-T-
tabır: tabur
tabırcı:
Hastanede tedavisi biten hasta (taburcu)
tabla: 1. 20-30
santim yüksekliğinde yer sofrası, 2. Çevresi hafif yükseltilerek sebze fidesi
dikmek için ayrılmış 3-5 metrelik alan.
tablağı: Yer
sofrası, tabla.
tafatır: Aşırı,
çok fazla.
taharna: tarhana
taharna garmek: Yoğurt göce ve
naneyi karıştırarak tarhana hazırlamak.
taka: Eski,
kırık dökük.
takavit: Emekli (tekaüd)
taket: Güç,
kuvvet, takat.
takga: şapka,
başlık (takke)
takılamak:
Karıştırmak, kurcalamak.
takıleşdirmek:
Kurcalamak, takılamak.
takır takır gurumek: 1.Bir şey güneşte
çok durmaktan fazla kurumak, 2.Sıkıntı ve kederden çok fazla zayıflamak.
takleci: Uçarken
takla atan güvercin.
taktak: Yerel
üretim su motorlu, römorklu araba.
talaz: Havada
birden ortaya çıkan ve tozu dumana katan şiddetli rüzgar.
talis: Kendir
ipinden dokunmuş kaba ve iri çuval.
talkın: Ölü
gömüldükten sonra imamın mezar başında yaptığı dua (telkin)
talvar: 1.Üstü
çalı çırpı ile kapatılmış bahçe kulübesi, 2.Sıcak şiddetlenince gölgeye çekilip
işe ara verme.
talvara gitmek: Mola vermek
tandır:
ızgarasız teneke soba
tangal: Mısır
patlatmaya yarayan, tenekeden yapılmış uzun saplı araç.
tanımak:
1.Denemek, ölçmek; 2.Göz seçmek, görmek (Gözüm bu harfleri tanımıyo)
tanış:
tanıdık, bildik
tañ tañ:
Şiddetli öksürüğü anlatmak için söylenir.
tañyeri ağarmek: Şafak sökmek,
ortalık ağarmaya başlamak.
tapırtı: Ayak
sesi, gürültü.
tapıt: tabut
tapsak: Tadı
iyi olmayan.
tapsı: Tadı
bozuk, lezzetsiz.
tapsımak: Tadı
bozulmak, bayatlamak.
târa: Küçük
ince dalları kesmeye yarayan kesici alet.
tarla paklamek: Biçilmiş ekini
annat tırmıkla yığın yaparak tarlayı ekinden temizlemek.
tarlatakga: Bağ-bahçe gibi
araziler için kullanılan bir ikileme
tat:
1.inatçı kimse, 2.Türkçe konuşamayan, yabancı
tatavıya:
rastgele, bilip bilmeden, öylesine (tatavaya)
tatda:
1.tahta, 2.Samanda ölçü birimi (Bu yıl 30 tatda saman guydum.)
tatdalıköy: Öbür dünya, ahiret,
mezarlık.
tatdalıköyü boylamek: ölmek
tatda tapırtısına gitmek: İşin özünü anlamadan konuya girmek.
tatdeye galkmek: Öğrenci öğretmenin
talimatıyla karatahta önüne gelmek.
tatleşmek: Ayak
diremek, inatçılık etmek.
tav:
1.kıvam, 2.cinsel istek
tava gelmek: Hayvan çiftleşmeye
hazır olmak.
tavâtur:
Söylenti, abartılı söz, dedikodu.
tavıkgarası: görme
zorluğu, katarakt (tavuk karası)
tavık gibi dünemek: Erkenden yatmak.
tavıkgötü: Ayak tabanında
çıkan köklü siyil.
tavlanmak: 1.besi
hayvanının semirip kesime hazır hale gelmesi, 2.toprağın ekime hazır hale
gelmesi
tavlı:
1.çiftleşmeye hazır hayvan, 2.ekime hazır toprak
tav tav: ara ara
tâvütlü metdup:
Taahhütlü mektup
taygelmek: İkinci evliliğini
yapan kadın, kocasının evine giderken yanında ilk eşinden çocuğunu da götürmek.
taylamak: Kısrak
yavrulamak.
taytak: Tayın
anasının peşini bırakmaması gibi bir kimsenin peşine takılarak onun yanından
ayrılmayan kimse.
taytay:
Emeklemenin son evresinde ayakta durmaya çalışan bebek.
tay tay durmek: Yeni yürümeye
başlayan çocuk ayakta durmak.
tedarikli bulunmek: Parasal olarak
hazırlıklı olmak.
teğek: Asmanın
taze uzayan dal ucu.
tekâze: sitem,
başa kakma (takaza)
tekâzelenmek: Sitem
etmek, başa kakmak, sızlanmak.
tekbégir: Tek olarak koşulan at.
tekcal: doğru
durmayan, yaramazlık peşinde olan, sürekli çevresine zarar veren çocuk (
deccal)
tek durmek: Yaramazlık etmemek,
uslu durmak.
tek durmamek: Kendisini tutamayıp
yasaklı iş yapmak.
teker: Ucuna
ağaçtan kesilmiş bir teker takılarak el arabası iskeleti gibi iki kulplu hale
getirilen çocuk oyuncağı veya çocukların döndürerek oynadığı her türlü oyuncak.
teker çekdirmek: Araba
tekerini, şınasını kestirip germek suretiyle sağlamlaştırmak.
tekesakalı: İnce uzun püsküllü
yaprakları yenen bir kır otu.
Tekge: Hacı
İbrahim türbesinin bulunduğu yer ve meydan (tekke)
tekne: Hamuru
yoğurmak ve bekletmek için ağaçtan yapılmış özel gereç.
tekne gazıntısı: 1.Ekmek
yaparken teknenin sonunda kalan, bir ekmek olmayacak kadar az ve kalitesiz
hamur; 2.(mec) Ailenin son çocuğu
tek tek geymek: Çift giyilmesi
gereken ayakkabı, çorap vs. farklı farklı giymek.
telaşe: Tasa,
kaygı, sıkıntı, iş güçç
telaşe mâmuru: Boş yere
kaygılanan, kuruntulu.
telebe:
Öğrenci, talebe.
tel çekmek: Telgraf
çekmek.
telek:
1.Kanatlı hayvanların uzun, kuyruk veya kanat tüyü; 2.Bir tür el süpürgesi
olarak kullanılan kaz kanadı. Yelek.
telelva:
Pişmaniye (tel helva)
telesimek:
Açlıktan, susuzluktan, uykusuzluk ve bitkinlikten bayılacak duruma gelmek.
tel gazığı: Bahçe
çevresine tel çekmek için yere çakılan ucu sivri kazık.
tellal bağıtdırmek: Bir haberi tellal
aracılığıyla duyurmak.
tellenmek:
keyiflenmek
temam: tamam
tembek etmek: Tembihlemek.
tembel tenike: Ders çalışmayı
sevmeyen öğrenci.
temçit: Sahurda
ezandan önce söylenen ilahi, salavat, dua.
temire/temireyi: egzema
hastalığı
temize gitmek: Temyiz mahkemesine
başvurmak.
temsili: Mesela,
örneğin.
temşitlê verilmek: İmsak vaktini
bildiren ilahi, salavat vs. okumak.
temtek: Bir
tane, tek, biricik.
têne: tenha
tênemek:
Kalabalık dağılmak, tenhalaşmak.
tênelmek:
Tenhalaşmak, seyrekleşmek.
teneşire gelesice: İlenç sözü.
tenike: 1.İnce
saç, teneke; 2.Tahıl ölçü birimi.
tentine: Genç
kızların çeyizleri için yaptıkları dantel.
tepil tüpül: Yeni
yürüyen çocuğun düşe kalka ilerlemesi.
tepsi: Fırında
tepsiyle pişirilen yiyeceklerin tümüne verilen ad.
tepsi etmek: Fırında bükme börek
türü şeyler pişirmek
terbiye: dizgin
têret: taharet
têretlenmek:
Tuvalette temizlenmek, taharetlenmek.
têretsiz: Maddi
manevi kirli, taharetsiz.
terezi:
1.terazi, 2.Uçurtmanın dengesini sağlayan bağlantı ipleri.
terezilemek: Dengeyi
sağlamak.
tereziye vurmek: Karşılaştırmak,
iyice tartarak düşünmek.
teri soğumak: Dinlenmek,
nefeslenmek.
terletmek:
Bêgirgulağı (madımak)ı tuz ile ovarak hafif sulandırmak.
terlik: namaz
takkesi
ter olsuñ/teryaman olsuñ: Oh olsun, beter
olsun.
ters: 1.gübre
olarak kullanılan hayvan dışkısı, 2.İnatçı ve dikine hareket eden, aksi.
ters atmek: Boklukta biriken
tersi taşımak
ters çekmek: Hayvan gübresini
alıp tarlaya götürmek.
tersi bokdur: Bahsedilen kişi o
işi yapabilir.
tersi devrilmek: Şaşkınlıktan yer ve
yön duygusunu yitirmek.
terslemek: Tarlaya
gübre atmak.
tesbek: tespih
tesgire:
Askerlik bitiş belgesi, tezkere.
teskerlemek: eliyle
vurur gibi hareket yapıp vurmamak
téş: Büyük
leğen.
téşir: rezil,
kepaze, çirkin (teşhir)
tet!: köpek
kovma sözü
tetik:
1.hafif, 2.pratik, çabuk, hızlı
tevekgeli: şans,
öyle denk gelme
tévter: defter
téyel: geçici
ve seyrek dikiş
téyelleme: geçici
olarak seyrek seyrek dikme
tézçabık: Çok
çabuk, hemen.
tıkır almek: Alay etmek, dalga
geçmek.
tıkırcı: Alaycı,
dalgacı.
tınaz: Döğenle
sürüldükten sonra savrulma aşamasına gelmiş dene-saman karışık yığın.
tıpılamak: Büyük
yağmur damlaları kısa süreli şiddetli düşmek.
tıpırtı: Hafif
gürültü.
tıraka: mantar
tabancası
tırampa: Değiş
tokuş, mübadele.
tıreş: traş
tırıl:
Kendisiyle doğru dürüst sohbet edilemeyen, ufak bir şeyde hemen kızan kişi.
tırıldak:
1.Kenarları kertilmiş cetvel büyüklüğündeki bir tahtanın ucuna ip geçirerek
hızla sallanması, bu hareketle tırıltılı bir ses çıkarması nedeniyle bu ad
verilmiş oyuncak. 2.Boş ip makarasının ikiye bölünmesiyle halkalı kısma
geçirilen basit bir ağaç milden tutup çevirerek döndürülen bir çeşit basit
topaç.
tırıllanmak:
Sinirlenip darılmak.
tırıltı: Motorlu
araç sesi.
tırıs: Atın
binicisini zıplatarak yürümesi
tırkaz: Eski
kapılarda ilkel kilit düzeneği, sürgü.
tırkazlamak: Kapıyı
içerden sürgülemek, kilitlemek.
tısılamak: Zor
nefes almak.
tısırık:
Hapşırık, hapşırınca ağız ve burundan çıkan şeyler.
tısırmak:
aksırmak, hapşırmak
tîdirmek:
1.işemek, 2.Bir kap içindeki sıvıyı şiddetli sızdırmak.
tiğteber:
meteliksiz, züğürt (tiğ ü teber şah-ı merdan)
Timitiri: Dimitri
tingildek: Yerinde
duramayan, dengesini sağlayamayan.
tingildemek:
Kımıldamak, oynamak, sallanmak.
tingil tokmak gılmek: takla atmak
tiñ tiñ: Tırıs koşan at.
tîrâki: tiryaki
tirit: Kaz
suyuyla ıslatılmış şepit
tisilemek: Yağmur
ince ince yağmak, çiselemek.
titirek: Heyecan
veya korkudan devamlı titreyen.
titiremek:
1.Titremek, 2.(mec)Çok korkmak.
tivtmek: Yapışık yapağı kıllarını elle eyırmak, ditmek.
tôga: taze
tarhana (toyga)
toğom: tohum,
döl
toğoma garmek: Kartlaşmak.
tôh!:
Yazıklar olsun anlamında ünlem.
toka: 1.Demir
kaynatılarak/dövülerek veya ağaç bükülerek/oyularak yapılan halka. 2.Ahırın
büyükbaş hayvan kapasitesi, 3.Urganın sap arabasını daha sıkı bağlamasını
sağlayan ağaç veya demir halka düzeneği.
tokdur: doktor,
hekim
tokeç: Ağaç
tokmak (tokaç)
tok eviñ aç kedisi: Herşeyleri varken
açgözlülük eden çoçuk.
tok garnına: Karnı tok iken.
toklubaşı: Yemeği yapılan,
hamur işlerinde kullanılan, sert ve tüylü yapraklı yabani bir ot.
tokmak: 1.İp
makarası, 2.Haşhaş kapçığı ezmek için kullanılan ağaç çekiç.
tokya: Bir
çeşit terlik
tomafil: araba,
otomobil
tomatis: domates
tombak: Kısa
boylu, hafif kilolu kimse.
tomburcuk: tomurcuk
tomburlak:
yuvarlak
topan: Köşe
yastığı, küçük minder, kırlent.
topeç/topeş: Yumruk
büyüklüğünde sertleşmeiş toprak parçası.
topleşmek:
Toplanmak, bir araya gelmek.
toprağı çekmek: Memlekete dönüşün
ardından hemen ölmek.
Topraklık: Eskiden
badana için toprak çıkarılan bölgenin adı
Topsâsı: 1.stad,
futbol sahası (top sahası), 2.Futbol sahasının bulunduğu mevki adı.
torba dakmek: 1.İşe mola verince
koşum hayvanlarının başına, içi yem veya saman dolu torbayı takarak dinlenirken
yemlenmesini sağlamak. 2.(mec)Dinlenmek
tortor:
motosiklet
tosbağı:
kaplumbağa
tosuldamak: Ses
çıkararak zor nefes almak.
tosul tosul: Nefes
darlığı çeken kişinin soluk alıp vermesi.
tosun gibi: Sağlıklı, gürbüz
kimse.
toy: Kazdan
büyük, İri bir kuş.
toz: Kulak
arkası.
tozak: Mayıs
ayında yağmurdan hemen sonra çıkan, mantara benzer, içi toz dolu, beyaz yumru.
tozmak: Toz
halinde savrulmak, tozu savrulmak, toz gibi savrulmak.
tozutmak: 1.Hızlı
gittiği için toz kaldırmak, ortalığı toza boğmak; 2.Kaçmak, kaytarmak, koşarak
gözden kaybolmak.
tök: Aşık
kemiğinin tümsek yanı
tökezimek:
Sürçmek, yürürken ayak bir şeye takılıp düşer gibi olmak, tökezlemek.
tuluk: Koyun,
kuzudan özel bir yöntemle çıkarılmış, içine peynir, pekmez, kavurma gibi
yiyecekler konan deri. Tulum.
tuluk çıkarmek: Hayvanın derisini
yırtmadan yüzmek.
tuluk gibi: Şişman,
şişkin.
tuman: şalvar
tun: fırın
taşının tam ortasındaki delik
tunnamak:
Pişirilen şeyi, ısının en yüksek yerine, fırın taşındaki deliğe yakın bölgesine
sürerek tam pişmesini sağlamak. (tunlamak)
tura: Madeni
paraların resimli yüzü (tuğra)
turpan: tırpan
tutuğeç/dutuğeç: Kızgın
tepsi veya tencereyi tutup taşımada kullanılan, ince bir bez bağla bibirine
bağlı el büyüklüğünde birkaç kat iki bezden yapılan gereç. (tutgaç)
tülenmek:
1.Hayvan yavrusunun yeni tüyleri çıkmak, 2.Kumaşın pürüzsüzlüğünü kaybetmesi,
3.(mec)Zenginleşmek.
tülü: Aşırı
tüylü, kıllı.
tümelmek: Bir
şeyin örtünün altından belli olması, şişmek.
tümeltmek: Yığmak,
yığarak yükseltmek.
tümmek: Aşağı atlamak.
tüngülmek:
Yüksekçe bir yerden aşağı atlamak.
tüpürmek:
tükürmek
türkü yakmek: Önemli bir olayı
türküye konu ederek bestelemek.
türüm türüm tütmek: Çevreye güzel
koklular salmak, güzel kokmak.
tüssü: tütsü
tüssü vemek: Çok kötü kokmak.
tütmek: Duman
çıkmak, duman çıkarmak.
tütütmek: İyi
yakamamaktan dolayı çok duman çıkartmak.
tüydürmek: Çekiç,
keser gibi şeyleri dengeli vuramamaktan dolayı alttaki nesneyi fırlatmak.
tüy gibi: çok
hafif
tüylemek:
zıplamak, sıçramak
tüyü bozuk: Saçları, kaşları,
kirpikleri açık sarı renkte olan erkek.
tüyünü dökmek: Hayvan hastalık
veya başka sebepten tüyünü yenilemek.