29 Kasım 2022

Kırkalı Ahmet

    
    Onun simasını şimdi bile gayet net hatırlıyorum... Sürekli gülümseyen bir ifade... Bu ifadedeki sükunet arada bir şen ama ölçülü kahkahayla bölünüyor. Bazen de bakışlarla beraber ifadenin hedefi şaşıyor. Sen seyrettiğinde, o yüzün sahibinin ne düşündüğünü, içinden neler geçtiğini, neşesinin kaynağını katiyyen kestiremiyorsun.

    Kırkalı Ahmet öyle bir adamdı; herkesi tanır, her vardığı yere o neşesini de beraber götürürdü. Neşelenmek için özel bir gayreti yoktu, doğal hali buydu. Hüzünlüyken hiç görmedim, mahzun bile olsa mütebessimdi. Belki en acılı durumdayken ancak tebessüm edebiliyordu. Acaba diyorum, hüzün denilen şey bunlara haram mı kılındı...

    Birisi yan tarafta senin hakkında atıp tutsa, en aşağılayıcı sözlerle hakaretler yağdırsa, hakir görülsen... Taş olsan çatlarsın, kendini zor tutarsın. En azından şunun ağzının payını vereyim diye iki çift laf edersin. Kırkalının başına böyle bir şey geldiğini gördüm; o hadsizlere bırak cevap vermeyi, kulak bile kabartmadı. Dönüp bakmadı bile... Kahvenin önünde avucunda sıkı sıkı tuttuğu bardağı yudumladı... Değişik halleri vardı... Onu bizim dünyamızın kriterlerine göre değerlendirmek doğru değil...

    Peki kim bu Kırkalı Ahmet?..

    Kırkalı olduğunu biliyoruz, Sinanpaşa'nın o köyünden olduğu için 'Kırkalı Ahmet' derlerdi zaten. Anıtkaya ile ne alakası var derseniz, şöyle; Sağırların Ali Osman Hoca bunların köye hoca durmuş... Tahminen 1940'lı yıllardan bahsediyoruz. Hoca, orada özel durumu olan bu çocuğa ilgi göstermiş. Başkalarından görmediği ilgiyi Ondan görünce çocuk Ali Osman Hoca'ya yakılmış. Ev, oda, cami, kır bayır... nereye giderse peşini bırakmamış. Hoca da ondan rahatsız olmamış tabii... O kadar bağlanmış ki Ahmet Hocaya; bir kaç kere onunla Eğret'e gidip geldiği de olmuş... Neredeyse Hocanın oğlu Hilmi'nin küçüğü gibiymiş, o derece beraberler yani...

    Ali Osman Hoca Kırka'da vazifesini bitirip Eğret'e dönünce bağlar kopmuyor. Ahmet canı sıkıldıkça onu ziyarete geliyor. Zamanla bu geliş gidişler ziyaret olmaktan çıkıp uzunca kalışlara dönüşüyor. Belki Kırka'dan çok Eğret'te bulunuyor. Hayatının merkezinde hala Ali Osman Hoca var. Onun ailesinin bir ferdi gibi oluyor. Sağırlar sülalesi de Ahmet'in sülalesi oluyor. Eğret'te bulunduğu sıralarda Sağırların Odada yatıp kalkıyor; Allah var odada buna iyi bakıyorlar...

    Ali Osman Hoca'nın vefatından sonra sahipsiz kalmıyor. Bu sefer başta Ali Osman Hocanın yeğeni İbramhoca olmak üzere Sağırların diğer mensupları kol kanat geriyorlar. Bu arada Kırkalı Ahmet, tam  bir Anıtkayalı gibi davranmaya başlıyor. Öyle olunca Sağırlar dışındaki diğer Anıtkayalılar tarafından da benimseniyor. Kırkalının hikayesi özet olarak böyle...

     Ona 'deli' demeye dilim varmıyor, kimsenin de dediği yok zaten... Amma kendisine o sıfatı yakıştırmış bir keresinde... Daldalların Odadalar... Aşşağılıların Kelahmet, Sarasanın Ahmet bir de bizim ki, oldu üç Ahmet... ve bir kaç kişi daha var... Nasıl olduysa bunu oyuna kaldırıyorlar... Ha Ahmet, de Ahmet! Ha Ahmet, de Ahmet!... Ahmet kendinden geçmiş, kolları iki yanda coşkuyla oynarken... Birden olduğu yerde çakılakalıyor, mum gibi... Sanki bütün dünya duraklıyor o anda... 
    - 'N'oldu Ahmet?' diyorlar... Ahmet, kendinden beklenmeyen bir ciddiyetle:
    - 'Eee, Allah'ıñ takdiri işde... Benim gibi bir deli olmiyeydi sizi kim avutcedi!..  Bu hikmetli söz karşısında, akıllıların hepsi donup kalıyor, ne diyeceklerini bilemiyorlar...

    Bizim halkın ağzında çok yaygın galiz küfürler var ya... İşte Ahmet'ten böyle sözleri kimse duymamış. Bırak küfürü, alçaltıcı, aşağılayıcı, hakaretamiz sözü bile yakıştıramıyorlar Ona... Anlatanlar, katiyen kötü söz işitmediklerini söylüyorlar. Sadece söz olarak değil, kötülük kavramıyla ismini yanyana getiremiyor kimse. Demek ki bazıları kötülük kabiliyeti sıfır olarak yaratılıyor...

    Bir kusur olarak yüksek sesle konuşması söylenebilir. Fısıltı nedir bilmezdi Kırkalı, küçük harfi yoktu. Az konuşurdu ama konuşurken gürlerdi sanki. Bir de lafın sonuna ekseri bir kahkaha kondururdu. Bunun sebebi 'el ne der' kaygısı olmamasındandır. Hayatını başkalarına göre yaşamıyordu çünkü... Belki bu yüzden kılığına da dikkat etmezdi, yaka bağır açık gezerdi... Bütün kusurlar bu kadar olsa keşke...

    Kötülük değil; ama hesapsız/ölçüsüz diyebileceğimiz bazı hareketleri oluyormuş zaman zaman. Lakin bunlar hayatının merkezine koyduğu doğru insanlardan uzaklaştığı zamanlarda ortaya çıkıyormuş. Sinanpaşalı Deli Veli diye birisi varmış mesela, ara sıra onunla arkadaşlık edermiş... Bu Deliveli genellikle Çatalçeşme'de çoban duruyor. Orada bunaldığı zamanlarda kaçıp gelir, Anıtkaya'da ikili olurlarmış. İşte o vakitlerde Kırkalının da ayarı kaçarmış... Bayramgazi Kırını aşıp bizim köyün arazisine girdikleri yerde, şarampolde bir kuytuya çökmüşler. Arabalardan birini ürkütüp kendilerine eğlence çıkarmaya karar vermişler... Yaklaşan bir kamyonun önüne atlamış Deliveli ve 'Bööö!' diye kamyonu ürkütmüş... Kamyonu ürkütmüş, ama kötü yaralanmış doğal olarak... Bu olayı anlatan Kırkalının kendisi... Tamam, Deliveli delinin teki... Lakin Kırkalı da bu işin içinde... Demek ki delinin yanında...

    Ahmet'in değişik halleri vardı diyorlar... Bazı bazı gözlerini boşluğa diker, sanki orada birisi varmış gibi manidar bakar bakar gülümsermiş... Sanki sıradan insanların görmediği bir şeylerle meşguldü, diyorlar... Herkesin görmediğini görüyor olabilir. Bizim farketmediğimiz şeylerin farkında da olabilir... Bir keresinde Hafızın Çeşme yanındaki tekke başında görülmüş. Okuyup üfürdükten sonra 
    -'Siz bu mübarekleñ gıymatını bilmiyoñuz' deyesiymiş... Sahi, eskiden tekke başlarında Fatihalar okunurdu, biraz bıraktık mı bu işleri...

    Ali Osman Hoca sayesinde Eğretli olup Sağırlarla bütünleşince, artık kendini Sağırlardan sayıyormuş. Sülalenin akraba bağlantılarının tamamını bellemiş. Onlarla en küçük bağlantısı olan kişiyi bile bilirmiş. Öylelerinden bahsederken de hep 'Bizim falanca, bizim filanca' diye söz edermiş. Köy yerinde hemen herkes birbiriyle akraba zaten... Dolayısıyla neredeyse bütün Anıtkayalılar Kırkalı Ahmet'in akrabası oluyor... Bir gün Kapitalise 'Bizim Mehmet' deyince, Kapitalis;
    - 'Le Ahmet, heralda biz hısım değiliz' diye gülerek takılmış... Ahmet biraz duraklamış, bilinmeyen bir yerlerde bir şeyler arıyor gibi gözlerini havaya dikmiş... Nihayet, 'buldum' der gibi bir ses tonuyla;
    'Ha! Siziñ Mısdığınan bizim Sami sâdış ya!'  diye gürleyip o şen kahkahasıyla mevzuyu noktalamış.

