20 Temmuz 2023

Tamirci Kardesler


    Yetmişli yılların başlarıydı, babamın yanına takılıp onunla bir eve girdik. Ev sahibiyle babam dikiş makinesinin başına üşüştü, beni unuttular. Sekinin altına yığılmış bir sürü döngeli görünce ben de onları unuttum. Yumuşaklarından bir tane yedim, tatlıydı; ama sertleriyle oynamak daha tatlı geldi. Kah fırıldak gibi çeviriyor, kah bıyıklarından tutup sallıyordum. Cıldırın evde makine tamiri bitene kadar bu tuhaf görünümlü güz meyveleriyle oynadım. Babamın dikiş makinesi tamiriyle ilgili akılımda kalan en eski hatıra budur.

    Radyo tamiri konusunda da ustalığı varmış. Köyden ayrılıp gittikten sonra, ardında bıraktıkları arasında parçalanıp bohçalanmış bir kaç bozuk radyo da vardı. Kim bilir kim tamir etsin diye getirmişti... Bunlardan birinin sahibi Ömeronbaşı (Ömer Şen) olduğunu 1977 yılında öğrendik. Okulda, babama tamir için verdiği VEGA marka radyonun akıbeti hakkında sorular sordu. Bohçalara bakmak için eve geldi ve radyosunu buldu... Eski bir dostuna kavuşmuş gibi çok mutlu olmuştu...

    Dikiş makinesi ve radyo hususunda ustalığı tartışılmazdı. Sonradan öğrendik, Mevlüt Emmim de bu konuda iyiymiş. Hatta bu işlere birlikte merak sarmışlar, birlikte tamirci olmuşlar. Nasıl mı? Anlatayım...

    Babam Körhocanın üç oğlunun en küçüğü... En büyükleri Arif, halasının kızı Hatice ile evlenmiş. Küçüklerle de hala dayı çocuğu olduğu için yengelerine 'Aba' diyorlar... Abalarının bir dikiş makinası var, ortanca kardeş Mevlüt'ün ilgisini çekiyor. Elle çevrilen bu makinenin tıkırtısı, pratik dikiş teknikleri, kumaşların makasla hart hart kesilmesi vb. her şeye meraklanıyor. Bu yüzden Hatice Abasının yanından ayrılmıyor. 

    1940'larda makinelerin köye yeni girdiği yıllardan söz ediyoruz... Bu makineler kızların çeyiz hazırlığına büyük kolaylıklar getirmiş, Hatice Abalarının başı bu yüzden çok kalaba. Zaten Eğret'te toplam beş dikiş makinesi var; diğer dördü Kelsaleklerde, Hacızekeriyelerde, Çerçilerde ve Güdüğizzette... Kızların tercihi Hatice Hanım oluyor, belki güleryüzlülüğünden belki becerikliliğinden... Bu kadar rağbet olunca, Mevlüt de onun çırağı gibi oluyor. Zaten makineye ilgisi vardı, meraklı bakışlarla abasının yanında stajını tamamlıyor...

    Babasına varıp bir dikiş makinası almasını istiyor Mevlüt. Çeyizlerden, işlerin fazlalığından, iyi para kazanacağından filan da söz ediyor tabii... Körhocadan biraz yeşil ışık almış olacak ki küçük kardeşi Azam ile piyasa araştırmasına girişiyorlar. En sonunda Güdüğizzet satımkar olmuş 'Yüz demir arpaya veririm' demiş... Körhoca önce yanaşmamış, 'Ne len bu!' diye fiyatı yüksek bulmuş... 'Aman buba le! Aman buba le!' yalvar yakar kabul ettirmişler; almışlar makineyi yüz demir arpaya...

    Makine Mevlüt'e alındı, lakin küçük kardeşi ondan daha meraklı çıkmış. Burası neden dönüyor, iğnenin deliği neden başında değil de ucunda, çapıt kendisi nasıl yürüyor falan filan... Sinir edici bu sorular bir yana, abisine yalvarmış; şurayı açıp bakalım içinde ne var, diye... Mevlüt evvela karşı çıkmış, yanaşmamış açmaya. Sonra Azam'ın 'Aman ağa le!' diyen yalvarışlarına dayanamamış, yahut kendi içindeki merak duygusuna yenik düşmüş, 'Hadi açam.' demiş... 

    Singer marka, elle çevrilen ilk makinalarını açmışlar... Çekingen bir merakla ne var ne yok iyice bakmışlar... Kendilerini alamamışlar parçaları tek tek sökmüşler. Makine darmadağın olmuş... Fakat beklendiği gibi olmamış, başarıyla tekrar toplamışlar... Bu arada makinenin çalışma sistemini kavramışlar. Herhangi bir olumsuz durumda açıyor, arızayı giderip tekrar kapatıyorlar. Zamanla kendi makinelerinin tamircisi de oluyorlar... Hatta makineyi yetersiz görüp iyileştirme yolları arıyorlar. Misal; kullanımı zor, buna ayak yapalım, tabla yapalım; iki elimizi de dikişte kullanabilmek için ayakla döndürme yolunu bulalım, şuraya kasnak takalım filan derken...  Mevlüt, Afyon'da kaputçuda çalışmaya gidince orada hazır yapılmışını görüyor da pedallı makineyi icat etmekten vazgeçiyorlar...

    Sonra Mevlüt askere gidiyor, geliyor. Yeni ve daha gelişmiş makineler alıyorlar. Yeni aldıkları her makinede ilk yaptıkları şey, mutlaka söküp dağıtmak oluyor. Parçaları tekrar birleştirirken makineyi tanıyor, bir arıza durumunda hemen teşhisi koyup meseleyi hallediyorlar... Tabi Eğret'te makine sayısı da artıyor. Makine bu, arıza verir; o zaman hemen bunları çağırıyorlar uzman olarak. Hemen hemen her tür ve marka makinenin ıncığını gıncığını biliyorlar... Her makinede bilgileri artıyor, becerileri gelişiyor; terziliklerinin yanında adları tamirciye çıkıyor...

    Dikiş makinesi tamirciliği böyle... Gelelim radyo meselesine...

    Bir dönem Patlaklarla Mevlüt Emmim arasında husumet olmuş, bu yüzden Dedem bir silah almış Ona... Gel zaman git zaman sulh olmuş ve 'Alman Cılbağı' dedikleri tabanca boşa çıkmış. Altıntaşlı birisiyle onu bir radyoyla değişiyor. Ama ne radyo... Heyula gibi bir şey... O zamanki radyolar öyle, bir kucak...

    Bir sorun var ki aşılması kolay değil. Babasını ikna etmeleri lazım. Körhoca dikiş makinesinin alımında az bir çabayla yola gelmişti; lakin bu radyo öyle değil... Adam hoca ve bu gavuricadında şarkı, türkü daha bilmem ne dolu... Neyse, bu kardeşlerin şeytanlığını hafife almamak lazım; Kahire Radyosundan dinlediği kısa bir Kur'an ziyafetiyle yola geliyor... Ancak bir daha dinleyemeyecek, radyo doğru dükkana...

    Dikiş makinesinin benzeri, radyonun başına da geliyor. Yok yok, onu söküp dağıtmıyorlar; ama Babam gizli saklı kapağını açıp orasını burasını kurcalıyor. Bu arada kömürlerini oynayarak sesin yükselip alçaldığını keşfediyor. Bir radyonun değeri, çok bağırmasıyla orantılı olduğu zamanlar... Bu keşfini Mevlüt Emmim ile paylaşıyor, istedikleri zaman bangırdatıyorlar...

    Radyo ile ilgili teknik terimler ve yeni gelişmelerden de haberleri oluyor; çünkü o günlerin son moda haber kaynağı ellerinin altında. Transistörlü radyonun daha güzel olduğunu öğreniyorlar. Afyon'da bir usta 250 liraya kömürlü radyoyu transistörlüye çeviriyormuş. Kafaya koyuyorlar, ama Körhocayı ikna etmek lazım... Yine bir iki 'ı-ıhh!', yine bir iki 'Aman buba le!' ile bu iş de hallediliyor. Şoförhalibram ve Takanori ikisi de tanıdık, yol parası vermeden 250 lira ile radyo modifiye ediliyor...

    Devran dönüyor, rüzgar ters esiyor; İzmir'e doğru akın başlayınca Mevlüt Emmim de buna katılyor... Babam dükkanda Aşşağılının Gambırmuhtar ile çalışıyor... Tabi Ahmet Öncül o vakitler kambur da değil, muhtar da değil; Babamın çırağı yahut kalfası, her neyse... Meşhur transistörlü radyo da orada... Hani şu yüksek sesiyle etrafa nam salan radyo... Ses ayarı düğmesindeki son noktanın ötesine çıkarmanın yolunu biliyorlar artık, istedikleri zaman ortalığı inletiyorlar...

    Radyo iyi güzel de... Çok büyük... Bir metreye yakın eni var, biraz da derinliği olsa yük sandığı gibi... Eli bu işlere yatkın diye, Hacariflerin Ahmet Emmisine götürüp radyonun kasasını kestiriyor. Küçülüp kibarlaşan kasaya, bütün aksamı ezberindeki haliyle tekrar yerleştiriyor... Hayal kırıklığı... Çalışmıyor radyo... Bir kaç denemeyle sebebi bulup radyonun yeni evinde çalmasını sağlıyor... Bu arada sesi daha da güzelleştirip yükseltmenin formülünü yakalıyor... Zaten çok bağıran radyo, daha gür/tiz/bas seslerle sahneye geri dönüyor. Tabi ününe ün katmış olarak...

    Burada Aşşağılının Ahmet faktörünü de göz ardı etmemek lazım. Bilenler Onun ne kadar yaygaracı olduğunu hatırlayacaktır. Bire bin katarak öyle bir anlatıyor ki radyoyu, sen sanırsın Conahmetin Devirdaim makinesi... Bir şey daha yapıyor, 'Benim Usda sıfırdan radyo yapıyo' diye bir yalan uyduruyor... Bütün bu hayhuyun arasında babam radyo tamircisi olup çıkıyor. Bir arıza halinde bütün radyolar onu buluyor. Hiç bir şey olmasa bile ses ayarı için radyosunu kucaklayan geliyor... 

    Şunu da belirtelim; sahibinin ustalığıyla birlikte, radyonun ünü etraf köylere kadar gittiği söyleniyor. Cumartesi günü mü, başka bir gün mü ne; Altıntaşlı biri gelmiş, 'Sizde bir radyo varmış, namını duydum' diye... Bakmış... bakmış; altını çevirmiş, yanını döndürmüş, düğmelerini çevirmiş filan... Sonra methiyeler düzerek çekip gitmiş... Günler sonra bu ziyaretin sırrı anlaşılmış: Meğerse Mevlüt Emmimin Alman Cıblağıyla değiştiği Star marka bu radyo çalıntıymış. Hırsızlar çaldıkları bu radyoyu Emmime kakalamışlar. Asıl vurgunu ise daha başka yoldan vurmuşlar. Radyonun sahibi, bu koca sandığın içine bir silah saklamışmış. Hırsızlar bunu biliyordu veya sonradan fark ettiler. Önce bu silahı okutmuşlar sonra radyo karşılığında bir silah sahibi daha olmuşlar... Şimdi Altıntaşlı gizemli radyo ziyaretçisi bu adam aslında radyonun asıl sahibiymiş. Anlatılanlardan yola çıkarak radyosunun izini bulduğunu düşünmüş, dükkandaki radyonun altını üstünü inceleme sebebi bu imiş. Tabi radyonun biçimi ve boyutu tamamen değiştiği için adam o radyonun bu radyo olduğunu anlayamamış...

    Böyle başlayan radyo ve makine tamirciliği Babamın İzmir'e gitmesiyle bitiyor. Fakat ara ara köye geldiğinde yine bunların tamiri için bazıları eve çağırdığını hatırlıyorum. Temelli Anıtkaya'ya döndükten sonra da hurda parçalardan kendine bir dikiş makinesi yaptı. İhtiyaç olsaydı belki bir radyo da yapabilir; eski kalfası Gambırmuhtarın ruhunu şad ederdi...

    Mevlüt Emmim de İzmir'e gidip iş ve ev sahibi olduktan sonra büsbütün terziliği ve tamirciliği bırakmış değildi. Kendi çapında bir dükkanı vardı. Emekli olduktan sonra evinin küçük balkonunda bir dikiş makinası yahut elektrikli süpürge bulundururdu. Onları tamir ettiğini gösteren bir tabela gibiydiler.  Bilmeyenlere evi, balkonundaki süpürge ve makine ile tarif edilirdi. 




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder