Bugün Resul Karakaya'nın oturduğu Akbaşların ev, Bıgalı tarafından o dönemde yapılmış. Sonra Afyon'a taşınma kararı alınca, kaynı Hacıiresilin damadı olan Akbaşların Mustafa'ya satıyor. Anlatacağım olay işte bu evde yaşanmış... İlk defa Şaziye Kocausta'dan dinledikten bir müddet sonra Hacapo (Abdullah Erdem)e sordum. İki farklı bakış açısıyla işittiğim olayı birleştirerek hikaye edeceğim.
Yine Çakırlarla ortak büyükbaş hayvan işine giriyorlar. Çakırosman bu işte var mı emin değilim, ama Çakırmehmet ile ortaklar... Küçük bir köy sığırı gibi sürüleri var, yaylıma çıkarıyorlar... Gobakların Garagaş Salih Kaçmaz'ı çoban tutmuşlar, yalnız yanında Bigalının Ahmet ile Hacapo da bulunuyor, koca sürüyü idare etmek kolay mı...
Ekseri dağda güdüyorlar; İncegeriş, Bahçecik, Tunanıntarla filan...Yıl 1960 ve Temmuz... Hayvanlardan birinde tuhaflık görülmüş, yaylım yok, su içmiyor, hatta görünce kaçıyor... Büyüklere haber vermişler, onlar da acaba bizim dağda ağılı ot var da onu yeyip zehirlendi mi filan diye akıl yürütüyorlar, otları araştırıyorlar, çare arıyorlar. Hiç bir şey kar etmemiş, cuma bir gün hayvan yıkılmış, bıçağı darın yetiştirip kesmişler. Ertesi gün pazara gelen kasapları getirip kesilmiş hayvanı satmak istemişler. Adam bıçağı vurunca ete hemen anlamış mevzuyu... Meğer hayvan kuduz imiş...
Durumu resmileştirip hükümete ihbarda bulunmuşlar. Afyon'dan gelmiş yetkililer, bir sıra odun, bir sıra et olmak üzere istifleyip ateşlemişler. Hayvanı kestikleri bıçağı da ateşe atarak zor bela kuduz sığır cesedini yakmışlar. Yanmayan kısımlarını da toprağa gömdürmüşler.
Mesele kuduz olunca karantinaya alma gibi bir tedbir de uygulanıyor. Çünkü bu insanlara da bulaşabilen ölümcül bir hastalık... Çakırmehmetin ve Bıgalının avluda yirmişer otuzar mal öylece kalıyor; yaylıma çıkamıyor, suya gidemiyorlar... İş bununla kalsa iyi, Hükümet adamları bu mallarla kim ilgilendi diye isim istiyorlar, onlara da aşı yapılacak... Çoban Garagaş'ın adını veriyorlar, hadi bakalım aşıya... Aslında herkes mallarla içli dışlı, ama iğne ve kısıtlılık korkusuyla diğerlerinin adını vermemişler; bu kadarlık hasarla kurtuluyorlar... Galiba Garagaş üç defa iğne vurulmuş...
Belanın kesin olarak defedilmesi o kadar kolay olmuyor. Sürü iki evde mahpus hayatı yaşıyor, dışarıya çıkmalarına izin yok. Buna bir çare bulmak lazım, aynı zamanda masum hayvanları tedavi etmek lazım; ama nasıl?
Bugünün imkanları ekseninde düşünürseniz durumun vehametini anlamayabilirsiniz. Baytar, iğne, ilaç bugünkü gibi yaygın değil... Daha önce kayıp koyunları canavar yemesin diye kurt ağzı bağlatıldığından bahsetmiştim size. Çekirge afetiyle mücadele için Sandıklı taraflarından okuya okuya nasıl sığırcık sürüsü getirdiklerini de... Vakti gelince kayıp koyunları kimin çaldığını bulmak için neler yapıldığını da anlatırım... O zaman işler böyle hallediliyor...
Duymuşlar ki Seydiler'de bir Hoca var, dertlerinin devası onda... Bu Hasan Basri türbesidir ki adı geçen zat tıp tahsili görmüş ve kuduz tedavisinde uzmanlaşmış bir velidir. Ölümünden sonra da tasarrufu devam ettiğine inanılır, etraftan insan ve hayvanlarda görülen kuduz vakalarını hep buraya getirip tedavi ettirirler. Bizimkiler de üşenmeyip gidiyorlar...
Kim bizimkiler? Başta Bigalı Sabri Kocausta, yanında da iki yaveri Çakırmehmet'in Abdullah Erdem (Hacapo) ve Çakırosman'ın Mehmet Erdem (Kapitalis)... Abdullah Abinin dediğine göre, Bıgalı'nın yanında gitmelerinin sebebi 'manevi tedbir' amaçlıymış. Hani bunlar da sürünün peşindeydi ya, hani resmi olarak yetkililere adları bildirilmemişti ya, bari okunup dutunsunlar da varsa bir sıkıntı giderilsin diye Seydiler'e gitmişler. Yoksa Bıgalı tek başına da işi halledebilirmiş...
Seydiler'de onları bir sürpriz bekliyor. Gerçi Bigalı'nın zaten malumu olabilir, ama çocuklar için sürprizmiş Karakol komutanının Bigalı olması. O geceyi hemşerisinin evinde geçirmişler. Ertesi gün köyden bir 'hoca' da yanlarında olduğu halde yola çıkmışlar. Yalnız bu Hoca iki günlüğüne Eğret'e gitmek için tam 60 lira istemiş. Yevmiyenin ikibuçuk üç lira olduğu bir zamanda verilen paranın büyüklüğünü siz hesap edin...
Hoca ile birlikte eski bir sancak ve okunmuş tuz da getirmişler. Birinci gün mallara bir güzel yalattırıyorlar tuzu. Asıl keramet tuzda değil elbet, öyle olsa Hocayı getirmeye ne gerek vardı değil mi...
Canları sıkkın hayvanlar Bıgalının avluda... Hoca orta yere çıkıp bayrağını dikiyor... Yani yanında getirdiği sancağı... Onun yanında başlıyor okumaya... Kezban Hanımla evin kızı Şaziye de ellerine birer değnek alıp hayvanları sürüyorlar... Zaten küçük avlu, nereye gidecek sürülen mallar; başlıyorlar Hoca'nın etrafında dönmeye...
Vaziyet şu; ortaya bayrağını dikmiş sürekli bir şeyler okuyan Hoca, malları süren iki gariban ve bayrağın etrafında dönüp duran hayvanlar... Dışarıdan bakan birine tuhaf görünen bu merasimin böyle olmasını belki de Hoca istedi... Belki de o zat Hoca filan değildi...
İşin aslı şu... Yukarıda bahsettiğim Hasan Basri'nin tasarrufu el verdikleri yoluyla günümüzde devam ettiği düşünülüyor. İşte Seydiler köyünden getirilen bu hoca Hasan Basri'nin el verdiği soydan gelmektedir...
Hacapo hatırlamıyor, aynı merasim Çakırmehmetin avluda tekrarlanmış... Bu ilk günün sonunda ertesi gün bütün köy sığırları da okunacağından ahalinin mallarını sığıra sürmemeleri duyurulmuş. Denilen vakitte herkes aşağıdaki Sığıreğleği'ne getirmiş, okutup döndürüp götürmüşler. Döndürme işleminin Uyuşak Dede türbesi etrafında yapıldığını ayrıca söylediler. Sancak türbenin başına dikilmiş. Galiba öküz, inek, dana vb. ne buldularsa getirip okutmuşlar. Madem bu kadar para verdik, hiç olmazsa bütün hayvanları okutalım diye düşünmüş olabilirler...
1960 Temmuzunda yaşanılan bu garip okuma merasiminin neticesi ne olduğunu bilmiyoruz, çok da önemli değil zaten...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder