Clément Imbault HUART, 1854'te Paris'te doğmuş, uzun süre Osmanlı topraklarında çalışmalar yapmış ve en sonunda İstanbul elçiliğinde tercüman olarak görev almış bir müsteşriktir. Bu coğrafyanın geçerli üç dili Arapça, Farsça ve Türkçe'yi bilir. Aşağıdaki paragraf TDV İslam Ansiklopedisi 18. Ciltten:
"Fransa eğitim bakanlığından sağladığı bir yardımla bu seyahati gerçekleştiren Huart, Albert Helbig adında bir arkadaşı ile birlikte 1891 yılının Mayısında İstanbul’dan ayrılarak Mudanya, Bursa, Kestel, Yenişehir, Bilecik, Söğüt, Eskişehir, Kütahya, Çavdarhisarı, Afyonkarahisar, Çay, Akşehir, Kadınhanı üzerinden Konya’ya ulaştı. 29-31 Mayıs günlerini bu şehirde geçirdikten sonra 1 Haziran’da tekrar yola çıktı ve 5 Haziran’da İzmir’e vardı; oradan da vapurla yurduna döndü. Seyahat sırasında kopyalarını aldığı kitâbeleri “Épigraphie arabe d’Asie Mineure” başlığı altında dizi makaleler halinde yayımladı. Daha sonra da bu seyahatle ilgili intibalarını Konia, la ville des derviches tourneurs. Souvenirs d’un voyage en Asiemineure (Paris 1897) adıyla kitap haline getirdi. Huart bu küçük kitabı Haçlı ordusunun Anadolu’daki güzergâhını takip etmek düşüncesiyle hazırlamıştı. Yol üzerinde karşılaştığı Selçuklu dönemi mimari eserlerini de anladığı kadarı ile birkaç cümle içinde tanıtmaya çalışmış, bunların üzerindeki kitâbeleri de Fransızca’ya çevirdiği metinleriyle birlikte kitabına koymuştu."
Bahsi geçen küçük seyahatnameyi Nezih Uzel 'Mevleviler Şehri Konya' adıyla tercüme etmiş ve eser aynı adla Tercüman 1001 Temel Eser serisinden 1978 yılında basılmış. Bundan daha önce 1940 yılında, Halkevi bünyesinde çıkarılan 'Konya, Halkevi Aylık Kültür Dergisi'nin 47. 50. ve 51. sayılarında Sait Sungur çevirisiyle yayınlanmış. Bu ilk çeviri başlığı da aynı: 'Mevleviler Şehri Konya'...
Gezi güzergahı üzerinde bulunması sebebiyle bu tip seyahatnamelerde Eğret, yolcunun gözünden kaçmıyor; mutlaka onun hakkında bir şeyler kaydediyorlar. Dolayısıyla Huart'ın bu kitabında bizim ilgimizi çeken kısım Eğret oluyor...
İstanbul istikametinden gelindiği için, Eğret'ten önce bize aşina başka köylere uğruyorlar... 23 Mayısta Altıntaş'ın ötesindeki Gecek'te geceliyorlar... 24 Mayıs sabahı tekrar yola çıkılıyor ve Kürtköy'den geçiliyor. Orada bir saat kadar oyalanıyorlar; çeşme, cami, mezar taşlarından filan bahsediyor. Sonra Ermeni ustaların inşa ettikleri bir ev dikkatini çekiyor. Altıntaş'a geçiyorlar, halk arasında 'Altındeş' diye söylendiğini özellikle belirtmiş. Yenilerde yapıldığı belli bir camiyi basit buluyor, mezar taşlarına yöneliyor... Saat 11 gibi Osmanköy'ün yanından geçiyorlar, harap bir türbe dikkatini çekiyor... İlerledikçe kara bulutlar beliriyor; kaçınılmaz bir sağanak bekliyorlar... Huart ve ekibinin kirkikindilere Eğret'te yakalandığı anlaşılıyor. Eğret'ten bahsettiği bölüm şu:
"Çok uzakta Eğret köyünün önünde ve yolun kenarında, gotik bir kiliseyi andıran âbidevî bir han görüyoruz. Şüphesiz, bu bina Osmanlı devrine ait değil. Cümle kapısı, ilerde göreceğimiz Selçuk Abidelerinde olduğu gibi, Üstüste konmuş münhani iki kemerden müteşekkil; şurada burada barbar bir mesainin üzerinde işlediği sütun ve sütun başlıkları parçaları göze çarpıyor: Binanın dahili bir Nef ve Bas - cotes'lerden ibaret. Beş mesnedin arası münhani: Bu abide, Konya'ya yaklaştıkça tesadüf edeceğimiz binalar gibi, herhalde onüçüncü asra aittir. Bundan başka duvarların iç yüzü simsiyah ve, uzun zamandan beri yenilenmemişe benzeyen kalın bir hasır, seyyahın ayakları. altında yumuşak bir halı hissini veriyor. Bugün burası bir ahırdır. Yan tarafta, içinde çok bir şey bulunmayan mütevazı bir kahve var. Fakat bu kahve, biç olmazsa, boraya karşı bir sığınma hizmeti görüyor."
Eğret izlenimlerini bu şekilde kaydettikten sonra, yol tasvirleri eşliğinde Gecek-Ömer kaplıcaları mevkiine varıyorlar, oradan sonra Afyon anlatımına geçiliyor...
Eğret hakkında söze doğrudan kervansarayla başlanıyor... Gotik bir kilise binasına benzetilen hanın Selçuklu yapısı olduğuna kanaat getiriliyor. Koca giriş kapısından sonra hanın içiyle ilgili teknik bilgiler ve ardından orayı beğenmediğine dair memnuniyetsiz ifadeler var... Zaten ahır olarak kullanılıyormuş... Öyleyse uzun zamandır değiştrilmeyen hasırın yolcuya yumuşak bir halı hissi vermesi ne anlama geliyor? İçeride kararmış taşların sebebi rutubet ve is olabilir...
Hanın yan tarafındaki bir kahveden söz edilmesi çok ilginç... Kervansarayın işe yaramazlığıyla bu kahveyi karşılaştırıp, hiç olmazsa yağmurdan korunmamızı sağladı, diyor... Huart'ın sözünü ettiği bu kahve, kervansarayın eklentilerinden biri olup yolculara iaşe hizmeti veren bölümü olabilir. Yalnız 1891 yılında böyle bir şey olsa, buna dair bilgi başka kaynaklardan da bugüne ulaşırdı. Oysa o yıllarda Eğret Hanının konaklamada kullanılmadığı söyleniyor. Dolayısıyla bu kahve, hanın çok da yakınında olmamalıdır. Bununla beraber evvela 1922 yılına ait fotoğraflarda görülen, girişin sağ tarafındaki basit yapıdan söz ediliyor olabilir. Bunu doğru kabul edersek, o 'garaörtünün' yapılış tarihini çok daha eskilere, mesela 1891 öncesine çekmemiz gerekir... (Fotoğraf Taşpınar 27. Sayıdan alıntıdır.)
Bence Huart ve ekibi yol kenarındaki Han'ı inceledikten sonra biraz yukarıdaki köy meydanına, Hacı İbrahim Zaviyesi civarına vardılar... Cafe/kahve dediği yer de büyük ihtimal bir odadır. Kullanılmayan hanın işlevini o yıllarda odalar üstlenmişlerdi. Yolcuların konaklama ve yeme içmesi odalarda sağlanıyordu. Ayrıyeten sırf bu iş için vakfedilmiş Hacı İbrahim Zaviyesi de unutulmamalı... Yağmur yağarken bunları bir odaya soktular, ayran kahve gibi bir şeyler ikram ettiler; yolcular bu odayı kafe gibi yorumladılar...
İslam Ansiklopedisindeki ilgili yazısında Semavi Eyice, Huart'ın seyahat notlarındaki değerlendirmelerin uzmanlarca güvenilir bulunmadığını belirtmiş. Her ne kadar Türkçe bilse de bu kültürü tam kavrayamamış olması normaldir. Eğret'i ne bilsin, köyodasını ne bilsin... Eğret odalarının işlevini nereden bilsin...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder