Kervansarayın konumu dolayısıyla, bu önemli ticaret yolunun Eğret'e yaklaşan bölümü eski zamanlardan beri hiç değişmemiş. Ne köy içine girmiş ne de köyden fazla uzaklaşmış, hep onu yalayarak geçmiş gitmiş.
Buñar'dan bülken Eğret Deresi ile arasına biraz mesafe koyup bir müddet öyle ilerler, köye vardıklarında omuz omuza, sırt sırta, yan yana ikiyüz metre kadar o vaziyeti korurlar. Dere, bu samimeyetten sıkılmışcasına başını alıp Gatçayır'a doğru uzaklaşır. Kısa bir müddet sonra Üyük'e varmadan pişman olup geri döner; lakin bizimki buna yüz vermez... Çaprazlama birbirini keser ve uzaklaşırlar, yol ile dere ebediyyen küsüşmüşlerdir...
Eğret Deresi mi daha kıdemli, İpek Yolu mu?... Bunu bilemeyiz, yalnız dere önceleri tahminimizden daha güçlüymüş. Bülktüğü yerin çevresinde küçük bir gölcük oluşturur, oradan taşan su fazlalığı dereyi oluştururmuş. Dibinden sürekli büngüldeyen gölcüğe Eğretliler Bunar adını vermişler. Bir asır önce köyün yüksek yerlerinden bakıldığında çok rahat görülebilen bu gölcüğü, suyunun ne kadar kuvvetli olduğunu anlayasınız diye söylüyorum; yoksa konumuz Buñar değil...
Eğret'ten o kadar uzaklaştıktan sonra bile çok güçlü akıntısı olduğuna bir örnek daha vereyim. Büzüğaliniñ Guyu civarında bir değirmen kalıntısından söz ediyorlar. Şimdi hayatta olanlardan dinlediğime göre pek de öyle uzak geçmişten bahsetmiyoruz. Orada değirmen çevirecek suyun gücünü siz hayal edin...
Şimdi, bu kadar güçlü bir dere üzerine yapılacak köprünün üzerinden İpek Yolunun bir şubesi geçecek... Dere güçlüyse, yol önemliyse onları buluşturan köprü alalade olamaz. Kullanımdan düşse bile varlığını sürdürür, cesedi çürüse mezar tümseği baki kalır; hasılı başka bir yere köprü yapılsaydı ondan bir iz kalırdı. Bu yüzden İpek Yolu ile Eğret Deresinin bir kaç kilometrelik güzergahı, çok eski zamanlardan beri bu vaziyetteydi.
Köy ne zaman kurulmuşsa bu yol o zamandan beri orada... O halde Eğret ve Eğretlinin yaşadıklarına tanıklık eden bu yol ile ilgili söyleyecek şeylerimiz olmalıdır.
Eski dönemlerde kervanların gelip geçtiği bu yolun sırtına fazla yük binmiyordu. Onu tahrip edecek, en fazla at öküz arabaları olurdu; lakin onlar da yol üzerinde sadece iki kalın iz bırakırlardı, o kadar... Çok rahattı yani... Son dönemlerde motorlu araçlar çıktıysa da henüz Eğret'ten geçecek kadar yaygın olmadıkları için onları kaale almaya gerek yoktu...
İstanbul-Medine arasına inşa edilen Hicaz Demiryolu yakınlardan geçirildi. Hicaz yolu zaten eskiden de vardı, onun demiryoluyla desteklenmesi Eğret'i teğet geçen bu yolun öneminden bir şey eksiltmedi..
Bütün dönemler boyunca taş, çakıl, kum ile sürekli güçlendirildi. Bu son zamanlarında köye yabancı bazı işçi, memur, mühendislerin ona 'şose' demeleri Eğretlinin ilgisini çekti. Öteden beri diline yabancı bazı sözleri Türkçeleştirmeye ağızları alışıktı. Asırlardır yan yana yaşadıkları yolun adı bundan sonra 'susa yol' olarak kaldı.
Susa Yolu işgal günlerindeki Eğret'in kaderini paylaştı. İlk defa yabancı postallar çiğnedi onu. İlk defa bu kadar çok kamyon homurtusu işitti, ilk defa bu kadar ağır tekerler altında ezildi. Kurtuluşun coşkusunu da birlikte yaşadılar. Afyon'dan kaçmakta olan Trikopis güçlerinin kamyon kolunu 28 Ağustos sabahı Türk süvarileri bu susa üzerinde vurdular. Vurulan kola yardım için Eğret'ten ayrılan otomobil kolu bu susayı kullandı ve bir daha geri dönemedi... Bir gün önce güncellenen emirle Türk ordusunun yetki alanı belirlenirken bu susa hudut kabul edildi. Hasılı kelam, susa yolu, işgali de zaferi de iliklerine kadar yaşadı...
Bundan sonra kervan katar işi bitti, artık motorlu araçlar vardı. Susa yolu bildiğin asfalta dönüştü; başkaları karayolu dedilerse de Eğretlinin gözünde ve ağzında hep susa yolu olarak kaldı.
Her ne kadar köyün dibinden geçse de, susa yolunun yaklaşık beşyüz metrelik kısmı köy içindeymiş gibi şenlik olurdu. Kazlar, yaylıma giden mal maşat, koyun sürüleri; Daşlıtarla ve Gatçayır taraflarına gelip giden insan ve arabalar; Üyük istikametinde tarlaya giden gelenler; susa boyunca volta atan delikanlılar; Karakolun karşısında 'Ademin Arabayı' bekleyen Afyon yolcuları; mevsim müsaitse Çay'ın önünde mola veren turistler...
Kelibanın ev ile Üyük arası başka bir yerdeymiş hissi verirdi; iki taraftan yükselen söğüt ağaçları tepeyi neredeyse tamamen kapatır, tünelden geçiyor sanırdınız. Afyon tarafından gelenler için susanın sol tarafı yeşilken, köy tarafı çıplak görünür. Buna rağmen herkes sağına bakar, çünkü yükseklere kurulmuş bu köy görene ilginç gelir.
O zamanlar karavan maravan bilmediğimizden, ardına ev takılmış arabalara cip der geçerdik. Cipler bahar ve yaz mevsiminde görülürler, genellikle durup eğlenen, fotoğraf çekenler hep bu cipten inenlerdir. Fotoğrafını çektiklerine ufak tefek hediyeler verdikleri için onlarla muhatap olmak hoşa giderdi.
Genellikle Hafızın Çeşme civarında köy halleri, Alimenin Guyu yanında harman manzaraları için duraklayan cipler ile ben daha başka yerde karşılaştım...
Dört beş yaşlarında olmalıyım, Çorbeci Guyusunun oralarda oynuyoruz... Bir cip durdu, fotoğrafımızı filan çektiler... Gırın başında bir köylü çocuğunun üstü başı toz toprak, çamur olabilir; belki sümük salvar filan da varmıştır, bilmiyorum... Adamla kadına ilginç geldik demek ki... Bize fotoğrafı verdiler mi hatırlamıyorum, ama enterimin eteğine doldurdukları ciyirdekli şekerleri akşama kadar yemiştik... Şimdi o fotoğraflardan birini görsek kendimizi tanıyamayız...
Biraz büyüdüğümüzde bazılarının Mezerböğrü'ne çıkıp araba taşladıklarına da şahit olduk. Pek isabet etmezdi atılan taşlar, ama cama filan denk gelse hasar verirdi. Zavallı şoförlerin bazıları dururdu, yine de ne yapabilir ki; atıcılar tedbirli, fırlayıp kaçıyor... Eskiden beri yaparlarmış taşlama işini... Adına da taş boyama derlermiş... Kamyonun kasasına taş fırlatıyorsun, taşın hızıyla kamyonun hızı çarpışınca kasanın boyası taşa yapışıyor. Sonra o taşı bulup nasıl boyadım diye sanatınla (!) gururlanıyorsun. Adamdaki oyun eğlence anlayışına bak...
Susa yolu, gelin indirilirken de kullanıldığı olurdu. Konvoy susaya çıkarsa Macurun benzinliğine, yahut Bayramgazi'ye kadar varır geri dönerdi. Köyden bu kadar uzaklaşmak biz çocuklar için çok değişik şeylerdi...
Düğün dedim de aklıma geldi... Susa yolu Eğretlinin zihnine öyle bir yerleşmiş ki, yalnız burada söylenen bir türküde kendine yer bulmuş:
Su yolu, susa yolu
Boş gider, gelir dolu
Haydiñ amanıñ gımıldan gımıldanıver
Gara gözlüm gımıldan gımıldanıver
Tabi susa yolu, köylünün hafızasında hep güzel hatıralarla yer etmedi. Bu kadar hareketli bir ortamda kazalar eksik olmuyordu, çok canlar yandı. Genişletilerek yenilenen karayolu, bir kilometre kadar dışarıya alınmasına bir sebep de bu kazalar mıydı acaba?
Başlangıcını bilmediğimiz bir zamandan beri birbiriyle cilveleşen ikilinin dostluğuna ilk ihanet yoldan geldi. Akgaya'ya doğru çekip gitmişti... Yıldan yıla eriyen Buñar ve dolayısıyla Eğret Deresi, bu ayrılığa yarım asır kadar dayanabildi ve geçtiğimiz yıllarda tamamen kurudu..
Fotoğraf Kaynak ERT Arşivi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder