Kelahmetin Ahmet Bar vefat etmiş, arkadaşım cenaze ile ilgili bilgim olup olmadığını sorduğunda öğrendim. 'Zaman hızlandı, ölümler arttı...' tepkisini vermişim. Sonra baktım, 2023 yılının 38. cenaze duyurusu ile duyurulmuş... Gerçekten zaman hızlanmış, sanki bir yere yetişecekmiş gibi yeldiriyor...
Eskilerin anlamlandıramadığım çok davranışını artık daha manidar buluyorum. Sabahtan akşama kadar kösülür, kan ter içinde kalır, seselir; çoluk çocuk, kadın kız insanlıktan çıkarlardı... Çalışmaktan, yorgunluktan bir gram şikayet etmez, ertesi gün aynı tempoyla işe devam eder, yine bitap düşene kadar kırda, harmanda çalışırlardı. Bu gayet anlaşılabilir bir durum, bir ibadet hissiyle çalışıp sonuçta huzur bulmak normal... Anlayamadığım nokta; çocukların eve dönme heyecanının başladığı ikindi sonrasında, büyüklerin bu konuda ayak sürümesiydi...
Hayır, biçeceğin kadar orak biçmişsin, arkandakiler tarlayı paklamış; yeteri kadar yorulmuşsun, neredeyse akşam da olmuş. Yarın da aynı hızla biçilince tarla bitecek, şimdi arabayı koşup eve gitme zamanı değil mi?... Değil... Hazır soğukluk çıkmışken bir ferk daha... Bir ferk daha... Sonu yok bunun... Ben orak tarlası diye anlatayım siz diğerlerine kıyaslayın, yolma da böyle, çapa da... Bir çıkım daha, bir oyum daha... Katiyen işi bırakmak istemeyişlerine sinir olurdum...
Espriyi ilk defa orakta işitmiştim. Tam da kerahat vakti denilen, güneşin koca bir portakala döndüğü zamandı. O vakitlerde 'portakalın' nasıl bir hızla düşmekte olduğunu çıplak gözle izleyebilirsiniz... Kırda çalışma hayatının en dingin zamanıdır ve çocukların en heyecanlı anı... Öyle bir vakitte 'Güneşe annat dayayalım da az daha biçelim' dediklerinde nükteyi anlayamadım. Birisi izah etti... Sonra aynı espriyi yapan başkalarına da rastladım... Hepsinin ortak yanı, Güneşin rengi portakala çaldığı zamanlarda söylenmiş olması...
Annatın sivri sapını yere saplayıp üzerine bir yük bindirirsen sağlam bir direk vazifesi görüyordu. Bunun basit ve yaygın örneğini, deleceyi gölgelik olarak kullanmak üzere kaldırıp annatı altına dayayınca görebilirsin... Bu temelden yola çıkarak diyor ki; hızla batmakta olan Güneşin altına annatı direk gibi daya. Bir müddet öyle kalsın, batmasın da az daha çalışalım...
Elbette bu bir metafor; annat dayamanın işe yaramayacağını, güneşin batışının engellenemeyeceğini çocuk başımla ben biliyorum da onlar bilmiyor mu... Bu kalıplamış nükteden maksat daha fazla iş görme arzusu... İyi de yetmez mi kardeşim, daha ne çalışacaksın!
Çocukluğumda anlam veremediğim büyüklerdeki bu garip halin, dünya hayatında genel bir yanılsama olduğunu kendim de büyüyünce anladım. İnsanlar 'daha... daha... daha...' diye sonu gelmez isteklerinin peşinde koşuyorlar, onları elde etmek için şartların ekstradan oluşmasını bekliyorlar, dünyanın genel işleyişinde hakim olan ilahi kanunların kendileri için askıya alınmasını arzuluyorlar..
Ölmek kaderde var, yaşayıp köhnemek hazîn;
Yok mudur buna bir çare, yâ Rabbelâlemîn
demekten kendini alamadı.
Bir gün öleceğimizin kesin olduğunu bildiğimiz halde, bundan kurtulmanın yollarını aramak, hayalini kurmak; güneşe annat dayamaktan farklı değil. Güneş batar, zaman geçer, yaşayan ölür... Bunlar Allah'ın dünyada işleyen kanunları; şimdiye kadar hiç kimse için bu kanunları askıya almamış, bana niye kıyak geçsin!..
İnsanoğlu ilahi kanunda olmayan boşlukları aramak yerine, onlara uyarsa daha kazançlı çıkacağını bilmeli. Güneşe annat dayayarak onu durdurmaya çabalamak yerine, battıktan sonra dinlenip ertesi gün daha verimli çalışmalıdır...
Ölümü annat dayayınca durduramayacağı için, yaşadığının kıymetini bilip ânı doldurmaya bakmalıdır.
Fikirlerine değer verdiğim biri, geçenlerde Anıtkaya'nın ölüm istatistiklerindeki artıştan yakındı. Ölen her Anıtkayalı ile birlikte zihnindeki değer ve birikimlerin de öldüğünü, farkında olamadığımız nice kültürel kıymetin bir bir yok olduğunu, ölmeden önce bunların kayıt altına alınması gerektiğini, mümkün olduğu kadar bunu yapmanın zorunluluğunu söylüyordu...
Bütün bunlar imkansızın peşinde koşmaktansa eldekini değerlendirmenin daha doğru olduğuna işaret ediyor...
Allah Rahmet etsin, Ahmet Bar'ın ölüm haberiyle bunları düşündüm: Madem güneşe annat dayamak beyhude ve 'madem ölüm öldürülemiyor...'
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder