18 Ocak 2021

Sözlük T

 

-T-

 

tabır: tabur

tabırcı: Hastanede tedavisi biten hasta (taburcu)

tabla: 1.  20-30 santim yüksekliğinde yer sofrası, 2. Çevresi hafif yükseltilerek sebze fidesi dikmek için ayrılmış 3-5 metrelik alan.

tablağı: Yer sofrası, tabla.

tafatır: Aşırı, çok fazla.

taharna: tarhana

taharna garmek: Yoğurt göce ve naneyi karıştırarak tarhana hazırlamak.

taka: Eski, kırık dökük.

takavit: Emekli (tekaüd)

taket: Güç, kuvvet, takat.

takga: şapka, başlık (takke)

takılamak: Karıştırmak, kurcalamak.

takıleşdirmek: Kurcalamak, takılamak.

takır takır gurumek: 1.Bir şey güneşte çok durmaktan fazla kurumak, 2.Sıkıntı ve kederden çok fazla zayıflamak.

takleci: Uçarken takla atan güvercin.

taktak: Yerel üretim su motorlu, römorklu araba.

talaz: Havada birden ortaya çıkan ve tozu dumana katan şiddetli rüzgar.

talis: Kendir ipinden dokunmuş kaba ve iri çuval.

talkın: Ölü gömüldükten sonra imamın mezar başında yaptığı dua (telkin)

talvar: 1.Üstü çalı çırpı ile kapatılmış bahçe kulübesi, 2.Sıcak şiddetlenince gölgeye çekilip işe ara verme.

talvara gitmek: Mola vermek

tandır: ızgarasız teneke soba

tangal: Mısır patlatmaya yarayan, tenekeden yapılmış uzun saplı araç.

tanımak: 1.Denemek, ölçmek; 2.Göz seçmek, görmek (Gözüm bu harfleri tanımıyo)

tanış: tanıdık, bildik

tañ tañ: Şiddetli öksürüğü anlatmak için söylenir.

tañyeri ağarmek: Şafak sökmek, ortalık ağarmaya başlamak.

tapırtı: Ayak sesi, gürültü.

tapıt: tabut

tapsak: Tadı iyi olmayan.

tapsı: Tadı bozuk, lezzetsiz.

tapsımak: Tadı bozulmak, bayatlamak.

târa: Küçük ince dalları kesmeye yarayan kesici alet.

tarla paklamek: Biçilmiş ekini annat tırmıkla yığın yaparak tarlayı ekinden temizlemek.

tarlatakga: Bağ-bahçe gibi araziler için kullanılan bir ikileme

tat: 1.inatçı kimse, 2.Türkçe konuşamayan, yabancı

tatavıya: rastgele, bilip bilmeden, öylesine (tatavaya)

tatda: 1.tahta, 2.Samanda ölçü birimi (Bu yıl 30 tatda saman guydum.)

tatdalıköy: Öbür dünya, ahiret, mezarlık.

tatdalıköyü boylamek: ölmek

tatda tapırtısına gitmek: İşin özünü anlamadan konuya girmek.

tatdeye galkmek: Öğrenci öğretmenin talimatıyla karatahta önüne gelmek.

tatleşmek: Ayak diremek, inatçılık etmek.

tav: 1.kıvam, 2.cinsel istek

tava gelmek: Hayvan çiftleşmeye hazır olmak.

tavâtur: Söylenti, abartılı söz, dedikodu.

tavıkgarası: görme zorluğu, katarakt (tavuk karası)

tavık gibi dünemek: Erkenden yatmak.

tavıkgötü: Ayak tabanında çıkan köklü siyil.

tavlanmak: 1.besi hayvanının semirip kesime hazır hale gelmesi, 2.toprağın ekime hazır hale gelmesi

tavlı: 1.çiftleşmeye hazır hayvan, 2.ekime hazır toprak

tav tav: ara ara

tâvütlü metdup: Taahhütlü mektup

taygelmek: İkinci evliliğini yapan kadın, kocasının evine giderken yanında ilk eşinden çocuğunu da götürmek.

taylamak: Kısrak yavrulamak.

taytak: Tayın anasının peşini bırakmaması gibi bir kimsenin peşine takılarak onun yanından ayrılmayan kimse.

taytay: Emeklemenin son evresinde ayakta durmaya çalışan bebek.

tay tay durmek: Yeni yürümeye başlayan çocuk ayakta durmak.

tedarikli bulunmek: Parasal olarak hazırlıklı olmak.

teğek: Asmanın taze uzayan dal ucu.

tekâze: sitem, başa kakma (takaza)

tekâzelenmek: Sitem etmek, başa kakmak, sızlanmak.

tekbégir: Tek olarak koşulan at.

tekcal: doğru durmayan, yaramazlık peşinde olan, sürekli çevresine zarar veren çocuk ( deccal)

tek durmek: Yaramazlık etmemek, uslu durmak.

tek durmamek: Kendisini tutamayıp yasaklı iş yapmak.

teker: Ucuna ağaçtan kesilmiş bir teker takılarak el arabası iskeleti gibi iki kulplu hale getirilen çocuk oyuncağı veya çocukların döndürerek oynadığı her türlü oyuncak.

teker çekdirmek:  Araba tekerini, şınasını kestirip germek suretiyle sağlamlaştırmak.

tekesakalı: İnce uzun püsküllü yaprakları yenen bir kır otu.

Tekge: Hacı İbrahim türbesinin bulunduğu yer ve meydan (tekke)

tekne: Hamuru yoğurmak ve bekletmek için ağaçtan yapılmış özel gereç.

tekne gazıntısı: 1.Ekmek yaparken teknenin sonunda kalan, bir ekmek olmayacak kadar az ve kalitesiz hamur; 2.(mec) Ailenin son çocuğu

tek tek geymek: Çift giyilmesi gereken ayakkabı, çorap vs. farklı farklı giymek.

telaşe: Tasa, kaygı, sıkıntı, iş güçç

telaşe mâmuru: Boş yere kaygılanan, kuruntulu.

telebe: Öğrenci, talebe.

tel çekmek: Telgraf çekmek.

telek: 1.Kanatlı hayvanların uzun, kuyruk veya kanat tüyü; 2.Bir tür el süpürgesi olarak kullanılan kaz kanadı. Yelek.

telelva: Pişmaniye (tel helva)

telesimek: Açlıktan, susuzluktan, uykusuzluk ve bitkinlikten bayılacak duruma gelmek.

tel gazığı: Bahçe çevresine tel çekmek için yere çakılan ucu sivri kazık.

tellal bağıtdırmek: Bir haberi tellal aracılığıyla duyurmak.

tellenmek: keyiflenmek

temam: tamam

tembek etmek: Tembihlemek.

tembel tenike: Ders çalışmayı sevmeyen öğrenci.

temçit: Sahurda ezandan önce söylenen ilahi, salavat, dua.

temire/temireyi: egzema hastalığı

temize gitmek: Temyiz mahkemesine başvurmak.

temsili: Mesela, örneğin.

temşitlê verilmek: İmsak vaktini bildiren ilahi, salavat vs. okumak.

temtek: Bir tane, tek, biricik.

têne: tenha

tênemek: Kalabalık dağılmak, tenhalaşmak.

tênelmek: Tenhalaşmak, seyrekleşmek.

teneşire gelesice: İlenç sözü.

tenike: 1.İnce saç, teneke; 2.Tahıl ölçü birimi.

tentine: Genç kızların çeyizleri için yaptıkları dantel.

tepil tüpül: Yeni yürüyen çocuğun düşe kalka ilerlemesi.

tepsi: Fırında tepsiyle pişirilen yiyeceklerin tümüne verilen ad.

tepsi etmek: Fırında bükme börek türü şeyler pişirmek

terbiye: dizgin

têret: taharet

têretlenmek: Tuvalette temizlenmek, taharetlenmek.

têretsiz: Maddi manevi kirli, taharetsiz.

terezi: 1.terazi, 2.Uçurtmanın dengesini sağlayan bağlantı ipleri.

terezilemek: Dengeyi sağlamak.

tereziye vurmek: Karşılaştırmak, iyice tartarak düşünmek.

teri soğumak: Dinlenmek, nefeslenmek.

terletmek: Bêgirgulağı (madımak)ı tuz ile ovarak hafif sulandırmak.

terlik: namaz takkesi

ter olsuñ/teryaman olsuñ: Oh olsun, beter olsun.

ters: 1.gübre olarak kullanılan hayvan dışkısı, 2.İnatçı ve dikine hareket eden, aksi.

ters atmek: Boklukta biriken tersi taşımak

ters çekmek: Hayvan gübresini alıp tarlaya götürmek.

tersi bokdur: Bahsedilen kişi o işi yapabilir.

tersi devrilmek: Şaşkınlıktan yer ve yön duygusunu yitirmek.

terslemek: Tarlaya gübre atmak.

tesbek: tespih

tesgire: Askerlik bitiş belgesi, tezkere.

teskerlemek: eliyle vurur gibi hareket yapıp vurmamak

téş: Büyük leğen.

téşir: rezil, kepaze, çirkin (teşhir)

tet!: köpek kovma sözü

tetik: 1.hafif, 2.pratik, çabuk, hızlı

tevekgeli: şans, öyle denk gelme

tévter: defter

téyel: geçici ve seyrek dikiş

téyelleme: geçici olarak seyrek seyrek dikme

tézçabık: Çok çabuk, hemen.

tıkır almek: Alay etmek, dalga geçmek.

tıkırcı: Alaycı, dalgacı.

tınaz: Döğenle sürüldükten sonra savrulma aşamasına gelmiş dene-saman karışık yığın.

tıpılamak: Büyük yağmur damlaları kısa süreli şiddetli düşmek.

tıpırtı: Hafif gürültü.

tıraka: mantar tabancası

tırampa: Değiş tokuş, mübadele.

tıreş: traş

tırıl: Kendisiyle doğru dürüst sohbet edilemeyen, ufak bir şeyde hemen kızan kişi.

tırıldak: 1.Kenarları kertilmiş cetvel büyüklüğündeki bir tahtanın ucuna ip geçirerek hızla sallanması, bu hareketle tırıltılı bir ses çıkarması nedeniyle bu ad verilmiş oyuncak. 2.Boş ip makarasının ikiye bölünmesiyle halkalı kısma geçirilen basit bir ağaç milden tutup çevirerek döndürülen bir çeşit basit topaç.

tırıllanmak: Sinirlenip darılmak.

tırıltı: Motorlu araç sesi.

tırıs: Atın binicisini zıplatarak yürümesi

tırkaz: Eski kapılarda ilkel kilit düzeneği, sürgü.

tırkazlamak: Kapıyı içerden sürgülemek, kilitlemek.

tısılamak: Zor nefes almak.

tısırık: Hapşırık, hapşırınca ağız ve burundan çıkan şeyler.

tısırmak: aksırmak, hapşırmak

tîdirmek: 1.işemek, 2.Bir kap içindeki sıvıyı şiddetli sızdırmak.

tiğteber: meteliksiz, züğürt (tiğ ü teber şah-ı merdan)

Timitiri: Dimitri

tingildek: Yerinde duramayan, dengesini sağlayamayan.

tingildemek: Kımıldamak, oynamak, sallanmak.

tingil tokmak gılmek: takla atmak

tiñ tiñ: Tırıs koşan at.

tîrâki: tiryaki

tirit: Kaz suyuyla ıslatılmış şepit

tisilemek: Yağmur ince ince yağmak, çiselemek.

titirek: Heyecan veya korkudan devamlı titreyen.

titiremek: 1.Titremek, 2.(mec)Çok korkmak.

tivtmek: Yapışık yapağı kıllarını elle eyırmak, ditmek. 

tôga: taze tarhana (toyga)

toğom: tohum, döl

toğoma garmek: Kartlaşmak.

tôh!: Yazıklar olsun anlamında ünlem.

toka: 1.Demir kaynatılarak/dövülerek veya ağaç bükülerek/oyularak yapılan halka. 2.Ahırın büyükbaş hayvan kapasitesi, 3.Urganın sap arabasını daha sıkı bağlamasını sağlayan ağaç veya demir halka düzeneği.

tokdur: doktor, hekim

tokeç: Ağaç tokmak (tokaç)

tok eviñ aç kedisi: Herşeyleri varken açgözlülük eden çoçuk.

tok garnına: Karnı tok iken.

toklubaşı: Yemeği yapılan, hamur işlerinde kullanılan, sert ve tüylü yapraklı yabani bir ot.

tokmak: 1.İp makarası, 2.Haşhaş kapçığı ezmek için kullanılan ağaç çekiç.

tokya: Bir çeşit terlik

tomafil: araba, otomobil

tomatis: domates

tombak: Kısa boylu, hafif kilolu kimse.

tomburcuk: tomurcuk

tomburlak: yuvarlak

topan: Köşe yastığı, küçük minder, kırlent.

topeç/topeş: Yumruk büyüklüğünde sertleşmeiş toprak parçası.

topleşmek: Toplanmak, bir araya gelmek.

toprağı çekmek: Memlekete dönüşün ardından hemen ölmek.

Topraklık: Eskiden badana için toprak çıkarılan bölgenin adı

Topsâsı: 1.stad, futbol sahası (top sahası), 2.Futbol sahasının bulunduğu mevki adı.

torba dakmek: 1.İşe mola verince koşum hayvanlarının başına, içi yem veya saman dolu torbayı takarak dinlenirken yemlenmesini sağlamak. 2.(mec)Dinlenmek

tortor: motosiklet

tosbağı: kaplumbağa

tosuldamak: Ses çıkararak zor nefes almak.

tosul tosul: Nefes darlığı çeken kişinin soluk alıp vermesi.

tosun gibi: Sağlıklı, gürbüz kimse.

toy: Kazdan büyük, İri bir kuş.

toz: Kulak arkası.

tozak: Mayıs ayında yağmurdan hemen sonra çıkan, mantara benzer, içi toz dolu, beyaz yumru.

tozmak: Toz halinde savrulmak, tozu savrulmak, toz gibi savrulmak.

tozutmak: 1.Hızlı gittiği için toz kaldırmak, ortalığı toza boğmak; 2.Kaçmak, kaytarmak, koşarak gözden kaybolmak.

tök: Aşık kemiğinin tümsek yanı

tökezimek: Sürçmek, yürürken ayak bir şeye takılıp düşer gibi olmak, tökezlemek.

tuluk: Koyun, kuzudan özel bir yöntemle çıkarılmış, içine peynir, pekmez, kavurma gibi yiyecekler konan deri. Tulum.

tuluk çıkarmek: Hayvanın derisini yırtmadan yüzmek.

tuluk gibi: Şişman, şişkin.

tuman: şalvar

tun: fırın taşının tam ortasındaki delik

tunnamak: Pişirilen şeyi, ısının en yüksek yerine, fırın taşındaki deliğe yakın bölgesine sürerek tam pişmesini sağlamak. (tunlamak)

tura: Madeni paraların resimli yüzü (tuğra)

turpan: tırpan

tutuğeç/dutuğeç: Kızgın tepsi veya tencereyi tutup taşımada kullanılan, ince bir bez bağla bibirine bağlı el büyüklüğünde birkaç kat iki bezden yapılan gereç. (tutgaç)

tülenmek: 1.Hayvan yavrusunun yeni tüyleri çıkmak, 2.Kumaşın pürüzsüzlüğünü kaybetmesi, 3.(mec)Zenginleşmek.

tülü: Aşırı tüylü, kıllı.

tümelmek: Bir şeyin örtünün altından belli olması, şişmek.

tümeltmek: Yığmak, yığarak yükseltmek.

tümmek: Aşağı atlamak.

tüngülmek: Yüksekçe bir yerden aşağı atlamak.

tüpürmek: tükürmek

türkü yakmek: Önemli bir olayı türküye konu ederek bestelemek.

türüm türüm tütmek: Çevreye güzel koklular salmak, güzel kokmak.

tüssü: tütsü

tüssü vemek: Çok kötü kokmak.

tütmek: Duman çıkmak, duman çıkarmak.

tütütmek: İyi yakamamaktan dolayı çok duman çıkartmak.

tüydürmek: Çekiç, keser gibi şeyleri dengeli vuramamaktan dolayı alttaki nesneyi fırlatmak.

tüy gibi: çok hafif

tüylemek: zıplamak, sıçramak

tüyü bozuk: Saçları, kaşları, kirpikleri açık sarı renkte olan erkek.

tüyünü dökmek: Hayvan hastalık veya başka sebepten tüyünü yenilemek.

 


Sözlük U

 

-U-

 

uca: Kümes hayvanlarının bacağı, but.

ucu gaşmek: 1.Uçkur veya don lastiğinin ucu kaçıp belde durmamak, 2.(mec)Bir işin yapılması, problemin çözülmesi güçleşmek.

ucun ucun: Yavaş yavaş, azar azar.

ucu ucuna: Ancak, yetişecek kadar.

uçmak: Mercimek, nohut, burçak vb. tarlada çok fazla kurumak.

uçuklamak: Korku veya üzüntüten dudak kenarlarında yara oluşmak.

uçun/uçu: için

uçuru: Dolayı, ötürü, için gibi sebep bildiren edat.

ufaklamak: Küçük parçalara ayırmak, ufalamak.

ufaklı: İçinde küçük taneler bulunan.

ufaksu: Çiş, idrar, küçük abdest.

ufaksu dökmek: Küçük abdestini yapmak, işemek.

ufalmak: Yavaş yavaş küçülmek.

uğra: Hamur işi yaparken hamurun oklava, el veya başka bir yere yapışmaması için ele sürülüp yere sepilenen un.

uğragabı: Uğra konulan kap.

uğralamak: Hamurun üzerine veya hamur açılan yere un sepilemek

uğulmak/uğunmak: 1.Küçük çocuk ağlama sırasında nefessiz ve sessiz kalmak, 2.Ağrı ve acıdan dolayı kıvranmak.

ulaf: yulaf

uluk: tembel

Uluyol: Bir mevki adı

umaca olmek: 1.Umduğunu bulamamak, hayal kırıklığına uğramak; 2.Umduğu yiyeceği bulamamaktan vücutta şişme şeklinde görülen rahatsızlık.

unevi: Un ve diğer yiyecek erzakların konulduğu oda.

unevlası: Un, yağ, şekerden yapılan helva.

unneşmek: Uzanmak, ulaşmak, yetişmek.

unneşdirmek: Uzatmak, ulaştırmak, götürmek.

un ufak etmek: Çok küçük parçalara ayırmak.

urba: elbise, giysi

urgan çekmek: Sap, odun gibi havaleli yüklerle arabayı yükledikten sonra, son iş olarak urganla bağlamak.

urgan tokası: Arabadaki yüke urgan çekerken sıkı bağlayabilmek için kullanılan sert ağaç oyularak veya bükülerek yapılan halka.

Urum: Rum

Urus: Rus

usangın: bıkmış, yılmış, usanmış

usdeye gitmek: Zanaat öğrenmek için bir ustanın yanına sürekli gitmek.

usdurası belinde: Belalı

usulcecik: yavaşça, sessizce

usutmak: sakinleşmek, yatışmak, durulmak, şımarmayı kesmek

uşgur: Şalvarı belden bağlamaya yarayan, ipten özel olarak örülen kemer bağı. (uçkur)

uşgurluk: Şalvar belinde uçkur geçirmeye yarayan bölüm.

utanıbarlanmaz: Utanması sıkılması olmayan (utanıp arlanmaz)

uyanmak: 1.Aklı başına gelmek, işin aslını anlamak; 2.Meyveler tomurcuklanmaya başlamak, 3.Kümes hayvanları yumurtlama vakti gelmek.

uydurmak: Benzetmek

uydurukcu: Yalan söylemeyi alışkanlık edinen.

uyku dünek: Uyuma ve dinlenme fırsatı.

uyku dünek yok: Hiç dinlenme, uyuma fırsatı yok.

uyku semesi: Uyku sersemliği.

uyluk: Kalçadan dize kadar olan bacak kısmı.

uymak: çatmak, sataşmak

uyuntu: uyuşuk, salakça, tembel, kendi başına hareket edemeyip başkasına uyan, asalak

uyuşak: iş yapmayan, miskin, tembel, uyuşuk

uzanmak: uyumaksızın yatmak, uyuklamak, kestirmek

Uzundere: Bir mevki adı

 


Sözlük Ü

 

-Ü-

 

Üçgözköprü: Bir mevki adı

üfülemek: üflemek

üfülük: ıslık      

üğünmek/üyünmek: Tahılın ambar veya çuvaldan yol bulduğu bir delikten akması.

üleşmek: bölüşmek, paylaşmak

üleşik: Paylaşılmış, üleşilmiş

ülker: Mayıs-Haziran döneminde Güneş ülker burcuna girdiğinde mahsul için tehlikeli bir dönem.

ülker vurması: Ülker denen bahar-yaz geçiş soğuğunun özellikle nohutları çarpması.

ümürtlek: boğaz, gırtlak

ümzük: İbrik, çaydanlık gibi kaplardan suyun akıtıldığı dar ve ince boru kısım.

ünnemek: çağırmak (ünlemek)

ünnetmek: ilan ettirmek

ününü goyvemek: Bağıra bağıra ağlamak.

üremek: 1. çoğalmak, 2.iş ilerlemek

üretmek: Katkı yaparak çoğaltmak (hamur mayasını üretmek, çayı üretmek vb.)

ürüyen: Çok üren köpek.

ürya: düş, rüya

üryañda mı gördüñ: Sabah çok erken bir şey yapanlara söylenir.

üsbaş: Elbise, giyecek.

üsde: Mal değişiminde, malı değerli olanın aldığı para (üste)

üsde çıkmek: Suçlu olduğu halde kendini suçlayanları suçlayarak kendini aklamak.

üsdüme mi çıkceñ: Teklifsizce yanına yaklaşan kişiye söylenir.

üsdüne garı getimek: Karısı varken bir karı daha almak.

üsdüne geçirmek: Bir taşınmazın tapusunu kendi adına yazdırmak.

üsdüne olmek: Hamile kadın aybaşı olmak.

üsdü olmek: Kadın aybaşı olmak.

üsdünnük: O sırada çevrede çok yaygın olan nezle hastalığı (üstünlük)

üst: Elbise, giysi. (Üsdümü geyip çıkcen)

üstlük: Kabaca üste alınan giyecek.

ütdürmek: Hile ile veya kumarda elindeki malı kaybetmek.

ütmek: şans oyunlarında rakibini yenip elindekini almak

ütmeli: Sonunda galip gelenin, yenilenden bir şeyler (ceviz,aşık, bilye vs.) alacağı üzerine anlaşılan oyun.

ütülemek: Yolunmuş kazı, tavuğu; koyun kafa ve ayaklarını ateşe tutarak ince tüylerini yakmak suretiyle temizlemek.

ütülmek: kumarda kaybetmek

üvez: küçük sinek

Üyüğaltı: Bir mevki adı (Üyük altı)

Üyük: 1.Yığma tepe, Tümülüs; 2.Köyün kuzeybatısında, şehitliğin bulunduğu tepe (höyük)

Üyükyolu: Bir mevki adı

üyütmek: 1.Öğütmek, 2.(mec)Tatlı tatlı yalan söylemek.

üzerlik: 1.nazarlık, 2.Nazara karşı çocukların üzerine veya duvara asılan hoş kokulu ot.

üzük: Eskiyip incelip kopma delinme durumuna gelmiş kumaş, bez.

üzülmek: 1.Yırtılmak, bez veya elbisenin yırtılması. 2.Kopmak, ipin kopması veya kopacak duruma gelmesi.


Sözlük V

 

-V-

 

va: var

vâdesi yetmek: Ömür süresi bitmek, ölmek.

vâke: gerçi (vâkıa)

vamak: ulaşmak, varmak

vañılamak: Kulak uğuldamak.

vañıl vañıl: Boğuk gürültüyü anlatır.

vanvay: Bir çok diskin dönmesiyle toprağı işleyen bir çeşit pulluk

varıpda: Olumsuzluk edatı Olmayacak şeyleri anlatır. (Varıp da yamır mı yağcek/ "Nasıl olsa yağmur yağmaz" anlamında.)

varısam: Tehdit sözü, (Yanına varırsam)

vâriyet: mal mülk, varlık

vâriyetli: zengin, varlıklı

var ol: Yaşa anlamında tezahürat ünlemi.

vasıñ: Edat ve zarf olarak kullanılır (varsın). (Vasıñ yiceği gada yisin, netcen.)

vasıñôsuñ: Dert etme, kafana takma anlamında teselli sözü. (Varsın olsun)

vatdı olmek: Parasal yönden iyi durumda olmak (vakti olmak)

vazıyet: Durum tahmini bildiren edat; herhalde, galiba, görünüşe bakılırsa.

velense: battaniye

velesbit: bisiklet

verebura: Habire, durmadan.

vergi algı: Mali konulardaki bürokratik işlemler.

vermek: Bir durumu bir eylemi etkin bir şekilde sürekli yapmak (Ardından verdim gurşunu)

vıdik: kaz yavrusu

vıddik: Takım halinde oynanan saklambaç.

vıgır vıgır: Kımıltılarla kıpraşma durumundaki böcek, kurtçuk vs için çok, çok fazla.

vırraklamak: Kurbağa bağırmak.

vızıklamak: Oyunda sızlanmak, mızılamak.

vide: vida

vedeli: Vida ile sağlamlaştırılmış.

vidi vidi: Çok küçük, ufacık.

viz!: Birini ağlatmak için tahrik ünlemi.

vizilek: Çabuk ve çok ağlayan.

viziletmek: ağlatmak

vodurdanmak: homurdanmak

vurgun: 1.Çiçeği yeni dökmüş meyveyi soğuk vurması, 2.Ekinin fırtına, yağmur, sel nedeniyle yere yatması.

vuruşmak: Boynuzlu hayvanlar kafalarını tokuşturarak dövüşmek.

vuruşdurmak: Boynuzlu hayvanları dövüşdürmek.