Eğret'te geçimin önemli bir parçası haline gelen koyunculuk, tıpkı ileşberlikte olduğu gibi belirli bir takvime bağlanmıştı. Koç katımının, kuzulamanın, sağımın, kırkımın, dağa çıkma ve añıza inmenin muayyen dönemleri vardı. Verimli koyunculuk için bu zamanlara dikkat etmek gerekirdi.
İleşberlik olsun, malcılık olsun tabiatın neredeyse kanunlaşmış takvimine bağlı kalsan da bazı istisnai çıkmazlardan kendini kurtaramayabilirsin. Çünkü yıllık takvim her zaman saat gibi belli bir düzende çalışmaz. Misal her 6 Mayıs'ta aynı hava olacak diye bir kanun yoktur, yahut her çetirenk soğuk geçmez. Her yıl cemrelerde hava ısınmayabilir. Yaz geldiği halde yaz yağmurları başlamaz, ama kar yağabilir. Bütün bu durumlarda senin takvime bağlılığının hükmü kalmaz.
Tabiat takviminin şaştığı durumlar, sıradışı olduğu için hafızalara kazınmış, unutulmamış. Bazıları odanın dolavına, bazıları kitabın kapağına yazılmış bu olaylardan birini Hasan Özpınar'ın kişisel arşivinden paylaştığı 7 Haziran 1939 tarihli bir gazete kupüründen öğreniyoruz. Bir gün önce Afyonkarahisar civarında yüksek yerlere kar yağmış, aniden soğuyan hava sonucu halk mangalları yakmak zorunda kalmış. Haberde belirtilen yüksek yerlerden biri İlbulak olması çok muhtemeldir. O vakitte dağdaki ağıllarda olan koyun sürülerinin halini düşünün...
Uzun süre kar yerden kalkmadığı durumlar olurmuş eskiden. Eğretlinin 'goca gar' dediği böyle zamanlarda koyunlar dağda/ağılda değil köyde bulunuyor. Arazi karla kaplı olduğu için mecburen samanla beslenecek. Yeteri kadar beslenemediğinden sürünün yarısı açlıktan kırılırmış. Bu yüzden sabırsızlıkla kar kalkıp toprağın otun meydana çıkması bekleniyor.
Hacımahmutların büyük bir sürüsü var. Sulamaya götürdüklerinde bir ucu Söğütcük'e varırken bir ucu hala gocagapıda olurmuş. Tam yılını bilemeyeceğim, gocagar var kalkmak bilmiyor. Koca sürüye yedire yedire samanı tüketmişler, ancak bir günlük saman kalmış. Verecek bir şeyler bulanmazsa hayvan açlıktan kırılacak. Haliloğluların dambeşteki ayrık yığınını istemişler, hiç olmazsa koyunlar bir iki gün idare eder diye düşünmüşlermiş. Lakin ayrık sahipleri buna yanaşmamış... Her şey kötü giderken ertesi gün Allah bir gabayel vermiş; gocagar önce alacalanmış, sonra tamamen erimiş de sürü kurtulmuş...
22 Aralık'tan 21 Mart'a kadar süren üç aylık dönem kış mevsiminin en çetin dönemi. Gocagarlar, süresi sebebiyle Doksan adı verilen bu dönemde oluyor. Doksan'ın kırk günlük ilk bölümü Erbain, elli günlük ikinci bölüm de Hamsin diye adlandırılmış. 21 Mart ile Hamsin bitiyor, yaz mevsiminin habercisi bir döneme giriliyor. Hıdrelleze kadar yaza inanılmadığı için Hamsin'den sonraki geçiş dönemi de aslında kışın içindedir, çok güvenmemek lazımdır...
Bırak 21 Mart sonrası geçiş dönemini, daha Hamsin çıkmadan hava açılır gibi olmuş. İdirizlerin Köribram'ın Mustafa İdi, güvenilmez havaya güvenerek malı dağa mı çıkarmış, yoksa kırkmış mı... Yapmaması gereken bir şey yaparak koyunlarının kırılmasına sebep olmuş. 1930'lu yılların birinde yaşanan bu olaydan sonra adamın lakabı 'Hamsinci'ye çıkmış; 1958'de vefat etmiş, ama hala bu lakapla anılıyor...
Hamsinci gibi bazıları lakabını mevsimden alırken, bazıları da mevsime kendi lakabını vermiş. Bunlardan biri de Guycuların Garaburun Seydi Ahmet Mola'dır... Doksan çıktıktan sonraki yirmi günlük döneme 'Mart Dokuzu' diyorlar. 22 Mart ile 9 Nisan arasındaki bu dönemde beklenmeyen sertlikte soğuklar gözlenmiş. Bu yüzden çitftçi ve malcıların Martdokuzu'nda dikkatli olmaları öğütlenmiş.
Kelsalek Salih Azbay dayısı ile ortak keçi işine mi ne girmiş Garaburun... Havalar açılınca ağıla çıkarmışlar. Yalnız bununla yetinmeyip, yine yalancı bahara aldanarak Martdokuzu'nun sonunda keçiyi kırkmışlar. Gelvelakin ertesi gün, 10 Nisan'da bir tipi bastırmış. Keçi bayırdan Kelsalek'in ağıla gelene kadar tükenmiş... Bugün hala o gün 'Garaburun kışı' diye biliniyor...
Çolömerlerin Cingenömer Ömer Salman, engin bir çobanlık tecrübesi ve yaşadıklarını duyduklarını akıcı, tatlı bir dille hikaye etme becerisine sahipti. Herhalde Selimlerin odada böyle bir olay anlatmış... Bunlar yaz geldi diye dağa çıkmışlar, Hıdrellezden önce... Nisan ayında Allah vermiş karı, vermiş karı... Tedbirsiz yakalandıkları için tokluları dışarıda bırakıp kendilerini kulubeye darın atmışlar. Yağmış, yağmış, yağmış... Kar dindikten sonra çıkmışlar dışarı, baksalar ki toklu yok... Aramışlar, taramışlar; yok Allah yok... Geri gelmişler kışlaya... Sonradan farketmişler... Lafın burasında Ömer Ağa, ellerini yumruk yapıp iki işaret parmağını dikerek anlatmış;
- 'Efe, bizim toklulañ buynuzları garıñ üsdünde böne böne görünüyo...' Toklular karın altında kaybolmuş, onları ancak boynuzlarından seçebilmişler. Neyse ki zayiat yokmuş, hayvanlar kalkıp yürümeye durmuşlar...
Eğret'e mahsus olmayıp ülkenin her yanındaki halk takviminde 11-18 Mart arasındaki bir haftalık süre, Kocakarı soğukları olarak biliniyor. Böyle adlandırılmasına bir sebep olarak efsanevi yaşlı kadının yedi keçisinden her birinin bu günlerin birinde ölmesi gösteriliyor. Yani halk takviminin genel adlandırmasının kökeninde böyle bir kırım hadisesi bulunuyor. Eğret'teki yerel takvim adlandırmalarında da benzer durum görülmesi şaşırtıcı değil...