    Tamam, Eğretli ve Sağırlardan; ama Kırkalı Ahmet'i Anıtkaya'ya hapsetmek ne mümkün. Adam derviş ruhlu, böylelerine eskiler 'kalendermeşrep' derlermiş; dünyaya ehemmiyet vermeyen manasında... Bir özellikleri özgür ruhlu olmaları, kendilerini hiç bir kayda tabi hissetmemeleri... Öyle olsa Kırka'da kalırdı, buralarda ne işi vardı, değil mi?... Bu yüzden Anıtkaya'da da kalıcı olmuyor. Kafasına estiğinde geliyor, bir kaç ay kalıyor; bir de bakıyorsunuz Ahmet yok... Yine de her yıl mutlaka geliyor... Sair zamanlarda nerede ne yaptığı bilinmiyor, ama tahmin etmek zor değil... Gakgidi Sandıklı'ya doğru gidiyormuş kamyonuyla. Yol kenarında bunu görmüş, el etmiş, durmamış. Yer mi yoktu neydi, yahut başka bir durum mu vardı, durmamış işte... Sandıklı'ya varınca bakmışlar, Ahmet orada... Her zamanki gibi gülerek ve yüksek sesle:
    - 'Siz almadıñız deye ben gelemicen mi sandıñız!' demiş.... Olayı nakleden Gakgidi yemin billah etmiş, Sandıklı'ya kadar kendilerini geçen bir araba olmadığına dair... Nasıl gitti bu adam Sandıklı'ya...

    Dedik ya, değişik halleri vardı Kırkalının... Değişik ve anlaşılmaz... Eğret'e döndüğü ilk zamanlarda Ali Osman Hoca Hacca gitmeye niyetleniyor... Evdekilerle vedalaşıp helalleşirken kat kat tembihliyor ki kendisi burada yokken Ahmet garip kalmasın, karnı doyurulsun, üstü başı yıkansın, kalbi kırılacak bir davranıştan sakınılsın... Öyle de yapıyorlar; Ahmet acıktım demeden aşını, susadım demeden suyunu yolluyorlar odaya. Bir dediğini iki etmiyor, ne isterse yapıyorlar...

    Hoca Hicaz'dan dönüşte bu hususu soruşturuyor, ona iyi bakıp bakmadıklarını soruyor. Gönlünü hoş tutmalarını istemişti ya...
    - 'Bakmaz olur muyuz' diyorlar 'Ne istediyse verdik, hep gönlünü hoş tuttuk. Katiyyen kendini garip hissettirmemeye çalıştık.' Bu cevap karşısında Hoca rahatlamış... Bu arada sözlerine devam etmişler:
    - 'Hatta zaman zaman evde pişenin dışına çıkarak, canı ne istediyse onu yaptık. Mesela bir keresinde 'Ağamıñ canı gatmer isdemiş' diye geldi. Biz de Ahmet'in kendi canı çektiği için seni bahane göstererek katmer istediğini anlayıp hemen yaptık. Başka bir gün de  'Ağamıñ canı hamıraşı isdemiş' bahanesiyle geldi. Canı ne istediyse pişirdik, önceğe çıkılayıp eline tutuşturduk, hiç garip kalmadı...' Anlatılanları muzip bir sükunetle dinleyen Ali Osman Hoca, o günün bagajı olan çuvalın dibini bir şey arar gibi karıştırmış. Elindeki iki önceği işaret ederek;
    - 'Al, onları sardığınız öncekler' demiş...

    Kırkalı Ahmet'e dair bu hikayenin Hicaz değil de Kırka versiyonunu bir başka kaynaktan dinledim. Daha başka, üçüncü bir kaynaktan da Sandıklılı bir Fırıncı ile yaşadığını işittim. Fırıncı Hacca gitmiş, Kırkalı Ahmet ona önceklerle yemek taşımış... Aynı hikayenin değişik versiyonları olabileceği gibi, Kırkalı Ahmet, bunların üçünü de yaşamış olabilir. Başta dediğimiz gibi, Kırkalının değişik halleri vardı ve bu tip insanları kendi kriterlerimize göre değerlendiremeyiz.

    Yine de Kırkalı'yı tek kelime ile tasvir etmem istenseydi 'Saf' derdim... Kırkalı Ahmet, kelimenin bütün anlam ağırlığıyla saf biriydi. Günlük anlamıyla saftı, kolayca kandırılabilirdi. Gerçek anlamıyla saftı; dupduruydu, tertemizdi. Alıgılı yoktu, manevi pislik bulaşamaz, özel korunaklı bir kişilikti...

    Galiba 1990 yılıydı... Takanın Kahve önündeki iğdenin altında içtiğimiz çaydan sonra Onu bir daha görmedim.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder