Bu serhat şehrinde bir gün tanıdık bir sima ila karşılaşıyor. Göçmen İsmail Aga diye bilinen Susuzosmaniyeli bu iri yarı Macur da Onu tanıyor, hê-yâ diyorlar. İsmail Aga biraz çalışıp para kazanmak maksadıyla gelmiş buralara. Yunan gittikten sonraki ekonomik krizde, insanlar ekmek parası için bir yerlere işe giderlermiş. Eğretlilerin genelde Ege şehirlerine yöneldiği bu akımda, bizim Macurlar Marmara-Trakya'yı tercih etmişler. Belki 30-40 yıl önce geldikleri memleketlerine daha yakın olduğu için böyledir...
İsmail Aga da Garacayı gördüğüne sevinmiş. Farklı köylerden olmalarına rağmen onların böyle sevinmeleri için öncesinde çok birlikte olmaları lazım... Öyle oluyormuş zaten... O vakitler Eğret, basit bir köy değil; kırk köyün Eğret'i... Komşu köylüler en azından haftada bir Cumartesi günleri Eğret Pazarına varıyorlar... Garaca ile İsmail Aga konuşmasalar bile, çok kereler birbirini görmüşlerdir. Şimdi bu gurbet diyarında kırk yıllık dostunu görmüş gibi olmaları normaldir...
Bu ilk karşılaşmadan sonra Edirne'de bulundukları sürece birkaç kez daha görüşüyorlar... Bunlardan birisi, büyük bir güreş organizasyonunda oluyor. Olayı anlatan öyle olduğunu söylemedi; lakin sözü edilen şey Kırkpınar Güreşleridir... O yıllarda bugünkü gibi sistemli bir organizasyon olmayabilir, yine de Kırkpınar adıyla Sarayiçi'nde asırlarca yapılmış güreşler bunlar... İşte orada karşılaşıyorlar. Garaca, asayişten sorumlu Jandarma birliğinde görevli. İsmail Aga ise, çoğu Rumelili gibi kendisi pehlivan zaten. Gerçi oraya güreşmek maksadıyla gitmemiş; merakından, seyirci olarak...
Bir pehlivan var, çok başarılı; önüne geleni yıkıyor. Başarısından dolayı seyirciler tarafından sevilmesi beklenirken, ona gıcık oluyorlar. Galiba biraz; biraz değil, bayağı fazla kibirli. Bu yüzden Sarayiçi'nde herkes ondan nefret ediyor.
Göçmen İsmail Aga bir ara Garacaya yaklaşmış,
- 'Ben bunu yenerim, amma sonunda beni döverler. Ah keşke arkamı dayayacak muhafızlar olaydı da şuna gününü göstereydim.' diye iç geçirmiş... Bu içlenmeden kendine vazife çıkaran Garaca, doğruca Kumandanına varıp vaziyeti anlatmış. Kumandan da kibirli pehlivana gıcık zaten, her kim bunun sırtını yere getirecekse onu koruyacaklarına dair güvence vermiş.
- 'Yalnız' demiş, 'İyi ayarlayın da iltimas geçtiğimizi düşünmesinler.'
Garaca ile İsmail Aga anlaşıyorlar. Güreş başladığında duruma göre işaret verecek. Yenemeyecekse zaten muhafazaya gerek yok, 'yeneceğim' işareti gelirse ona göre güvenlik önlemleri alınacak... Peşrevden sonra güreş başlar başlamaz 'yenerim' işareti geliyor; Jandarma tetikte... Dediği gibi yenince, silahlı Jandarmalar İsmail Aga'yı çevreliyor, kılına dokundurtmuyorlar...
Sonradan Garaca'ya demiş ki İsmail Aga; 'Sağından vardım, kale gibi; solundan vardım, boş... Oradan yürümeye karar verdim.' Peşrevin sonlarında ve güreşin başında yapmış bu stratejiyi, ondan sonra işareti vermiş... Güreşin güç kuvvet kadar, zeka işi olduğunu da göstermiş...
Tabi bir yanda hesapta olmayan sürpriz bir başpehlivan, diğer yanda güreşi kaybeden hazımsız, kibirli başka bir başpehlivan... O zamanların yetkilisi her kim ise, müsabakanın sonucunu beraberlik olarak açıklıyor...
Bu olayı Garaca, herhalde traş olurken Berber Ahmet Kabadayı'ya anlatmış. Ben ondan duyduğumu hikaye ettim. Sonra hikayenin kahramanlarını merak ettim. Garacayı biliyoruz, biraz araştırınca İsmail Aga hakkında da bir şeyler buldum...
Körhoca (İbrahim Varlı) Susuzosmaniye köyüne hoca durduğunda, 1940'lar sonu 1950'lerde İsmail Aga hala hayattaymış. Kendi köylüleri onu 'Tatar İsmail Aga' diye bilirlermiş. O yaşına rağmen pehlivan görünümünden bir şey kaybetmemiş, çok heybetliymiş. Oğulları da kendisi gibi güçlü kuvvetlilermiş.
İri fiziki yapısının ötesinde insan olarak da saygıdeğer biriymiş. Eskilerin karakter değerlendirmesinde en önemli ölçütlerden biri cömertliktir. İsmail Aga çok cömertmiş, sadece misafir ve sair insanlara karşı değil hayvanlara yedirmekte de cömert davranırmış... Mesela tepsi tepsi börekler yaptırdığında bir tepsiyi köpeklere ayırırmış... Yeme ve yedirmede de tam bir pehlivan gibiymiş...
Tam yılı kestirilemiyor, 1950'lerde vefat etmiş İsmail Aga... O'nun ölümünden sonra oğulları Kütahya'ya göçmüşler. Herhalde şimdi onlar da hayatta değildir. Varsa torunları, Kırkpınar'da güreş tutmuş dedeleriyle iftihar edebilirler...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder