04 Ekim 2024

Eğretli Ezogelinler

    
    1970'li yıllardı... Televizyon denilen alet henüz yerleşmemiş, kahvelerde ve sayılı evde bulunuyordu. Salı akşamları yayınlanan Türk filmini izlemek için kadınlar bu evlere yığılırdı. Ezo Gelin de o vakit yayınlanmış. Biri nasıl akıl ettiyse, filmdeki türküleri ve bazı sahneleri teyp kasedine kaydetmiş. Ben bir ev dolusu kadını salya sümük o kaseti dinlerken buldum, işin doğrusu bu içten gözyaşlarına pek bir mana verememiştim...

    Sonradan defalarca izlemek zorunda kaldığımız Fatma Girik ile Tugay Toksöz'ün boşrol oynadığı bu filmde gerçek bir olay biraz değiştirilerek senaryolaştırılmış.  Güzelliğiyle dillere destan Ezo, Ali ile evlendirilir. Kore savaşına giden Ali'nin şehit olduğu haberi gelince, töre gereği onu Ali'nin küçük kardeşi ile everirler. Aslında ölmeyen Ali'nin askerden sağ olarak dönmesiyle dram başlar. Filmin sonu ise trajiktir...

    Ezo Gelin, biraz da  yanlış bazı töre ve adetlerin eleştirisi gibidir. Onların neticesi acı ve gözyaşı olduğu dokundurucu bir ustalıkla perdeye yansıtılır. Gerçek olay Güneydoğu'da yaşansa da benzerleri bütün Anadolu köylerinde fazlası var eksiği yok, aynıyla görülmüştür. Bu yüzden film seyircide müthiş bir etki bırakır.

    Doğveller
   'Kalanlar Gelenler ve Bekleyenler' başlığıyla Cihan harbi sonrası Eğret'te yaşananların bir kısmını anlatmaya çalışmıştım. Orada da Ezo Gelin benzeri bir kaç dram vardı. Bunlardan en çarpıcısı Veyisoğlu Veli (Doğu Veli/Doğveli) torunlarının yaşadığıdır. Burada biraz ayrıntıya ineceğiz.

    Kız çocuğu gelin edildikten sonra kocasının anasını ana, babasını baba beller. Her yerde böyle olan bu Türk töresine göre kâim-i ata/kayın ata/gayınta ve kâim-i ana/ kayın ana/gayınna seslenmeleri de aslında 'ana baba yerine' manalarına gelir. Bu anlayışa göre gelinin ana babası artık onlardır. Oğullarının başına bir iş geldiğinde de gelin hakkında onlar söz sahibidir. Başka birine kocaya verme de dahil... Bu durumda gelinlerini en yakınlarından biriyle tekrar başgöz etme olayları sık yaşanır. Ezo Gelin hikayesindeki törenin temeli de budur...

    Tekrar Doğveli torunlarına dönecek olursak... Veyisoğlu Mehmet'in dört oğlu var. Cihan harbi başladığı sırada ikisi evli; ikisi daha küçük yaşta... Bunların büyüğü Veli, Gocamat (Ahmet Tektaş)ın ablası Ayşe ile evlenmişti. Henüz çocukları yoktu... Şehit olduğu haberi geldiğinde, küçük kardeşleri Şükrü köyde eceliyle vefat etmiş, Ali Osman ise henüz evlenebilecek yaşta değildi. Ayşe'yi kocasının hala oğlusu Hacıların Ali (Dindin Ali Azbay)a verdiler, Halit Azbay'ın anasıdır. 

    İkinci oğlu Halil İbrahim'in askerliği tam da büyük harbin başlangıcına denk gelmiş. Öncesinde onu da evermişler tabi ve onun da çocuğu yok... Savaş sonunda gelen geldi, gelmeyenin de ölüm haberi geldi. Böyle bir haberini dahi alamayanlar ise bu durumu onun şehadetine yordular. Doğvellerin Halibram gelmediğine göre şehit olmuştu. 1904 Doğumlu küçük kardeşi Ali Osman da artık evlenecek yaşa geldiğine göre, şehidin karısını kaynıyla everdiler...

    Ötede ise vaziyet zannettikleri gibi değildi. Kafkas cephesinde esir düşen Halil İbrahim kurtulduğunda harp bitmiş, ama henüz askerliği bitmemişti. Dağıtılmayan birliklerle işgal edilen yerler kurtarıldığı sıralarda Maraş'ta redif asker olarak bulundu. Ancak bundan sonra Eğret'e dönebildi. Geride bıraktıklarının, planlarını onun öldüğü üzerine yaptıklarını ne bilsin... 

    Bundan sonra Doğvellerin evde hayat herkese zindan oldu... En çok da evin gelinine... Kadın kısa bir süre sonra kahrından vefat etmiş... O kadar araştırmama rağmen bu talihsiz kadının adını, kimliğini ve kimlerden olduğunu öğrenemedim... Eğretlilerce Doğveli olarak bilinen Halil İbrahim Varlı ve Köse diye lakaplanan Ali Osman Varlı kardeşler, tekrar evlenerek hayatlarına devam etmişler; lakin ikisi de bu acıklı olayın izlerini ölene kadar üzerlerinden atamamış...

    Doğvellerin başına gelen olaylar ilk de değil, son da değil... Aklıma gelen bir ikisini daha anlatayım.

    Ayanoğlular
    Tureş Hanımın yaşadıkları mesela... Ayşe, Tureşoğlu Mustafa'nın kızı; Tingildeklerin atası Mehmet Ali ile Gödeşlerin atası Gödec Ahmet'in kardeşidir. 1864 Yılında doğmuş, hem sülalesinin lakabı olması hem de dillere destan güzelliği sebebiyle Tureş diye lakaplanmış. Herkes onu adıyla değil lakabıyla bilip, çağırıyor...

    Nasıl olduysa Tureş'i gönlünün kaydığı Ayanoğlu Hüseyin'e değil de onun abisi Halil'e veriyorlar. Belki de (belki değil mutlaka öyledir) büyüklerinin gençlerin hissiyatından haberleri yoktu... Evin büyüğü Ayanoğlu Ömer, küçük oğluna da Tureş'in teyze kızını alıyor... Burada dikkat etmemiz gereken şey, evlilik olayında taraflara söz hakkı verilmemiş olmasıdır. Büyükler kendi aralarında anlaşıyorlar, o kadar...

    Hal böyle iken, Tureş'in kocasının askerdeyken birliğinde vefat ettiği haberi geliyor. Yıl 1888 ve henüz çocukları yoktur... Bu arada kayınpederi de vefat etmiş bulunan dul Tureş Hanım'ı, kocasının emmioğlusu Ayanoğlu Derviş Ahmet'e verdiler. Burada bir oğlu dünyaya geldi...

    Ayanoğlu Hüseyin'e dönelim... Tureş'in teyzesi kızı Ümmühan ile evlenmişti. Bir oğlu bir kızı oldu, çocuklar küçükken anaları vefat etti. Hacı Hüseyin tekrar evlendiyse de bu kadının çocuklarına karşı tutumundan hoşnut değildi...

    Ötede Tureş Hanımın önce oğlu sonra kocası peş peşe vefat ettiler. Komşularındaki üvey annenin yeğenlerine acımasız tavrını Ayşe hanım da gözlüyor, ama elden bir şey gelmiyordu. Hacı Hüseyin karısını çıkarınca (boşanmanın o zamanki adı böyleydi) sırf küçük yeğenlerine merhametinden dolayı Tureş Hanım kırgın olduğu Ayanoğlu Hacı Hüseyin'e varmayı kabul etti. Zaten kısa bir süre sonra Hacı Hüseyin de vefat etti. 

    Bundan sonra Tureş Hanım yeğenlerinin hem anası hem babası olacaktır. Onların büyüğü olan kızı gelin ettiler, Öter (Ömer Tüblek)in anasıdır. Küçük ve oğlan yeğenine de dedesinin adını koymuşlardı. Hacı Hüseyin'in bu küçük oğlu da ileride Kölgeci diye lakaplanan Ömer Kayır'dır...

    Tureş Hanım yeğenini oğlu bilmiş, bakmış büyütmüş. Yeğeni de onu anası bilmiş, kendisine ana gibi hürmet etmiş. Aralarında kan bağı olmadığı halde Kölgecilerin bir lakabı Tureşler olmuş. Yani Tureş Hanım Ayanoğlularla bütünleşmiş. 

    Gelvelakin son kocası Ayanoğlu Hacı Hüseyin'den çocuğu olmadığı için kocası öldüğünde hukuken o ev ile bağı koptu kabul edilmiş. Fiiliyatta yeğeniyle sıcak bir aile ortamı kurduğu halde, soyadı kanunu çıktığında hayatta olan tek erkek kardeşi Gödecin Ahmet hanesine Ayşe Seviş olarak kaydedilmiş. 1946 Yılında vefatı da kayıtlara böyle işlenmiş...

    Hatipler
    Biz Hatiboğlu Hacı Mahmut'un Mollaosman ve Deliahmet lakaplı iki oğlunu biliyoruz. Oysa Deliahmet'in büyüğü ve küçüğü olmak üzere iki oğlu daha vardı ki isimleri İbrahim ile Mehmet idi...

    İbrahim, Molla Osman Aykaç'ın küçüğüdür, 1895 yılında doğdu. Hacımahmutlardan Zeliha ile evlendi. Zeliha/Zele Hanım; Hafız, Manda, Ayımevlüt ve Garaçaylı'nın ablaları oluyor. Dünya savaşı sırasında asker olan Hatiboğlu İbrahim, 1916 yılında Tuzla'daki birliğinde şehit olduğunda bir kız ve taze bir oğlan babasıydı. Oğlana İbrahim ismini verdilerse de bu çocuk fazla büyümeden vefat etti. 

    Bir kızıyla kalakalan Zele Hanım'ı öyle bırakmıyorlar ve yeni yetişmekte olan evin en küçük oğlu Mehmet ile nikahlıyorlar. Zaten hasdacak olan Mehmet kısa süre sonra vefat ediyor. Zele Hanım yine dul... 

    Bu kez Apdıramanların Ali'ye veriyorlar. O da yabancı değil; zira Zele Hanımın kaynanası da Ali'nin anası da Omarcıklardan... Aralarındaki muazzam yaş farkından bu evliliğin formalite olduğu anlaşılıyor. Nitekim Zele Hanım kısa bir süre sonra Apdıramanların Ali nikahında vefat ediyor. Demek ki bu kapıya huzur içinde vefat etmek için gelmiş. 

    Şimdi hem yetim hem öksüz kalan kızının adı Refiye'dir. Bundan sonra Yeniali diye lakaplanan Ali Kirkit'e babası gibi hürmet edecek, o evi de kendi evi belleyecektir. Zaten anasının yerine gelen de Mollaosman emmisinin kızı Ratibe'den başkası değildir, burada hiç yabancılık çekmez. Büyüdüğünde Kirpitçilerin Cemal eşi olan Refiye Kirkit, Şehit Hatiboğlu İbrahim ile Hacımahmutların Zele kızı olarak 2004'te vefat etti...

    Alicikler
    Verdiğimiz örnekerde dul kadınların en yakınlarıyla tekrar evlendirilmeleri hususu işleniyor. Büyükler böyle karar verirken neler düşündüğünü bilemeyiz, haklı endişelerle böyle bir yol tutmuş da olabilirler. Yalnız bu iyi niyet bazı çarpıklık ve sakıncaları ortadan kaldırmıyor.

    Bu örneklerde ilk ve ikinci evliliğin taraflarında söz hakkı bulunmadığı da anlaşılıyor. Yalnız bu hep böyle olmamış. Hayır, benim rızam yoktur, diye oldubittiye karşı çıkanlar da var. Sonuncu olay buna bir örnek teşkil etsin istedim.

    Aliciklerin Osman'ın büyük oğlu İbrahim, Emine Hanım ile evliymiş. Halime, Ramazan ve Hasan Hüseyin adlarında üç çocukları var. Hasan Hüseyin küçükken Aliciklerin İbrahim vefat ediyor. Adet olduğu üzere kayınpeder Osman, sıradaki oğlu Ahmet ile dul gelinini evermek isteyince Emine Hanım bunu reddediyor. 

    1901 Yılında, en küçüğü yedi yaşında olan üç çocuğunu da alıp Afyon'a kaçıyor ve doğruca Kadı'ya başvuruyor. Rızası olmadığı halde kayınpederinin kendisini kaynıyla evlenmeye zorladığını belirterek şikayetçi oluyor. Üstelik merhum kocasının hakkı olan nafaka talep ediyor. O yıllarda bir kadının bu iradeyi göstermesi büyük cesaret... Ayrıca istikamet olarak Afyon'a yönelmesi de İsmail kızı Emine'nin Afyonlu olabileceği izlenimi veriyor. Zaten Alicikler/Karamehmetler de iki nesil önce Afyon'dan gelmişlerdi.

    Bu arada kızı Halime'yi Afyon'a gelin etmiş. Mahkeme sonucu olumlu çıkmış ki, bundan sonra Emine Hanım iki oğluyla Eğret'e dönüp Aliciklerin yurtta kocasının hakkı olan bölüme yerleşmiş. Bundan sonra küçük oğlu Hasan Hüseyin cihan harbinde şehit oldu. Döğerli Mücellit Hocanın kızı Naime ile everdiği büyük oğlu Ramazan ise aynı savaştan gazi olarak döndü. Cesur çıkışıyla kendisi ve çocukları için bir irade ortaya koyan Emine Hanım böylece vefat etti... Ondan yadigar Naymelerin Ramazan Kırbaç dedesi ise 1974'te vefat etti...

    Sonuç
    Ezo Gelin repliklerini dinleyip burnunu çeke çeke ağlayan koca karıların bu hareketine o zaman bir anlam vermemiştim. Meğer onlar benzer hikaye kahramanlarını görüp tanıyan, onların acısını derinden hissedebilen kimselermiş de bu yüzden ağlıyorlarmış. Mevzu derin yani...



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder