi gün veya daha ertesi gün... Kaplumbağa yemeğe başlayınca, yakınlardaki bütün sütleğenleri yolup almışlar... Karnı doyan tosbağa aranmaya başlamış, tabi beyhude... Zavallı hayvan panzehiri alamayınca 15 dakika kadar sonra ölmüş...
Hasılı kelam bizde yaprağının yüzüne bakan pek olmuyor. O kadar zehirliyse değmez... Yalnız 'Allah hiç bir şeyi boşuna yaratmaz, vardır onun da işe yaradığı bir yer' derseniz, o ayrı... Şifa için tüketilecekse de dikkatli olunmalı... Mutlaka faydalı olduğu hususlar vardır, zararını da ölçüp biçmeli...
Bugün Dağa gidenler, orman içlerinde eskisi kadar gavurpancarı göremediklerini söylüyor. Buna sebep olarak yabandomuzları gösteriliyor. Dediklerine göre, otun kökünü yiyen domuzların sayısı eski yıllara göre çok artmış. Kırlara inince mahsule zarar veriyor, Dağda ise pancar kökü kazıyormuş... Duyduğum başka önemli bir husus var. Yaban domuzunun çekindiği tek hayvan canavar (kurt) imiş... Canavar azalınca, domuzun saltanatı başlamış... Sürek avları filan, çabuk ve çok üreyen domuza derman getirmemiş...
Bu doğal denge dedikleri acayip bir şey... Bozulduğunda olacaklar tahmin edilemez... En azından sonuçları itibariyle... Az düşünelim; koyunculuk bitti, canavarlar işsiz kaldı, ortalıktan elini çektiler; onların yokluğunda domuza gün doğdu; domuzun zararı saymakla bitmez; bununla beraber gavurpancarının da köküne gıran guydu...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder