Bugün Resul Karakaya'nın oturduğu Akbaşların ev, Bıgalı tarafından o dönemde yapılmış. Sonra Afyon'a taşınma kararı alınca, kaynı Hacıiresilin damadı olan Akbaşların Mustafa'ya satıyor. Anlatacağım olay işte bu evde yaşanmış...
Yine Çakırlarla ortak büyükbaş hayvan işine giriyorlar. Çakırosman bu işte var mı emin değilim, ama Çakırmehmet ile ortaklar... Küçük bir köy sığırı gibi sürüleri var, yaylıma çıkarıyorlar...
Olur ya, hayvanlardan biri hastalanmış; fakat kesip yemeye izin yok. Nasıl olduysa yetkililerin haberi olmuş bundan, yasak koymuşlar. Ya biri bildirmiştir, ya da kendileri söylemiştir, yoksa kimin nereden haberi olacak... Muayene edince hayvanın kuduz lduğunu söylüyorlar, işler iyice karışıyor. Çünkü bu insanlara da bulaşabilen ölümcül bir hastalık...
Mesele kuduz olunca karantinaya alma gibi bir tedbir de uygulanıyor. Çakırmehmetin ve Bıgalının avluda yirmişer otuzar mal öylece kalıyor; yaylıma çıkamıyor, suya gidemiyorlar... İş bununla kalsa iyi, Hükümet adamları bu mallarla kim ilgilendi diye isim istiyorlar, onlara da aşı yapılacak... Çakırmehmet ile Bıgalının Ahmet'in adını veriyorlar, hadi bakalım aşıya... Aslında herkes mallarla içli dışlı, ama iğne ve kısıtlılık korkusuyla diğerlerinin adını vermemişler; böylece iki hasarla kurtuluyorlar...
Belanın kesin olarak defedilmesi o kadar kolay olmuyor. Sürü iki evde mahpus hayatı yaşıyor, dışarıya çıkmalarına izin yok. Buna bir çare bulmak lazım, aynı zamanda masum hayvanları tedavi etmek lazım; ama nasıl?
Bugünün imkanları ekseninde düşünürseniz durumun vehametini anlamayabilirsiniz. Baytar, iğne, ilaç bugünkü gibi yaygın değil... Daha önce kayıp koyunları canavar yemesin diye kurt ağzı bağlatıldığından bahsetmiştim size. Çekirge afetiyle mücadele için Sandıklı taraflarından okuya okuya nasıl sığırcık sürüsü getirdiklerini de... Vakti gelince kayıp koyunları kimin çaldığını bulmak için neler yapıldığını da anlatırım... O zaman işler böyle hallediliyor...
Duymuşlar ki Seyitgazi'de bir Hoca var, dertlerinin devası onda... Üşenmeyip gidiyorlar... Hoca ile birlikte okunmuş tuz da getirmişler, mallara bir güzel yalattırıyorlar tuzu. Asıl keramet tuzda değil elbet, öyle olsa Hocayı getirmeye ne gerek vardı değil mi...
Canları sıkkın hayvanlar Bıgalının avluda... Hoca orta yere çıkıp bayrağını dikiyor. Evet, bir bayrak, ayyıldızlı değil belki sancağa benzer bir şey... Onun yanında başlıyor okumaya... Kezban Hanımla evin kızı Şaziye de ellerine birer değnek alıp hayvanları sürüyorlar... Zaten küçük avlu, nereye gidecek sürülen mallar; başlıyorlar Hoca'nın etrafında dönmeye...
Vaziyet şu; ortaya bayrağını dikmiş sürekli bir şeyler okuyan Hoca, malları süren iki gariban ve bayrağın etrafında dönüp duran hayvanlar... Dışarıdan bakan birine tuhaf görünen bu merasimin böyle olmasını belki de Hoca istedi... Belki de o zat Hoca filan değildi, sadece o duayı bildiği için bu şekilde adlandırılmıştı...
Aynı merasim Çakırmehmetin avluda tekrarlanmış... Şaziye Hanımın söylediğine göre, bir müddet sonra büyük bir meydanda köyün bütün malları da okunmuş. Galiba herkes aşağıdaki Sığıreğleği'ne getirmiş, okutup döndürüp götürmüşler. Döndürme işleminin Uyuşak Dede türbesi etrafında yapıldığını ayrıca söylediler. Köyün bütün hayvanlarına genişletilen bu seramoniye sebep şap hastalığı olabilir...
1960'lı Yılların başında yaşandığı düşünülen bu garip okuma merasiminin neticesi ne olduğunu bilmiyoruz, çok da önemli değil zaten...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder